Olağanüstü hal şartlarında yaşamak…

15 Temmuz Darbe girişiminden bu yana bir ayı aşkın bir zaman geçti. Kalkışma ve onun bastırılmasıyla nihayete eren darbe süreci, sonrasında da ilan edilen olağanüstü halin kendine has şartları ile birlikte, tabiidir ki toplumda yepyeni bir dönemin başlamasına sebep oldu.

Darbe girişiminin merkezinde yer alan FETÖ’ye mensup unsurların toplumun hemen her köşesinden temizlenmesi ana hedefine bağlı olarak başlatılan çalışma, her gün yeni açılımların devreye girmesi ile sürekli genişliyor. 40 Yılı aşkın bir süredir toplumun her kesiminde adeta bir dantel gibi işlenmiş olan bu yapının özellikle tehlikeli unsurlarının, toplumun diğer kesimlerine zarar vermeden ayıklanması çok ciddi bir hassasiyet gerektiriyor.

Öncelikle geriye doğru geçen 40 küsür yılda, toplumun içinde çok geniş bir yelpazede etki alanı oluşturdukları için Hükümet tarafından 17/25 Aralık 2013 dönemi bir başlangıç noktası olarak tesbit edilmiş durumda. O dönemin Başbakanı Sn. Erdoğan ve ailesine yönelik hukuki görünümlü bir kumpasın yapıldığı bu tarihin, mücadele için adeta bir milat işlevi gördüğüne şahit oluyoruz. Bu tarihten sonra bu örgüt ile ona katkı sağlayacak tarzda münasebet geliştiren kişi ve yapılar mercek altına alınıyor.

Böylesi bir dönemde itiraflar, şikayetler, kimileri samimi olsa da insani zaaflardan kaynaklanan hatalı yönlendirmeler, iftiralar ve çekememezlikler, hepsi, süreçte belli oranda etkili oluyor ve uygulayıcıları zora sokuyor. Bazen,  kurunun yanında yaşın da yandığı örneklerin ortaya çıktığını da görmekteyiz.

CEMAAT ALGISINA ZARAR VERİYOR

Darbe girişimine kalkışan bu örgüt, başından itibaren bir cemaat kimliği altında hayatiyetini sürdürdüğünden, verdiği zararın çok önemli bir kısmı ise Dini Cemaatlerin algısı üzerinde oldu ve maalesef olmaya da devam ediyor. İyi niyetli insanlar doğru ile yanlışı birbirlerinden ayırma konusunda gayret içinde olmalarına rağmen, dini yapılara ve toplumdaki din ile ilgili konulara müsbet bakmayan kesimlerin bir bölümü ise bu gelişmeyi tüm dini cemaatlere karşı kullanma gibi bir temayül içine girdiler. Bu kişilerin ‘Bakın işte, cemaat yapılarının bu tür zararlı yönleri var, bozuk bir zihniyet üretiyorlar, aman ha bunlardan kaçınalım’ tarzı hatalı görüşleri, kabul edilmiş mutlak bir doğru gibi yüksek sesle dile getirdiklerine şahit olmaktayız

Bir adım ötesinde Cumhuriyetin kurucu ayarlarına dönelim diye de ifade edilen bu tutum, top yekun dini düşüncenin ve hassasiyetlerin toplumda hakim olmasının zararlarının öne çıkartıldığı, dini, yaşanan hayatın tamamen dışına çıkaran seküler yaklaşımın hakim olmasının istendiği bir noktaya kadar varabilir ki bu da hiç tasvip etmeyeceğimiz bir gelişmedir.

Toplumun nerdeyse 70 yıla yakın bir sürede elde ettiği birçok kazanımı üstelik başlangıç itibariyle dini bir kisve içinde faaliyet gösteren bir yapının affedilmez hataları ile tersine doğru götürülmeye çalışılması çok hazin bir durum. Üstelik 40 yılı aşkın bir süredir yurt içinde ve yurt dışındaki yetişmiş büyük bir insan unsurunun da ( yüz binlerle ifade edilen bir sayı) artık ülke tarafından değerlendirilemeyecek bir noktaya getirilmesi de diğer acı bir gerçek.

Tabii bu geldiğimiz noktayı değerlendirirken sadece bu örgütün başındaki isim olan Fethullah Gülen ve kurmay kadrosunu suçlamak yeterli değil. Bunun yanında olayların bu noktalara gelmesinde isteyerek veya istemeyerek çeşitli derecelerde katkı sağlayan herkesin ciddi bir şekilde düşünmesi gerekiyor. Bu düşünce temrini yeterli ölçüde yapılamazsa yarın da buna benzer zararlı hedefleri olan paralel yapılar maazallah yine bu ülkenin başına dertler açabilirler.

OLAYLARIN DIŞ BOYUTU

Bu gelişmelerin dış boyutlarına da bir miktar bakmakta yarar var. Ülkemizde darbe girişimlerinin ülke dışı büyük güçlerin müdahalesi, rızası veya en hafifinden bilgisi olmadan gerçekleştirildiğini bugüne kadar hiç görmediğimizi not etmemiz gerekiyor. Bu girişimde ise bu husus daha ilk andan itibaren ayan beyan ortaya çıktı. Batılılar ve ABD bu olayda adeta şuç üstü yakalandılar.

Darbe girişimi sürecinde ve sonrasında, Batılılar, ABD ve onların işbirlikçileri darbe başarılı olmadı diye adeta üzüldüler. Darbe sonrasında neredeyse bu haince teşebbüse kalkışanların haklarını savunmaya giriştiler.

Türkiye’nin kendi tarihi ve değerleri ile barışık bir noktaya doğru yönelmesi, ülkenin belli bir gelişmişlik düzeyini yakalamaya başlaması, bölgesinde ve dünya dengeleri içinde dikkat çekici bir konuma ulaşması,Türkiye’nin özellikle gönül coğrafyası üzerinde hesapları olan Batılı güçlerin keyfini kaçıran bir durumdu. Türkiye’nin, Batılı değerleri ve sistemleri kendi gönül coğrafyasına aynen nakletmesi ve bu değerlerin bekçiliğini yapması onların arzuladıkları bir şeydi. Bir dönem Türkiye bu hedefe yönelik bir konum içindeymiş gibi davranmıştı. Ama özellikle son 5-6 senedir bu çerçevede Türkiye’de üst düzey bir bakış açısı değişikliğinin görülmesi, Batılılar cephesinde pek de iyi karşılanmıyordu.

Eksen değişikliği sözüyle özetlenen ve adeta bir suçlama vesilesi olarak kullanılan bu bakışın bir diğer tezahürü de toplumda ciddi bir karşılığı bulunan  Sn. Cumhurbaşkanı ‘nı itibarsızlaştırma teşebbüsleriydi. Onun toplumda gittikçe artan gücü ve kendi öz değerlerine yönelik mesajları,  Batılılar tarafından hoş karşılanmıyor ve bu durum da açıkça dillendiriliyordu. Onun ya batılıların hedeflerine daha uygun bir çizgiye getirilmesi, ya da belli manipülasyonlarla idareden el çektirilmesi hedefleri, gerek resmi söylemlerde gerekse de düşünce kuruluşlarının raporlarında bazen açık bazen de satır aralarında görülebiliyordu. Dolayısıyla darbe girişimini arkasında bu güçleri tesbit etmek çok zor olmadı.

Üstelik darbe girişimi sonrası Türkiye’nin kısmen kendi içine kapanması, bu güçlerin özellikle İslam coğrafyasında mevzi kazanma noktasında hemen aktif duruma geçtikleri bir zaman dilimi oldu. Kuzey Irak’ta, Suriye’de Filistin’de Mescid-i Aksa’da, Libya’da, hasılı  dünyanın hemen her noktasında hareketlenme had safhaya çıktı.

Türkiye bir yandan kendi iç dengelerini yeniden toparlarken, bir yandan da bu dış hareketlenmelere özellikle dikkat etmek durumundadır. Büyüklerimizin ‘su uyur düşman uyumaz’ lafı tam da bu tip bir durumu ifade eder güzel sözlerden birisidir.

Darbe girişimi sonrası ülke içinde bir dönem de olsa hakikaten sıkıntılı bir devre geçireceğiz gibi görünüyor. Bu sıkıntı öncelikle güven bunalımı noktasında olacak. Tedbir adı altında takiyyeyi çokça kullanan bu topluluğa mensup insanların nerede doğru nerede ise yanıltıcı söylem içinde olduklarını tesbit etmek bir hayli zaman alacak. Basit bir kadro hareketi veya bir stk faaliyeti değil ciddi bir darbe teşebbüsüne kalkışan, üstelik ülkenin parçalanmasına ve her alanda zaafa uğramasına yol açacak şer güçlerle münasebet kuran bu örgüt mensuplarının, ülke kadrolarından arındırılması önemli bir gündem maddesi olarak ortada duruyor. Bunun ötesinde bu örgütü kullanarak ülkede zafiyet oluşmasını hesap eden yabancı ülkeler ile dengelerimizi yeni baştan tanzim etmek de diğer önemli bir husus.

İlave olarak darbe girişimi yoluyla ülkede istedikleri kaos ortamı ve bölünme senaryolarını uygulamaya muvaffak olamayan kesimlerin bundan sonra farklı senaryolar sahneye koymaları beklenmelidir. Daha önce de benzerlerine rastladığımız bu saldırılara karşı milletçe teyakkuz halinde olmalıyız.

Türkiye büyük bir ülkedir. Bu ülkede yaşayan milletimiz de vatanını ve özgürlüğünü ne ölçüde önemsediğini bir defa daha göstermiştir. İnşallah bundan sonraki süreçte milletin bu duyarlılığı, birliği ve samimiyeti doğru bir mecrada yönlendirilir ve hem ülke için hem de mazlum coğrafyalar için hayırlı neticeler ortaya çıkar.

DÜNYA BÜLTENİ AİLESİ ZOR DÖNEMDE GÖREV BAŞINDA

Dünya Bülteni ailesi olarak daima ülkemizin ve ümmetin yüksek menfaatlerinin yanında yer alma pozisyonumuzu muhafaza ediyoruz. Ülkenin birliğine, yönetimi zaafa uğratacak küçük ve büyük tüm kalkışmalara karşı dikkatli duruşumuz bundan sonra da devam edecek.

Haberlerimiz, araştırmalarımız, dosyalarımız ve dünyanın farklı coğrafyalarından tercüme ettiğimiz yazılar ile ülke insanının ufkunun daha fazla açılmasına katkı sağlamaya gayret edeceğiz. Bu süreçte zararlı unsurlar ile ülkenin temiz insanlarının birbirlerine karışmaması ve iyilerin zarar görmemesi için samimiyetle çalışmanın önemine inanıyoruz.

Son olarak; sahip olmamız gereken en önemli fonksiyonlarımızdan biri olan sağlıklı düşünebilme, her durumda hakkı söyleme ve haklının yanında durabilme özelliklerimizi canlı tutabilmek için de var gücümüzle çalışacağız.

Not: Yazıyı kaleme alıp siteye koyduğumuz gece Gaziantep’teki menfur saldırı haberi geldi. Darbe teşebbüsü sonrasında diğer taşeron örgütler birer birer sahne alıyorlar. Bazı illerimizde güvenlik kuvvetlerine karşı yapılan peş peşe saldırılardan sonra dün akşam da bir düğüne bomba koydular.

Vefat eden kardeşlerimize Allah’dan Rahmet yaralılara acil şifalar diliyorum. Millet olarak başımız sağ olsun.

Dünya Bülteni, 21.08.2016

Darbe girişiminden geriye kalan üzüntü ve sevinçlerimiz

15 Temmuz akşamından itibaren Türkiye çok hızlı bir şekilde darbe tehlikesi ile karşı karşıya kaldı.Bu süreç içinde Dünya Bülteni (www.dunyabulteni.net, ) İngilizce ( www.worldbulletin.net) ve Arapça (www.akhbaralaalam.net/) sitelerimizle birlikte ilk andan itibaren darbenin karşısında yer aldık. İzleyicilerimize doğru haberleri en hızlı şekilde vermeye gayret ettik. Provokasyona sebep olabilecek ve kaynağı şüpheli haberlere her zaman olduğu gibi itibar etmedik

Özellikle yabancı dilde yaptığımız yayınlarımızda çok daha fazla ince eleyip sık dokumaya çalıştık. Basılı ve görüntülü yayınların yanında çok yaygın bir alana hitap eden dijital yayınların da bu tür süreçlerde çok önemli olduğunu ayne’l yakin bir kere daha tespit etmiş olduk.

Özellikle yabancı dildeki yayınlarımızın bu süreçte tirajları ciddi artışlar gösterdi ve yabancı ülkelerdeki insanların Türkiye’deki olayları sıhhatli bir şekilde takip etmelerine imkan sağladığımız için ziyadesiyle mutlu olduk.

Darbe girişiminin şimdilik bertaraf edilmiş olmasından dolayı Allah’a şükürler ediyoruz..

Allah bir daha böyle günleri Milletimize yaşatmasın

DARBE GİRİŞİMİNDEN GERİYE KALAN ÜZÜNTÜ VE SEVİNÇLERİMİZ

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu güne kadar askerin siyasi ve sosyal hayata farklı ölçülerde müdahale ettiği kabaca beş dönem yaşandı. 27 Mayıs 1960 Darbesi, 1980 Darbesi, 1971 Muhtırası, 28 Şubat 1997 Post Modern Darbesi ve 27 Nisan e-muhtırası. Tüm bu hadiselerin hepsinde çeşitli derecelerde sivil hayata bir müdahale olsa da şartları, yapılış şekilleri ve sonuçları itibariyle birçok noktada farklılık göstermekteydiler.

Daha evvelki dört örneğin dışında en son gerçekleştirilmeye çalışılan 27 Nisan e-muhtırasında, siyasi otorite muhtırayı verenlere karşı siyasi olarak boyun eğmemiş ve gelişen süreç, sonunda muhtıra verenlerin dahi hatırlamak istemeyeceği bir şekle bürünmüştü.

27 Nisan sonrasında da Türkiye’de muhtıra ve askeri darbe dönemlerinin artık bittiği tarzında toplumda bir güven oluşmaya başlanmıştı.

Ak Partinin 2001 ‘de kurulmasından sonra henüz bir yıl bile geçmeden 2002’de iktidara gelişi ile Türkiye’de yeni bir dönem başlamıştı. Yaklaşık 10 yılı süren istikrarlı bir dönemden sonra dış dünyada da meydana gelmeye başlayan problemlerin de tesiriyle bazı sıkıntılar ortaya çıkmıştı. Doğu ve güneydoğudaki terör olaylarında artış başlamış ve 2013 gezi olayları sonrasında da ülkede siyasete dış müdahale emareleri görülür olmuştu.

Arka arkaya gelen seçimler, öncesindeki çözüm süreci arayışları, yaklaşık 1 yıldır özellikle doğu bölgelerimizdeki PKK merkezli kalkışma hamleleri ile mücadele, dış konjonktürün bizi zorladığı yalnızlaşma ve sonrasında gelen yeniden dostlukları kuvvetlendirme hamleleri, iç ve dış politikada sürekli değişen karar alma süreçleri, ülkenin gündemini yoğun olarak meşgul etti..

Sn. Binali Yıldırım’ın Başbakanlığında kurulan son Hükümet ile birlikte Rusya ve İsrail ile yeniden yumuşamaya başlayan dış politika, arkadan gelmesi beklenen Mısır ile ilişkilerin yeniden tesisine yönelik sinyaller, ülkede yeni bir dönemin başladığına dair beklentileri de beraberinde getirmişti.

Tam bu gelişmeler yaşanırken 15 Temmuz akşamı Türkiye yeni bir askeri kalkışmaya sahne oldu. Daha evvelki darbelerin aksine, sebeplerinin herhalde zamanla daha berraklaşacağı bir zamanda, yani saat 22.00 sularında yeni kalkışmanın düğmesine basıldı.

Ülke ilk bakışta daha önceki örneklerinden ayrı olarak ciddi bir darbe ortamında değildi. Sadece yaklaşan Yüksek Askeri Şura’da MGK kararıyla Fethullahçı Terör Örgütü olarak isimlendirilen yapıya karşı geniş bir tasfiye yapılacağına dair haberler, sonrasında ortaya çıkabilecek gelişmeler ile ilgili tedirginlikler oluşturmuştu ama bunlar gündemde çok da sert bir mücadele olacağı izlenimini uyandırmıyordu. Veya dışarıdan bakanlar resmi böyle okuyorlardı ama içten içe kaynamanın boyutları anlaşıldığı üzere daha da derinlerdeydi.

