DUYGULARIN KARŞITLIĞI (AMBİVALANS) ÜZERİNE BİR İZAH DENEMESİ

Son zamanlarda yaşadığımız olaylar birbirine zıt gibi görünen bir çok duyguyu bir arada hissetmemize neden oldu. İnsanın hayatı boyunca belli dönemlerde benzer süreçler vuku bulsa da son dönemde olduğu kadar art arda bazı gelişmelerle karşı karşıya kalmak, içinden geçtiğimiz hali daha derinden değerlendirmeye çalışmayı gerekli kılıyor.

Benden 6 yaş genç olan kız kardeşim Esra bundan dört yıl kadar önce ciddi bir rahatsızlığa yakalanmıştı. Hastalığın seyri içinde çeşitli cerrahi operasyonlar ve ilaç tedavileri gördü. Hem kendisi hem de ailemiz açısından zor bir dönemdi. 2019 Yılının ortalarına doğru hastalığı biraz daha ağırlaşmaya başlamıştı.

2019 Yılının ilk aylarında ailemizde farklı yönde başka bir gelişme yaşanmaya başlamıştı. En küçük çocuğumuz Hatice’ye bir talip çıkmış ve bir yandan da hayırlı bir işte yeni bir sayfa açılmıştı

2019 Yılının Haziran ayının 21’nde Hatice’nin nişanını yaptık. Aynı tarihlerde Esracığım ani gelişen iltihabik bir durumdan ötürü hastanedeydi. Çok arzu etmesine rağmen yeğeninin nişanına katılamadı. Tabii bizler de bir taraftan Hatice’nin nişan törenine sevinirken aklımızın ve kalbimizin bir tarafı da hastanedeydi ve Esra’nın mahzunluğu bizlerin de kalbini buruklaştırıyordu.

Esra’nın bazen hastanede bazen de evde tedavisi devam ederken öte tarafta evlilik hazırlıkları da tüm hızıyla sürüyordu. Tabii bu süreçte duygularımız da karmakarışıktı. Sonuçta evlilik tarihi olarak Eylül ayının 14 ve 22’si tesbit edildi. Damat tarafı Aydın’lı olduğundan ilk tören orada yapılacak 22’sinden sonra da çocuklar kendi evlerine geçecekti. 19 Eylül günü de kına töreni için ayarlanmıştı.

İnsanoğlu ölüm gerçeğini teorik olarak daima gündeminde tutsa da yaşanan hayat içinde ne sağlıklı gibi durana ne de belli bir hastalığı olana bu hakikatı tam olarak yakıştıramıyor nedense.

Biz de Esra’nın hastalığı ağır bir vak’a olmasına rağmen bunu ona yakıştıramıyor, bazen aklımıza gelse de bu başladığımız süreci sanki onunla beraber tamamlarız diye düşünüyorduk. Veya kendimizi öyle inandırıyorduk.

Derken ağustos ayında tablo daha ağırlaşmaya başladı. Biz bazen, acaba bu nikah işini ertelesek mi diye düşünsek de bu ertelemenin özellikle hasta için daha büyük manevi yıkım getireceğine hükmederek hazırlıklara devam ettik. Tabii hazırlık safhasında da sürekli açmaz yaşanıyordu. Yeni evlilerin evleri için yapılan her hazırlık bir sevinç uyandırırken ailenin diğer yanında o gün içinde yaşanan ağrılı ve acılı bir gelişme hazırlık safhasındaki sevincin paylaşılmasını bile bazen gereksiz kılıyordu.

Esra ise arada bir durumun nezaketi ile ilgili uyarılarda bulunuyor; “ Sakın haaa bir şeyleri ertelemeyin. Yapılan hayırlı bir iş. Hayırlı işlerde erteleme olmaz. İnşallah ben de sıhhatim el verdikçe yanınızda olurum diyordu”

Ağustos’un 17’sinde kardeşim Esra’yı son defa olarak hastaneye kaldırdık.

Çeşitli müdahaleler yapılıyor fakat doktorlar lisan-ı münasiple tıbbi olarak yapabileceklerinin neredeyse sona erdiğini ve şu an yapılanların sadece hastayı kısmen rahatlatmaya yönelik olduğunu ifade ediyorlardı.

Bu arada başka bir hayırlı işin daha tahakkuku tam bu araya rastladı. Yeğenim İbrahim ile çok sevgili dostumuz Irmak ailesinin biricik kızı Hatice’nin nişanı 24 Ağustos gecesi yapıldı. Biz o gece ağır durumdaki Esracığımı annemlerle bırakarak içimiz kan ağlaya ağlaya nişana gittik.

