MAHALLE KÜLTÜRÜ

Kariye’de yeni açtığımız iş yerimiz, işaret tabelalarında hala Kariye Müzesi olarak görülen fakat her an Cami olarak açılması beklenen Kariye Camii’ne kuş uçuşu bir kaç yüz metre uzaklıkta bir yokuş üzerinde.
Karşımızda yaklaşık 40 yıldır o muhitte ayakkabı tamirciliği yapan Ömer ağabeyin dükkanı var. Ömer ağabey mahallenin sevilen bir esnafı. Hemen herkesle muhabbeti var. Gün içinde tezgahında çalışırken çoğu vakitler mahalleden birilerini onun karşısındaki sandalyede otururken görebilirsiniz. Canlı bir sohbet ve bazen de onun küçük demliği ile kaynattığı çay bu sahnenin iki önemli parçası.
Yanımızdaki dükkan, kısmen bir oto tamirhanesi, kısmen de garaj gibi kullanılıyor. Onun da sahipleri yine bu mahallenin eskilerinden bir aile. Çevrede bir kaç mekanları daha var. Baba ve iki oğulu komşularına güleryüzle bakan insanlar. Yanlarında çalışan yaşça bizden büyük, sanatkar iki kaporta ve boya ustası da var ki onlar da kendileri gibi muhabbetli kişiler..
Her sabah dükkanlar açılırken selamlaşmalar ve hoş geldiniz hitapları hiç eksik olmuyor. Birimiz geç kaldığında hemen diğerleri “ne oldu hayırdır?” diye samimiyetle soruyor ki bu da insana ciddi bir güven veriyor.
Dükkanımızın üzerindeki apartmanda oturanların ve çevre evlerde ikamet edenlerin büyük bir kısmı da yine bu bölgenin eskilerinden. Biz bu mahallede yeni olduğumuzdan, önceleri, mahalleli ikili ilişkilerde biraz çekingen davranıyordu. Fakat zaman içinde selamlaştığımız ve hal hatır sorduğumuz kişi adedi arttı. Günler geçtikçe kapıdan başını uzatıp selam veren sayısı da fazlalaşıyor.
Sokaktan her gün muntazaman geçen bazı seyyar satıcılarla da yavaş yavaş ünsiyet peydah etmeye başladık.
Bulunduğumuz muhit insan trafiğinin pek fazla olmadığı bir yer. Fakat önümüzdeki yokuş Draman ve Balat’a doğru uzandığından ummadığım ölçüde bir vasıta geçişine şahit oluyoruz. Başkalarına tarif ederken bazen eski İstiklal caddesi gibi bir araç trafiği var diye tarif ediyorum. Sebebi de şu; bizim liseye gittiğimiz zamanlarda İstiklal caddesi araç trafiğine açıktı ve burada hakikaten çok ciddi yoğunluk olurdu. Herhalde bu kalabalık zihnimde önemli bir yer edinmişti ki hala örnek olarak kullanıyorum…
Özetle iş yerimiz arabaların çok, fakat insan sayısının yoğun olmadığı bir çevrede yer alıyor. Bu çevrede öne çıkan ve benim vurgulamaya çalışacağım nokta ise eski İstanbul’u anlatan yazılarda gördüğümüz canlı mahalle kültürü ve yakın insan ilişkilerinin varlığı
Geçenlerde karşımızdaki evin ikinci katında yaşayan komşu teyzemiz vefat etti. Bekar olan oğlu ile beraber yaşayan teyzemizin evi hemen mahalleli hanımlarla dolup taştı. Elinde tepsilerle bir çok kişi dükkanın önünden geçerek o eve yiyecek bir şeylerle gittiler.
Cenaze Mihrimah Sultan Camii’nden kaldırıldı ve o sırada yakın çevredeki dükkanların büyük bölümü namaz vaktinde kepenklerini indirdiler. Mahallelinin önemli bir bölümü cenaze namazı için Camideydi.
Karşı evdeki teyzemizin vefat günü bizim iş yerine de o cenaze evinde hazırlanan ikram tabaklarından biri geliverdi. Ben eve taziyeye gidemediğim için mahcubiyetimi beyan ederken komşum “aaa olur mu sen Camiye geldin dükkanı daha fazla kapatman olmaz ben sana hakkını getirdim” dedi. Çok tuhaf olmuştum
