Osmanlı Devleti döneminde payitaht olan ve Cumhuriyet’le birlikte resmi başkent olmasa da bir nevi ekonomik ve kültürel başkent vasıflarını sürdürmeye devam eden İstanbul, bu dönemlerde başlıca 4 bölümden oluşmaktaydı.
Birincisi , Nefs-i İstanbul diye adlandırılan eski İstanbul, sur içi, bugün Fatih ve Eminönü bölgelerini içine alan kısım…
İkincisi, Galata veya Pera dediğimiz Haliç’in Taksim tarafı; üçüncüsü Boğazın öte tarafı, yani Üsküdar. Diğer bir bölge de Eyüp ve Haslar kazası
Şehir geliştikçe bu bölgeler de çevrelerini genişlettiler, etraflarında yeni yerleşim bölgeleri ve iş alanları oluşmaya başladı.
Nefs-i İstanbul’un Eminönü bölgesi, Boğaz ve Haliç gibi iç su yollarının kesişim noktasında bulunmasının da verdiği avantjla çok uzun bir süre toptan ticaretin, hizmet sektörünün ve İstanbul’un çevre yerleşim yerleri ile ilişkisinin adeta merkezi olma fonksiyonunu ifa ediyordu. Neredeyse her sektörün burada bir piyasası vardı. Trakya ve Rumeli tren ağı buraya bağlanıyor, deniz yoluyla gelen mallar buraya iniyor veya buradan sevk ediliyordu. Ayrıca Boğazın ve Haliç’in iki yanındaki insanların karşılıkla olarak taşınması konusunda da Eminönü önemli bir merkez olma işlevi görüyordu
Eminönü’nde bir çok ürünün özel iskelesi vardı. Ayrıca haftanın muhtelif günleri buradan İstanbul boğazının öte yakasındaki ve Haliç kıyısındaki semtlerine deniz yoluyla mal taşıma seferleri düzenlenirdi. Eminönü bölgesi toptancı esnafı bu günlere yönelik olarak kendilerini hazırlardı. O günlerde ilgil bölgenin tüccarları gelir, ihtiyaçlarını temin eder ve iskelede bekleyen mavnalara yüklenen mallarını alıp giderlerdi.
Ayrıca meyve, sebze ve bostan hali de uzunca bir süre Eminönü ile Unkapanı arasındaki bölgede hizmet görmüştü.
Özellikle 1940’lı yıllardan sonra, Prost planının da tesiriyle, Haliç’in Avrupa yakasında, Unkapanı köprüsünün Cibali sonrasına bir bölüm sanayi taşınmaya başladı. Geçen yıllar içinde sur dışı bölgelere (öncelikle Sağmalcılar, Topçular, Sefaköy), karşı yakada da Kartal, Pendik ve Tuzla bölgelerine sanayinin ve bazı toptancıların gittiğini görüyoruz.
1980 İhtilali sonrasında İstanbul’un Nefs-i İstanbul’daki bu merkezi , askeri yönetim iradesinin de verdiği destekle çevreye doğru taşınmaya başladı.
İlk etapta İkitelli civarında sanayi sitelerinin oluşturulması ile 30’un üzerinde sektör için yerleşim yerleri planlandı ve çalışmalar başladı. Kooperatifler kurulması teşvik edildi, arsalar tahsis edildi ve ihaleler sonrası inşaatlara girişildi. 1980’lerin ortalarında başlayan bu hareket 1990’lı yıllarda bu bölgelerde iş yerlerinin inşaatlarının bitmesi ile kuvveden fiile geçme sürecine girdi.
Meyve ve sebze hali eski adı ile Sağmalcılar yeni adıyla Bayrampaşa’ya, bostan hali Zeytinburnu civarına, kuru gıda ticareti de Rami bölgesine doğru gitmeye başladı.
Anadolu yönünde de Tuzla ve Gebze bölgelerine doğru ciddi bir yayılma göze çarpıyordu.