Baldızım Halime hanım aile adına bana bir konuşma yapmamı söyledi. Bu halde ne anlatayım Halime demiştim. Enişte, hayat ; sevinci ve hüznü ile bir bütün, içinden ne geliyorsa öyle söyle dedi. Ben de o gece hayatta farklı farklı olayları ayrı parantezler içinde ifade etmemiz gerekiyor yoksa bu işin içinden çıkmak çok zor diyerek hem sevinci hem de hüznü ifade etmeye çalışan bir konuşma yaptım. Belki de hayatımda yaptığım en zor konuşmalardan biriydi. Güleyim mi ağlayayım mı bilemeden bir şeyler söyledim. O toplantıdaki hüznü sevince  tamamen hakim kılmadan fakat gönlümün derinlerindeki acıyı da tüm gayretime rağmen saklayamayarak bir şeyler söyledim. Karışık duygularla geçen gecenin sonrasında yeniden hastaneye dönmüştük

Bu olaydan 2 gün sonra  27 Ağustos günü sabaha karşı sevgili kardeşim ruhunu teslim etti. O günün ikindi namazı sonrasında cenaze töreni gerçekleşti.

Hepimiz açısından çok üzüntülü seyreden süreç yeni bir safhaya geçmişti. Dört yıl boyunca ailenin hayatında çok önemli bir yer tutan Esracığım aramızdan çekilmişti. Onun boşluğu nasıl doldurulacaktı?

Taziye ziyaretlerine gelenler, aile içinde ve misafirlerle birlikte çekilen zikirlerin, okunan hatimlerin onun ve tüm geçmişlerimizin ruhuna bağışlanması en önemli gündemlerimiz arasında yer almaya başlamıştı.

Nabi’nin beyitinde geçtiği gibi ölüm hadisesi sonrasında bizler yoğun bir hazan mevsimini iliklerimize kadar hissediyorduk

Ne diyordu şair

Bâğ-ı dehrin hem bahârın hem hazânın görmüşüz

Biz neşâtın da gamın da rûzgârın görmüşüz

Türkçesi de şöyle ifade edilebilir

Biz dünya bahçesinde hem baharı hem de son baharı gördük

Neşenin de hüznün de en kesif halini gördük

İbrahim’in nişanı, Hatice’nin hazırlıkları tam bir bahar havasını gerektirirken kardeşimin vefatı da sanki hazan mevsimini anlatıyordu.

Aile arasında bu süreçte çok zor bir karar almıştık. Hatice’nin nikah programını iptal etmeyecek, sadece “kınayı” ileri bir tarihe erteleyecektik.

Bu sıkıntılı süreçte ailenin bir diğer kısmı da gerek içinde yaşanılacak evin eksikleri, gerekse de diğer hazırlıkları yerine getirmeye çalışıyordu. Yine şairin ifade ettiği bahar havası da bir yandan esmekteydi. Kısa bir süre sonra bir evlilik gerçekleşecekti ve bu evlilik sonrası iki genç yeni bir yuva kuracaklardı. Bu hadise ise adeta bir ilkbahar neşesi içinde olmalıydı ki kurulacak yuva inşallah mutlu bir temele otursun.

Aynı zaman diliminde, aynı geniş sülale içinde, aynı insanlar hem baharı hem de hazanı beraberce yaşamak durumundaydılar.

 OLAYIN BİR DİĞER YÖNÜ

Evlilik olayının bir de bireysel bir yönü vardı ki orada da zıt duygular bu sefer bir olay üzerinde birleşmekteydiler. O da özellikle evlenen çocukların anne ve babalarının içinde bulundukları ruh hali.

Anne ve baba olarak  bir yandan çok sevdiğiniz evladınızın yeni bir yuva kurmasını, sevdiği insanla birlikte yeni bir hayata kucak açmasını can-ı gönülden istemektesiniz. Bu olayın tahakkuk etmesi için de elinizdeki  imkanları seferber etmekten hiçbir zaman kaçınmıyorsunuz. Oturulacak mekanın hazırlanması, eşe dosta haber edilip nikah, düğün gibi törenlerle evliliğin ilan edilmesi, onun öncesinde ailelerin örfüne göre söz, nişan, kına vesair diğer hazırlık törenlerinin yapılması hepsi bu mutlu hadisenin tamamlayıcısı olan organizasyonlar. Gelin olacak kız veya damat adayı da bu süreçte yeni hayatına hazırlanmak ve onun heyecanı duymak gibi bir halet-i ruhiyenin içerisinde.

Fakat evlenecek gençlerin anne ve babalarında çoğu kere sevinç duygusunun dışında ve hatta bunun tam tersi başka bir duygunun da hakim olduğunu görmekteyiz. Bu da derin bir hüzün. Yıllarca beraber olduğunuz, aynı mekanı paylaştığınız ve büyümesi için adım adım ilgilendiğiniz evladınız evden gidiyor. Gerçi onun mutluluğu sizi bir yandan sevindiriyor ve o sevinç derinden duymakta olduğunuz hüznü örtüyor. Fakat yine de içinizden bir şeylerin kopup gittiğini hissediyorsunuz.

Bizim hikayemizde de bu olay benzer şekilde cereyan etti. Üç oğlumuzun birbiri peşi sıra evlenmesinden sonra 2014 yılından bu yana bizim çekirdek ailemiz; hanım, ben ve kızım Hatice’den oluşmaktaydı. O beş yılda çok fazla şey paylaşmıştık. Şimdi o trionun önemli bir halkası ayrılıyordu. Bu ayrılış temelli bir ayrılış değildi. Kızımız farklı bir evin, artık kendi evinin hanımı olacaktı ama gönüllerimiz de beraber olacak kalacaktı.  Esasında başka bir taraftan bakıldığında aileye yeni bir oğul kazanmış oluyorduk. Bu da güzel bir şeydi. Tüm bunlar iyi hoş da kızımız evden gidiyordu. En önemli gerçek de buydu. Bu nokta  insana bir yandan mutluluk verirken diğer yandan da ciddi bir gönül sızısı oluşturuyordu.

İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ HALE İSİM BULABİLMEK..

Gerek kardeşimin hüzünlü hikayesi, aynı zamanda cereyan eden evlilik serüveni, ilave bir gelişme olarak İbrahim’in nişanı, gerekse de Hatice’nin evliliği konusunda birbirinden zıt duyguları aynı anda yaşıyor oluşumuzu derinden düşünürken, bu üç olayda da çok benzer bir durumun varlığını müşahede etmekteydim. Tüm bu olaylarda gerek yatay gerekse de dikey boyutta birbirine zıt duyguları yaşamıştık

Bu hali nasıl izah edebilirdim?

Bu yaşamakta olduğum halin bir kelime ve/veya kavram karşılığı var mıydı?

Diye araştırmaya başladım.

Kızımın nikah günü gelen misafirlerimize kısa bir teşekkür konuşması yaparken bu halet-i ruhiyemi uygun bir kavram ile izhar etmeyi murat ediyordum.

Derken karşıma AMBİVALANS kavramı çıktı

Neydi ambivalans? Birbirine zıt duyguların aynı anda ya bir kişiye ya da bir duruma karşı bir arada bulunması.

Genelde Psikiyatride rastlanılan bu kelime, edebiyat alanındaki metin incelemelerinde de benzer tarzdaki durumları açıklayabilmek için kullanılıyordu.

Edebiyatta genelde hem aşk, hem de sevgili ile ilgili konularda bu karşıtlığı sıkça görüyoruz. Yukarıda naklettiğimiz Nabi’nin mısralarında bunun bir türünü daha önce zikretmiştik.

Bir başka beyitte Nedim şöyle diyor:

Böyle âteşle gelüp âb gibi geçmekten

Kasdın âzâre mi tatyîb-i dil-i zâre midir

Bu beyitte ise sevgilisinin geliş amacıyla ilgili tereddüdü süren şair Nedim, “sevgilinin (yakıcı) bir ateş ve (çılgınca akan) bir su gibi gelip geçmekten maksadının (kendisini) azarlamak mı, (yoksa) inleyen gönlünü tedavi etmek mi olduğunu (hala) anlayamamakta olduğunu ifade etmek istiyor. Beyitte, “belirsizlik” noktasında, yine olumlu ve olumsuz ihtimallerin söz konusu olduğunu gözlemlemekteyiz.

Bununla birlikte âb ( yani su), “âteşle gelip âb gibi geçmek” bağlamı içerisinde birlikte düşünüldüğünde, sevgilinin gelip geçişinin bu takdirde âteşle gelmek, sevgilinin hışımla gelişine, âteş gibi yakıp geçeceğine işaret etmekte; âb gibi geçmek de, bunu destekler nitelikte, bu geçişin, coşkun akan bir su gibi ne derece hızlı ve yıkıcı olacağına delalet ediyor..Duyguların çeşitliliği ve zıtlığını anlatan farklı bir beyit..

Edebi metinlerde de görülen benzer zıtlıkları bu yazı hacmi içerisinde yeterli addederek sonuç bölümüne doğru gelirsek; .

Ambivalans kavramı ile ilişkilendirerek anlatmaya çalıştığımız  bireylerin duygularında veya peşi sıra gelen olayların içeriğinde ortaya çıkan zıtlık konusu ile ilgili en kadim olanı Hayat ve mematın ( ölümün ) daima ve birbirinin adeta peşi sıra yaşanıyor oluşu. Hem birbirinin zıddı gibi duruyor hem de birbirlerini tamamlıyorlar

Yine mü’minin yer yüzündeki hali nasıl olmalıdır sorusunun karşılığında dile getirilen iki kavram var. Mü’min bu dünyada korku ve ümit ( havf ve reca) arasında olmalıdır diye tavsiye ediliyor. Müslüman bir kişinin, bir yandan Allah’ın Rızasını talep ederek, ona mazhar olabilme ümidini her daim muhafaza etmesi gerekiyor. Diğer yandan da istemeyerek de olsa işlediği günahlardan dolayı Allah( cc)’dan hakkıyla korkması ve çekinmesi icap ediyor.. İkisi de aynı anda insanda birleşmeli ki hayatı dengeli bir halde yaşayabilmek mümkün olsun

Çok sevgili kızım Hatice’nin nikahı öncesi, konuklarımıza yaptığım teşekkür konuşmasında, hem aynı dönemlere rastlayan kardeşimin vefatı ve kızımın evlilik sürecindeki, hem de kızı evlenen bir babanın yaşadığı birbirine zıt duyguların ifade edilmesindeki hali anlatabilmek için ambivalans kavramını seçtiğimi ifade ettim. Bunları ifade ederken de başka bazı noktalarda kavramın kullanılış örneklerini vermeye çalıştım.