Peki ne olmuştu da böylesi bir hareket ortaya çıkmıştı?

Kalkışma, ordunun geleneksel hiyerarşik düzeninde bir kalkışma değildi. Üst komuta heyeti bütünüyle darbenin yanında görünmüyordu. Askeriyenin içinde sadece belli bir bölümün darbe girişiminin içinde yer aldığı anlaşılıyordu

Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)’nın askeriyenin içindeki uzantılarının önemli bir güç oluşturduğu ile ilgili yorumlar yapılmakla birlikte bunun çok da büyük bir problem oluşturmayacağı konusunda ( bu tarz bir darbe girişimi de dahil)  genel bir kanı vardı veya öyle bir algı yayılıyordu.

Boğaziçi Köprülerini kapatılması ile başlayan darbe süreci, ilk etapta İstanbul ve Ankara’da çok sıkıntılı saatlerin yaşanmasına sebep oldu. Daha sonra Sn Cumhurbaşkanının tatilini geçirmekte olduğu bölgeye yönelik ciddi bir saldırının olduğu ortaya çıktı. Üst düzey komutanların rehin alındığı haberleri çok ciddiydi. TRT darbeciler tarafından bir süreliğine de olsa ele geçirildi ve buradan korsan bir bildiri okundu.

Meclis ve Cumhurbaşkanı Sarayına bombalar atıldı. Tankların önüne çıkan silahsız halka ateş açıldı. Yollarda arabalar ve insanlar maalesef tanklar tarafından ezildi. Kalkışmada kullanan belli sayıdaki helikopter ve savaş uçağından çeşitli hedeflere ateş açıldı bombalar atıldı.

Sn. Cumhurbaşkanı ve Başbakanın halka mesaj ulaştırıp darbeye karşı sokaklara çıkılması çağrıları çok ciddi bir karşılık buldu. Bu çağrı ve halkın buna anında tepki göstermesi darbe girişiminin başarılı olamamasını sağlayan çok önemli bir gelişmeydi.

Halkın öncelikle şaşkınlıkla izlediği ve Cumhurbaşkanı ve Başbakanın çağrısıyla hemen harekete geçerek büyük bir çoğunlukla içinde yer aldığı ve cesaretle sahiplendiği bir mücadelenin sonrasında ibre tersine döndü.

Boyutları zamanla daha iyi kavranabilecek olan bu büyük kalkışma şimdilik bertaraf edilmiş gibi görünüyor. Fakat yetkililerin ikazlarına göre büyük ölçüde kontrol sağlansa da henüz tehlike tam ve mutlak olarak geçmiş değil ve süreç tamamıyla ve kökten çözülemedi. Hala biraz da olsa sıkıntılar devam ediyor.

İnşallah en kısa zamanda bu tehlike ortadan kalkar ve toplumsal hayatımız normal seyrine  döner.

Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız bu sürecin her bir safhasının detaylı bir analize ihtiyaç duyduğu kesin. Bu analizin biraz daha zaman geçtikten ve taşlar yerine oturduktan sonra yapılabileceğini tahmin etmekteyiz.

Bu ülkede yaşayan insanlar olarak ilk bilgi ve analizlerimize göre bu hadise sonrasında farklı yönleriyle bizleri üzen ve sevindiren noktaları zikretmeyi arzu etmekteyiz.

ÜZÜNTÜ VEREN NOKTALAR

-Bu kalkışmada askeriye içindeki bir kısım insanlar halkın kendilerine vermiş olduğu maddi ve manevi gücü kötüye kullandılar. Halkın parasıyla alınmış ve kendilerine teslim edilmiş silahları, halka ve onun seçmiş olduğu yönetime karşı kullandılar.

-Dünyanın ve bölgenin en büyük Ordu’larından biri olan ve mazlum ülkeler için de bir umut olan Türk Devletinin Ordusu ile ilgili içerde ve dışarıda kısmen de olsa yanlış bir algı oluşmasına sebep oldular

– Ülkenin halk tarafından seçilmiş olan Cumhurbaşkanına karşı silahlı güç kullanmayı denediler.

-Silahsız halkın üzerine ateş açtılar onların bir kısmını tanklarla ezdiler

-Türkiye Büyük Millet Meclisini bombaladılar

-Ankara’daki Devletin çok önemli yönetim birimlerine bomba attılar, uçak ve helikopterlerle ateş açtılar

-Türk Ordusu içinde ikilik varmış görüntüsü oluşturmaya çalıştılar

-Ülkenin topyekün moral motivasyonuna menfi etkilerde bulundular, vatandaşın güven duygusunu sarsmaya çalıştılar

-Ekonomik açıdan sıkıntılar ortaya çıkmasına katkı sağlayacak bir ortam oluşmasına sebep oldular.

-Kalkıştıkları darbe teşebbüsü ile özellikle genç nesillere kötü örnek oldular.

 

SEVİNÇ KAYNAĞI OLAN GELİŞMELER

-Halkımız bu darbe teşebbüsüne karşı çok cesur ve yiğitçe bir tepki gösterdi

-Kadın, erkek, yaşlı, genç ve çocuklarıyla meydanlara çıktılar, sivil bir karşı koyuş gösterdiler. Daha önceki darbelerde ve darbe girişimlerinde görülmeyen bir sivil direniş örneği verilmesi halkın kendi kazanımlarına sahip olması konusundaki güzel bir örnekti

-Sayın Cumhurbaşkanı’mız ve Başbakanımız çok zor şartlar içinde de olsalar, cesur bir şekilde halka ve darbeye katılmayan kesimlere yönelik mesaj oluşturdular, moral ve istikamet verdiler

– Daha önceki birçok olayda görülmediği üzere tüm partiler bu darbe girişimine karşı tepki koydular

-TRT çok kısa bir süreliğine işgal edilmiş olsa da farklı yayın organlarının mevcudiyeti ve özellikle ana akım medyanın darbe girişiminin karşısında olması, bu girişimin başarıya ulaşamaması noktasında önemli bir kazanım olarak kayıtlara geçti.

-Yarı sivil ve sivil kurumlar darbe girişimine karşı çok kısa bir sürede tepki ortaya koydular, toplantılar yaptılar, bildiriler yayınladılar ve taraflarını net olarak belirttiler

-Bu tür kaotik ortamlarda meydana gelmesi muhtemel olabilecek bir asker polis karşılaşması ve yoğun bir silahlı mücadele içine girilmesi tehlikesi oluşmadı ve bu tehlike kısmen az bir zaiyatla savuşturuldu

SONUÇ OLARAK

Allah’a Şükür ki bu kalkışmayı yapanlar başarılı olamadılar. Şayet başarılı olaydılar, ortaya çıkacak sonuçlar hem Türkiye, hem bölgemiz, hem de dünya dengeleri açısından çok farklı sonuçları da beraberinde getirebilirdi

Bundan sonrası için de azami ölçüde dikkatli olmaya devam edilmesi gerekiyor. Darbe yapmaya tevessül edebilecek unsurları karşı bir daha böyle bir şeye kalkışmalarını engelleyecek ölçüde tedbirler alınması konusunda çalışmalar yapılacağına inanıyoruz. Tabii bu kalkışmanın elebaşları için de en şiddetli cezaların verilmesi gerektiği de ihmal edilmemesi gereken önemli bir nokta

Çok seri bir şekilde tüm kesimlerin, yaraların sarılması için azami gayret göstermesi gerekmektedir. Burada devletin yetkili organları kadar tüm yarı sivil ve sivil organizasyonların ve gönüllü kuruluşların özel bir gayret göstermesinin önemini bir defa daha hatırlatmamız gerekiyor.

Sıkıntıların ve en uç duyguların yaşandığı dönemlerde insanların ve yönetimlerin sınavları da daha çetin olur. Bu sebepten böylesi dönemlerde davranışlara çok dikkat edilmesinin öneminin altını çizmekte yarar var. Sapla samanın birbirine karışmaması için azami ölçüde gayret sarf edilmeli ve her durumda adaletten ayrılmamaya dikkat edilmelidir

Tepkiler belli bir ölçü dairesinde olmalı, yanlış yapan kesimlere karşı olan kararlar ve davranışlar günahsız insanların ve toplulukların mağduriyetine sebep olmamalıdır.

Darbe girişimi sırasında ve süreç devam ederken bu kalkışmayla ilgili dış ülkelerin tavırları da özellikle analiz edilmeli ve bundan sonraki süreçle ilgili olarak bir kenara dikkatlice not edilmelidir.

Yalan haberlere kesinlikle prim verilememeli, ortaya saçılan bilgiler başkalarına nakledilirken muhakkak tetkik edilmelidir.

Bu darbe girişimine karşı çok önemli bir fonksiyon gören halkımızın tepkilerinin de kontrol edilmesi ve belli bir disiplinle kanalize edilmesi hayati önem taşımaktadır. Bu sebeple meydanlara çıkan halkımızın bu haklı tepkilerinin belli bir disiplin içinde sürdürülmesi konusunda herkese ve her kesime çok ciddi görevler düşmektedir.

Tüm milletimize geçmiş olsun dileklerimizi sunuyoruz. Bu işe karar verenleri, organize edenleri, teşvik edenleri ve destek olanları tüm kalbimizle tel’in ediyoruz. Bu kalkışmada vefat eden tüm kardeşlerimize Allah’dan Rahmet ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz. Yaralılara acil şifalar temenni ediyoruz.

Allah’ın selamı üzerinize olsun

Dünya Bülteni, 17.07.2016

Daha iyi bir eğitim sistemi için anlamlı sorular sormak

27-29 Mayıs 2016 tarihlerinde Gaziantep Üniversitesi ve Şahinbey Belediyesinin ortaklaşa düzenlediği Eğitim Sempozyumunun Eğitim ve İnsan başlıklı panelinde, Erhan Erken tarafından sunulan tebliğin metin haline getirilmiş şeklidir.

Öncelikle eğitimle ilgili çok fazla tarif bulabilmek mümkün. Bunların arasından ilginç gelebilecek bir kaç tarifi naklederek başlayabiliriz

Eğitim, insanoğlunun yaratılışında mevcut olan kabiliyetlerinin ve özeliklerinin (bu özellikler ruhi, bedeni ve zihni mahiyette olabilir) gelişmesini sağlar

Kınalızade’nin tarifine göre ‘kişiyi dini ve dünyevi vazifelerini hakkıyle yerine getirebileceği bir hale ulaştırır.’

Eğitimin diğer bir önemli yönü: Nesiller arasında kültür aktarımını sağlamak.

Bir başka yönü de: İnsanoğlunun becerisini geliştirmek ve onu meslek sahibi yapmak

Modern dönemlerdeki kullanımıyla eğitim, iyi yurttaş yetiştirme ve tebaayı denetleme aracı olarak kullanılmaya da çalışılmıştır. Altusser ve Gramchi gibi Marksist eğilimli bazı düşünürler ise Eğitimi Devletin İdeolojik bir aygıtı olarak değerlendirmişlerdir

Türk Milli Eğitiminin ulaşmak istediği nokta 1973 yılında çıkarılan 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda şöyle belirtilmektedir; iyi vatandaş, iyi insan, iyi meslek sahibi birey yetiştirebilmek

Bununla birlikte bazı tartışmalarda eğitimde ‘iyi vatandaş’ veya bunu daha çok memur yetiştiren zihniyet olarak ele alan düşünceye karşı kendi ayakları üzerinde duracak, biraz daha pragmatist bir insan tipi oluşturma hedefinden de bahsedilir.

Son dönemlerde girişimci insan tipi yetiştirme konusu da bu hedefler içinde yer almaya başladı

……..

İnsanoğlu doğduğu andan itibaren bir eğitim sürecinin içine girer. Sürekli bir şeyler öğrenir. İlerleyen zamanlarda bu öğrenen varlık öğretmeye de başlar. Bir birikimi birilerinden alır ve bu birikimi başkalarına aktarır.

Osmanlıya kısaca göz attığımızda Medreselerin verimli olarak hizmet gördüğü dönemlerde bir öğrencinin okuduğu mekandan ziyade ders aldığı Hoca’nın isminin daha önde olduğunu görüyoruz. Tabii bu dönemlerde daha çok diz dize eğitim önemli. İcazet, meşk gibi ilim ve sanat aktarım yolları eğitim yöntemi olarak yaygın olarak kullanılmakta

Eğitim olarak tanımladığımız bu aktarım mekanizmasının zamanla kitleselleştiğini görüyoruz. Buna yönelik de çeşitli yapılar ortaya çıkıyor. Tarihi sürece çok detaylı olarak girmeden günümüze doğru hızlıca gelirsek, son dönemlerde en belirgin tanımlamayla örgün eğitim kurumlarının oluştuğunu görüyoruz. Onların yanında da yaygın eğitim kurumları gelişiyor. Bunların dışında da daha bireysel, daha bağımsız, bazen de okulsuz bir toplum arayışına varacak tarzda oluşumlar meydana çıkıyor.

Bir eğitim çalışmasında önemli nokta öncelikle onun nasıl bir felsefi yaklaşıma sahip olduğudur. Nasıl bir toplum hayali kuruyor ve toplumun oluşması için nasıl bir insan tipini gerekli görüyor.

EĞİTİM FELSEFESİ GENEL OLARAK ŞU SORULARA CEVAP ARAMAYA ÇALIŞIR;

•İnsan nedir?

•Eğitim nedir?

•Eğitimin amacı nedir?

•Kimler, niçin eğitilmelidir?

•Eğitimin içeriği ne olmalıdır?

•Ne ne kadar öğretilmelidir?

•Eğitimde insana ne kazandırılmalıdır?

Eğitimle ortaya çıkması arzu edilen insan tipinin hangi bilgilerle, hangi becerilerle, hangi yetkinliklerle donatılmış, hangi ahlaki özelliklere sahip olarak yetişmesi gerekiyor? Bu özelliklere sahip olan insanın nasıl bir estetik derinliği olmalı sorusunun da cevabı önemli.

Eğitimin amaçları, içeriği, öğretim yöntemleri, benimsenen felsefeye göre biçimleniyor.

Çeşitli felsefi akımların, varlık, bilgi, değerler, ahlak, insan ve insanın eğitimine ilişkin bakış açıları eğitimi şekillendirmektedir….

Varlığı ve insanı tanımlamak için uğraşan tüm düşünce ekolleri ve onların alt birimi olan eğitim felsefeleri çok sayıda sorular sormuş ve bunları cevaplamaya çalışmışlar…

TEMEL SORULAR ŞUNLAR OLMUŞ

Öncelikle en mühim soru: Varlığın sebebi nedir? İnsan niçin vardır? İnsanın varlığına karar veren güç veya saik kimdir veya nedir?

Biz bu konuda bir aydınlığa kavuşabilmek için hangi bilgi kaynaklarını kullanmalıyız?

Ondan sonra nasıl bir aksiyon almalıyız, yani amellerimiz nasıl olmalıdır?

Bizim ait olduğumuz inanç sistemi ve medeniyet bu soruları ( benim cümlelerimle) özetle şöyle cevaplamış… :

Allah mutlak hakimdir ve insanlar O’nun kuludur.

Kainat, insana hizmet eden bir yerdir.

Dünya ve Ahiret diye birbirini tamamlayan iki varlık alemi mevcuttur. Bunların ayrı ayrı değil, bir ve beraberce değerlendirilmesi gerekmektedir…

Bu temel bilgileri nereden öğrenmeliyiz?

Öncelikle Kitap’tan yani Kur’an-ı Kerim’den ve Kur’anı bize ulaştıran Peygamber (a.s)’ın sözlerinden ve fiillerinden. Kur’an’ın bize ulaşmasını sağlayan en önemli vasıta ise vahiydir..

İlave olarak bunları anlamlandırabilmek için yine bu iki kaynaktan anladığımız fıkhetme gibi temel bir bilgi kaynağımız daha var. Yani aklı kullanmak da çok önemli…

Burada tarih içinde bazı yorum farklılıkları ortaya çıkmış. Kaynakların önem sırasını farklı gören ekoller olmuş… Ama ana omurgadan sapmadıkça ihtilafta rahmet vardır diye mesele kısmen çözülmüş.