Aynı tarihlerde bizim apartmanın üst katındaki bir yaşlı teyzemizin de vefat etmiş olduğunu geç de olsa işittim. Daha sonra duydum ki onun da pazar günü kalkan cenazesine mahalleli yoğun bir şekilde katılmış
Her iki teyzemize de bu vesile ile Allah(cc)’dan Rahmet diliyorum…
Üst katımızdaki teyzenin göz aşinalı olduğum kişilerden hangisi ile irtibatlı olduğunu ilk etapta tam anlayamamıştım. Onu da yine geçen Cuma günü teşhis ettim. O gün sabahtan itibaren apartman çevresinde bir hayli yoğunluk vardı. Parkeden araba sayısı da bir hayli fazlaydı. Kapıdan apartmanın içine doğru normalin dışında bir insan girişi olduğu fark ediliyordu.
Meğerse vefat eden teyzemiz, apartmana giriş çıkışlarda selamlaştığımız Raif beyin annesi imiş ve o gün yakın akrabaları ve komşuları teyzemiz için Kur’an-ı Kerim tilavet etmek üzere toplaşmışlar.
Derken öğleden sonra Raif bey elinde bir tabakla içeri girdi. “Bizim evde annemin mevlüdü vardı, ikramlardan siz de buyurun. Tabii annemin Ruhu için bir Fatiha okursanız seviniriz” dedi. Yine mahçup olmuştum. “Başınız sağ olsun Raif ağabey, inanın benim gelmem gerekirdi, çok sağolun dedim” ama bir şeyleri eksik yaptığımdan dolayı kendimi kabahatli hissetmiştim.
Yıllardır Fatih’te oturuyor olmama rağmen bu sahneler bende inanın çok da karşılaşmadığım olaylar olarak büyük bir etki uyandırdı. Kitaplarda okuduğumuz, büyüklerimizden dinlediğimiz hikayelerden birkaçına bu kısa süre içinde aynel yakin şahit olmuştum.
Bu kısa yazıyı bitirirken bahsetmek istediğim üçüncü olayı da Muharrem ayının son haftasında yaşadım.
Öğlen saatlerinde daha önce görmediğim bir hanım kızımız elinde bir tepsi ile selam vererek dükkan kapısından içeri girdi. “Ben üst katta oturuyorum, annem aşure pişirdi lütfen siz de buyurun” dedi. “Çok memnun oldum, teşekkür ediyorum, Allah kabul etsin” diyerek ikramı aldım ve kızımızı uğurladım. Tabii tepside bir kaç tabak aşure daha vardı ve onları da yan komşuya ve karşıdaki Ömer ağabeye götürüyordu.
“Allah Allah” dedim içimden neler oluyor?
Bu güne kadar hiç temasımız olmayan insanlar, sadece komşuluk hukukunun gereği olarak pişirdikleri aşureden bizlere de gönderiyor. Ne kadar güzel bir hareket…
Ben öncelikle bir irtibat ofisi ve küçük bir ticarethane diye açtığım bu dükkanda daha önceki iş yerlerinde hiç yaşamadığım olaylarla karşılaşıyordum. Gerçi daha önceki iş tiplerimiz bu tür münasebetlere pek uygun bir yapıda değildi ama buna rağmen yine de son olaylar bende garip etkiler uyandırmıştı.
Aşure ikramını hemen o gün tweeterdaki hesabımda paylaşıp takipçilerime duyurdum. Düşündüm ki bizi etkileyen güzellikleri olabildiğince diğer insanlarla da paylaşmalıyız.
Bu yazıyı da aynı saiklerle kaleme aldım.
Komşuluk çok önemli bir şey. Bazen akrabadan da öte komşuluk ilişkilerinin varlığına şahit oluyoruz.
Beraberce aynı çevrede yaşadığımız insanlarla bu tarz yakınlıkları samimiyetle geliştirmek veya daha doğru bir anlatımla, eskiden var olan bu güzel toplumsal alışkanlıklarımızı canlı tutmaya gayret etmek eminim ki hayati önceliklerimizden olmalı.
İnanıyorum ki ancak o zaman hayatımız daha fazla anlam kazanacaktır
Bir yiyecek ve iç mekan görseli olabilir
Turan Erken, Necdet Ömer Özer ve 112 diğer kişi
15 Yorum
2 Paylaşım
Beğen