Son olarak şu hususu ifade ederek yazımı nihayete erdireyim; Bu kavramın gerek Osmanlıca’da gerekse de başka mecralarda kullanılıp kullanılmadığını, kullanıldı ise  nasıl ele alındığını merak ediyorum? İlk araştırmalarımda şu ana kadar bir mesafe alamadığımı ifade edebilirim. Fakat  bu konuda da gayretlere devam etmek gerekiyor.

ERHAN ERKEN

İSTANBUL 25.09.2019

 

 

 

 

 

 

 

Yararlanılan kaynaklar:

*Ramazan Arı; NEDİM’İN SEVGİLİ KARŞISINDA YAŞADIĞI TEKİNSİZLİK VE AMBİVALANS; Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 10/16 Fall 2015, p. 127-138

*https://saglik.sozlugu.org/ambivalence/

Moral verici iki olay…

15 Eylül pazar günü cereyan eden iki olay benzerlikleri itibariyle üzerinde durulmaya değer bir özellik arz ediyor. Bu sebepten onları sizlerle paylaşmayı arzu ettim:
Bahse konu olaylardan direk bizim de içinde yer aldığımız birisi şöyle gelişti: Benim kredi kartımın bir tanesi cumartesi günü şehir dışına ailece yaptığımız seyahatimizde bazı harcamaları yapması için kendisine emaneten verdiğim ortanca oğlumdaydı. Uzun süren bir yolculuk sonunda gece geç saatlerde evlerimize döndük.
Pazar sabahı bizim oğlan aradı ve ‘baba kredi kartını bulamıyorum herhalde yolda düştü. Bir zahmet bankayı arayıp işlem yapmaya kapatır mısın’ dedi.
Bir daha bakındık, bulamayınca katılım bankasının ilgili numarasını aradım. Karşıma çıkan hanım, ‘beyefendi sizin kartınız zaten dün akşam saat 00.30  gibi kapatılmış’ dedi.
‘Allah Allah ben aramadım, kim kapattırdı acaba’ diye sordum.
‘Efendim kartınız Üsküdar Bulgurlu civarında bulunmuş ve bulan kişi bizi arayarak kartın kendisinde olduğunu bir zahmet gereğinin yapılmasını rica etmiş. Biz de ihtiyaten kapatmışız’. Telefondaki hanım kıza ilk tepki olarak; “ Elhamdulillah bu ülkede hala bu tarz güzel insanlarımız var. Ne mutlu bize” dedim ve teşekkür ettim.
Hakikaten çok mutlu olmuştum ve o gün etrafıma bu olayı sevine sevine anlattım. Derken öğleden sonra kartın ait olduğu finans kurumundan başka biri aradı. Olayı bir de o teyit etti. Kendisine ‘ bu kartı bulan kişi acaba kimdir bize ismini verirseniz gidip teşekkür etsek’ dedim. İsmini verince benim oğlanla paylaştım. Baba dedi;  ‘o kişi bizim evin hemen yakınındaki bir esnaf. Ben hep oradan alış veriş yapardım ve adamı çok beğenirdim. Şimdi daha çok sevdim. Hemen gidip teşekkür edeyim’
İkinci olayımız
Şimdi bu olayı bir kenara not ederek diğer hadiseyi nakledeyim
İkinci olay da aynı gün sanki sözleşmişler gibi cereyan eden başka bir kayıp hadisesi.
Yakın bir akrabamız ailesiyle birlikte yurt dışından İstanbul’a bir program için gelmişlerdi. Pazar günü Fatih’te Akşemseddin Caddesi üzerinde bir marketin kenarındaki ATM gişesine para çekmek için gitmiş. Biraz uğraşmış, bakmış farklı bir banka ve ilave ücret ödemesi gerekiyor. Vaz geçmiş. Gişelerin önünden ayrılmak üzere iken kendi deyimiyle dikkatini dağıtacak bir olay olmuş. Zihni o olayla meşgulken oradan ayrılmış.
Akşam vaktinde bir bakmış cüzdanı ve yurt dışında kullandığı hattının üzerinde olduğu telefonu yanında yok. Acaba bunu nerede bıraktım diye düşünürken hatırlamış ki en son ATM gişesinin yanında cüzdanını çıkarmış.
Ne yapsın? Hemen gişenin kurulu olduğu yerin yanı başındaki marketi aramış. ‘Sizin güvenlik kameralarınız kapınızın önünü gösteriyordur. Bana yardımcı olabilir misiniz? Cüzdanımı ATM’nin yanında unuttum sanırım. İçinde de İngiltere’ye girebilmem için çok önemli bir belgem var. Gelip bakabilir miyiz?’ diye sormuş.
Demek ki market yöneticileri de halden anlayan insanlarmış ki kapatmak üzere olmalarına rağmen olumlu cevap verince hemen oraya yönelmiş ve beraberce güvenlik kamarasının kayıtlarını izlemeye başlamışlar. Kısa bir süre sonra ilgili yere gelmişler.
Görüntüde bizimki cüzdanı bırakıp gidiyor. Evet sahne tam olduğu gibi. Derken 10 dakikalık bir bekleme sonrası bir kişi geliyor ve cüzdanla telefonu alıyor.
Beraberce dikkatle bakıyorlar. Marketin yan komşusu lokantanın çalışanı. Onu hemen tanıyorlar.
Fakat saat geç olduğundan lokanta kapalı ve o kişi gitmiş. Bir süre çevre esnafta soruşturduktan sonra telefonu bulunuyor ve bizim tanıdık cüzdanı alan kişi ile konuşuyor.
‘Evet, ben orada sahipsiz cüzdanı görünce alıp dükkana koydum. Hatta orada sizin hanımınızın telefonu da yazıyordu ve ona mesaj attım emanetler bende diye. Fakat sizden cevap çıkmayınca meraklanmıştım. Sabah sizden haber çıkmazsa da karakola teslim edecektim’, diyor
Mesaj attığı numara yurt dışı hattı olduğu için ve bu aralar onu kullanmadığından hanımı da fark edememiş
Bizim tanıdığın sevincini düşünebiliyor musunuz? Kendi hatasıyla ortaya çıkan bir hüzün ve yitiğin bulunmasının verdiği mutluluk.
Ertesi sabah erken saatte dükkana giden tanıdığımız cüzdanına ve telefonuna kavuşuyor
Bu iki olay sonrası bende uyanan ilk izlenim toplumumuzda son dönemlerde ahlaki erozyondan çok sık bahsedilirken bu iki olayda da tam tersine olumlu ahlaki davranışlar sergilenmesi. Bu çok memnuniyet verici bir durum. İlave olarak bu davranışları sergileyen kişilerin küçük ve orta boy işletme sahibi veya ustası olmaları. Yani esnaf geleneğinden gelmeleri. Burada toplumumuzda uzun yıllar canlı bir şekilde yaşayan ahilik sisteminin ve fütüvvet ruhunun da etkisi olduğunu düşünebiliriz.
Tam da bu günlerde ahilik haftasının kutlandığı bir zamanda bu olaylar sanki güzel bir tevafuk olmuş.
Toplumun genlerinde yerleşmiş olan güzel hasletlerin olumsuz etkilere rağmen kolay kolay kaybolmadığını görmek de hem bugünümüz hem de gelecek açısından ümit verici bir tespit. Allah bu tip insanlarımızın sayılarını çoğaltsın