Bunlar değişmeyen değişkenler. Yaşanan hayat ve o hayatın içindeki her kurum, yapı, sosyal, siyasal, iktisadi vs her sistem bu temel argümanlar çerçevesinde oluşturulmalı ki ana varlık teorisine uygun olsun. Tabii insan eğitimi ile ilgili temel yaklaşımlarımız bu ana kaynaklara bağlı olarak şekillenmeli ki istikamet üzere olabilelim

Bunun dışında farklı görüşler ve felsefi yaklaşımların da var olduğunu görüyoruz.

Hristiyanlıktan kaynaklanan ve tarih içinde eğitim kurumlarının arka planında çok etkili olmuş bir dalga var. Bu dalga içinde kilise çok etkili ( Batıdaki eğitim kurumlarının temelinde genellikle kilise var) Misyoner okulları özellikle bizim coğrafyamızda çok çalışmış, hala da çalışmadıkları söylenemez. Fakat onlar da kuruluş felsefelerinde belli değişiklikler yapmış durumdalar.

Batıda Din, mevcut durumu itibariyle, temelde etkin olsa da gittikçe hayatın içinde kenara sıkışmış bir durumda, adeta dekoratif bir figür gibi. ( Bizde ise nasıl olduğuna dair üzerinde çokça düşünmeliyiz) Laiklik akımı dinin toplum içindeki yerini gittikçe daraltmış.

Laikliğin bizim gibi toplumlarda gelişmesi ile bizde de bu durum yaygın olarak yerleşmiş durumda…

Özellikle batıdaki aydınlanma dönemi sonrası ortaya çıkan çeşitli yaklaşımlar var: Bunlar daha çok materyalist ve pozitivist yaklaşımlar…

Bu yaklaşımların merkezinde genellikle insan aklı var. RATİO veya US

Üniversitede politik sosyoloji diye bir ders almıştık. Oradaki hocamızın çözümlemesi benim zihnimde çok derin bir yer etmişti. Hocamızın anlatımına göre ‘ Batı’da ortaya çıkmış olan bu tür düşünce ekollerinde hakikatın temeli Ratio’dur. Dinde Vahyin aldığı yeri Bilim alır. Bu ekollerin peygamberleri de Bilim adamlarıdır ‘derdi..

Mesela şu anda dünyaya büyük bir oranda egemen olan Liberal bir yaklaşım var. Onun temelinde ise insanı tüm bağlardan kurtaralım ve özgür kılalım görüşü hakim. Bu özetle ifade etmek gerekirse insanı ve onun aklını merkeze alan bir yaklaşım. Burada bizdeki Hududullah’ın bir önemi yok gibi görünüyor.

Bunu geliştiren bir diğer düşünce ekolü: İnsanın maksimum haz almasını sağlayan bir düşünce tarzı.. ‘En fazla sayıda insanın en fazla mutluluğu’ ( Jeremy Bentham)( faydacı teori)

Bu teoriye göre tek gerçek hayat. Ölüm sonrasının bir hükmü yok.

Tabii yine materyalist bir temele oturan Marksist yaklaşım da önemli bir etki oluşturmuş.

Bunları çok fazla çeşitlendirebiliriz… ( Özetle şöyle sıralayabiliriz)

İdealist felsefe/Platon, Kant, Hegel/ Fikir, ruh önde. Eğitim bireyin özelliklerini ortaya çıkarmalı kendisini keşfetmesini sağlamalı

Realist felsefe/ Descartes, Spinoza/ Gerçek, insanın zihni dışında var. İnsan ona uyabilmeli

Pragmatik felsefe/ John Dewey./ İnsan ve yaşama pragmatik yaklaşır. Bireyi güçlü, ehliyetli verimli yetiştirmek gerekir. Birey değişen şartlara uyabilen bir tarzda yetişmelidir

Varoluşçu felsefe/ Nietche, Sartre/ İnsan kendini keşfedebilmelidir. Eğitimin amacı özetle bu. Bireyi merkeze alır ve ona bir bütün olarak bakar. Standartlaşmaya karşı. Eğitim bireysel bir çabadır..

Eğitim felsefesi alanında ise…

Daimicilik (Perennializm)

Esasicilik (Essentializm)

İlerlemecilik (Progressivizm)

Yeniden kurmacılık (Recontructionizm)

Varoluşçu eğitim vs.

Konumuz sadece felsefe ve buna bağlı eğitim felsefesi olmadığı için bu bahsi burada nihayete erdirmek ve daha genişçe bilgi almak isteyenleri bu konuda var olan yoğun bir okuma listesi ile baş başa bırakmamız gerekiyor.

Yeniden kendi eğitim tarihimize dönersek; Tarihi sürecimiz içerisinde başlangıçtaki varlıkla ve kaynaklarla ilgili ana tercihlerimizde hiçbir tereddütümüz yokken (veya çok daha azken dersek belki daha doğru olur), kendi içinde dengeli bir yapımız vardı.

Yaklaşık 200 yıldır gittikçe artan bir düzeyde Batı medeniyetinin etkisine giren bir coğrafyanın içindeyiz. Bu süreçle birlikte o bahsettiğimiz dengeli yapıda önemli değişiklikler meydana geldi.

Bugün için şu soruyu sormamız önemli diye düşünüyorum:

Bu coğrafyada yetişen insanlar ve toplumlar olarak bizi ciddi olarak etkileyen bu dalgaya karşı tavrımız ne olmalıdır?

Bir dönem Batılı akımlar ve oradan gelen düşünceler adeta topyekün kabul edilme yoluna gidildi. Başta aydınlar olmak üzere toplumu yöneten ve yönlendirenler bu akımlardan etkilendiler ve başka bir medeniyetin adeta gönüllü takipçileri ve zamanla muallimleri ve uygulayıcı oldular.

Onlar eliyle toplum değiştirilmeye çalışıldı. Hatta bu değişim istek dışı ve bir anlamda zorla oluşturuldu. Burada da en önemli enstrüman eğitim oldu.

Batı tipi okullar açıldı. Bu felsefi ekollerin temsilcilerinin etkilediği aydınlar ülkede daha çok materyalist bir hava estirdiler. Fransız devriminin havası, ideolojiler çağı çok etkili oldu

Bu yüzyılın başında ise geçmişle aramızda ciddi bir kopukluk oldu..Dil değişti, yazı değişti, tarihe bakış değişti ve adeta rota değişimimiz daha keskin bir hal aldı.

Yeni bir limana dümen kırdık.

Temel varlık ve ilgi teorilerimizi değiştirmeye yönelik ciddi bir dönüşüme uğradık

Bu, halkın temel görüşlerini ve düşüncelerini değiştirmeye yönelik bir önemli devreydi

Eğitim sistemi buna göre kurgulandı

Batıdaki bir çok görüşün ülkemizdeki takipçileri oluştu.

1869’daki Saffet Paşa’nın Maarif Nizamnamesinin, Emrullah efendinin toplumu yukardan aşağı değiştirmeyi savunan ve önceliği yüksek eğitime önem veren Tuba Nazariyesinin, Satı Efendinin eğitimde aşağıdan yukarı gelişmeyi savunan teorisinin, Prens Sabahattin’in adem-i merkeziyet düşüncesinin, hasılı neredeyse hepsinin arka planında batılı bir veya birkaç düşünürün fikirleri vardı.

Mesela Cumhuriyet sonrası Türkiye’ye davet edilen John Dewey ile birlikte onun fikirleri ilk dönem tepe yöneticilerini etkiledi ve eğitimde Amerikan yaklaşımına geçişin temelleri atıldı. Daha birçok batılı düşünürün çeşitli seviyelerde etkileri oldu.

Aradan yıllar geçti,

Bu dönemlerde on yılda 15 milyon insan yarattık her yaştan diye marşlar bestelendi. Köy enstitüleri açıldı. Dini eğitim bir dönem neredeyse topyekün yasaklandı. Buna rağmen büyüklerimizden öğrendiğimize göre, 50’li yıllarda ezan yeniden aslı gibi okunduğu gün insanlar bu sesi ağlayarak dinlemişlerdi

Şimdi geldiğimiz noktada şu soruyu sormak ve cevabını aramak çok önemli ve gerekli: Toplum bu tercihlerden ve değişimlerden memnun mu? Memnun ise ne kadar memnun?

Burada şunu görebiliyoruz: Altusser veya Gramchi’nin hayal ettiği tarzda Devletin ideolojik aygıtı olarak kullanılmaya çalışılan eğitim, her zaman toplumu istendiği gibi yukarıdan aşağı değiştiremiyor. Vesayet veya baskı bu değişimi tam olarak gerçekleştiremiyor.

Peki etkilemiyor mu?

Ciddi olarak etki yapıyor ama sonuçları yine de her zaman uygulamayı yapanların kurguladığı gibi oluşmuyor. Burada sonuçlara etki eden başka bir şeyler var.

Yani bugün herhangi başka birisi de kendi felsefi yaklaşımına göre bir toplum hayal edip bunu baskı yaparak ne kadar uygulayabilir?

Demek ki bu yöntem çok sağlıklı değil gibi görünüyor.

Bu gün için de görünen o ki toplum öz değerlerinden tam manasıyla kopmak istemiyor. Tüm aksi gayretlere rağmen özüne yöneliş sürüyor. Mesela toplumda Allah’a inanma oranı yaklaşık yüzde 80’lere varıyor. ( gençlikle ilgili bir araştırmanın sonucu) Toplum aynı oranlarda Peygambere (a.s) saygı gösteriyor. İyi kötü bayram namazına gitme oranı yüzde 75-80. Cenazelerin camilerden kalkma oranı da çok yüksek seviyede. Toplumda inancı olmadığını iddia eden insanların çok büyük bir kısmının naaşı, vefatından sonra cenaze namazı kılınmak üzere camilere geliyor.

Bilgi kaynaklarımız olan Kur’an ve Sünnet’e sathi düzeyde de olsa bir saygı var.

Fakat Batılı etkilenme de yoğun. Şeklen veya lafzen görünen yönelişin içi çok dolu değil. Kitleler doğru ve sahih bilgiyi nerelerden elde edebileceğini tam olarak bilemiyor

1999 Yılında Devlet ilk defa Osmanlının kuruluşunun 700’üncü yılını kutladı. Ömrümüzde gördüğümüz en stratejik olaylardan biriydi. Tarihimizle kısmen barışma işaretiydi bu.

BU NOKTADA BAZI SORULAR SORMALIYIZ?

Türkiye’nin geldiği bu noktada bizim eğitim felsefemizin ne olması gerekiyor?

Bu felsefe nasıl tespit edilecek?

Burada toplumda nasıl bir konsensüs sağlanacak?

Toplumun önem verdiği değerleri eğitim sistemimizin içine nasıl taşıyacağız?

Bugün bu değerlerin ne kadarı eğitim sisteminin içinde yer alıyor?

1982 Anayasası ile Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi mecburi yapıldı. Fakat bu Dini öğrenmek isteyenlere sağlıklı bir imkan tanımıyor. Son yıllarda seçmeli derslerle bu imkanı kısmen sağlandı.

Fakat bu ne derecede ihtiyacı karşılıyor?

Bu dersleri sağlıklı verecek öğretmen kadromuz yeterli mi?

Toplum içinde yaptığımız gözlemlere göre bunun pek de yeterli olmadığını müşahede ediyoruz

Globalleşen dünyada ve Batının her şubesi ile o din dışı etkileri toplumlara taşıdığı, adeta içine zerk ettiği bir dünyada bizler ve nesillerimiz kendi öz değerlerimizi nasıl koruyacağız?

Eğitim sistemimiz nasıl kurgulanmalı ki bu dış dalgalara karşı insanımızı etkilenmekten koruyalım ve biz de karşı dalga oluşturacak bir insan tipi oluşturalım?

Bunu sağlamak için öncelikle felsefi düzlemdeki gayretlerimiz hangi esaslara dayalı olmalı?

Bu felsefi gayretler ile birlikte bunun uygulanmasında sadece elitleri ve aydınları mı öncelemeliyiz? Yoksa aşağıdan yukarıya doğru mu bir yöntem izlemeliyiz? Yoksa ikisini de dengeli mi yapmalıyız?

Bu noktada Devlet nerede olmalı? Daha önceleri olduğu gibi yukarıdan aşağı belirleyici ve vesayetçi bir devlet yapısı ne kadar sıhhatli?

Aile nerede olmalı, elitler nerede olmalı? Sivil toplum nerede olmalı?

Bugüne kadar bunların halka sorulduğunu kimse iddia edemez. 28 Şubatta insanlar devletin yaptığı seçme sınavı ile İmam hatiplere gönderdikleri çocuklarını üniversiteye giriş imkanları ellerinden alındı diye bu okullardan almak zorunda bırakıldılar. Almayanların çocukları üniversitelerde doğru dürüst yerlere giremediler.

Meslek lisesine giden çocuklar bir dönem büyük haksızlığa uğradılar.

Geçmişteki bu adaletsizlikler son dönemlerde büyük ölçüde ortadan kaldırıldı.

Şimdi yeniden bir eğitim sistemi kurgulamaya çalışırken farklı felsefi yaklaşımlara sahip insanların talepleri sistemde nasıl yer alması gerekiyor?

Özellikle toplumumuzun ciddi bir değişime uğradığı ve dış etkilere açık olduğundan hareketle çoklu ve seçmeli bir bakış açısı çok daha tercih edilebilir olarak görünüyor.

Tek tip yaklaşımlar, içinde bir çok tehlikeyi barındırıyor..

Burada kamu otoritesi tarafından, insanların üzerinde ittifak ettiği veya uzlaştığı noktalara uygun olarak bir yapının belirlenmesi daha anlamlı bir tercih olarak görünüyor.

İdarecilerin kendinden menkul, yönlendirici, baskıcı bir tavrı olmamalı, onların yaklaşımları aksine kolaylaştırıcı olmalı..

Farklı taleplere göre o insanların ve toplulukların isteklerine uygun cevaplar ve çözümler bulabilme yolları aranmalı.

Tabii bu öncelikle Anayasanın başlangıç ilkelerinden başlamalı ve sonrasında da bu minvalde kurgulanabilmeli

Eğitimde yetiştirilecek insan tipinin vasıflarına kadar gelmeli

Buralarda Devlet, aydınlar ve aileler hepsi etken olabilmeli

Bu ana tercihlerde uzlaşma sağlandıktan sonra diğer konulara geçilmeli..

Çocuklarımızın okudukları kitaplar sadece Talim Terbiye Kurulunun içindeki bir avuç kişinin inhisarında olmamalı..

Yüksek öğretim sadece YÖK sisteminin tepe yönetiminin yönlendirmesi altında çalışmamalı.

Eğitim alan kitlenin arzu ve istekleri sistemde bir yerlerde karşılık bulabilmeli…

Tabiidir ki bu hususların sağlanabilmesi için top yekun bir sistem oluşturulmalı.

 

Burada öncü gruplar yani hem işin felsefi yönü ile ilgilenenler hem de eğitimciler, yani hocalar, muallimler veya öğretmenler hangi özellikler ile donatılmış olmalı?

Çocuk, eğitimci veya eğitim kurumu, aile, çevre, devlet gibi tüm unsurlar içinde eğitimin alacağı yönü hangileri ne kadar etkilemeli? 

Sorularımıza devam edelim;

Eğitimde araç, gereç, kitap, yeni malzemeler olarak bilgisayar, akıllı tahta vs üretilmesinde hangi kıstasları öne alacağız? Burada aletlerin biçiminden öte içeriklerinin çok önemli olduğunu hiçbir durumda göz ardı etmememiz gerekiyor.

Her öğrenciye tablet vermek, hepsini bilgisayar sahibi yapmak tamamen şekilsel bir durum. O aletlerin taşıdığı bilginin üretilmesinin o aletten çok daha önemli olduğunu ihmal etmemek gerekiyor.

Eğitim yapılacak mekanların mimari özellikleri konusunda nelere dikkat edeceğiz?

Bu husus da çok önemli. Derslikler, onların yapısı, bahçe düzenleri çocukların en iyi eğitimi almalarına imkan verir bir tarzda olmalı. Mesela, Oxford’daki kolejlerde tüm yapıların bir şapel etrafında yerleşmiş olduğunu görmek mümkün. Bu eğitim kurumunun felsefesi ile ilgili temel bir tercihi gösteriyor

Her eğitim kurumunda kütüphaneler merkezi bir yere yerleştirilmeli..Çok şık ve çocukların kitap okumasını ve araştırma yapmasını teşvik eder bir tarzda olmasına özel önem verilmeli

Galatasaray Lisesi’nde Selim Sırrı Tarcan adıyla anılan iç basket sahasının eskiden okulun mescidi olduğunu oradan mezun olan çok kişinin bilmediği söylenir. Osmanlı’nın batıya açılan pencere olarak tanımladığı bu Sultani’de mescit çok merkezi bir yerde bulunuyor. Daha sonra minberi de kapatılıp spor salonu yapılıyor.

