Bekir Sadak: Balkanları Terketmemeliydik

Prof. Dr. Bekir Sadak Hocanın yıllarca önce bir dergiye vermiş olduğu röportaj, zorlu şartlardan dolayı Balkanlardan Türkiye’ye göç eden insanlarının ruh dünyasına dair önemli şeyler söylüyor

Geçenlerde büyük oğlum Ali, rahmetli Prof. Dr. Bekir Sadak ile ilgili şu anda mevcut sınırlarımızın dışında olan bir bölgede doksanlı yılların başında yayınlanmış bir mülakatın fotokopilerini verdi ve okumamı tavsiye etti. Hocanın onlarca yıl önce bir dergiye vermiş olduğu röportajda söylemiş olduğu ve benim de silik bir fotokopiden okuduğum sözleri, belki dedelerimizin de aynı topraklardan gelmiş olmasının da etkisiyle çok ilgimi çekti ve buradan aldığım birkaç notu paylaşmak istedim. Tabii mülakatın dışında hocamız ile ilgili bazı kaynaklara da müracaat ederek notlarımı zenginleştirmeye çalıştım.

Rahmetli Bekir Sadak 1920 yılında Üsküp’de dünyaya gelmiş. O tarihlerde Üsküp, merkezi Belgrat olan Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığının idaresi altında. Hayatının daha sonraki devreleri ile ilgili biyografi.net adlı sitede şu bilgiler verilmiş:

İlköğrenimini Yahya Paşa Okulu ve orta öğrenimini yörenin en ileri gelen ve resmi adı “Yüksek İslam Okulu” olan Meddah medresesinde Türkçe olarak tamamlamış. Bu medresede, Üsküp’ün önde gelen din âlimlerinden olan Ataullah Efendi ve Fettah Rauf Efendi gibi isimlerden icazet almış. Sadak, yükseköğrenimi için Zagreb’e giderek 1944 yılında Hukuk Fakültesine kaydını yaptırmış, ancak araya giren savaş yılları nedeniyle bölünen ve uzayan eğitimini 1956 yılında tamamlayarak avukat olarak mezun olmuş.

IRCICA’da “Balkanlarda Türk İslam İzleri” üzerine araştırmalar yaptı

Zamanın Yugoslavya’sının komünist ve baskıcı rejiminden soğumuş olan Bekir Sadak, 1955 yılında gelen ailesini müteakip, 1957 yılının 12 Mart’ında zaten anavatan olarak gördüğü Türkiye’ye eşiyle birlikte göç etmiş. Türkiye’ye gelişinin ilk aylarında Beyazıt Kütüphanesi ve Süleymaniye Kütüphanesi Eski Eserler Tasnif Komisyonu’nda çalışmaya başlamış. Bir süre sonra, bu görevi ile beraber imam hatip liselerinde de ders vermiş. Birkaç yıl sonra avukatlık stajını tamamlayarak avukatlık bürosu açmış ve İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest meslek hayatına atılmış. Ancak kısa zaman sonra 1959 yılındaki kuruluşuyla beraber, o zamanki adı Yüksek İslam Enstitüsü olan Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak göreve almış. Bu görevi 1983 yılında rahatsızlığı nedeniyle emekli olana kadar devam etmiş. Bu süre içinde de çok seyrek de olsa dava alarak avukatlık görevini sürdürmüş.

1970 yılında kurucu üye olarak İslami İlimler Araştırma Vakfı’nın kuruluşuna katılmış ve vakıf bünyesinde birçok hizmette bulunmuş. Emekliliğinden sonra IRCICA’da (İslam Tarih Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi) özellikle “Balkanlarda Türk İslam İzleri” üzerine araştırma-incelemeler yapmış.

Kendisine “Hocaefendi” ünvanın kazandıran geniş İslami bilgisi yanında, tarih, sosyoloji, edebiyat ve siyasi konulardaki geniş perspektifi ve esprili kişiliği ile de, öğrencileri ve meslek arkadaşlarının saygı ve sevgisini kazanmış.

Bekir hoca, ana dili olan Türkçe dışında, ana dili kadar iyi bildiği Arapça ve Boşnakça yanında, Makedonca, Arnavutça ve Bulgarca dillerini de neşriyat takip edebilecek seviyede bilmekteydi.

5 Temmuz 1993’te kalp yetmezliği nedeniyle vefat eden Bekir Sadak, Silivrikapı mezarlığında toprağa verilmiştir.

Bekir Sadak’ın eserleri

Rahmetli Bekir Sadak Hoca’nın eserleri konusunda, TDV İslam Ansiklopedisi’nde kendisi ile ilgili Muhammed Aruçi tarafından kaleme alınan maddede şu bilgilere rastlamaktayız:

Bekir Sadak’ın basılmış eserleri Arapça’dan yaptığı çevirilerden oluşur.