Elektriğimizi kim kesti?

Geçen Cuma günü annem Fatih Nişanca Caddesinde giriş kattaki evinde, apartmanın merdivenlerinde bir iki ses olunca kapıyı açıp bakıyor. Yanında da benim iki numaralı oğlum Mehmet var. Merdivenlerde birisini görüyorlar üst kattaki akrabalara gelmiş, onlara hoş geldiniz diyorlar. Fakat elektrik panosunun önünde tanımadıkları genç bir kişi dikkatlerini çekiyor

Annem soruyor:

Evladım hayırdır sen kimsin?

Elektrik idaresinden geliyorum.

Elektrik faturalarını daha geçen gün bıraktılar, sen  orada ne yapıyorsun?

Genç arkadaş gayet rahat bir şekilde:

Elektrikleri kesiyorum.

Annem büyük bir şaşkınlıkla hemen harekete geçiyor..

Oğlum niye kesiyorsun hayırdır? Kimin elektriğini kesiyorsun? Biz elektrik faturalarını muntazaman öderiz. Kaçağımız göçeğimiz yoktur. Ne oldu dur bakayım bir dakika diyip hemen kapı önüne çıkmaya çalışıyor.

Teyze senin giriş kat ile alttaki bodrumunkileri kesiyorum.

Neden peki biz ne yaptık diye annem celalleniyor.

Teyze elektrikte Necdet Erken yazıyor, onun da vefat ettiği tesbit edilmiş. Burada kim oturuyorsa onun ismi yazmalı. Onun için kesiyorum.

Haydaaa diyor annem ve daha da sinirleniyor..Oğlum sen manyak mısın? Necdet Erken benim kocam. İki sene evvel vefat etti. Bu ev taa 1950’lerden beri burada duruyor ve o zamandan bu yana biz ailece burada oturuyoruz. Bu ev önce ahşap idi sonra da Rahmetli babam bu şekilde yeniden inşa etti. Ben, bu haliyle 60 yıldır, ahşap şeklini de düşünürsen 70 yıldır burada oturuyorum. Sen ne yaptığının farkında mısın?

Genç arkadaş gayet sakin konuşmaya devam ediyor:

Teyze ben anlamam mevzuat böyle, kesmek zorundayım..

Size daha evvel tebligat gönderilmiş ona uyaydınız

Derken yanındaki oğlum da devreye giriyor.

Kardeşim bu evde 10 gün evvel halam vefat etti. Yani bu hanımın biricik kızı. Bizler yaklaşık 1 aydır ağır bir hasta ile kah evde kah hastanede oluyoruz. Herhalde gözden kaçmıştır. O tebligatı görmemişizdir. Sen bize bir miktar müsaade ediver bir bakalım filan gibisinden bir şeyler söylüyor.

Neyse genç arkadaş kerhen bir bakış atarak. Ne yapalım yetkim yok ama hadi size az müsaade deyip adeta lütfederek elektriği kesmeden çıkıp gidiyor.