Boğaziçi Üniversitesi gibi bireysel özgürlüklere çok fazla önem verdiğini iddia eden bir okulda mescit, öğrencilerin yıllarca süren taleplerine rağmen ancak bu yıl açılabildi…

İngiltere’deki bir başka önemli okul olan UCL (University College London) de öğrencilerin gruplar halinde ders çalışmalarını sağlamak için sınıfların büyüklükleri belli bir oranda tutulmuş. Bu mimari yapı gurup çalışmalarını destekler mahiyette kurgulanmış.

Özetle mimari kurgu ve yapı eğitimde önemli bir yer tutuyor veya tutması gerekiyor.

Dil konusunda birkaç şey söylemek gerekiyor. Öncelikle çocuklarımız ana dillerini iyi öğrenmeliler ki kendilerini ifade edebilmeliler. Sığ düşünmemeliler. Bunun yanı sıra yabancı dillerin öğrenilmesinin de önemli olduğu inkar edilemeyecek bir gerçek. Eğitimde yabancı dil konusunun son yıllarda bayağı önem kazandığını gözlemleyebiliyoruz.

Fakat tüm bu gelişmelere rağmen bu noktada nerelerdeyiz? Bunu İyice analiz etmek gerekiyor.

Globalleşen dünyada bu konuda daha çok mesafe almanın gerekli olduğu ilk bakışta göze çarpıyor ama daha fazla incelenmesi de önemli.

Çocuklarımız İstanbul’da, Ankara’da, Gaziantep’te olduğu kadar Londra’da, New York’da, Tokyo’da, Dubai’de ve Afrika’da da hayatlarını sürdürecekler. Oralardaki insanlarla farklı başlıklar altında temas edecekler. Özellikle başta İngilizce ve kardeş coğrafyalarla daha iyi temas için Arapça çok önemli diller.

Geçenlerde medyada yer bulan bir görüşün derinlikli düşünen çok sayıda kişiyi şaşırttığını bu vesile ile zikretmenin önemi üzerinde bir miktar durmak gerekiyor: Bu konuşmada zikredilen; ‘Batı dilleri ile ilgili, onların dillerini öğrenenlerin, dillerini öğrendikleri milletlerin ve toplulukların kültürel olarak tam etkisi altına girer’ tezinin ben eskimiş bir tez olduğu kanaatindeyim. Burada asıl olan iç donanımdır. Bugün İslam Ülkelerindeki eğitim sistemleri kimler tarafından ve kimlerin etkisiyle şekillenmiştir, bunu dikkatlice değerlendirmek gerekir.

Eğitimde tarih şuurunun çok önemli olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Son dönemlerde bu alanda ciddi bir gelişme görülüyor. Fakat bunun popüler tarih düzeyinden daha detaylı tarihi analizlere doğru evrilmesinin gerekli olduğu aşikar.

Bu konuda toplum olarak yeterli bir düzeyde miyiz? Mesela tarihimizi daha iyi öğrenebilmek için Osmanlıca bilme oranımız hangi seviyede?

Mehmet Şevket Eygi ağabeyin lise yıllarında iken kendisi ile ilk tanıştığımızda bize sorduğu soru çok önemliydi.

Okuman yazman var mı? Yani Osmanlıca biliyor musun?

Yeni nesillere her dönem bu soruyu sormanın önemli olduğuna inanıyorum

Amerikan asıllı mühtedi bir dostumuz var. Eğitimde müfredatlar üzerine çalışıyor. Bir seferinde bana ‘ sizin tarihi zenginliğinizin çocuklarınızı bilinçlendirme konusunda ne kadar değerli olduğunun farkında mısınız’ diye sormuştu. İlave olarak ‘Ben bir Amerikalı olarak Amerikalı Müslüman çocuklara yönelik geliştirdiğim müfredat çalışmalarında bu noktanın eksikliğinden dolayı çok zorlanıyorum’ demişti…

Formel eğitim ne kadar önemli olacak, yaygın eğitim ve hayat boyu eğitim ne kadar etkili olmalı?

Burada son dönemlerde yaygınlaşan hayat boyu eğitim çabalarının çok önemli olduğunun altını çizmek gerekiyor. Formel eğitim ( örgün eğitim) yanında özel programlı eğitim çabalarının da önün açılması eğitimde bir hayli mesafe alma imkanı sağlayabilir

Mesela 10 yıldan fazladır çeşitli şehirlerde ve ilçelerde uygulamaya çalıştığımız Bilgi Merkezi, Bilgi evi faaliyetlerinin yaygınlaşmasının da çok önemli olduğunu düşünüyorum

Bizim bu çalışmamızda değerler eğitiminin çeşitli sportif ve sanatsal branşlarla birlikte çocuklara verilmesinin çok verimli olduğunu yakinen müşahade etmiş bulunmaktayız. Okumaya yöneltme, kendine güvenli, sorgulayan, araştıran, bilgiyi kimlerden ve hangi kaynaklardan aldığına dikkat eden bir insan tipi oluşturma noktasında bu Bilgi evi çalışmaları en verimli olacak şekilde kurgulanmalı ve uygulanmalı diye düşünüyorum.

Mesela ABD’de çocukların özel yetenek çalışmaları üniversite giriş kriterleri içinde belli bir yere sahip. Bizde de bu yönde bir çalışmanın başladığını görmek ümit verici bir gelişme.

Eğitimle ilgili Sorularımıza devam edelim;

Türkiye’nin 2023 ve 2071 gibi hedefleri var. Bu hedeflerin tüm yönleri ile yeniden gözden geçirilmesi, toplumun bu yıllara yönelik olarak nasıl şekillenmesi ve ne tür bir insan unsurunun gerekli olduğu hususu çok önemli. Bu çerçevede kararlar alınırken toplumsal bir konsensüs sağlanması da dikkat edilmesi gereken bir diğer husus. Burada eğitim açısından bakıldığında MEB, YÖK, Mesleki Yeterlik Kurumu ve sair kurumlarımız ve STK’larımız nasıl bir işbirliği içinde olmalı? Mevcut durumu yeterli görüyor muyuz?

Mesleki eğitim; bunun hem teknik hem de ahlaki boyutunu sağlayacak kurumlarımızın nasıl bir çerçeveye oturması gerekiyor?

Tarihteki hisbe kurumu, ahilik yapısı, fütüvvet geleneği ve oradan devam eden lonca yapılanmasından bugüne hangi dersleri alacağız?

Ahiliğin üç şeyin kapalı ve üç şeyin açık olması prensibi çok değerli.

ÜÇ ŞEY AÇIK OLMALI: ELİ, KAPISI, SOFRASI

ÜÇ ŞEY KAPALI OLMALI: GÖZÜ, IRZI, DİLİ

Bu hususun meslek ahlakı çerçevesinde toplumumuzda hayli ihmal edildiğini, eskiden meslek elemanı yetiştirmenin tabii uzantısı olan bu hususun şimdi pek de gündemde olmadığını üzülerek izliyoruz…

Eğitim seviyesi neredeyse ortaokul seviyesinde olan iş hayatındaki yaklaşık 27 milyon çalışanımızın hem mesleki hem de ruhi eğitimini hangi mekanizmalarla sağlayacağız?

Prof. Dr. Oğuz Borat’ın bir sohbette yaptığı tesbite göre bunun yaklaşık 17 milyonu ortaokul düzeyinde bir tahsile sahip. Öncelikli hedefimiz bunların öğrenim seviyelerini yükseltmek olmalı. Buna dayalı olarak bir dönem İTO’da MEB ve İL GENEL MECLİSİ ile ortaklaşa olarak yaklaşık 10000’in üzerinde kişinin faydalandığı sertifika programı yapılmıştı.

Şimdi TOBB buna benzer programı yurt sathında yapmaya çalışıyor. Bu kıymetli bir çalışma ve yaygınlaşması gerekiyor.

TOPLUMUZDAKİ DİNİ EĞİTİMLE İLGİLİ DE BAZI SORULARI SORMAMIZ GEREKİYOR

Bugüne kadar orta öğretim ve yüksek öğretimde örgün eğitim içinde Din Eğitimi ne kadar yer buldu?

Ve hali hazırda buluyor? Bunu iyice sorgulamalıyız.

Son dönemlerde müfredatın içinde yer bulmaya başlayan DEĞERLER EĞİTİMİ çalışmalarının çok önemli olduğunun altını çizmeliyiz.. Dinin içinde de tamamıyle yer bulan temel insani değerlerin eğitim müfredatının içinde yer alması her görüşten insanın olumlayacağı bir şey. Tabii bunları olumlamayan kişilerin çocuklarına da bunları illa vereceğiz diye bir zorlamamız da olmamalı.

Kur’an kursları Din eğitiminde ne kadar ve ne seviyede yer tutuyor? ( Kur’an Kursları ve hafızlık eğitimi)

Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı ve buraya bağlı Camiiler (ki sayısı 80000 civarında , 100000 kişilik bir kadro ile hizmet görüyor) halkın Din eğitimini ne kadar karşılayabiliyor? Bu mecranın halkın yaygın dini eğitimi alabilmesi için çok büyük bir potansiyel olduğunu inkar edemeyiz. Fakat burada Cami dilinin üzerinde çok ciddi oranda çalışılması gerektiğinin altını çizmek gerekiyor. Vaaz ve sohbet dili özellikle gençleri muhatap alır ve onların da gündemini yakalayacak tarzda düzenlenmeli ki arzu edilen yararlar sağlanabilsin.

Örgün eğitimdeki Din ve Ahlak Hocaları ile Din eğitiminde vazife gören insanlarımızın ( imamlar, vaizler, Kur’an-Kursu Hocaları ) yetişmesi ile ilgili ne tür çalışmalar yapılıyor?

Bu çalışmalar yeterli mi?

Burada Devletin yanında, halkın arzusu istikametinde belli bir çerçevesi çizilmiş alanlarda bu hizmetleri gönüllü kuruluşların da yapmasını sağlamanın yollarını açmak daha verimli olur mu sorusunun açıklıkla sorulması önemli?

Ülkemizde genel anlamı ile öğretmen yetiştiren kurumlar ne kadar verimli?

Bugün Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde yaklaşık 850,000 öğretmen bulunuyor. ( Toplamda 920,000) 150,000 civarında da akademisyen var. Örgün eğitimde 600,000 civarında derslik ve 70,000 civarında okul var

20 Milyona yakın çocuğumuz okullarda okuyor. Bu büyük sistemde kilit role sahip kesim öğretmenler ve bunların öğretmenlik vasıflarına sahip olmaları ve yeterli donanıma kavuşmalarını önemi inkar edilemeyecek bir gerçek.

EĞİTİMİN DÖNÜŞTÜRÜCÜ ETKİSİ ÜZERİNE DE BAZI ÖRNEKLER VERMEK ÖNEMLİ:

Eğitimin önemi bilinmesine rağmen yine de tarih içinde eğitimin dönüştürücü etkisini net olarak gördüğümüz bazı olayları kısaca hatırlatmak yararlı olacak:

1/ Peygamber Efendimiz (a.s) dönemindeki Ashabı Suffa ve Erkamın evi yoğun bir eğitim faaliyetinin toplumu ve sonraki asırları dönüştürücü rolu üzerinde önemli bir örnektir.

2/ Amerika’da 1800’lerin başında kurulan American Board adlı Misyonerlik kurumu Amerikalıların bu tarz faaliyetlerinde önemli bir dönüm noktası oluyor. Bunları büyük vakıflar finanse ediyorlar

Amerikalıların 1850’lerin ortalarından itibaren Osmanlı topraklarında kasabalara ve köylere kadar kurdukları ağ çok ilginç

Özellikle bu yabancı okulların gerek tüm talebelere yönelik gerekse de özellikle hanım kızlara yönelik yerleştirmek istedikleri temel bazı görüşler var. Feminizm, ulus-devlet düşüncesi, laiklik ve sair gibi. Bu okullar bu görüşleri yaymada kendi dönemlerinde bir hayli muvaffak oluyorlar…

Mesela Protestan kökenli olanlar daha çok Bulgarlar, Ermeniler, Kürtler ve Arnavutlar üzerine odaklarınıyor ve bunda da istedikleri etkiyi sağlamada başarılı oluyorlar

Yine Osmanlı’daki Amerikan okullarının özellikle Arap Milliyetçiliği, Balkan ve Ermeni ayaklanmalarında etkin rol oynayan öğrenciler yetiştirdiklerini görüyoruz.

3/Bir sohbetimizde Dr. Alim Arlı, şu misali vermişti: İkinci Dünya Savaşı sırasında Batılı ülkeler birbirlerini çok yoğun bir şekilde tahrip ettiler. Bu savaş sonrası dönemde insan nesli nasıl bu kadar cani olabildi sorusu idareciler ve eğitimciler arasında çokça dile getiriliyor. Bunu azaltabilmek için ders programlarına bir tür insanlık dersi koyalım görüşü ortaya çıkıyor. Humanity adı verilen dersler bundan sonra müfredatlara daha fazla dahil edilmeye başlanıyor. Bunun da kısmen insanlara müsbet manada tesir ettiğini farkedebiliyoruz. Tabii ne kadar muvaffak oldu bu da tatışılabilir

4/ Osmanlı’da 1830’larda oluşturulan Tercüme odaları içinden çıkan bir avuç genç daha sonraki yıllarda Osmanlı’daki batılılaşma hareketlerinde çok dönüştürücü bir etki yapmıştır… Tercüme odaları bu çerçevede özel olarak incelenmelidir.

Bu misaller daha da çoğaltılabilir..

SONUÇ OLARAK

Bugüne kadarki eğitim ile ilgili çalışmalarda yukarıdakiler gibi hatta çok daha da geliştirilebilecek birçok sorunun cevabını bulma yönünde çalışmalar yapıldı.

Bu soruları daha önceki dönemde de kendi aralarında sormuş ve cevapları hususunda çeşitli tartışmalar yapmış bir geleneğin devamı olduğumuzu söyleyebiliriz. Bizden evvelkiler de çokça düşünmüşler, yazıp çizmişler bizlere bir hayli malzeme bırakmışlar.

Keza batılılar da öyle; orada da incelenecek bir hayli malzeme mevcut..

Geçmişten bugüne, bu konularla ilgili bizden evvelkiler neler demişler, bugünküler neler diyorlar diye imkanımız nisbetinde öğrenmeye çalışmak çok önemli bir uğraş.

Esas hedefimiz kendimize ait dört başı mamur, eskilerin deyimi ile ‘efradını cami ağyarını mani’ bir teorik çerçeve ve uygulama planı çıkartabilmek. Bu hedefimizden hiçbir zaman vazgeçmemek gerek.

Fakat bu noktaya istendiği ölçüde ulaşılamamış olsa da daima daha doğruyu bulabilmek için sormak, sorgulamak ve olabildiğince anlamlı cevaplar bulabilmek gerekiyor.

Eğitim ihtiyacı azalmıyor artıyor. O zaman olabildiğince etraflıca sorular sormaya, soru kalitemizi arttırmaya ve çevremizde bu sorulara belli bir felsefi yeterlilik, oturmuşluk, kuşatıcılık çerçevesinde bakabilen, analitik düşünebilen kişilerden bütüncül veya bir bütünün parçası olabilecek cevaplar bulup, bunları yerli yerine oturtmaya çalışmamız şart. Uygulama mecburiyetinde olduğumuz durumlarda da bu yöntemlerle yönümüzü bulmaya gayret etmemiz gerekiyor.

Tüm bunlardan sonra geldiğimiz noktada Eğitim felsefesinin önemi her şeyin ötesinde.

Umuma yönelik bir yapı kurulacağı zaman bu konuda mutabık kalınacak bir yöntem bulmak öncelikli mesele. Devlet burada emredici değil organize edici olmalı. Sivil toplum kendi önemsediği değerleri birbirlerine anlatarak birbirlerini ikna etmeye çalışmalı. Bunun için gönüllü çalışmalara çok büyük vazife düşüyor. Üniversitelere çok büyük vazife düşüyor. Bugün 80000 civarında doktora çalışması yapan gencimizin bu çalışmaları çok önemli. Bunların yönlendirilmeleri çok önemli…

Önce bilgi sahibi olmalı sonra kanaat sahibi olmalıyız ki fikirlerimizin bir değeri olsun.