Yorum Yap
Paylaş

LİMANDA SÜKÜNET

Mücerret adlı dijital platformda 9 Aralık 2020 günü yayınlanan röportaj

Yıllarca kitap ve dergi basımıyla ilgilenmiş, dijital yayıncılıkla ilgilenmiş ve Dünya Bizim, Dünya Bülteni, Kuzey Haber Ajansı ile yayıncılıkta iz bırakmış Erhan Erken, kendi ifadesiyle, fırtınalı bir havada gemiyi batmadan ama biraz da yara alarak limana yanaştırdı ve şimdi limanda biraz sükûnet içinde duruyor.

Erhan Erken ile kitaplara, dijital yayıncılığa, Kariye Kitap-Hediye’ye ve birçok meseleye dair çok özel bir röportaj gerçekleştirdik.

İyi (Mücerret) okumalar

1961 yılında Fatih’te şu an oturduğunuz evde doğdunuz. Fatih’ten, Tarihi Yarımada’dan, hayatınız boyunca hiç kopamadınız. Çalıştığınız, üye olduğunuz, kurumların bile bir kısmı Tarihi Yarımada’da. Tarihi Yarımada’ya tutkuyla bağlanmanızın sebebi nedir, burada hayatınıza yön veren nasıl bir yaşam geçirdiniz?

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra bu şehri dört adet kazaya ayırmış. Bunların en önemli Nefs-i İstanbul denilen bölge. Yani bugünkü sur içi olarak tabir edilen eskiden Fatih ve Eminönü ilçelerinin bulunduğu yer. Daha sonra Eminönü de ortadan kalktı ve Nefs-i İstanbul bugün sadece Fatih tarafından temsil ediliyor. Diğer üç kaza; Pera dediğimiz Haliç’in diğer yakası yani Galata bölgesi ki, Karaköy’den başlayarak devam eden, Galatasaray, Taksim ve devamını içine alan bölge. Bir diğeri Eyüp ve Haslar bölgesi ki sur dışından Silivri’ye kadar gidiyor. Son olarak Üsküdar bölgesi. O da bugün Üsküdar’dan başlayıp Bağdat Caddesi’ne doğru devam eden alanı ifade ediyor. Benim anne tarafım 1920’li yıllarda Selanik’den İstanbul’a göç etmiş ve Fatih’te bugün Atikali Mahallesi sınırları içinde Cemali Sokak’da bir eve yerleşmiş. Rahmetli dedem biz Selanik’e Debre-i Bala’dan ( Yukarı Debre’den) geldik derdi. Annem de bu semtte doğmuş. Baba tarafım da yine  Selanik yakınlarındaki Kılkış  ( Osmanlı döneminde Avrethisar’a bağlı)  diye adlandırılan bir bölgeden Balkan harbinde Selanik’e, oradan da mübadelede yani 1920’lerde Manisa’ya göçmüşler. Daha sonra Rahmetli dedem, babam henüz 3 yaşındayken yani 1933’de İstanbul’a gelmişler. Babamlar da bir dönem Mercan’da, sonra Aksaray’da oturduktan sonra Fatih’te Çırçır denen semte gelmişler. Yani bir taraftan 100 yıldır, diğer taraftan yaklaşık 90 yıldır Fatih’te yaşan bir ailenin çocuğuyum. Bu da belli bir yerleşiklik sağlıyor herhalde. Hanımım da yine 100 yıldır Fatih’te yerleşik bir ailenin kızı ve mahalle komşumuz.