Annem bu olay üzerine hemen telefona sarılmış ve beni aradı. Olayı anlattı. Benim de kısa bir süre önce buna benzer bir şey şu an oturduğum evde başıma gelmişti. Bizim evde de elektrikler Rahmetli amcamın üzerineydi. Amcam 1987’de vefat etmişti. Benim kullandığım iki kat ve merdiven o zamandan beri Rahmetlinin üzerineydi. Ben, biraz da oturduğum apartmanda en eski olduğumuzu adeta belgeleyen bu halden gizli bir hoşnutluk duyuyordum. Ayrıca faturaları her elime aldığımda da Rahmetli amcama bir Fatiha okumama vesile oluyordu.

Geçen aylarda bize de o kırmızı renkli ikaz belgeleri gelmişti. Elektriği üzerinize alın yoksa keseriz filan gibi yazılar yazan belgeler. Ben de hemen internet üzerinden o işlemleri yapmıştım.

Annem arayınca bizdeki durumu anlattım. Anne dedim bu işi yapanların  en önemli hareket noktası sanırım evlere DASK sigortası yaptırmak bir de güvence bedeli yatırılmasını sağlamak. Önce DASK yaptıralım sonra internet üzerinden bizim Mehmet bu işi halleder.

Mehmet’i telefona aldım ve onunla bu işi nasıl yapabileceğimiz üzerine konuştuk.

Mehmet hemen işe girişti. Telefonla DASK sigortası yaptırıldı.  Fakat anlatıldığına göre sonrasında iş yürümez olmuş. Meğer daha evvel Rahmetli kardeşim bu elektrik faturası ile ilgili internet üzerinden bir başka işlem yapmış ve orada kendisinin telefonu kayıtlı imiş. Kardeşim Rahmetli olunca ve telefonu da kullanılmaz bir duruma düşünce öncelikle sistemden onun telefonunu sildirmek gerekiyormuş. Mehmet bir iki telefon görüşmesi yapmış, destek almaya çalışmış fakat nafile yapamamış.

O zaman geriye kalan seçenek anacığımı bu işlemi yaptırabileceğimiz bir irtibat noktasına götürmek. O da hemen mümkün değil. Çünkü annem ayaklarından dolayı pek uzun mesafe yürüyemiyor ve o sırada da kapıda bir araba yok. Bu işi pazartesi gününe bırakalım demişler. Bir sonraki gün de annemi bizim eve aldık ve  konu hafta başına kaldı.

Pazartesi günü benim dışarılarda yoğun bir meşguliyetim vardı. Oğlum Mehmet de konuyu eğilemedi ve elektrik mukavelesinin işine bakamadık. Annem de bizim evde ve yine yoğun bir taziye ziyareti trafiği var. Allah eksik etmesin.

Bir sonraki gün yani Salı günü annemi öğlene doğru evine götürdük. Elektrik devir işi o bir buçuk gün içinde gündemimizden çıktı. Sanırım bu olayda tek ihmal noktamız burası. Saat 16.00 sularında ben bir arkadaşımızın annesinin cenazesi için Fatih Camii’ne doğru gitmeye niyetlenmişken telefonum çaldı.

Karşımda canı çok sıkkın bir şekilde annem:

Erhan bizim elektriklerimizi kesmişler

Nasıl olur görmediniz mi?

Hayır oğlum görmedik. Bugün bir hayli taziyeye gelen oldu o esnada herhalde biri içeri süzülüp kaşla göz arasında kesivermiş.

Burada araya girip hemen fikrimi belirteyim. Görüyorsunuz değil mi ne kadar önemli bir konu. Adamın tek hedefi var. Bir boşluk bulup elektriği kesivermek. Misafirler gelip giderken o aradan içeri giriveriyor ve hemen işini halledip çıkıp gidiyor. Büyük başarı…

Anne dedim şu an için yapabileceğim hiçbir şey yok Mehmet’i arayalım bir şey yapabilirse yapsın dedim ama tabii onun da o saatte yapabileceği bir şey yoktu.

Hemen Boğaziçi Elektriğin 444’lü danışma hattını aradım. Karşıma bir hanım kız çıktı.

Ona durumu anlattım. Sonuç olarak da dedim ki . Şu an elektriğini kestiğiniz evde oturan annem 83 yaşında.Yanında bir yardımcı kadın ve karşısında taziyeye gelmiş misafirleri var.  O apartmanda 60 yıldır oturuyor. Ondan evvel bekarken ve ev ahşap halde iken de otururlarmış. Beyi yani babam iki sene evvel vefat etti. Fakat orası bizim aile evimiz ve annem babamın vefatından sonra da  o evin içinde oturmakta. Bu nasıl bir zihniyet ki bu kadının evinin elektriğini gelip kesiveriyor. Elektrik kaçak değil, paraları bugüne kadar on yıllardır aksatılmadan ödeniyor. Tamam sizin bir mevzuatınız var eyvallah da karşınızdaki kişilerin de özel bir durumları var. Bu kadın 10 gün evvel kızını toprağa vermiş. Aylardır hastane ile ev arasında gidip geliyor. Siz bir kağıt gönderdiğinizi söylüyorsunuz ama anacığımın onu görecek hali bile olmamış. Üstelik zaten 60 yıldır kocası ile oturduğu bir kat burası. Açıkçası olayın buralara geleceğine ihtimal vermemiş. Kendinden o kadar emin ki.