Bilen insanların birbirlerinin İkna etmeleri sonucu oluşacak konsensüsün de genele uygulanması çok değerli olur kanaatini taşımaktayım.

Bu mümkün mü?

İdeali böyle fakat uygulamalar maalesef her zaman istenildiği gibi olamayabiliyor.

İNŞALLAH BUNU BAŞARIRIZ.

Dünya Bülteni, 07.06.2016

Türkiye yeni bir döneme girerken

Türkiye için yeni bir dönem daha başlıyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun başkanlığındaki hükümet 1 Kasım seçimleri sonrasında hızlı bir başlangıç yapmış ve vaatlerini yerine getirmek için yoğun bir çaba içine girmişti. Fakat ülkenin iç ve dış meselelerinin halledilmesi konusunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan arasında ortaya çıkan bazı fikir ve yaklaşım farklılıkları zamanla ortaya çıkmaya başlamış ve bu farklılıkların daha önemli sorunlara yol açacağı işaretleri belirmişti.

Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi sonrası gündeme gelen başkanlık sistemi tartışmalarına iki tarafın yaklaşımlarındaki fark da bu ayrışmayı derinleştirmekteydi. Derken kamuoyunda arka planı detaylı bir şekilde tartışılan bir MKYK kararı sonrası dozajı yükselen sıkıntı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın görüşmesi sonrası yepyeni bir çehre kazandı. Sonuçta Olağanüstü Kongreye giden Ak Parti’nin yeni bir Genel Başkan seçmesi gibi bir durum ortaya çıktı.

Yeni durumun ülkemiz, kardeş milletler ve topyekûn insanlık için hayırlar getirmesini diliyoruz.

Türkiye Pazartesi günü ile birlikte bir yorumlamaya göre daha iddiasız, başka bir yorumlamaya göre ise daha icracı bir Başbakan ve kabine ile yönetilmeye başlanacak. Bu yönetim, muhtemelen Cumhurbaşkanı’nın kuvvetli bir şekilde dile getirdiği fiili bir Başkanlık sistemine doğru yol alacak ve bundan sonra da fiili durumun hukuki gereklerinin yerine getirilmesi Türkiye’nin ana gündemlerinden biri olacak

Yüzde 49,5 Oyla iktidara gelen ve vaat ettiklerini yapma yolundayken iktidarı bırakmak zorunda kalan Ahmet Davutoğlu’nun durumunun, kamuoyu vicdanında ne tür bir etki bırakacağını zaman gösterecek. Fakat gerek MKYK sonrası olağanüstü kongreye gitme kararını açıklarkenki sözleri, gerekse de Genel Kuruldaki konuşmasının satır araları, Davutoğlu’nun, kendisini hizmet etmekle yükümlü gördüğü hem ülke ve dünya siyaseti, hem de daha geniş anlamlı bir büyük dava için çalışmalarına devam edeceği yolunda mesajlar içermekteydi. Bunun nasıl ve hangi mecralar içinde gerçekleşeceğini de muhtemelen yine zaman gösterecek.

65’inci Hükümet, Türkiye’nin yeni anayasa, başkanlık sistemi, ekonomik gelişme ve son yıllarda artan terör olayları gibi ana gündemlerinin dışında dış politikada da çok önemli sorunları çözmek gibi başlıklarla yoğun olarak ilgilenmek zorunda olacak. Tabii burada Hükümet derken bir anlamada fiili Başkanlık yolu daha fazla açılan Cumhurbaşkanı ile birlikte karar verip uygulayan bir icradan söz etmek gerekecek.

Bu sorunların çözümü yolunda Davutoğlu’lu dönem ile Davutoğlu’suz dönem arasında meydana gelebilecek farklılıkları da görebilmek için yine zamana ihtiyacımız olacak.

Dünya Bülteni olarak bu önemli kavşak noktalarında bizler, başlangıcından bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da okuyucularımıza yine sadece olayları nakletmeyecek, bu olayların arka planlarını daha iyi kavramaya yarayacak gerek yurt içi gerekse de yurt dışı yorum ve analizleri sizlerle paylaşmaya çalışacağız.

Türkiye gibi, sadece 780 bin km karelik bir toprak parçası ve 78 milyonluk bir nüfustan ibaret olmayan, gerek bölgesel gerekse dünya açısından etki alanı çok geniş bir ülkede yayıncılık yapmak bizlere çok önemli sorumluluklar yüklüyor.

İnşallah bu sorumluluğun gereğini en iyi şekilde yerini getirme gayreti içinde olmak da Dünya Bülteni ailesi olarak bizlerin imtihanı olacak.

Allah (cc) hepimizin yardımcısı olsun

Dünya Bülteni, 23.05.2016

Yurt dışı faaliyetler diplomasisi

Başta Dış İşleri Bakanlığı, Kültür Bakanlığı ve Ekonomi Bakanlığı olmak üzere ( Özellikle Büyükelçiliklerdeki Kültür ve Ticaret Ateşelikleri), TİKA, Yunus Emre, Dış Türkler, DEİK ve bu alanlarda çalışma yapan hassaten daha kurumsal yapıdaki Gönüllü Kuruluşlar, bir üst yapı tarafından daha stratejik bir bakış açısı ile değerlendirilmeli ve faaliyetleri olabildiğince tek merkezden koordine edilmeye çalışılmalıdır

26 Nisan 2016 tarihinde Yunus Emre Enstitüsü’nün Hırvatistan Zagreb merkezinin açılışına katılmak üzere Yunus Emre Enstitüsü heyetiyle birlikte İstanbul’dan hareket ettik. Bir sonraki gün yapılacak birçok organizasyona katılmak üzere Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan, bazı bakanlar ve milletvekilleri de aynı gün Zagreb’e gitmişlerdi.

Bu seneki 27 Nisan tarihi Hırvatistan’daki Müslümanlar için çok özel bir günün yıldönümü idi. Bundan tam 100 yıl önce o dönemki Hırvat Meclisi İslam Dinini resmi dinler arasında kabul ettiği için bir dizi program tertip edilmişti. Diyanet İşleri Başkanı Sn. Mehmet Görmez Bey de daha önceden Zagrep’e gelmiş ve bu yıldönümü için şehre davet edilmiş olan İslam Dünyasının farklı bölgelerinden Müslüman Liderlerle görüşmeler ve toplantılar yapmaya başlamıştı.

Zagreb’e vardığımızda Türkiye’den kalabalık bir iş adamı heyetinin de Zagreb’de olduğu ve ertesi gün yani 27 Nisan günü DEİK çerçevesinde büyük bir iş konseyi toplantısı organize edilmiş olduğu bilgisini de aldık.

İlave olarak, 27 Nisan programları arasında İslam Dünyasından gelmiş çeşitli düzeydeki temsilcilerin katılacağı başka bir toplantının da bulunduğunu öğrendik.

Şehrin sakinleriyle yaptığımız görüşmelerde son yıllarda Zagreb’de aynı anda bu kadar farklı düzeyde insanın toplandığı bu tarz bir günün pek görülmediği yorumu yapılmaktaydı.

Beraber bulunduğumuz Yunus Emre Enstitüsü yetkililerinin gayretleri ile 27 Nisan sabahında kaldığımız otelde tertip edilen DEİK toplantısına iştirak etme imkanı bulabildik. Sn. Cumhurbaşkanımız ve Hırvatistan Cumhurbaşkanı’nın da katıldığı toplantı Türkiye’den gelen geniş bir işadamı gurubu ve Hırvat işadamlarının da katılımı ile gerçekleştirildi. Türkiye ile Hırvatistan arasındaki ticaret hacminin 10 yıl önce Tayyip Bey başbakan iken katıldığı DEİK toplantısından bu güne önemli bir artış gösterdiği fakat daha da fazla bir artışın olması gerektiği hususu gerek Cumhurbaşkanları gerekse DEİK yetkilileri ve ilgili bakanların konuşmalarında özellikle vurgulandı. Sn. Cumhurbaşkanı, kendisini birçok kişiden farklı kılan fikr-i takip özelliği ile olayı 10 yıl evvelinden alıp günümüze kadar getirdi ve bugünden yarına hem Türk hem de Hırvat işadamları için somut hedefler ortaya koymaya çalıştı.

DEİK toplantısı sırasında orada bulunan iş adamı arkadaşlara öğleden sonraki programlardan bahsedince birçoğunun bunlardan pek de haberdar olmadıklarını öğrenmek ilginç bir tespit oldu. İş adamlarının programını düzenleyenler de diğer programları pek dikkate almamışlar ve iş adamlarını dönüşünü saat 15.00 gibi planlamışlardı. Onların içinden pek azı diğer programlara katılabildiler.

Oysa Hırvatistan’da İslamiyet’in resmi din olarak kabulünün 100’üncü yılı Balkan Müslümanları için olduğu kadar yüzyıllardır Balkanlarla ilgili olan Türkler için de çok önemli bir olaydı ve bu olay münasebetiyle yapılacak toplantı da çok önemli idi.

Buna ilave olarak Yunus Emre Enstitüsü’nün faaliyetleri de sadece bu alanla özel olarak ilgilenen insanlar için değil belli bir seviyedeki her Türk için takip edilmesi gereken bir faaliyetler bütünü idi. Yunus Emre Enstitüsü’nün Zagreb’de merkez açıyor olması da üzülerek ifade edebilirim ki, oraya Türkiye’den gelen işadamlarının büyük çoğunluğunun gündeminde bir yer işgal etmiyordu

Oysa Yunus Emre Enstitüsü şu ana kadar açtığı 37 ülkedeki 45 merkezi ile hem Türk dilini öğretmekte hem de yaptığı kültürel çalışmalar ile var olduğu ülkelerde kendi kültürümüzün tanıtılması için çalışan önemli bir kurumumuz. O ülkelerle çeşitli seviyelerde ilişki kuran, oralarda ticaret yapan her Türk vatandaşının bu kurumun faaliyetleri ile ilgilenmesi hem bir vatandaşlık görevi hem de daha dar anlamda bakılsa bile kendi münasebetlerinin mütemmim bir cüzü.

Burada bir parantez açarak Yunus Emre Enstitüsü gibi yurt dışında faaliyet gösteren TİKA ve Dış Türkler ve Akraba Toplulukları çalışmaları için de aynı cümleleri sarf etmemiz mümkün. Tüm bu kurumlarımızın çalışmaları ekonomik ve diğer sosyal aktiviteler ile birlikte bir bütünün parçası. Hepsinin birbirleriyle maksimum derecede ilgilenmeleri ve yaptıkları çalışmaları birbirlerini kollayarak ve birbirlerine güç katarak yapmaları elde edilecek faydayı çok daha yukarılara çekebilecek bir özelliğe sahip.

Yani özetle iş adamlarının bu tip kurumları dikkatle takip etmeleri kadar bu kurumların mensuplarının da iş adamlarını ve benzeri faaliyet yapan diğer kurumların çalışmalarını yakinen takip etmeleri, ortak organizasyon yapmaları veya yaptıkları organizasyonların içine diğerlerini de katmaya çalışmaları önemli.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bakanlar ve yakın halkadaki heyet bu saydığım tüm toplantılara katıldılar. Fakat onların dışındaki ikinci ve üçüncü halka ise yalnız direk ilgilendikleri alandaki toplantılara katılabildiler. Çünkü hepsinin programları ayrı ayrı yerlerde yapılmıştı ve birbirleriyle anlamlı bir münasebet kurulamamıştı.

Çeşitli İslam Ülkelerinin mensuplarının katıldığı toplantı İslam Ülkelerinin kendi aralarında Katolik bir Balkan ülkesinde yaptıkları çok canlı ve anlamlı bir toplantıydı. Bu toplantıdan her biri muhtemelen büyük bir moral motivasyon alarak kendi ülkelerine döndüler. Bu toplantı da yukarıda işaret ettiğim gibi Türkiye’den gelen iş adamlarının çok büyük bir bölümünün gündeminde değildi. Çünkü onlar programları gereği toplantının yapıldığı saatte Türkiye’ye doğru yola çıkmak için havaalanına gidiyorlardı.

Tabii bu toplantılar arasında Zagreb’deki Müslüman katılımcılar içinde Camii’nin, eğitim kurumlarının ve çok çeşitli aktivitelerin yapılmasına imkan tanıyan bölümlerin yer aldığı İslam Merkezine farklı guruplar halinde uğrayarak kendi aralarında çeşitli temaslar yapma imkanı da buldular. Yunus Emre Enstitüsündeki açılıştan önce uğradığımız İslam Merkezinde Dünyanın birçok ülkesinden gelen temsilcilerin canlı iletişimine biz de bizzat şahit olduk. Bu arada Zagreb’deki İslam Merkezi’nin Bosna Hersek’teki Müftülüğe bağlı olarak çalıştığını da not ederek Balkanlar’daki İslam Birliği hususunda güzel bir geleneğin devam ettiğine işaret etmemiz gerekiyor sanırım.

Yunus Emre Enstitüsündeki açılış töreni o günün son toplantısıydı. Sn. Cumhurbaşkanı yanındaki heyetle birlikte açılışı onurlandırdı. Başbakan Yardımcısı Sn. Yalçın Akdoğan, Kültür Bakanı Sn. Mahir Ünal, AB Bakanı Sn. Volkan Bozkır, Adalet Bakanı Sn. Bekir Bozdağ da açılışta yer alan Bakanlardı. Tabii bazı milletvekilleri de açılışta hazır bulundular.

Hırvat tarafından ise Bölgenin Belediye başkanından Hırvat Bakana, çeşitli kültürel organizasyonların yetkililerinden konuya ilgi duyan kişilere kadar canlı bir topluluk açılışı izledi. Açılış dolayısıyla Dr. Sinan Genim’in kuratörlüğünde İstanbul resimlerinden oluşan bir sergi de tertiplenmişti ve o da ziyaretçiler tarafından ilgi ile incelendi. Bu arada Yunus Emre Enstitüsü’nün yaptığı faaliyetleri en iyi şekilde yansıtan iç düzeni ve estetik yapısı ile katılanlardan tam not aldığını da söylememin hakperestlik açısından gerekli olduğuna inanıyorum

Sn. Cumhurbaşkanı gerek bu açılışa ayırdığı zaman, gerek yaptığı konuşma, gerekse de vücut diliyle bu çalışmaya verdiği yüksek önemi açıklıkla ifade etti. Bu davranışlarıyla hem katılanları hem de Başta Enstitü başkanı Sn. Prof. Dr. Şeref Ateş olmak üzere tüm Enstitü idarecilerini mutlu etti ve çalışma azimlerini arttırdı. Gözlemlerime göre programa katılan Hırvatların, kendi ülkesinin Cumhurbaşkanı tarafından bu ölçüde dikkate alınan bir Enstitünün faaliyetlerine daha fazla ilgi göstereceklerini rahatlıkla ifade edebilirim.

Yukarıda da belirttiğim gibi Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan, ilgili bakanlar ve bazı milletvekilleri farklı içerikli ama hepsi de birbirlerini değişik yönleri ile tamamlayan bu programlara tam kadro katıldılar ve bütüncül bakış açılarını göstermiş oldular.

Fakat burada şu soruyu sormamızın önemli olduğunu düşünüyorum.

Daha verimli sonuçlar alınabilmesi açışından sadece onların bu bütüncül bakışları yeterli mi? Bu soruya cevabı şu şekilde verebilirim; önemli ama yeterli değil.

Çünkü Zagreb’de yaşadığımız bu olayın bugüne kadar birçok örneğini farklı yurt dışı büyük fuar organizasyonlarında veya farklı çaptaki sosyal ve kültürel çalışmalarda benzer boyutlarda yaşamaktayız. Türkiye’yi temsil eden kurumlarımız aynı ülke ve/veya şehirlerde birçok faaliyetler yapıyorlar. Bunlar tek tek bakıldığında çoğu kere ‘başarılı ‘ olarak nitelenebilecek bir değere de sahip oluyorlar. Fakat buna rağmen, çoğu kere bu faaliyetler birbirlerini tamamlar bir tarzda organize edilemiyorlar. Bu da bu faaliyetlerin beraberce organize edildiğinde ülke olarak sağlayacağımız sinerjiden mahrum olmamız sonucunu doğuruyor.