Ben şu an oturduğum evde doğmuşum. Burası esasında amcamın yaptırdığı bir ev. Daha sonra, bir yaşında biraz daha yukarıda Nişanca’daki aile evine taşınmışız. Çocukluk ve gençliğim orada geçti, yani şu anki evin 500 metre yukarısı bir yerde geçti. Evlilikten sonra 1994 yılından itibaren aile içi bir karar gereği şu anki eve tekrar geldik ve hala buradayız. Bu kadar yerleşiklikten sonra buradan kopabilmek  hem bana hem de aileme zor geliyor. Gerçi eş dost ve çevrenin büyük bölümü artık başka yerlere gittiler. Fatih’in nüfusunun resmi olarak dörtte biri Suriye’li göçmenlerle doldu. Her ne kadar burasının tarihi mekanları dışında içindeki insan unsuru büyük bir değişiklik gösterse de ne olduğunu çok keşfedemediğimiz bir hava bizi burada tutuyor. Geçenlerde hanımla, “Bu Fatih’in nesi bizim için önemli?” diye bir muhabbet ediyorduk. Onun bir lafı belki bu durumu daha net olarak ortaya koyabilir. “Erhan, düşünsene dünyada başka bir Fatih var mı?”  Herhalde bu sorunun cevabı bizi hala burada tutuyor

Arkadaşlarımla yapmaya başladığımız tartışmalar Allah’ın bir lütfu olarak tecelli etti ve okuma serüvenime tesir etti

Çocukluğunuzdan beri binlerce kitap okuyup biriktirdiniz. Kitap okuma ve biriktirme serüveniniz nasıl başladı, ilk karşılaştığınız ve zihninizi açan kitaplar hangileriydi? ilk karşılaştığınız ve zihninizi açan kitaplar hangileriydi?

İlkokul ve Ortaokulda çalışkan bir öğrenciydim. Dersler ve ders dışı zamanlarda okumayla ilişkim yoğundu. Lise dönemlerinde varlığımla ilgili sorular ve bunların cevapları beni derslerin dışında başka alanlarda daha fazla okumaya yöneltti. Ortaokul ve liseyi okuduğum Galatasaray’da o dönemlerde solcu ve marksist görüşlü arkadaşların sayısı çok fazlaydı. Ben onlara göre fikri açıdan bir hayli ayrı düşüyordum. O sebepten benim ortaokul ve lise dönemlerimde takma ismim molla idi. Arkadaşlarımla yapmaya başladığımız konuşma ve tartışmalar belki de Allah’ın bir lütfu olarak tecelli etti ve okuma serüvenime müspet manada tesir etti. Yaptığımız her tartışma, bana sorulan her soru, beni kendi düşünce yapımı daha derinleştirebilmek, kendimi ve inandıklarımı sorgulamak noktasında motive ediyordu. Bu da beni daha fazla okumaya teşvik ediyordu. Yaradılışla ve akaidle ilgili kitaplar, İslam’ın sosyal siyasi ve ekonomik yapısı ile kitaplar o dönemlerde benim daha çok başvurduğum kaynaklardı.

Sönmez Neşriyat Müdür Ali İhsan Yurt, Mehmet Şevket Eygi, İsmail Erünsal, Ertuğrul Düzdağ gibi büyüklerimizin birbirleriyle ettikleri sohbet bizleri derinden etkilerdi

Yıllar boyunca farklı gruplarla arkadaşlık yaptınız. Bunların hepsi de çok kaliteli insanlardı. Çok farklı kurumlarda çalıştınız, aynı anda farklı işler yaptınız. Bu yüzden harmanlanmış fakat kendinize has bir dünyanız var. Yaşamınız boyunca hayatınıza kimler tesir etti, zihin yapınızı nasıl oluşturdunuz ve sizi okumaya kimler yönlendirdi?

İlk kütüphanemi oluşturmaya niyetlendiğimde rahmetli dayım ile birlikte bazı kitaplar almıştık. Nurul İzah, Şifa-i Şerif, Müzekkin Nüfus, Ömer Nasuhi Bilmen’in tefsiri, (İlmihali zaten evde vardı) hemen sayabileceklerim içinde bunlardan birkaçı. Kütüphanemde her gözüme çarpışta bana o günleri hatırlatır. Bunlar o dönem için belki benim yaşıma göre biraz daha ağır kitaplardı. Evimizin hemen yanı başındaki Kumrulu Mescid Camii’nin o zamanki imamı Hasan Kılıç hoca ve müezzini Kadir Temir ağabey temel İslami kitapların bir bölümünü tanımam ve ilk defa okumam noktasında bir hayli katkı sağlamıştır. Keza ilk Arapça derslerini okuduğumuz o zamanki İsmail Ağa Camii’nin müezzini Haspi hocanın da teşviklerini hala şükranla hatırlarım. Lise ikinci sınıfta rahmetli Mehmet Şevket Eygi ile tanışmıştık. Galatasaray Lisesi’nde bizden çok önce mezun olmuş bir ağabeyimizdi. O bizim hem İslami eserleri hem de batılı fikri eserleri okumamızı tavsiye ederdi. Ayrıca Osmanlıca öğrenmemizi şiddetle teşvik etmiştir ki benim ilk Osmanlıca dersi almam onun bulduğu bir hoca kanalıyla olmuştur. Erol Özbilgen ağabey bazen lise yıllarında bizlerle sohbet eder ve muhakkak edebiyat ve tarih bölümlerine yönelmemizi salık verirdi.

Yine lise dönemlerinde sıkça gittiğim Beyazıt’taki Enderun Kitabevi’nde sohbetlerine katıldığımız büyüklerimizin kitap ve okumayla ilgili tavsiyeleri de bize hayli tesir etmiştir. Enderun’daki muhabbetlerde yayınevinin sahibi İsmail ağabey, Sönmez Neşriyat Müdür Ali İhsan Yurt, Mehmet Şevket Eygi, İsmail Erünsal, Ertuğrul Düzdağ gibi büyüklerimizin birbirleriyle ettikleri sohbet bizleri derinden etkilerdi. Lisenin son yılları ve Üniversite devresinde daha sonra Bilim ve Sanat Vakfı ve Boğaziçi Yöneticiler Vakfı’nın kuruluşunda da beraber olduğumuz arkadaş çevremizle topluca kitap okumak ve beraberce mütalaa etmek noktasındaki birlikteliğimiz de hepimize kitaplarla haşır neşir olma noktasında çok faydalı olmuştur. İsminin saydığım ve burada daha bir çoğunu sayamadığım bu kişilere ve arkadaş gruplarına çok şey borçluyum

Türkiye’nin ve İslam dünyasının yükünün adeta omuzlarımızda olduğunu hissederdik

Aynı anda birçok yerde bulundunuz, aynı anda birçok iş yapmaya çalıştınız. Bilim Sanat’ın yönetim kurulunda, Müsiad’ın yönetim kurulunda, Ticaret Odası yönetim kurulunda bulundunuz. Dünya Bizim, Dünya Bülteni, Kuzey Haber Ajansı’nda aynı zamanda bulundunuz. Eskiden çoğu insan sizin gibi birden fazla yerde bulunurdu. Birden fazla yerde bulunmanın, farklı işlerde çalışmanın size ne faydası oldu?

1980’li yıllar Türkiye’nin birçok anlamda yol ayrımı yaşadığı yıllardı. Toplum o yıllardan sonra önemli bir değişim ve dönüşüm geçirdi. O dönemde bunu ne kadar fark ediyorduk bilemiyorum ama bugünden geriye baktığımda o değişim ve dönüşümün içinden geçiyor olmak bizim nesilde bazı etkiler oluşturdu diye değerlendiriyorum. Mesela bizim nesilde bir tür vatan kurtarma merakı vardı. Sanırım Osmanlı’nın son dönemlerindeki okuyan, yazan, memleket meselelerine kafa yoran gençler arasında da buna benzer bir halet-i ruhiye mevcuttu. Biz (özellikle yakın çevrem olarak) tüm Türkiye’nin ve İslam dünyasının yükünün adeta omuzlarımızda olduğunu hissederdik. Bunun için hem İslami İlimler, diğer alanlarda aynı anda gelişme sağlama peşindeydik.

Lisede ve Üniversitede yabancı dille eğitim yapan okullarda okusak bile yanına muhakkak Arapça’yı da ilave etme arzusu çok baskındı. İslami İlimleri ana diliyle okuyup o alanda da gelişme arzumuz çok yoğundu. Bu öğrendiklerimizin hayat içinde de tatbik edilmesi gerektiğine inanıyorduk. Dolayısıyla hayattan da kopuk olmamak lazımdı. Hanefi mezhebini önemli imamı İmam-ı Azam’ın hem tüccar hem fakih oluşu beni çok cezbetmişti. Ben niye bu tarz bir insan olmayayım diye kendime bir aralar bayağı bayağı İmam-ı Azam’ı hedef olarak almıştım. Bugünden geriye baktığımda hakikaten çok yüksek seviyeli bir hedefmiş.