Ben telefondaki hanım kıza şöyle sordum:

Bu tip olaylarda o bahsettiğiniz mevzuatta hiçbir ara hüküm yok mudur?

Telefondaki hanımın cevabı şu şekilde oldu: Efendim EPDK mevzuatına göre bir hanede elektrik faturası orada oturan kişinin üzerine değilse ve/veya anlaşmalı olan kişi vefat etti ise bu kabul edilebilir bir durum değil. Elektrik mukavelesi evin sahibi oturuyorsa onun, değilse kiracının üzerine olmak zorunda. (Babam Rahmetli olduğunda elektriği annem üzerine almak zorundaymış). Bunun böyle olmadığı tesbit edildiğinde elektriğin hemen kesilmesi gerekiyor. O arkadaş birkaç gün mühlet vererek hatalı bir hareket yapmış. Kurum bu detayları nereden bilsin.

Bu kadar izahatı yeterli buldu ki lafın sonunu getirebilmek için: Başka yapabileceğimiz bir şey var mı? Benden başkaca bir talebiniz var mı?

Karşımdaki hanım kız yazılı olan kurallara göre konuşuyor. Tabii bir yandan bakıldığında haksız değil. Bu sistemi kuranların ona biçtikleri rolü yerine getiriyor. Bizim sinirlerimizi ayağa kaldıran olayın tek muhatabı ve tek yüklenicisi de o olmamalı. Fakat ben de bu sıkıntımı birilerine anlatmak zorundayım yoksa patlarım

Bu sefer ben başlıyorum konuşmaya: Kardeşim bu kurumlar vatandaşa hizmet için kurulur. Kurum dediğin de insanlardan oluşur. Bu yapılan hareketler vatandaş ile devletin arasını açan hareketlerdir.

Telefondaki müdahale ediyor: Efendim burası özel bir kuruluş Devlet değil

Kardeşim bana biraz evvel EPDK’dan bahsettin. Orası neresidir? Kamu kurumu değil mi? Bu işler onun gözetiminde yapılmıyor mu? Üstelik yüklenici kurum bu işletmenin imtiyazını Devlet’ten almadı mı? Devlet ona bu imtiyazı belli koşullarda vermedi mi? Dolayısıyla vatandaş da bunu özel diye bilmez ve burada da muhatap olarak Devleti sorumlu tutar, ona kızar, ona darılır. Bu tip kızgınlıklar Devlet Millet yakınlığına menfi tesir eder. Bu da çok yanlış bir şeydir.. İnsanlara bu tip kötü muamele etmemelisiniz. O kurum dediğiniz yerleri yöneten kişiler yönetim şeklinin içine bu tür özel halleri de düşünerek bazı maddeler koymak zorundadırlar.

Ben şu an annemden yaklaşık en az 1 km uzaktayım ve bir cenazeye gidiyorum. Yanında da ona bu konuda hemen yardım edebilecek kimse yok.  Annemin buz dolabındaki malzemeler bu sıcakta belli bir saatten sonra bozulur. Buzları akar. Karanlık olduğunda bu kadıncağız orada ne yapacak? Biz onu bu akşam hemen oradan almak zorundayız. Düşünebiliyor musunuz sizin o kurumsal düzenlemeleriniz ne tür bir sıkıntıya yol açıyor? Üstelik biz yıllardır sizin kayıtlı müşteriniziz. Kaçak değiliz. Yerimiz yurdumuz belli. Ve siz bize zulmediyorsunuz. Evde misafirler varmış bu kadıncağız şimdi onlarla ne yapacak? Hadi gidip anlaşma yapalım desek elektrik hemen açılamaz. Kaldı ki bu saatte onu yapabilmek imkanı da yok. Lütfen söyleyin bana ben şu an ne yapabilirim?

Efendim bu konuda yapabileceğim bir şey yok. Benden başka bir isteğiniz var mı?

Şimdi benim sizden tek istediğim var. Benimle yaptığınız bu konuşmayı lütfen ilgili yerlere iletiverin ki bizim durumuzda olan başkalarının da canı yanmadan bir tedbir geliştirsinler.

Bir de konuşmalar kayıt altına alınıyor diyorsunuz ya, bu kayıtları dinleyen birileri benim gerekçelerimi ve bu olayın detayını da dinlesinler ki belki bir çözüm üretirler.

Telefonu kapattım cenazeye gittim sonrasında da Fatih Camii’nden dönüşte annemlere uğradım.

Baktım anacığımın durumu pek fena. Tansiyonu yükselmiş. Elektrik kesilince kafama bir haller oldu diyor. Biraz yatırdık. Tansiyon ilacını verdik ve sonrasında onu da alıp bizim eve gittik.

Bugün de elektrikle ilgili işlemleri bir şekilde yaparak açtırmaya çalışacağız..

Bu olay benim de çok canımı sıktı. Kural ve kaide denen şeylerin önemine inanan ve sistem kurma konusunda bugüne kadar bulunduğum her yerde bu noktayı savunan biri olarak kurulan sistemlerin esasında insan odaklı olması hususunu ıskalamamanın önemini bu örnekte bir daha görme imkanı bulduk. Üstelik bizzat kendi üzerimizde.