Kanaatimce bu noktada daha fazla dikkat edilmesi gereken husus, özellikle yurt dışı çalışmalarda sahası itibariyle farklı gibi görünen alanlarında faaliyet gösteren kurumlarımızın aralarında daha sıkı bir iş birliği ve koordinasyonun sağlanmasıdır. Başta Dış İşleri Bakanlığı, Kültür Bakanlığı ve Ekonomi Bakanlığı olmak üzere ( Özellikle Büyükelçiliklerdeki Kültür ve Ticaret Ateşelikleri), TİKA, Yunus Emre, Dış Türkler, DEİK ve bu alanlarda çalışma yapan hassaten daha kurumsal yapıdaki Gönüllü Kuruluşlar, bir üst yapı tarafından daha stratejik bir bakış açısı ile değerlendirilmeli ve faaliyetleri olabildiğince tek merkezden koordine edilmeye çalışılmalıdır.

Bunu sağlayabilmek için bir YURT DIŞI FAALİYETLER DİPLOMASİSİ BAŞKANLIĞI tarzında bir yapının ya müstakil bir bakanlığın altında veya Başbakanlık bünyesinde oluşturulmasının çok önemli olduğunu düşünmekteyim.( Bu arada muhtemelen bu amaca yönelik bir birimin varlığının bilgisine sahip olamayabileceğimi de ön görüyorum. Şayet varsa da yıllardır bu tip çalışmalar içinde yer alan biri olarak varlığı muhtemel böyle bir birimin fonksiyonel çalışmadığını da ifade etmesi açısından bu tespitimin ve teklifimin bir değeri olduğunu var sayabiliriz)

Bu teklifimin daha genişçe düşünülerek girişilecek bir çalışma için işaret fişeği hükmünde olduğuna inanıyorum. Üzerinde daha kapsamlı bir fikir yürütme ile daha detaylı bir hedefleme ve yapı kurulabileceğine inanmaktayım. Tabii bu düşüncemin sadece benim tarafımdan dillendirilen bir husus olmadığının ve bu güne kadar birçok grupta farklı tarzlarda da dillendirilen bir düşünce olduğunun da bilinci içindeyim.

Bu tespitlerin üzerinde dikkatlice durularak faydalı çalışmalar yapılacağı inancını taşımaktayım

 

Dünya Bülteni, 06.05.2016

Merhaba

Akif Emre ile 1980’lerin ilk yıllarından bu yana devam eden dostluğumuz sürecinde, birçok projede birlikte olduk. Dünya Bülteni, 2007 Eylül ayında beraberce başladığımız son çalışmamızdı. O tarihlerde devraldığımız Dünya Bülteni, onun İngilizce ve Arapça yüzleri ile internet medyacığı alanında farklı bir yaklaşım ortaya koyma iddiası ile yola çıktı.

Dünya Bülteni, sadece haberle yetinmeyen, haberin arka planını da vermeye çalışan, kültür ve sanata daha derin bir tarzda bakmaya gayret eden, siteye has yazarlarıyla gündemi derinlemesine yorumlayan, çoğu kere kendisi gündem oluşturan bir çizgi tutturmaya çalıştı.

Dünyanın farklı noktalarından nitelikli yazarların makalelerini ve araştırmalarını dilimize çevirerek yayınlayan, yuvarlak masa toplantılarıyla kendi alanında özel bir yer edinen, daha sonra bu çalışmaları dosyalar halinde DÜBAM başlığı altında derleyen Dünya Bülteni, bu gayretine değer veren nitelikli bir okuyucu grubuyla da canlı bir ilişki kurmaya muvaffak oldu.

Dünya Bülteni, başlangıçta hayal ettiğimiz birçok noktaya ulaşmayı becerebilse de, hala ulaşılamayan en az bir o kadar başlığın da alt yapısını sağlamaya çalıştı. İnşallah ilerleyen zamanlarda onları da gerçekleştirerek kalitesini her geçen gün arttırma yolunda daha iyi bir seviyeye ulaşır.

Genel Yayın Yönetmeni olarak bugüne kadar hizmet veren Akif Emre, tüm bu çalışmalarda, istikametiyle, çalışma disipliniyle ve ağabey kimliği ile çok önemli bir rol üstlendi. Kendisi ile beraber çalışan nitelikli editör, yazar ve araştırmacı ekibimizle birlikte, 8 yılı aşan bir sürede değerli bir çalışma ortaya koymayı başardı.

Tabii tüm bu çabaların gerçekleştirilmesinde, reklam ve sponsorlukları ile destek olan, geri plandaki görünmeyen kahramanların katkılarını zikretmemizin, Dünya Bülteni’ne yakışan bir kadirşinaslık olduğunu da ifade etmemiz gerekir, sanıyorum.

Geldiğimiz bu noktada, Akif Emre ile karşılıklı mutabık kalarak Genel Yayın Yönetmenliği’nden ayrılması gibi zor bir kararı almış bulunuyoruz. Fakat bu kararı alırken Akif Emre’nin Dünya Bülteni ailesinin tamamen dışına çıkmayacağı ve farklı formatlarda da olsa bu çalışmaya desteğinin süreceği konusunda da niyet beyanında bulunduk. İnşallah zaman içinde bu niyetin tezahürlerini yayınlarımız içerisinde beraberce göreceğimizi umuyoruz.

Bundan sonraki süreçte Akif Emre’nin Genel Yayın Yönetmenliği sorumluluğunu inşallah ben deruhte etmeye çalışacağım. Tabii başta Yazı İşleri Müdürümüz Ahmet Sezer arkadaşımız olmak üzere, tüm editör kardeşlerimizin yükleri biraz daha ağırlaşmış olacak. Çünkü 8 yılı aşkın bir sürede ortaya çıkan çizgiyi muhafaza edebilmek ve başlangıçtan bu yana değişmez ilkemiz olan her gün daha iyiye doğru gitme hedefimizi sağlamak için bu bayrağın en iyi şekilde taşınması çok önemli.

Bize bu güne kadar farklı boyutlarıyla katkıda bulunan tüm dostlarımıza ve okuyucularımıza bu vesile ile teşekkür ediyoruz ve desteklerini bundan sonra da beklediğimizi ifade etmek istiyoruz.

Daha kaliteli bir Dünya Bülteni’ne ulaşma yolunda Rabbimizin bizlere yardımcı olması duasıyla hepinize selam ve muhabbetlerimi sunuyorum.

Dünya Bülteni, 05.05.2016

Bir yaygın eğitim modeli: Bilgi Merkezleri

Bilgi Merkezi ve Bilgi evi kavramları daha çok 2005 yılı sonrasından literatürümüze giren bir kavram. Genellikle Büyükşehir veya İlçe Belediyelerin gerçekleştirdiği bir tür eğitim faaliyeti. Belediyelerin dışında bazı yerlerde gönüllü teşekküllerin de bu tür kurumları açıp işlettiklerini görmekteyiz. Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde tanımlanmış olan Etüd Eğitim Merkezlerinin işlevlerinin bir bölümünü yerine getiriyorlar. Öğrenciler bu kurumlarda okul dışı zamanlarında okul derslerini çalışıyorlar. Bunun dışında yine eskiden var olan Halk Evlerinin yaptıkları bazı kültürel aktivitelerin de bu kurumlar bünyesinde yapıldığını görmekteyiz.

Bilgi Merkezi ve Bilgi Evlerinin tek tip bir çalışma düzeni bulunmamakta Belediyeden Belediyeye veya uygulamakta olan gönüllü kuruluşa göre değişen uygulamalara rastlanılmakta. Fakat görebildiğimiz kadarıyla standart bazı bölümler hemen her kurumda bulunuyor. Mesela hepsinde devam eden öğrencilerin yararlanabilecekleri bir kütüphane ve ders çalışma salonu mevcut. Ayrıca öğrencilerin kullanabilecekleri bilgisayarların bulunduğu bir salonu da hemen her kurumda görebilmemiz mümkün. Bir zamanlar mahalle aralarında çokça gördüğümüz ve bazılarının kontrol dışı çalıştıkları internet kafelerin yerine, yine mahalle aralarında ama kontrollü çalışan bilgisayar salonlarının önemli bir fonksiyon göreceğini düşünmüş bu kurumları kurgulayanlar.

Genelde Bilgi evi adıyla çalışan bu kurumlarda bir çok kültürel ve sanatsal aktiviteler de düzenleniyor. Kurumun büyüklüğüne göre bu aktiviteler çeşitlenebiliyorlar.

Bu yazımızda İstanbul’da Bayrampaşa Semtinde Bayrampaşa Belediyesi bünyesinde uygulamaya başladığımız daha sonra da başka bölgelere taşıdığımız bu tarz bir çalışmanın detaylarını anlatmaya çalışacağız.

BAYRAMPAŞA BELEDİYESİ BİLGİ MERKEZİ VE BİLGİ EVLERİ

Bayrampaşa Belediyesi Bilgi Merkezi 2005 yılının Mayıs ayında faaliyete başladı. İstanbul’daki bu tarz ilk kurumlardan biri olan Bilgi Merkezi 350 metre kare bir alan üzerinde iki bodrum ve yer üstünde üç kattan meydana geliyor. En alt bodrumda 90 kişilik mini bir tiyatro salonu, onun üzerinde özellikle kış aylarında antrenman yapılan bir spor salonu yer alıyor. Giriş katta 15 bilgisayarlık bir bölüm, rehberlik, idare odaları ve bekleme bölümü var.

İkinci katta aynı anda 90 öğrencinin etüt yapabileceği 4 adet sınıf bulunuyor. En üst katta genelde öğretmenlerin ve öğrencilerin yararlanabileceği temel eserlerin yer aldığı 3000 kitaplık bir kütüphane ve küçük bir kantinle birlikte kafeterya alanı mevcut.

Bilgi merkezinin etrafında minyatür bir halı saha ile özel zeminli bir basketbol sahası da kuruma devam eden çocukların istifadesi için tahsis edilmiş durumda

Bilgi Merkezinin bu merkez binasının dışında üç ayrı mahallede de şubeleri bulunuyor. Bu binalara ise Bilgi Evi adı verilmiş. Bilgi merkezi ve bilgi evi farkını anlatırken hastane ile sağlık ocağı benzetmesi meramı daha iyi anlatabilmek için iyi bir örnek olarak gözüküyor.

Bayrampaşa’daki bu yapıda Merkez adı verilen binada 500, diğer üç şubede de toplam 500 olmak üzere yaklaşık 1000 çocuğa hizmet veriliyor.

Yukarıda bahsettiğimiz bir çok bilgi evine devam eden çocuk sayıları çok daha fazla iken burada çocuk sayısı özellikle daha dar tutuldu. Sebep ise çocuklarla daha yoğun bir ilgilenme imkanını bulabilmek.

BİLGİ MERKEZİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ

Kuruluşundan bu güne yürüttüğümüz Bilgi Merkezi ve Bilgi evleri çalışmasının genel gayeleri üzerinde özetle durmamız gerekirse şu noktaları belirtmemizin yararlı olacağını düşünüyorum:

Bilgi Merkezi ve Bilgi Evi klasik manada bir kurs veya dershane değildir

Örgün Eğitime Yardımcı (destek) bir eğitim kurumudur

Çocuklarımızı sokaktan kurtarır, okul hayatlarına yardımcı olur.

Çocuklarımızın zihnen, bedenen ve ruhen gelişmelerine katkıda bulunur.

Aileleriyle birlikte çocuklarda belli farkındalıklar oluşması için çalışır

Toplum ve insanlık için faydalı değerlerin aktarılmasını sağlar

Çocuklara daha çok öğrenmeyi öğretmeyi amaç edinmiştir

Çocuklarımızın kendilerini keşfetmesine yardımcı olur.

Onların sosyalleşmelerine katkıda bulunur. Zamanlarını planlı ve programlı kullanmalarını sağlar.

Yaratıcı ile, diğer insanlarla, çevresiyle ve kendisiyle dost ve barışık nesiller yetişmesi için çalışır

Evleri ve Okulları dışında çocukların ÜÇÜNCÜ ADRESİ olmaya çalışır

Bayrampaşa’daki Bilgi merkezi ve Bilgi evlerine 9 ila 15 yaş arası çocuklar kabul ediliyor. Yani dördüncü sınıf ile sekizinci sınıf arasındaki çocuklar. Çocuklar kuruma ilk olarak kayıt için aileleri ile birlikte geliyorlar. Bu görüşmede Rehberlik birimi ile birlikte çocuğun özellikleri ile ilgili veli ile de görüşülerek 1 Etüd ve onu dışında maksimum 3 kültürel ve/veya sportif kulüp için kayıt alınıyor ve çocuğun haftanın hangi günleri ve saatlerinde bu faaliyetlere iştirak edeceği kararlaştırılıyor. Bu çalışma için özel olarak yapılmış bir bilgisayar programı delaletiyle kayıt yapılıp her çocuğa üzerinde programı yazılı resimli bir kimlik kartı düzenleniyor. Çocukların bu kartları kurumda bulunuyor ve içeri girerken kartlarını alıp boyunlarına asarak faaliyetlerine katılıyor, çıkarken de yine kartlarını danışmaya teslim ediyorlar.

Kuruma devam eden çocuklar buradan haftada yaklaşık 15 ila 18 saat arası yararlanıyorlar.

BİLGİ MERKEZİNDE FAALİYET GÖSTEREN KULÜPLER

Bilgi Merkezi ve Bilgi evlerinde öğrencilerin aralarında seçim yaptıkları kulüpler ve fonksiyonlarını şöyle özetleyebiliriz;

Etüd Çalışmaları;

Öğrencilerimiz, okulda başarı sağlamaları için etüt yapıyorlar. Sayısal ve sözel alanlardaki öğretmenler nezaretinde devam eden çocukların derslerine yardımcı olunuyor.

Ortak sınavları olanlar bir mekana alınarak onlarla daha yoğun ilgileniliyor

Bu yıl kurumda yeni bir deneme yapıldı. Daha önceki yıllardakinin dışında özellikle ikinci 4 içindeki öğrencilere Türkçe, Matematik, Sosyal ve Fen alanlarında ayrı ayrı gruplar oluşturuldu ve düzenli aralıklarla testler yapıldı. Özellikle yardımcı kurslara gidemeyen çocuklar için destek sağlandı.

Normal işleyiş itibariyle Bilgi merkezi ve Bilgi evlerine bir kurs veya dershane olarak bakmıyoruz. Velilerimizin de böyle bakmamalarını arzu etmekteyiz. Bu kurumları çocuklarımızn fikren, bedenen ve ruhen gelişmesini sağlayacak yerler olarak görmekteyiz.

İngilizce Kulübü

Bu kulübümüzde öğrencilerimizin hem okuldaki ingilizce derslerine katkı yapmak hem de pratik ingilizcelerini geliştirmek hedeflenmektedir.

Bilgisayar kulübü

Bilgisayar kulubu adı altında özellikle eğitim ve öğretim hizmetleri sırasında öğrencilerimize bilgisayarın en yüksek katma değeri sağlaması amacına uygun faaliyetler yürütülmektedir.

Geleneksel Sanatlar Kulübü

Bu kulup çerçevesinde öğrencilere ebru sanatı tanıtılmakta ve uygulamalar yapılmakta. Kulübe devam eden çocuklarımızla bu alanda kabiliyetleri ve istekleri çerçevesinde uygulamalı çalışmalar yapılmaktadır.

Tiyatro kulübü

Bu kulübe devam eden öğrencilerimiz, seslerini daha etkin kullanmayı, vurgulamaları yerinde yapmayı öğreniyor, vücut dilini geliştiriyorlar. Ayrıca belli aralıklarla çeşitli piyesleri sahneye koyuyorlar.

Resim kulübü

Resim kulübünü seçen öğrenciler, hayatımızı güzelleştirip, zenginleştiren objeler ve renklerin estetik ve ahenkli birlikteliğini temel alan güzel sanatların uygulanması ve yaygınlaştırılması hedefine yönelik olarak eğitim alıyorlar

Müzik kulübü

Bu kulüpte çocuklar öncelikle ritm duygusunu kavrıyorlar. Genelde bu çalışma içinde bir enstrüman çalabilmeyi ve onunla bireysel veya topluca çeşitli eserleri meşketmeyi öğreniyorlar. Kulübümüzde gitar, bağlama ve ud gibi enstrümaları öğrene çocuklarımız yer alıyor. Bu kulüpte ilerleyen yıllarda musiki alanında derinleşme artıyor

Edebiyat-Basın Yayın Kulübü

Bu kulüp bünyesinde çocuklarımızın dergilerle ve kitaplarla daha fazla haşır neşir olmaları bu alanda kendi bireysel değerlerinin farkına varmaları amaçlanıyor. Geleceğin şair ve edebiyatçılarının yetişmesi için gayret sarf ediliyor.