1.Cihan Sulhu ve İslâm (İstanbul, ts.). Seyyid Kutub’un es-Selâmü’l-Alemî ve’l-İslâm adlı eserinin tercümesidir.

2.Tâc Tercemesi Büyük Hadîs Kitabı (I-V, İstanbul 1968-1976). Şeyh Mansûr Ali Nâsıf’ın et-Tâc el-Câmi li’l-uśûl fî eĥâdîŝi’r-Resûl adlı kitabının çevirisidir.

3.Filozofların Tutarsızlığı. Gazzâlî’nin Tehâfütü’l-Felâsife adlı eserinin 1980 yılında yaptığı tercümesi olup, aynı eserin Bekir Karlığa tarafından Türkçe’ye çevrilip yayımlanması üzerine (İstanbul 1981) kendi çevirisinin neşredilmesini istememiş, eser ancak vefatından sonra yayımlanmıştır (İstanbul 2002).

4.Kur’ân-ı Kerîm ve Türkçe Anlatımı (İstanbul 1989). Bekir Sadak önsözde, bazı yerlerde daha serbest ifade kullanabilmek için yaptığı çalışmaya “Kur’an tercümesi” veya “Kur’an meâli” yerine “Kur’ân-ı Kerîm ve Türkçe Anlatımı” adını vermeyi tercih ettiğini belirtir. Onun tercümesinin özelliği diğer meâllerin aksine çevirilerde parantezlere yer verilmemesidir.

Bunların dışında İslâm Tarih Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi’nde “Balkanlar’da Türk-İslâm İzleri” projesi çerçevesinde bir eser hazırladığını kendisi ifade etmişse de eser henüz yayımlanmamıştır. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde (DİA) bazı maddeleri bulunan Bekir Sadak’ın dergilerde az sayıda makalesi, Saraybosna ve Üsküp’te ilmî sempozyumlara sunduğu tebliğleri mevcuttur. Ayrıca kelâm, fıkıh ve fıkıh usulüyle ilgili olarak Üsküp’te kendi el yazısıyla hazırladığı birkaç defter tutarındaki ders notları özel kitaplığında bulunmaktadır.

Balkanlarda manevi birlik

Hayatı ve eserleri ile ilgili bu genel bilgilerden sonra mülakatta geçen ve özellikle dikkatimi çeken bazı noktaları nakletmeye başlayalım:

Bekir Sadak ile yapılan mülakatın bir yerinde 1940’lı yıllarda medrese talebesiyken cerre gönderildiğini anlatıyor. Bu cerre çıkma olayının, yetişmekte olan talebelerin daha küçük yaşta iken halkla temasını geliştirme bakımından büyük önem taşıdığını belirtiyor. Bu yolun, okuyup yazmanın yaygın olmadığı bir toplumda manevi birliği korumak için mevcut şartlara göre seçilip uygulanan en akıllıca yol olduğunu ifade ediyor. O dönemde Balkanlarda yazılı bir yayın vasıtası bulunmuyor çünkü 1929 yılında Türkçe çıkan bütün neşriyat durdurulmuş. Ancak Ramazanlar, bayramlar ve bunun gibi birçok vesileler ile evlerde yapılan mevlitler ve sünnet düğünleri gibi olaylarla bir araya gelebilen Müslüman cemaatin meseleleri ile ilgili bir şeyler anlatılabiliyor. Manevi birliğin bekası ancak bu surette yürütülebiliyor.

Hocaların maddi kaynak temini için cerre çıkması konusu, bazı kişilerin görüşlerine göre, Hocaların halktan para alma mecburiyetinde kalması dolayısıyla pek de hoş karşılanmazken, Balkanlarda bu yol ile halka İslami meselelerin anlatılması bir nebze de olsa mümkün olabiliyor ki bu yorum benim açımdan özellikle dikkate değer bir tespit oldu.

Maddi ve manevi varlığımızı korumak için hayat mücadelesi vermeliydik

Hoca’nın 1957 yılında Türkiye’ye gelişini anlattığı bölümler de çok ilginç. Anavatana ayak bastığı anda duyduğu his, sevincin yanında beş yüz yıl bizim olan topraklardan kopuşunun verdiği acı olmuş. Kendi ifadesi ile “İstanbul’a ayak bastığım zaman, o asırlara meydan okumuş yurdun ayaklarımın altından uçup gittiği şuuru içinde yıkılıp kaldım. İşte o topraklar benim için o zaman kaybedilmişti.” diyor ki bu tespit beni derinden etkiledi.