Şehrin merkezinin boşaltılması çalışması sırasında sektörlerin taşınma süreci çok sancılı olayları da beraberinde getirdi. Firmaların yıllarca edindikleri piyasa yerleri dağıldı, gıda sektöründe olduğu gibi çift taşınma (önce Rami’ye sonra da Mega Center’a) bir çok firmanın kapanmaya kadar giden serüvenini hızlandırdı.
Bazı sektörler ise bu taşınma sürecine kısmen muhalefet etti. Kendileri için yapılan bölgelere gitmekte kısmen yavaş davrandılar, başka alanlara yöneldiler veya yerlerini terk etmediler. Özellikle tekstil sektörü bu süreci çok somut olarak yaşadı. Onlar için inşa edilen Tekstilkent ve Giyimkent gibi iş alanları bugün bile istenen bir doluluğu sağlayamadı. Onun yerine Zeytinburnu, Merter ve Fatih’de ihtisas alanlarına göre tekstil piyasaları oluştu.
1980 Sonrası Türkiye Ekonomisi’nin genel anlamıyla dışa açılması ve dünya piyasaları ile daha fazla entegre olmasının, içerideki ticari ve sınai faaliyeti ciddi bir şekilde etkilediğini gözlemlemekteyiz. Bu açılım yeni zenginlikleri beraberinde getirdi.
İş adamlarımızı ve özellikle küçük çaplı işletmelerimiz iş öğrendi, organizasyon kaabiliyetlerini geliştirdi, kaliteli mal üretme mecburiyeti arttı. “İnovasyon” diye bir kavramın öneminin farkına varıldı, kurumsallaşma ihtiyacı belirgin hale geldi, profesyonelleşme olmazsa olmaz bir hal aldı.
Büyük sermayenin dışa açılımı, onların tedarikçilerini de etkiledi. Bu sürece ayak uydurabilenler ayakta kaldı, uyduramayanlar piyasadan çekilmeye başladı.
Gayri Safi Milli Hasıla olarak da ifade edilen Milli Gelirin artışı, talebi de arttırdı. Talep üretimi, üretimin artışı üretilen malların pazarlama ihtiyacının artmasını, tüketimin teşvik edilmesini derken bu zincirleme olay ekonomiyi sürekli büyütmeye devam etti. Talebin karşılanacağı mekanlar yani perakende alış verişin yapıldığı alanlar da yurt dışına açılımın verdiği bilgi ve görgü ile farklılaşmaya başladı.
Dükkanlar marketlere ve büyük alışveriş merkezlerine doğru evrilme sürecine girmişti ve bu süreç gittikçe hızlanıyordu.
Bu arada eski toptancılığın da şekli değişiyordu. Zayıf toptancılar bu sürece direnmekte zorlanıyorlardı.
Ayrıca üretim artışı küçük imalatçıları gittikçe zorlar oldu. Her alanda büyüme bu sürece ayak uyduramayan daha çok küçük ve orta boy işletmeleri sıkıntıya soktu.
Türkiye’nin dışa açılım hamlesine ayak uyduran KOBİ’ler bu kanaldan yol alarak işlerini geliştirebildiler ve kendileri için yurt dışında yeni alanlar buldular. Bazıları yurt dışında yatırımlara bile giriştiler. Fakat bu gelişim ve dönüşüm her kesim için maalesef aynı oranda başarılı olmadı.
1990’lı yıllar yüksek enflasyon ve yüksek faizli dönem finans imkanları güçlü kesimlerin daha da güçlenmesine sebep oldu. Tam dönüşüm sürecine yakalanan KOBİ’lerden bu süreci atlatamayanlar kazançlarının büyük bölümünü ya ham madde tedariki sırasında zamlara, ya sermaye bulabilmek için yüksek faiz alan banka ve finans kurumu gibi yerlere veya yüksek kira olarak mülk sahiplerine ödediler.