Satranç kulübü

Bu kulüpte öğrencilerimize, zihin geliştirme ve dinlenmeyi beceriye dönüştürme imkanı sunuluyor.

Spor Kulüpleri

Basketbol, Futbol, Jimnastik ve Tekvando, bölümlerinden oluşan spor kulüplerini; zinde, sağlam ve özgüvenli bir gençliğin yetişmesinde önemli bir unsur olarak görmekteyiz.

İzcilik kulübü

Bilgi merkezi’nde kurulan İzcilik kulübü ile çocuklarımıza doğa bilincini kazandırmanın yanında, disiplini, çevreye saygıyı, paylaşmayı, ortak çalışmayı ve sorumluluk duygusunu geliştirmeyi hedefliyoruz.

Bilgi Merkezi’ndeki İzcilik çalışmaları için bu alana özgü bir dernek ve izci kulübü oluşturulmuş ve İzcilik Federasyonuna bağlı olarak çalışmalar yürütülmeye başlanmıştır.

Bilgi Merkezi ve Bilgi Evlerinde bu güne kadar ilave başka kulüpler de açıldı. Mesela bir dönem Sinema kulübü çerçevesinde çocuklara sinemanın arka planı ile ilgili uygulamalar yaptırıldı. Yine bazı dönemlerde Gezi kulübü adı altında özellikle İstanbul’un tarihi ve kültürel yerlerine düzenli geziler yapıldı ve belli aralıklarla yapılmaya devam ediyor. Bu gezi dizileri öncelikle Eyüp Sultan hazretlerinin ziyareti ile başlamakta her biri birbirinden zengin tarihi ve kültürel zenginliğe sahip İstanbul’un farklı mekanlarında devam etmekte.

Bilgi Merkezinde belli dönemlerde talep üzerine folklor kulübü de açılmış ve çeşitli yörelerin oyunları üzerinde çalışmalar yapılmıştır

Bilgi merkezi ve Bilgi evlerinde Kulüp Başlığı altında yapılan bir diğer çalışma da Mezunlar Kulübü. Yukarıda da ifade edildiği gibi ilköğretimin ikinci aşamasını bitiren ve liseye başlayan çocuklarımızın bu kurumlarla düzenli ilişkisi sona ermektedir. Fakat çocukluktan gençlik çağına geçen bu mezunlarımızın gelişimlerini bir nebze de olsa takip edebilmek için zaman içinde bir Mezunlar çalışması yapmanın gerekli olduğu ortaya çıktı. O zaman başlayan bu faaliyet yaklaşık ayda bir yapılan toplantılar, geziler, kitap okuma, sinemaya gitme, piknik yapma tarzı faaliyetlerle gerçekleşen bir Mezunlar Kulübünün oluşumunu sağladı.

Şu an için içlerinde üniversiteye gidenlerin bile bulunduğu eski mezunların ilgili olanları ile ilişkiler devam etmekte hatta bir bölümü ile kurumda staj, bazı kulüplerde asistan öğretmenlik gibi başlıklar altında beraberliğimiz sürmektedir.

DEĞERLER EĞİTİMİ PROGRAMI

Yazımızın bu bölümünde , Bayrampaşa Bilgi merkezi ve Bilgi Evlerinde uygulanmakta olan programın belki de en önemli ve ayırıcı yönü olan değer aktarımı için kullanılan 30 civarinda medeniyet perspektifimizi yansitan kavramdan bahsetmek istiyorum

Tesbit edilmiş olan bu kavramlar Milli Eğitim Müfredatında yer alan belirli günler ve haftalarla bire bir eşleştirilmekte ve ilgili kavramlar kendi haftalarında etütlerde ve tüm kulüplerde yoğun olarak işlenmektedir. Okulunda aynı haftadan haberdar olan öğrenci o hafta ile ilgili kendisine değer katacak olan kazanımları da Bilgi evinde sevdiği kültürel ve sportif faaliyeti yaparken kazanabilmekte, içinde bulunduğu zaman dilimine farklı bir pencereden bakabilmektedir.

HAFTALAR VE KAVRAMLAR

Okulların ilk haftası genellikle ilköğretim haftası olarak tanımlanır ve bu haftada öğrenciler hocalarıyla ve okula yeni gelenlerle tanışırlar.

Bilgi merkezi ve Bilgi evlerinde bu haftanın kavramı Tanış Olalım ve Selamın Önemi olarak seçilmiştir. Çocuklarımız bu haftada insanlara tebessüm etmenin ve selam vermenin Allah tarafından da çok sevilen bir eylem olduğunu, Peygamber Efendimizin ( a.s) ‘Selamı yayınız’ demiş olduğunu öğrenirler. Selamın toplumda barış ve huzur ve içinde bir arada yaşamanın ilk adımı olduğunu, bu basit kelimenin ve eylemin aslında içinde çok büyük anlamlar taşıdığını kavrarlar ve sadece öğrenmekle kalmayıp uygulamaya da geçerler

Selamla başlayan eğitim dönemlerinde daha sonraki haftalarda ele alınan kavramları şu şekilde listeleyebilirz.

Ahilik haftası: İş ve Meslek ahlakının önemi

Tüketiciyi koruma haftası : Hiç kimsenin hakkını yememe ama kendi hakkını da yedirmeme

Cumhuriyet Bayramı haftası : Millet kavramının tanımı, Cumhuri idarenin özellikleri, her konuda olduğu gibi toplumsal hayatın sürdürülmesinde de istişarenin önemi

Kızılay Haftası : Yardımlaşma, Paylaşmak ve Cömertliğin erdemi

Kurban Bayramı ve Hacc haftası : Allah’a teslimiyetin kutsallığı, Hacc ibadetinin insalık açısından kazanımları

Sağlık haftası: Ruh ve beden temizliği

Öğretmenler günü ve haftası : Öğrenmek ve öğretmek fiillerinin önemi . Bu faaliyeti gerçekleştiren öğretmenlerin tarih boyunca ne kadar önemli bir vazifeyi ikmal ettikleri

Mevlana haftası : Hoşgörü

İnsan hakları haftası: Hak ve hukukun önemi. Kul hakkının ne kadar mühim olduğu. Ahiret aleminde bizleri boynussuz koçun boynuzludan hakkını alacağı alacağı bir günün beklemekte olduğu

Tutum, yatırım ve yerli malları haftası : Bilinçli üretim ve tüketimin önemi. Etrafımızı çepeçevre saran kapitalist bir dünyada insanlığın çevresine de duyarlı olması, üretirken çevresini harap etmemesi, ihtiyacı dışında gereksiz tüketimden kaçınması fikrinin önemi. Bu arada çocuklarımıza özellikle ülke içinde üretilen mallara daha fazla yönelmeleri, üretilemeyen ürünlerin bir gün yurt içinde üretilebilmesi için küçük yaşlarından itibaren onlara adeta hedef olarak verilmesi gibi bir düşünceyi de barındırmaktadır.

Vakıf haftası: İnsanların diğer insanlara karşılıksız olarak iyilik yolunda hizmet edebilme ruhuna sahip olmaları. İyilik için karşılıksız vermek, vakıf ruhunun gelişmesi

Yeni yıl ve hicret: Zaman kavramları, Kur’an Allah’ın dikkat çektiği asr’ın önemi. Her geçen günün iyi bir şekilde değerlendirilemsi. Ayrıca yine bu tarihlere rastlayan Hicret olayının detaylı incelenmesi

Dünya çocuk kitapları haftası: Okumanın ve Tefekkür etmenin insanda açacağı ufukların değerlendirilmesi

Enerji tasarrufu haftası: Tasarrufun önemi. Her alanda israfın kötülükleri

Yeşilay haftası: Vücudun insana bir emanet olarak verilmesinin önemi. Bu emanete saygı. Sigaranın ve zararlı alışkanlıkların bu emanete bir nevi hıyanet olduğu. İçkinin bütün kötülüklerin anası oluşu

İstiklal Marşının kabulü: Bağımsızlık ve istiklalin ne kadar önemli olduğu. Bayrak kavramı

Çanakkale zaferi haftasi: Vatan sevgisi ve vatanı koruma konusunda tarihimizdeki şanlı dönemlerden birinin derinlemesine incelenmesi. Yine bu çerçevede cesaret kavramının önemi

Kardeş topluluklar haftası : Ahmet Yesevi, Yunus Emre gibi tarihi şahsiyetlerin kardeşlik ruhunun bu topraklarda gelişmesi için yaptıkları hizmetlerin incelenmesi. Kardeşlik Ruhu

Bilim ve teknoloji haftası: İlmin önemi, ilmin merkeze alındığı bir yaklaşımın hayatta daima önemsenmesi gereken bir yaklaşım olduğu. Bilim ve ilim kavramlarının incelenmesi

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Haftası: İstişare ve Millet fikrinin önemi. Bağımsızlık

Kutlu doğum haftası: Hakka ve iyiliğe davetin önemi. Peygamberlik kavramı. Peygamber Efendimizin( a.s) detaylı bir şekilde tanıtılması

Edebiyatçılar haftası: Edep ve edebiyat kavramları. Bu çerçevede okumanın, güzel yazmanın önemi

Anneler günü: Anne-baba hakkının önemi

Engelliler haftası: Sabır, nimete şükür. Herhangi bir eksikliğin imtahan oluşu ve bu özellikler sahip kişiler karşı davranışların incelikleri

Şairler haftası: Şiirin ve şiirsel düşüncenin önemi. Önemli şairlerin örnek alınacak yönleri

İstanbul’un fethi: Fetih ruhu ve kahramanlık. Fethin bir işgal değil bir ihya hareketi oluşu

Dünya çevre günü: Çevrenin, insanın emrine verilen mevcudatın kıymetinin bilinmesi, onun israf edilmemesi ve doğru kullanılması, yaratılmış olanlara saygı

Karne: Sorumluluk duygusu ve görev bilinci

Bu haftalar ve yukarıda bahsedilen kavramlarla ilgili kurum içinde özellikle Rehberlik birimi çerçevesinde ciddi bir gurup çalışması yapılmaktadır. Bu çalışma gurubu belli aralıklarla bu kavramları güncellemekte, bunların çeşitli kulüpler içinde nasıl işleneceği ile ilgili yöntemler geliştirmektedir. Bu işleme sırasında istifade edilecek çeşitli kaynaklar taranmakta ve elde edilen bilgiler her hafta öncesi öğretmenlere verilmektedir. Bu çalışma zaman içinde değerli bir birikim oluşturmuştur.

Haftalar ve kavramlar konusunda yapılan bir diğer çalışma da aylık bazda düzenlenmekte olan Çocuk seminerleridir. Bazen kurum içinden bazın de kurum dışından gelen konuşmacılar tarafından çocukların tümüne hitaben yapılan bu seminerler, uygulanmakta olan kavramlar çalışmasına farklı bakış açılarını nakletmek için önemli bir araç olarak hizmet görmektedir.

PROGRAM VE MÜFREDAT ÇALIŞMALARI

Bilgi evlerinde uygulanan bu programda ortaya çıkan Müfradetın önemli bir yanı da kademe anlayışının gelişmesi olmuştur. Kuruma daha sonraki senelerde de devam eden öğrenciler için kademe anlayışı gerekli olmuş, ilk sene gelen çocuklarla daha sonraki senelerde de devam edenler arasında kendilerine anlatılacak konularda detaylandırma ihtiyacı gerekmiştir. Program geliştirme birimi bu alanlarda da çalışmakta ve bu kavramların içeriklerini sürekli geliştirmekte ve detaylandırmaktadır

Dolayısıyla uygulanan sistemin en önemli noktalarından birinin bu program geliştirme ve Rehberlik birimi olduğu da açıkça görülmektedir.

Rehberlik biriminde yapılan diğer önemli bir çalışma da her kulüp için hedefer tesbit edilmesi olmuştur. Bu hedefler, o kulübe bir yıl içinde devam eden öğrencide gelişmesi arzu edilen yönlerin ortaya konması için tasarlanmıştır. Bu hedefler bir yandan kulüp öğretmeni için kendini kontrol edebileceği bir çerçeve oluştururken diğer yandan veliler için de çocuklarının bu hedefler çerçevesinde ne tür gelişme gösterdiğini görebilmek açısından yararlı olmaktadır. Bunu sağlamak üzere kurum tarafından bir karne düzenlemekte ve bu karne dönem sonlarında velilere verilmektedir. Tabii yıl içinde bu karne içinde yer alacak gelişme hedefleri veliler ile paylaşılmakta onların çocuklara verilmekte olan eğitimi yıl içinde de takip etmeleri istenmektedir.

Bu hedeflerden bir kaç örnek vermek gerekirse

Çocukların ‘Davranış Gelişimlerinin Değerlendirilmesi’ için tesbit edilmiş hedefler:

Öğrencinin:

1/ Kendine ve insanlara güven duyması. (Bağımsız karar verebilmesi, Öğretmenlerine ve arkadaşlarına kendi duygu, düşünce ve ihtiyaçlarını ifade edebilmesi, arkadaşlarını kendisi ve doğru seçmesi)

2/ Etkinliklere katılması.

3/ Bağımsız olarak ve grup halinde çalışabilmesi. (Ödev ve araştırma sorumluluklarını yerine getirmesi.)

4/ Planlı ve düzenli çalışabilmesi, zamanı doğru kullanabilmesi

5/ Toplum kurallarına uyması: (Bilgi Merkezi, sınıf ve kulüp kurallarına uyması, Büyüklerine saygı ve küçüklerine sevgisi, Temizlik ve görgü kurallarına uyması, Arkadaşlarıyla geçimi ve yardımlaşması, görgü kurallarına uyması)

6/ Haklarının bilincinde olması. Başkalarının haklarına saygılı olması.

7/ Serbest zamanlarını değerlendirme alışkanlığı

8/ Verilen görevi yerine getirme başarısı

Etüd’lere devam eden çocuklarda gözlemlenecek gelişmeleri takip edebilmek için tesbit edilen

hedefler:

Öğrencinin:

1/ Verimli ders çalışabilmeyı iyi öğrenmiş olması,

2/ Kendi başına karar verebilme yetisini kazanabilmesi

3/ Kaynaklardan doğru bir şekilde yararlabilme becerisini kazanabilmesi

4/ Görev ve Sorumluluk bilinci kazanması

5/ Sorgulama ve eleştirel düşünebilme yetisinin gelişmesi

6/ Kendini doğru ve cesaretle ifade edebilmesi,

Yukarıda iki örneğini verdiğimiz bu tarz hedefler tüm kulüpler için tesbit edilmekte ve öğrencilerin gelişimleri bu hedefler doğrultusunda takip edilebilmektedir

UYGULAMANIN TAKİBİ VE ÖLÇÜMLEME ÇALIŞMALARI

Rehberlik biriminin diğer önemli bir işlevi bu çalışmanın hazırlanması yanında onun uygulanmasını takip etmek ve uygulama sonrasında verimini test edebilmektir.

Bu tesbitin yapılabilmesi için bir çok test yapılmakta ve bunların sonuçları de değerlendirilmeye çalışılmaktadır:

Bu çerçevede sene başında çocuklara dönem başlarında ‘SEN OLSAN’ adlı değer eğitimi anketi yapılmaktadır. Bu anketlerde uygulanacak kavramlarla ilgili sorular sorulmakta, aynı anketler dönem sonunda aynı mantıkla ama farklı sorularla tekrar edilmektedir. Bu sayede çocuğun üzerinde verilen eğitimin etkisi ölçülmeye çalışılmaktadır.

Bunun dışında velilerden seçilmiş bir gruba da ‘DAVRANIŞ GELİŞİMİ’ aile anketi uygulanmaktadır. Dönem başı ve sonunda yapılan bu anketlerle çocuklarda uygulanan eğitimin veli gözüyle nasıl göründüğünün tesbit edilmesi amaçlanmaktadır

Rehberlik biriminin yaptığı diğer bir çalışma da öğrenciler ve ailelerle gerçekleştirilen MEMNUNİYET ANKETLERİDİR

Tüm bu anketlerin sonuçları SPSS adlı ‘sosyal bilimler için istatistiksel analiz programı’ ile değerlendirilerek sonuçlar üzerinde istatistiki veriler elde edilmeye gayret gösterilmektedir.