Bir sistem kurulmuş, herkes işini yapıyor. Fakat sonuçta bu sistem vatandaşın ciddi bir mağduriyete uğramasına sebep oluyor.

Bir de bu örnekte şunu net olarak görüyoruz. Bizim devletimiz ve kurumlarımız  kayıt altında bulunan, her an ulaşabildiği vatandaşlarına karşı daha az insaflı davranıyor maalesef.

Devlet belli bir imtiyazı özel kurumlara verdiği zaman o kurumlara işletme sırasında insanlara insanca davranın tavsiyesinde bulunmuyor. Anlaşmaların içine insani yönü maalesef yeterince dahil edemiyor. Sonuçta vatandaşın rahatı ve huzuru için kurulan yapılar bizzat vatandaşa sıkıntı veriyor.

Devlet ve/veya onun imtiyazı ile iş yapan mekanizmalar yıkmak, durdurmak, ceza vermek konusunda çok daha hızlı davranıyorlar. Mesela ne durumda olursa olsun kendi mevzuatlarına küçük de olsa aykırı duruma düşen bir müşterilerinin durumunu değerlendirmeden hemen elektriğini kesiyorlar. Fakat kış aylarında sürekli arıza yapan ve kesilen elektriklerden dolayı  mağdur duruma düşüp kendisini arayan müşterilerinin çoğu kere telefonlarına bile çıkmıyorlar. Bu arızalardan ve kesilmelerden dolayı bozulan elektrikli aletlerin hesabı bu kurumlardan hiçbir zaman sorulamıyor.

Mesela , Devlet adına hizmet gören kamu görevlileri ana yollarda trafik akışını yavaşlatan ve/veya durduran önemli noktalara müdahalede geç davranabilirlerken, ara sokaklarda trafik akışına direk hiçbir tesiri olmayan araçları en ufak bir hatalı durumda hemen çekici ile çekip uzaklardaki otoparklara götürebiliyorlar. Vatandaş bir yandan arabasını bulmaya uğraşıyor bir de ceza ödüyor..

Fakat vatandaşına yeterli oranda otopark alanı açamayan merkezi otorite veya belediyelerden hiçbir şekilde hesap sorulamıyor…

Yani inşa ederken, vatandaşın hayatını rahatlatırken yeterli olarak çalışmayan sistem yıkarken veya cezalandırırken tıkır tıkır işleyiveriyor..

Trafik polisleri çok kalabalık yollarda hiç ortada görünmüyorlar fakat kenar köşe geçitlerde denetim yapıp bol bol ceza kesebiliyorlar.

Vatandaş Devlete olan borcunu gününde ödeyemediğinde gecikme zammı adı altında yüksek düzeyde faize mecbur kalırken, devletten veya belediyelerden yaptığı hizmet karşılığı alacağı uzun vadelere yayıldığında bu süre için ek bir ücret talebinde bile bulunamıyor.

Bu ve bunun gibi örnekler şu ihtiyacı ortaya çıkarıyor ki: Devlet ile vatandaş arasında bir sosyal kontrat varsa her iki taraf birbirlerine aynı oranda sorumlu davranabilmelidirler. Hatta Devlet veya genel anlamıyla Kamu, kendisine meşruiyet ve  güç veren vatandaşına karşı daha anlayışı davranabilmelidir. Fakat bir çok örnekte olduğu gibi bunun tersi durumlarla sıkı sık karşılaşmaktayız…

Anacığımın başına gelen bu halin hiçbir vatandaşımızın ve büyüğümüzün başına gelmemesi için idarecilerimizin daha sağduyulu ve vatandaşın hayatını kolaylaştırıcı bir üslup içinde davranmalarını dileyerek sözlerime son vermek isterim.

SON GELİŞME

Bu yazının yayınlandığı günün ertesi sabahında Boğaziçi Elektrik kurumu adına bir hanım telefonla beni aradı. Bir sorun yaşamışsınız size daha doğrusu annenize yardımcı olabilirim dedi. Telefonla bilgileri aldı ve ön mukaveleyi yaptım şimdi size esas mukaveleyi göndereceğiz ve annenizin imzalaması sonrası işlem bitecek dedi. Aynı zaman içinde idareden de birileri gelip elektrik saatlerimize bakmış. Telefondan bir kaç sonra bir vazifeli arkadaş gelip gerekli belgeleri ve imzayı almışlar, annemle mukaveleyi tamamlamışlar.

Boğaziçi Elektrik Kurumu’nun bu davranışı hakikaten takdire şayan bir durum. Bir sorun olduğunu görünce onu çözme noktasında harekete geçmişler. Bizi sevindiren husus ülkemizde iyi örneklerin de gerçekleşiyor olması. Bizim başımıza gelen bu olay belki de bundan sonra bizim durumumuza benzer olaylar için bir sorun çözme mekanizmasının üretilmesine yol açacak. Belki bu yolla daha verimli ve vatandaşı mutlu edecek uygulamalar bulunacak. İnşallah bu dileğimiz gerçekleşir.

 

Erhan Erken: 11.09.2019

İlave 12.09.2019