2000’li yıllar Türk ekonomisi için yeni bir dönüşüm sürecini beraberinde getirdi. Yeni ekonomik yapı, küresel sermayenin yurt içine girmesi için çok daha uygun bir ortam oluşturuyordu. Faizlerin ve enflasyonun düşme trendine girmesi bir açıdan iyi bir ortam oluşturken, para politikalarını gereği olarak ithalatın rahatça yapılabilir olması yurt içindeki bir çok imalat biriminin zayıflamasını ve sonra da kapanmasını beraberinde getirdi.
Bu süreçte Türkiye’nin ara malı ithalatının genel ithalatının % 60’ları civarında seyretmesi bu malları üreten KOBİ tarzı küçük sanayinin ortadan kalkmasına yol açtı. Bu süreci iyi okuyabilenler ithalat yaparak kendilerini kurtarabildiler fakat bu dönüşümü yapamayanlar ya küçüldüler veya ezildiler
Bu arada imalat ve satış hacimlerinin büyümesi, büyük imalatçıların kendi dağıtım ağlarını ve zamanla da satış merkezlerini kendilerinin kurmaları gerçeğini de beraberinde getirdi. Dolayısıyla toptan, yarı toptan ve perakende piyasaları bu gelişmeden ciddi şekilde etkilendiler.
Merkezi hükümetin söylem olarak ciddi bir gayret gösterdiğini ifade etse de bu dönüşümde KOBİ’lere gerekli desteği sağlayamadığını üzülerek müşahade ediyoruz. Veya başka bir ifade ile sağladığını zannettiği desteğin, gelişmeler karşısında yetersiz kaldığını görüyoruz..
Eski KOBİ ailelerinin çocuklarının büyük bölümü babalarının işlerini devam ettiremez hale geldiler. Devam etmeye çalışanların önemli kısmı da başaramadı. Bu kesimlerin büyük bölümü beyaz yakalı diye tarif edeceğimiz sınıfı oluşturmaya başladılar. Çünkü gelişen ekonomik yapı çok sayıda yetişmiş yönetici zümreye ihtiyaç duymaktaydı.
Tabii bu arada ülkede kırsal alandan şehirlere doğru ciddi bir insan akını olmakta, şehirlerde imalatın yanında gittikçe artan bir hizmet sektörü devreye girmekteydi.
1990’larda sanayi kısmen üzerinde durulan bir alan iken 2000’li yıllarda hizmet sektörü ülke için daha tercih edilir bir dal olmaya başladı.
2000’li yıllarla birlikte, 1980’lerde başlayan özellikle İstanbul’un merkezinin çevreye taşınması çalışması hedefi bir çok alanda şekil değiştirdi, bazılarında başarılı oldu bazı alanlarda ise yetersiz kaldı.
Önemli bir örnek olarak İkitelli projesi ilk kurgulandığı zamandaki hedeflerine yeteri kadar ulaşamadı. İnşaatlar çok uzun sürdü, iskan meseleleri tam anlamıyla çözülemedi, bazı sektörlerde iş yeri büyüklüklerinin zamanla yeterli olamadığı görüldü. Ayrıca bu entegre projede, yeni oluşturulan sanayi sitelerinin etraflarındaki yerleşim alanlarının gerek hızı, gerekse de buralara insanların taşınması için gerekli alt yapı, yol, metro gibi hizmetler aynı hızla hizmete giremedi. Bu da ilk etapta buralara taşınmayı menfi manada etkiledi. Aynı zamanda bu yetersizlikler ciddi bir trafik keşmekeşini de beraberinde getirdi.