Daha sonraki satırlarda ise şöyle ilave ediyor: “Ben ve benim gibi düşünenler hiç de o yerleri terk edip ana vatana sığınmanın kolaylığını tercih edenlerden değildik. Bulunduğumuz yerde kalmalıydık. Annelerimizi, tarihimizi, bir tek kelime ile maddi ve manevi varlığımızı korumak için hayat mücadelesi vermeliydik. Vermedik. Bir an oldu ki bu mücadeleyi vermenin imkansızlığına inandık ve geldik.”

Bekir Sadak Hoca bu acılı hatırayı kendi kaleme aldığı şu dizelerle ne kadar hisli bir şekilde anlatıyor:

Dönüşü olmayan mazi,

Sen onları,

Ebediyete giderken koynunda,

Bir ana yavrusunu taşır gibi taşı.

Bize kaldıysa ardından senin

Kaldı:

Hasretli bakışla kanlı gözyaşı

Uçur.

Ölümden de korkmayan o hatıraları,

Ebediyetin geniş ufuklarında uçur!

Rüzgarlara, tufanlara göğüs geren

O memleketin

Dağları taşları üzerinde

Onlardan çelenkler ör!

Bir yolcunun yolu düşer bir gün

O tepelere

Sinmiş bir geçmişin sesini duyar.

Sessizliğinde seni inleyen ovaların

Önünde durur;

Vadilerinde akan nehirlerin

Ahengine uyar…

 

“Bir işin içinde bulunmak dışında kalmaktan daha iyidir”

Mülakatın birçok yerinde hem tarih, hem ilim hayatı, hem tecrübe aktarımı noktasında çok çarpıcı tespitler var. Hepsine değinmek mümkün olmasa bile bunlardan dikkatimi çeken önemli bir tanesini daha nakletmek istiyorum.

Rahmetli Hocamız, kendisinin üzerinde emeği olan iki hocasının özelliklerini naklederken şu ana tespitlerde bulunuyor. Ata Efendi için şöyle diyor: “Ata Efendi, tıpkı bir erkan-ı harp gibi meselelere umumi planda yaklaşıyordu ve taarruz ve müdafaanın umumi hatlarını çizmekte daha başarılıydı.” Onun da talebesi olan ve Bekir Hoca’nın feyz aldığı diğer isim olan Fettah Efendi ise daha çok ayrıntılarla ilgilenen bir kişi imiş. Ata Efendi daha çok okuyan ama yazmayan bir kişiliğe sahip. Fakat Fettah Efendi aynı zamanda yazan bir zat.

1945’li yılların başında Almanlar Üsküp’ü terk etmiş. Ama henüz Yalta konferansı yapılmamış ve hiçbir şey tam yerli yerine oturmamış bir durumda. Yugoslavya’da dengeler adeta yeniden kuruluyor. Partizanlar iş başına geçtiği yerlerde o günkü Yugoslavya’nın müesseselerini kurmak için faaliyetler yapıyorlar. Bu müesseselerde çalışmak için o devrede Bekir Hoca’nın çevresinden insanlara da tekliflerde bulunuyorlar. Bu tekliflere muhatap olanlar tereddüt içinde. O esnada Ata Efendi görüşünü şöyle açıklıyor: “Bir işin içinde bulunmak dışında kalmaktan daha iyidir; halka hizmet imkânları çıkabilir.” Bu genel düstur o dönemde Bekir hoca ve çevresinin genel davranış üslubunu da belirliyor.

Ata Efendi ve Bekir Hoca’nın karşı karşıya kaldığı bir durum Türkiye’de de belli dönemlerde birçok âlim ve fikir adamının karşı karşıya kaldığı bir durum. Hatta bizim neslin bile gençlik dönemlerinde kendi kendimize sorduğumuz önemli bir soruya da cevap verir nitelikte: “İşin içine dâhil olmak mı? Yoksa dışarıda kalıp çalışmak mı?”

Rahmetli Bekir Sadak Hoca’nın mülakatında o dönemin Yugoslavya’sındaki genel durum, daha sonra geldiği Türkiye’de tanıdığı birçok âlim ve fikir adamı ile ilgili düşünce ve tahlillerini de görebilmek mümkün. İnsan bu tür metinleri okurken tarihimizde ne kadar önemli insanın gelip geçtiğini ve hatırı sayılır izler bıraktığını bir defa daha görmüş oluyor. Önemli olan o izleri bulup çıkarmak ve istifade edebilmek…

Allah rahmet eylesin.

Dünya Bizim, 03.05.2016

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir