BİR BAYRAM DAHA GEÇTİ

Bir bayramı daha geride bıraktık. Gerek ülkemizde gerekse de İslam coğrafyasının birçok noktasında büyük problemlerle uğraşmamıza rağmen Mübarek Ramazan ayından sonra yüce Allah’ın bize bahşettiği Bayramı en iyi şekilde idrak etmeye çalıştık.

Hayat varsa sorun vardır. Dünyada hiçbir zaman mutlak Cennet’i yaşamak mümkün değildir. Dolayısıyla her şeyin dört dörtlük olmasını bekleyemeyiz. Rahatlık dönemleri de olsa, çeşitli problemlerle boğuşuyor da olsak, Allah bize belli zamanları Bayram olarak bahşettiyse, o günleri olabildiğince iyi bir şekilde değerlendirmemiz gerekir diye düşünmekteyim. Okumaya devam et BİR BAYRAM DAHA GEÇTİ

ASIRLAR ÖNCESİNDEN GELEN BİR MEKTUP

Geçen gün bir dostum telefonla aradı. “Sana çok önemli birisinden bir mektup getirmek istiyorum, müsait misin” dedi. Ben de elbet diyerek buyur ettim.

Önce biraz hasbihalden sonra mektubu çıkarıp verdi. Mektup ‘Değerli Erhan Erken’ diye başlıyordu. Ben hemen mektubun altındaki isme baktım. Orada İ. Gazali yazıyordu. Okumaya devam et ASIRLAR ÖNCESİNDEN GELEN BİR MEKTUP

İmam Gazali’nin İhya’sından bazı önemli öğütler

Çalışan kişi, yaptığı işle bir farz-ı kifayeyi yerine getirmeyi amaçlamalıdır. Çünkü, toplum hayatı için vazgeçilmez işlerin yapılması birer farz-ı kifayedir, sosyal görevdir.’ 

Geçen gün bir dostum telefonla aradı. “Sana çok önemli birisinden bir mektup getirmek istiyorum, müsait misin” dedi. Ben de elbet diyerek buyur ettim.

Önce biraz hasbihalden sonra mektubu çıkarıp verdi. Mektup ‘Değerli Erhan Erken’ diye başlıyordu. Ben hemen mektubun altındaki isme baktım. Orada İ. Gazali yazıyordu.

“Üstad hayırdır, bu bizim bildiğimiz İmam-ı Gazali mi yoksa” deyince, “evet ta kendisi. Bugünlerde bir araştırma çerçevesinde İhya üzerine yoğunlaştım. Mektupta yer alan bölüm Gazali’nin asırlar öncesinden sana, bana ve bizim gibi arkadaşlara gönderdiği bir mektup gibi geldi. Ben de yazıp sana getirdim” dedi.

Toplum hayatı için vazgeçilmez işlerin yapılması birer farz-ı kifayedir

İmam-ı Gazali, İhya-u Ulumiddin adlı eserinde şöyle diyor:

“Ahlaki açıdan 7 husus önemlidir.

1. İktisadi hayatta iyi niyetle yer almak: İnsan, çalışmasında, helal kazancı sayesinde dilencilikten ve insanlara muhtaç olmaktan kurtulmayı, kazancı yoluyla dinini desteklemeyi, aile efradının ihtiyaçlarını karşılamayı ve diğer Müslümanlara yardım etmeyi amaç edinmelidir.

2. Çalışan kişi, yaptığı işle bir farz-ı kifayeyi yerine getirmeyi amaçlamalıdır. Çünkü, toplum hayatı için vazgeçilmez işlerin yapılması birer farz-ı kifayedir, sosyal görevdir. Hiç kimse bu tür işleri üstlenmediği takdirde herkes zarar göreceği için, bunlar sosyal görevler arasında yer alır ve sorumluluk da herkese aittir.

3. Dünya çarşısı, ahret çarşısına engel olmamalıdır. Ahiret çarşıları camilerdir.

4. Sadece bununla kalmamalı, işinin başında da Allah’ı anmaktan (zikir) geri durmamalıdır.

5. Çarşıya ve pazara fazla düşkün olmamalıdır.

6. Sadece haramdan sakınmakla yetinmemeli, şüpheli şeylerden de sakınmalıdır.

7. İş ilişkisinde bulunduğu herkesle aralarında geçen işlemlerin takip ettiği seyri dikkatle kontrol etmelidir.”

İşimiz çok ağır”

Mektup burada sona eriyor. Tabii hepimizin malumu olan husus şu ki İhya-u Ulumiddin adlı kitap, içerisinde bunun gibi çok sayıda önemli hususu gündeme getiriyor. Yüzyıllar boyunca Müslümanlar, ilgileri nisbetinde oradan bazı parçaları alarak gerek hayatlarına uyguluyor gerekse de dostumuzun yaptığı gibi eşiyle ve dostuyla paylaşmaya çalışıyorlar.

Mektupta geçen 7 maddede de birbirinden güzel öğütler veriliyor. Tek bir cümle içerisinde çok fazla mananın barındığını farkediyorsunuz. Onları okurken acaba ben burada yazılanlara göre hangi noktada bulunuyorum sorusunu insan ister istemez kendisine soruyor.

Dostumuz bu mektupta tüm maddelere önem veriyor olsa da bir tanesini biraz daha fazla öne çıkarıyor. O da ikinci madde. Orada bir farz-ı kifaye yaklaşımı var. Toplum için vazgeçilemeyecek işlerin yapılması birer farz- ı kifaye ve birer sosyal görev olarak tanımlanmış.

Dostumuz benim ve benim gibi mektup götürdüğü arkadaşlarının dikkatlerinin özellikle bu nokta üzerinde yoğunlaşmasını istiyor. ‘Farkında mısınız ama işimiz çok ağır’ diyor. Neler yapmamız gerektiğini detaylandırırken toplumun neredeyse devasa işlerinin büyük bölümünün olanca ağırlığını omuzlarımıza boca etmeye çalışıyor.

Farz-ı kifaye olarak bizlerden ne tür hizmetler bekleniyor?

Burada aramızdaki muhabbeti nakletmeye ara verip konunun içine sizleri de dahil etmek için birkaç soru sormamız gerekiyor. Bu sorduğumuz soruların cevabını biz burada vermeyeceğiz. Cevapları herkesin kendisinin vermesini beklemekteyiz.

Birinci soru: Mektubun ikinci maddesinde bahsedilen ve bizi üzerinde uzun uzun konuşturan bu vazgeçilemeyecek işler sizce neler olabilir?

İkinci soru: Bir insan bu işlerden hangilerini yapmaya teşebbüs etmek için kendisini ehil hissetmelidir? Kendisini ‘evet, bu sosyal görevi ben yapmazsam benden daha iyi yapabilecek kimse yoktur’ diye tanımlayıp altına gireceği sorumluluğun ölçüsü ve haklılığını nasıl ve kimler belirlemelidir?

Biz aramızda yaptığımız görüşmede bu sorulara kendimizce cevaplar bulmaya çalıştık. Kendi vazife alanlarımızı, farz-ı kifaye olarak bizlerden ne tür hizmetler beklenebileceğini ortaya koymaya çalıştık. Tabii soru sorup cevap bulmaya çalıştıkça konu konuya açtı, en hafifinden en ağırına kadar türlü maddeler sohbetimizin gündemine girdi. Görüşme tamamlanıp dostumuzu yolcu ederken ben bir hayli yorulduğumu hissettim.

Daha sonra bu mektubu birkaç defa daha okudum ve zaten İhya’dan alıntılanan bir metin olduğu için bizim kısmi yorumlarımızla birlikte sizlerle de paylaşmaya karar verdim.

Bakalım sizler bu mektup üzerinden ne tür çıkarımlar yapacaksınız?

Dünya Bizim, 02.09.2015

SULTANAHMET’ TEN PARİS’E

Gün geçmiyor ki ülkemizden veya dünyanın herhangi bir köşesinden, içimizi burkan, yüreğimizi daraltan, yahu bunu yapanlar insan olamaz dedirten olaylar vuku bulmasın.

Daha geçen gün üzerine belli ki kamuflaj için uzun ve kapşonlu bir üstlük giymiş  bir kız,  Yerebatan Sarayı’nın karşısındaki polis kulübesine giriyor ve üzerindeki bombanın pimini çekiyor.

Okumaya devam et SULTANAHMET’ TEN PARİS’E

RAMAZAN HOŞ GELDİ AMA ACABA BİZDEN RAZI OLARAK GİDECEK Mİ?

Ramazan ayı Müslümanlar için yılın en önemli zaman dilimlerinden birisidir. Bir ay boyunca tutulan oruç bu aya ait özel bir ibadettir. Yatsı namazı sonrasında kılınan teravih namazı yine Ramazan’a has bir sünnet namazdır.

Ramazan ile adeta özdeşleşen ibadetlerden biri de Hz.Peygamber (a.s) Efendimiz ile Cebrail (a.s)’ın her yıl yaptıkları karşılıklı Kur’an tilavetinden mülhem Mukabele okumalarıdır. İslam Dünyasının hemen her köşesinde yüzyıllardır Müslümanlar Ramazan aylarında mukabele okumakta ve Kur’an-ı Kerim’i hatim etmektedirler. Bu hatim olayının sadece Kur’an’ı yüzünden okumaktan öte, manasını da anlayarak tekrar edilmesi Müslümanların esas kaynakları ile muhatap olmaları açısından çok önemli bir faaliyettir. Okumaya devam et RAMAZAN HOŞ GELDİ AMA ACABA BİZDEN RAZI OLARAK GİDECEK Mİ?