Bir diğer gelişme de İlçe sınırları içinde çok fazla (Alış Veriş Merkezi) AVM’nin yapılması olarak ortaya çıktı. İlçe Belediyelerinin AVM ‘lerin kontrolsuz biçimde kendi bölgelerinde yapılmasına izin vermeleri o bölgelerdeki esnaf ve küçük tüccarları zayıflattı ve yok etti. Bu da ayrı bir problem olarak önümüze geldi. 2000’li yılların ortalarından itibaren mevzusu edilen Perakendecilik Yasasının hala çıkarılamaması hükümet açısından önemli bir eksi puan olarak ortada durmaktadır. Artık bu kanunun çıkmasının fazla da bir yararı bulunmamakta, muhtemelen böyle bir kanunun çıkması bundan böyle yine küçüklerin daha fazla hırpalanmasına sebep olacaktır.
( Bu yazının ilk yazıldığı tarihte yasa henüz çıkmamıştı. Fakat daha sonra bu konuda bir yasa hazırlandı. Fakat çok geç kalındığı için mevcut yasanın beklentilere ne kadar cevap verdiği tartışılmaktadır)
Küçük imalat birimleri, küçük toptancılar, esnaf yapıları dağıldıkça bunların kendi aralarında yüzyıllardır kurmuş oldukları mesleki dayanışma, komşuluk ilişkileri, esnaf dayanışmaları da bu gelişime ayak uyduramadı. Bu kesimler değişim karşısında yalnızlık duymaya başladılar.
1990’lı yıllarla beraber mesleki dernek ve vakıfların daha fazla ortaya çıktığını görüyoruz. Bu kesimler kendilerin bu tür kurumlar içinde ifade etmeye başladılar. Mesleki Dayanışma bu kurumlar çerçevesinde oluşmaya başladı. Tabii Ticaret ve Sanayi Odaları ve Borsalar da kısmen bu sıkıntıların ifade edildiği ve çözüm arandığı yerler olarak bu kesimler tarafından değerlendirilmeye çalışıldılar.
KOBİ’lerin bu gayretleri ne kadar başarılı oldu? Bu hususun geniş bir araştırma neticesi ortaya konulmasının gerekli olduğunu düşünmekteyim. Kısmen ithalata dayalı, kısmen gerek kamu gerekse de yerel yönetimlerin hizmetlerine yönelik işlerle büyüyen ve işlerini devam ettiren birçok kesimin bu durumunun reel bir ticari ve üretim ortamı olarak görünüp görünmemesi üzerinde hassasiyetle durulması kanaatini taşımaktayım.
Son yıllarda merkezi hükümetin teşviki, Finans kesiminin yoğun olarak devreye girmesi ile gerek inşaa süreci, gerekse de rahat borçlanabilen insanların satın alımları neticesi, inşaat sektörünü ülkenin ekonomik büyümesinde ciddi bir motor güç haline getirildiğini görmekteyiz.. Ayrıca kredi kartı ve tüketici kredilerinin verdiği açılım, rahat ve korkusuzca borçlanan ve geleceğini tehlikeye sokan büyük bir kitleyi ortaya çıkardı. Ülkenin GSMH’sı yükselen dolar kuru dolayısıyla 2019 yılı ortaları itibariyle 810 milyar dolar civarında olmakla birlikte hanelerin finans kesimine borcu da 550 milyar TL’yi aşmış bulunuyor
Bu dengelerin hassas bir şekilde yeniden ele alınması icap ediyor. Buralarda bölge bölge, sektör sektör, gelir grubu seviyelerini de nazarı dikkate alarak yeniden planlamaların yapılası gerekiyor kanaatini taşımaktayım.
Bu çerçevede mekansal değişikliklerin insanlarda oluşturduğu yalnızlaşma, destekten yoksun kalma psikolojilerinin de üzerinde özellikle durulması gerekiyor. Mekansal değişim, ekonomideki yapısal farklılaşma sektörlerde mesleki eğitimi de ciddi şekilde etkilemekte
Eskiden var olan usta çırak ilişkileri yapısal değişim ile yerini farklı yapılara bırakmak zorundakaldılar. Bu yapılar bir dönem Meslek liseleri ve Meslek Yüksek okulları çerçevesinde halledilmeye çalışılmaktaydı. Fakat özellikle 28 Şubat kararları diye şöhret bulan kısmi müdahale sürecinde İmam hatiplerin önünün kesilmesi için alınan tedbirler ülkemizde mesleki eğitime de büyük bir darbe vurmuştu. Son dönemlerdeki gelişmeler bu sıkıntıyı kısmen ortadan kaldırmakla birlikte yine de dengeler tam manasıyla yerine oturmuş görünmemekte.