Rehberlik biriminin 2005 yılından bu yana düzenli yaptığı bir diğer çalışma da kuruma devam eden çocukların velileri ile yüzyüze görüşmelerdir. Yıl boyunca randevu usulu ile yapılmaya çalışılan bu görüşmelerde yaklaşık 4/5 oranında bir görüşme gerçekleştirilmektedir. Bu sayede aileler daha yakından tanınabilmekte, velilerle bir yandan eğitimle ilgili yapılanlar müzakere edilirken, diğer yandan çocuklarda veya ailelerde tesbit edilen küçük sorunlar üzerinde pedagojik bir bakış açısıyla ilgilenme imkanı bulunmaktadır. Sınırla sayıda da olsa ortaya çıkan sorunlar için ailelerin de daha profesyonel bir yardım alması için tavsiyelerde bulunulmaktadır.

Ailelere yönelik yapılan çalışmalardan bir diğeri de yaklaşık ayda bir periyotta yapılmakta olan Aile Eğitimi Seminerleridir. Kurumun en alt katındaki salonda veya salonu olmayan şubelerde en yakındaki ilköğretim okulunun salonunda yapılan seminerlerde genelde çocuklarla işlenen konu ve kavramlara uygun konu başlıkları seçilmekte, bazen de genel çocuk sağlığı, çocukların gelişim evreleri, anne baba tutumları gibi konularda da uzman kişilerle aileler buluşturulmaktadır.

BÜLTENLER VE YAYINLAR

Bir diğer hizmet de ailelere yönelik olarak hazırlanan maksimum iki sayfalık AİLE BÜLTENLERİDİR. Bu bültenlerde bu güne kadar aşağıdaki konular işlenmiş, bu sayede bir nebze de olsa ailelerin çocuk eğitimi konusunda özet bilgi almalarını sağlayabilme hedefi güdülmüştür.

1/   ERGENLİK

2/   BİLGİSAYAR BAĞIMLILIĞI

3/   ANNE BABA TUTUMLARI

4/   ÇOCUKTA ÖLÜM ALGISI

5/   DİKKAT DAĞINIKLIĞI

6/   ÇOCUKTA ZİHİNSEL GELİŞİM

7/   ALT ISLATMA

8/   ÇOCUĞUN SOSYAL GELİŞİMİNDE OKUL-ÖĞRETMEN-ARKADAŞ FAKTÖRÜ

9/   ÇOCUKTA ÖĞRENME BOZUKLUĞU

10/ TIRNAK YEME ALIŞKANLIĞI

11/ ÇOCUKTA ÖZGÜVEN

12/ ÇOCUK VE TELEVİZYON

13/ KARDEŞ KISKANÇLIĞI

14/ KARNE HEYECANI

15/ ÇOCUKTA SALDIRGANLIK

16/ ÇOCUKLARDA YALAN

17/ AİLE İÇİNDE ETKİLİ İLETİŞİM

18/ ETKİLİ DERS ÇALIŞMA TEKNİKLERİ

19/ ÇOCUK EĞİTİMİNDE DİSİPLİN   ANLAYIŞI

20/ ÇOCUKLARDA DEPRESYON

21/ SINAV KAYGISI NASIL AŞILIR

22/ ÇOCUKLARIMIZIN KORKULARINI TANIYALIM

23/ ÇOCUKLARDA TİKLER

24/ UTANGAÇ ÇOCUKLAR

25/ TÜKETEN GENÇLİK

26/ ÇOCUKLARDA YARDIMLAŞMA VE PAYLAŞIM

27/ ENGELLERİ AŞMAK

28/ EN YAKIN TEHLİKE…SİGARA

29/ AİLEDE HOŞGÖRÜ

30/ ÇOCUKLARDA UYKU BOZUKLUĞU

31/ ÇOKLU ZEKA NE DEMEKTİR

32/ ÇOCUKLARDA DERS ÇALIŞMA TAVRI

33/ ÇOCUKLARDA SOSYAL FOBİ

34/ AİLEDE SINAV STRESİ

35/ ÇOCUKLARDA ÖZGÜVEN GELİŞİMİ

36/ SINAV KAYGISI VE EBEVEYN TUTUMLARI

Bilgi Merkezi ve Bilgi Evlerinin özel çalışmalarından bir tanesi de yayınlanmakta olan Çocuk Ürünleri dergisidir. HAYAL TRENİ adlı bu dergi iki ayda bir hazırlanmakta ve dergi içinde yer alan bütün yazılar bizzat çocuklar tarafından yazılmaktadır. Edebiyet Basım Yayın Kulübü rehber öğretmeni Şair – Yazar Ahmet Mercan’ın yönlendirmesi ile çocuklar şiir, hikaye, deneme, röportaj, çizgi tarzındaki ürünlerini hazırlamaktalar. Hayal treni bugüne kadar 45 sayı yayınlandı. Bu sayıların bazıları özel sayı olarak düzenlendi. Mesela Van depremi sonrası bir sayı sadece öğrencilerin Van’daki yaşıtları için kaleme aldıkları yazılardan oluştu. Bu sayı rutinin dışında bir sayıda basılarak çocuklardan oluşan bir heyet eşliğinde Van’da seçilmiş üç köyde öğrencilere dağıtıldı. Bu sayı sonrasındaki bir sayı da Van’daki çocukların hissiyatlarını anlatan mektupların derlenmesi ile hazırlandı.

Bilgi Merkezi ve Bilgi evlerinde bir diğer farklı çalışma da SEYİRCİ KALAMAYIZ başlığı altında organize edilen, Türkiye ve Dünyadaki tabii afetler ve felaketler karşısında öğrencilerin duyarlılıklarını arttırmayı hedefleyen bir faaliyet. Somali’deki açlık, Pakistan’daki felaket, Suriye’deki savaş sonrası Türkiye’deki çocukların eğitim sorunu, Van depremi gibi olaylar sonrasında öğrenciler İlçe bazında çeşitli mahallelerde dolaşarak insanların duyarlılıklarını harekete geçirdiler. Yardım kampanyalarını tanıttılar.

HAYAL TRENİ dergisi de tüm bu olayları sayfalarında işledi ve ihtiyaç olduğu müddetçe işlemeyi hedeflemekte..

MESLEK İÇİ EĞİTİM ÇALIŞMALARI

Bilgi Merkezi ve Bilgi Evlerinin kurulduğu günden bu yana uygulamakta olduğu bir diğer çalışma da öğretmenlere yönelik yapılmakta olan Genel Bilgilendirme ve Meslek içi eğitim çalışmasıdır.

Yaklaşık 45 kişinin çalıştığı Bilgi Merkezi ve Bilgi Evlerinin eğitim kadrosunun ortak bir düşünce ve yaklaşıma sahip olabilmesi için üç tip eğitim faaliyeti yapılmaktadır

Genel Seminerler dediğimiz ilk türde yaklaşık ayda bir, seçilen konuda uzman bir kişi tarafından daha çok mesleki bazda teknik bilgilerin verildiği seminerler düzenlenmekte

İkinci türe Yuvarlak Masa Toplantıları ismi verilmekte. Bu toplantı türünde daha çok fikri bazda, öğretmenlerin de fikirleri alınarak düzenlenen bir okuma listesi çerçevesinde yine ayda birlik bir periyotta toplantılar yapılıyor. Öğretmenler bu kitapları okuyorlar ve ayın sonunda okunan bu kitaplar üzerinde moderatör eşliğinde fikir alış verişi yapılıyor, bazen de kitabın yazarı davet edilerek bu müzakereler onunla birlikte gerçekleştiriliyor..

Üçüncü toplantı türü ise her hafta sonu yapılmakta olan Haftalık Kavram Toplantıları. Bu toplantılarda bir hafta sonra işlenecek olan konular ile ilgili genel bilgiler verilmekte, ayrıca öğretmenlere Rehberlik birimi tarafından hazırlanan eğitimde kullanabilecekleri materyeller teslim edilerek bunların üzerinde görüşmeler yapılmaktadır.

Bilgi Merkezinde yapılan faaliyetler sürekli güncellenen bir Web Sitesi ile izleyicilere ve velilere duyurulmaktadır. Yine her birim için açılan facebook ve twitter hesapları üzerinden öğrenciler ve öğretmenler, gerek aktiviteleri, gerekse de düşünceleri ve yorumlarını yoğun olarak paylaşmaktalar.

YAZ PROGRAMLARI VE DİĞER AKTİVİTELER

Bilgi Merkezi ve Bilgi Evlerinde bütün bunlara ilave olarak yaz aylarında daha eğlenceli bir program takipe edilmekte. Kısmen ders tekrarlarını önemseyen Genel Kültür derslerinin yanısıra kültür, sanat ve spor aktiviteleri yaz aylarında daha çok ön plana çıkmakta.

Çalışmalarımızda değer aktarımı konusunu her daim önemsediğimizden dolayı Yaz Programları için de genelde 10 adet kavram belirlemiş bulunuyoruz. Bilge Merkezi ve Bilgi evlerimizde DÜŞÜNMEK, İNANMAK, SORUMLULUK, AHLAK, ADALET, DOĞRULUK, ŞÜKÜR, SABIR, YARDIMSEVERLİK SEVGİ-SAYGI adlı kavramları eğitimin merkezine yerleştirdik ve faaliyetleri bu kavramlar etrafında yönlendirmekteyiz.

Ayrıca 60 metrekarelik özel havuz kurularak programa kaydolan gençleri yüzme hocaları eşliğinde yüzme dersi verilmekte.

Kış aylarında belirtilen programlar dışında, şiir, edebiyat yarışmaları, çeşitli konularda bilgi yarışmaları, senede bir kere ilçe çapında bir sportif faaliyetin organizasyonu gibi aktiviteler de gerçekleştirilmektedir.

Bilgi merkezi ve Bilgi evlerinde yıl sonlarınıa büyük müsamereler yapılmakta buralarda çocuklar hünerlerini sergilemektedir. Ayrıca yıl içinde belli kulüpler ürünlerini kurum içi veya kurum dışında veliler ve halk ile paylaşmaktadır.

ÇALIŞMANIN YAYGINLAŞTIRIMASI

Bayrampaşa’da yapılmakta olan bu faaliyeti 2007 yılında EBSAD ( Eğitim Bilimleri ve Sosyal Araştırmalar Derneği) ile birlikte farklı bölgelere de taşıma imkanı elde edildi. İlk olarak Adıyaman ilinde iki noktada bu çalışma uygulanmaya başlandı.Adıyaman Belediyesi’nin de katkılarıyla, şehir içinde en uygun alnlar tesbit edildi ve mekanlar oluşturldu. Daha sonra eğitim ekibinin tesbitine başlandı. İlk etapta seçilen idareci ve öğretmenler İstanbul’da kısa süreli bir eğitime tabi tutuldu. Sonrasında belirli zamanda İstanbul’dan bu ile yapılan ziyaretlerle eğitimin uygulamasına nezaret edildi.

EBSAD bünyesinde bu çalışmayla ilgilenen kişilerin de yoğun gayreti ile bir eğitim faaliyeti adeta franchising yöntemi ile başka bir ilde sorunsuz uygulandı. Adıyaman’daki çalışmada Belediye belli alt yapı giderlerini sağlarken, mekan, iç donanım, personel ve genel giderler dernek tarafından karşılandı. Bu yapı eğitimde özel bir çalışma modeli olarak faaliyetini sürdürüyor ve başka alanlara da yayılıyor.

İkinci etapta Aydın ilinde yine EBSAD ile birlikte İlim Yayma Cemiyetine tahsis edilen bir Vakıf külliyesinde aynı çalışma başlatıldı. Adıyaman’daki yöntem aynen uygulandı ve şu an Adıyaman’da 800, Aydın’da da 450 civarında öğrenci bu çalışmadan tıpki Bayrampaşa’daki gibi istifade ediyor.

İstanbul ili içinde Esenler semtinde de 2009 yılında yine EBSAD aracılığı ile iki noktada ve yaklaşık 900 öğrenciye aynı eğitim çalışması uygulanmakta. Esenlerde’de mekan Belediye tarafından sağlandı. Burada da iç donanım yine dernek tarafından temin edildi.

EBSAD kurumlarında Hayal Treni ile aynı tarzda çıkarılan öğrenci bültenine YILDIZLI NEHİR adı verildi

Öğretmen Seminerleri ve Aile seminerleri için her üç ile yönelik oluşturulan konuşmacı havuzundan ortak konularda seminerler koordine edilmekte, belli aralıklarda yöneticilerin ve idari personelin karşılıklı ziyaretlerinde eğitimdeki iyi uygulamalar paylaşılmaktadır.

Son iki yılda seçilen bir eğitim koordinatörü tarafından üç ildeki eğitimin birbiriyle uyumunun sağlanması için düzenli ziyaretler yapılmakta. Bu arkadaşımızı ayı üçe bölerek her bir bölümünü bir şehirde geçirmektedir.

SONUÇ OLARAK

Örgün eğitime destek mahiyetinde tasarlanan Bilgi Evi ve Bilgi Merkezi faaliyeti ilköğretim çağındaki çocuklarımız için çok önemli kazanımlar sağlayan yararlı bir faaliyet olarak ortaya çıkmıştır. Bu çalışmanın daha verimli olabilmesi için bizim uygulamalarımızdaki en önemli ana noktaları şu şekilde ifade edebiliriz.

Öncelikle bu çalışma belli bir müfredat dahilinde ve bütüncül bir bakış açısıyla yürütülmelidir.

Buraya devam eden çocukların velilerin velileri kuruma bir bedel ödemedikleri için faaliyetin devamı ve verimliliğnin sağlamak için disiplinli bir yoklama sistemi uygulanmalı, ay içinde belli bir devamlılık göstermeyen çocukların velileri önce uyarılmalı devamı durumunda kurumdan hizmet alımına son verilmelidir

Veliler çocukları için yapılmakta olan bu faaliyetle ilgili maksimum düzeyde bilgilendirilemeli ve onları da eğitim içine çekebilecek düzenli faaliyet ve iletişim imkanları canlı tutulmalıdır.

Çocukların devam ettikleri okulların idarecileri ve öğretmenleri ile yoğun bir iletişim içinde olunmalı ve çocuklar okulda yaptıkları faaliyetler ile kurumda gördükleri eğitim arasında kopukluklara meydan verilmemelidir.

Çocukların yapmakta oldukları kültürel ve sportif çalışmaların, aldıkları seminerlerin imkan nisbetindeki bazı bölümlerini çevre okulların imkanları da kullanılarak organize edilmesi sağlanmalıdır. Bu sayede kurumlar arasında gecişkenlik belli bir vasatı sağlayacak Milli Eğitimde hedef olarak düşünülen okullar hayat olsun projesine de bu sayede katkı sağlanacaktır

Çocuklarımızın, daha çok okuyan, düşünmeyi ve öğrenmeyi öğrenen, çevrelerine duyarlı, kendi ayakları üzerinde durabilen, iyi okuyan, okuduğunu anlayabilen, fikirlerini düzgün ifade eden, kendi iyi yönlerinin farkına varıp onları geliştirme yoluna giren fertler olarak yetişmesi Bilgi Merkezi ve Bilgi evlerimizin en önemli öncelikleri arasındadır.

Tabii çocuklarımızın kimlikli, kişilikli, sahip oldukları tarihi mirasın ve ait oldukları medeniyetin değerlerinin farkına varan bireyler olarak yetişmesinin, bu çalışmanın ana hedefleri arasında ilk sıralarda yer aldığını belirtmenin de önemli olduğunu düşünmekteyiz.

Bu çalışmanın ana fikri olarak, gelişmiş ve dengeli bir toplum oluşturabilmek için çocuklarımızın zihnen, bedene ve ruhen gelişmelerinin önemli olduğu düşüncesi idareci, aile ve öğretmenler için temel bir hedef olarak daima canlı tutulmalıdır.

Son cümle olarak, Bilgi Merkezi ve Bilgi evleri çalışmasının daha verimli olabilmesi için bu çalışmanın devamında lise çağlarında da çocukların benzer bir mantıkla ve çalışma düzeninde kurgulanmış GENÇLİK MERKEZLERİNE devam edebilmesinin çok yararlı olacağını düşünmekteyiz. Bu tarz bir zincir faaliyetinin yeni yetişen nesillerin daha donanımlı bir hale gelebilmesi yolunda önemli bir işlevi olacağına inanıyoruz.

Dünya Bülteni, 29.01.2015