BU DÜNYADAN BİR MUZAFFER AĞABEY GEÇTİ

Çocukluk arkadaşlarımdan Rafet telefondaydı. Birbirimizin hatırını sorduktan sonra ‘Muzaffer Ağabey vefat etti, cenazesi yarın ikindi namazında Şenlikköy Camii’nden kaldırılacak, bilgin olsun’ dedi. ‘İnna lillah ve inna ileyhi raciun’.

Telefonu kapattım, o an ciddi bir üzüntü duymuştum. Yıllardır görmemiş olmama rağmen bu vefat haberinin beni derinden etkilediğini farkettim. Bu görüşme ve haberle birlikte zihnimde çok eskilere doğru bir yolculuk başladı. Okumaya devam et BU DÜNYADAN BİR MUZAFFER AĞABEY GEÇTİ

GEZİ OLAYLARI VE RAMAZAN-I ŞERİF AYI

Haziran ayı başında Taksim Gezi parkında masum bir çevre duyarlılığı çerçevesinde başladığı söylenen fakat daha sonra gerçek boyutları gün yüzüne çıkan eylemler dizisi, ülkemizde ciddi bir kutuplaşmayı da beraberinde getirdi. İlk olayların sonrasında bu hareketlenmenin düzenleyicisi olarak ortaya çıkan bir grup kişi, Başbakan Yardımcısı ile yaptıkları görüşme sonrasında, İstanbul’a yapılacak üçüncü havaalanından, üçüncü köprüye, valilerin görevden alınmasından, önemli toplumsal olaylara kadar çözüm önerilerini ve ültimatom gibi tekliflerini TV kameralarından deklare ettiler. Derken olay başbakanın İstanbul ve Ankara’daki ofislerini işgal etmeye, başbakanın görevden ayrılması isteklerine kadar varmaya başladı. Okumaya devam et GEZİ OLAYLARI VE RAMAZAN-I ŞERİF AYI

SALİH ŞEREF HOCA SALİH VE ALİM BİR ZAT İDİ

İstanbul merkez vaizlerinden merhum Salih Şeref Hoca, 01.07.1911 tarihinde Balıkesir’in Gönen ilçesi Çınarlı köyünde doğmuş. Gönen’de hafızlığını tamamladıktan sonra dinî ilimleri tahsil için İstanbul’a gelmiş.

O dönemlerde Fatih Camii başimamı olan merhum Ömer Aköz ve Fatih Müftüsü Yekta Sundu gibi hoca efendilerden Arapça ve dinî ilimler derslerini tahsil etmiş. Meşhur Gönenli Mehmet Efendi’den aşere takrib dersleri okuyarak kurra hafızlık icazetini başarıyla almıştır. Merhum Salih Şeref hocamız Kur’an-ı Kerim’i tüm farklı kıraat çeşitleriyle okuyabilme bilgi ve becerisine sahip bir kişiydi. Okumaya devam et SALİH ŞEREF HOCA SALİH VE ALİM BİR ZAT İDİ

AFRİKA’ YI DAHA İYİ TANIMAK İÇİN NELER VAR?

Son dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devleti Afrika’yı adeta yeniden keşfetmeye başladı. Son yıllardaki bu hızlı gelişme neticesi büyükelçiliklerin sayısı 30’u geçti. Devletin bu aktif politikasının yanı sıra yine son yıllarda iş dünyası da Afrika’nın çeşitli bölgelerindeki ticarî münasebetleri yoğunlaştırdı.

Tüm bunlara ek olarak, sivil toplum kuruluşları, yardım dernekleri ve çeşitli vakıflar da bu kıta ile daha yoğun ilgileniyorlar. Su kuyusu açanlar, mahrumiyet bölgelerinde tıbbi destek için organizasyon yapanlar, kıtlık yaşanan bölgelere yardım götürenler, okullar açanlar, Kur’an kursları kuranlar… Hemen hepsi bu büyük kıtaya yönelik ülkemizdeki ve Dünya Müslümanları’ndaki ilginin bir tezahürü olarak sayabileceğimiz faaliyetler… Okumaya devam et AFRİKA’ YI DAHA İYİ TANIMAK İÇİN NELER VAR?

1956 DA İSLAM DERGİSİNİN HEDEFİ 50 BİN TİRAJ İDİ

Benim kitaplarla tanışmamda ilk katkısı olan kişilerden biri rahmetli Ahmet Dayım i di. Dışarıdan bakıldığında küçük fakat içi en kenar noktasına kadar dolu bir kütüphanesi vardı. Benim de merakımı bildiğinden, arada bir beraberce karıştırır, eskilerden neler var bakardık. Yine böyle kütüphanesini beraberce karıştırdığımız bir gün bana bazı kitaplar ve dergiler vermişti. Yıllar sonra geçtiğimiz hafta sonunda onları tekrar ele aldığımda, 1956 yılında yayınlanmaya başlamış olan “İslam” dergilerine rastladım. Okumaya devam et 1956 DA İSLAM DERGİSİNİN HEDEFİ 50 BİN TİRAJ İDİ