Mesleki Eğitim, Hayat boyu eğitim gibi konuların verimlerinin artması, ülkenin yüksek öğreniminin de (bu problemleri göz önüne alarak) yeniden ele alınmasının da yararlı olacağını düşünmekteyim.
KOBİ’lerin gelişmesi için de onların birleşebilmelerine imkan verecek mevzuat üzerinde titizlikle durulması, düşük maliyetli finansmana ulaşabilmeleri için özel çalışmalar yapılması, finansal sistemde faiz dışında yeni yollar bulunmasını sağlayacak gelişmelerin önünün açılması gerekiyor.
Ayrıca yıllardır süregelmekte olan dolaylı vergiler, direk vergiler adaletsizliğinin giderilmesinin hayati öneme sahip olduğunu düşünmekteyim. Ülkede tüm insanlar dolaylı vergilerle vergi gelirlerinin % 70’ini karşılamaktalar. Bu büyük bir adaletsizlik. Ülkede herkes kazandığı kadar vergi ödemeli, insanlar kazanmadan dolaylı vergilerle fakirleştirilmemelidir.
Asrın başında özellikle dikkatimizi daha çok yoğunlaştırdığımız İstanbul’da imalatıyla, dağıtımıyla, ticaretiyle ve bunları gerçekleştiren insanların oluşturduğu organizasyonlar ile birlikte bir hayat yaşanmaktaydı. Bu insanlar öncelikle hanlarda ve çarşılarda imalat ve ticaret yapmaktaydı. Oturdukları mekanlar da en küçük birliktelik olan mahalle dediğimiz bir birimden başlayarak şehir halini almaktaydı.
Bu şehir dediğimiz yaşayan organizma, değişime ve dönüşüme uğradı. Gerek piyasa gerekse de mekansal değişim bu insanların işlerinde ciddi sarsıntılar oluşturdu. Bu insanların her anlamda yerleri ve yurtları değişti. Zamanla oturdukları mahalleler ve ilçeler de değişti. Hanlardan, fabrikalara, sitelere ve plazalara gitmeye başladılar. Gittikleri yeni mekanlara daha önce aralarında var olan insani ilişkilerinin büyük bölümünü götüremediler. İşleri gelişirken de daralırken de bir çokları yalnızlaştılar. Bu da birçoğunu bunalımlara kadar götürdü.
Hasılı ülkenin GSMH’sı büyüdü, fakat insanların borçları da büyük ölçüde arttı. İnsanların işleri ve iş yerleri büyüdü fakat komşuları ile kopuşlar yaşadılar. İnsanlar eskiden daha küçük birimlerde çalışıp kazanıp rahat ve huzurlu yaşarlarken şimdi ellerinden büyük paralar geçmesine rağmen, her an bir endişe ve rahatsızlık içinde geleceklerinden emin olmadan hayatlarını sürdürüyorlar bu da onlara arzu ettikleri mutluluğu ve huzuru veremiyor.
Eskiden daha yavaş ama mutlu yaşarken şimdi sanki hızla giden bir vasıta içinde bir şeylere mi yetişmek yoksa bir şeylerden mi kaçmak gibi tercihlerinin hangisini seçtiğini bilemeden yaşar hale geldiler
Tarihi süreçte özellikle İstanbul çerçevesinde izlemeye çalıştığımız gelişme, büyüme ve değişimi bir de bu noktalardan bakarak değerlendirmeye çalışmanın yararlı olacağını düşünmekteyim…
Dünya Bülteni, 04.04.2014