Bir noktadan sonra bütün gayretime rağmen ilmi çalışmalarda ilk başlarda arzu ettiğim derinliğe varma noktasında nefesimin yetmediğini hisseder oldum. Fakat ilmi olarak istediğim mesafeye ulaşmak mümkün olmasa da ilimle uğraşan insanların önünü açma noktasında çalışabilirdim. Bu niyete uygun olarak bahsettiğim gayelere uygun faaliyet yapan çevrelere daima yakın durmaya veya imkan nispetinde içlerinde yer almaya çalıştım. Mesela aynı anda Müsiad ve Bilim Sanat Vakfının yönetiminde olmayı böyle bir yaklaşımla izah etmek mümkün olabilir sanırım. Bir toplum içinde varoluşlarını aynı kaynakla anlamlandıran tüccarlar, alimler, siyasi yöneticiler ve gönül ehli kişiler birbirlerine bir bütünün parçaları gibi bakabildikleri oranda o toplumda hatırı sayılır bir gelişme olur fikrini gençlik dönemlerinden beri muhafaza ederdik. Bu fikrimizin eskiden olduğu gibi şimdi de önemli ve doğru olduğunu düşünüyorum. Fakat bu saydıklarım içinde ilim konusu, daima bir adım önde olmalıdır diye düşünürdük. O sebepten  her bulunduğumuz yerde meselelere ilmi daima yukarıda tutarak bakmanın önemli olduğunu aynı zamanda da tüm kesimlerin birbirlerinin değerini gerektiği şekilde bilmeleri gerektiğini savunmuşuzdur

Kuzey Haber Ajansı’nda 2012 ile 2018 arasında dünyanın farklı noktalarında 13 ofisimiz vardı

2007-2018 yılları arasında; dijital yayıncılık alanında yayın yapan Dünya Bülteni, Dünya Bizim sitelerinin ve Kuzey Haber Ajansı’nın idareciliğini üstlendiniz. Bu süreç içersinde başarılı, ilgi çekici dijital içeriklere imza attınız. Akif Emre’nin bizzat uğraştığı Elveda Endülüs: Moriskolar belgeseli en önemli eserlerinizden sadece biri. Dijital yayıncılığın Türkiye’de yeni yeni başladığı bir dönemden nasıl oldu da insanların ilgisini çektiniz ve uzun süreli yayın hayatınıza devam ettiniz?

Benim hayatımın içinde çeşitli dönemlerde yayıncılıkla ilgim daima olmuştur. 1986 Yılında Elif Yuva adlı bir okul öncesi eğitim çalışması içine girmiştik. Orada kısa bir süre sonra veliler için İkbal adlı bir aile bülteni çıkarmaya başlamıştık. Bu dergi 2007 yılına kadar belli aralıklarla yayınına devam etti. Bilim Sanat Vakfı Bülteni’ni 1990 yılında ilk olarak çıkarmaya başlayan ekibin içinde yer almıştım. 1992 yılında Mustafa Özel’in çıkardığı İktisat ve İş Dünyası Bülteni içinde de bir dönem aktif olarak bulundum. İzlenim Dergisi’nin ilk çıkışında bir hayli katkım olmuştur. MÜSİAD’ın Çerçeve adlı dergisi ve dernek bültenlerinin yayınlanması sırasında ( özellikle 1994-2001 yılları arasında ) yayınlardan sorumlu yönetim kurulu üyesi olarak bir hayli emek sarfetmişimdir. Bunları söylememi sebebi bir yandan matbaacılık ve ambalaj işleri ile uğraşırken diğer yandan bu faaliyetler benim özel ilgi alanımı oluşturmaktaydı. 2007 yılına geldiğimizde bizleri birçok hayırlı çalışmada destekleyen bir dostumuzun da yüreklendirmesi ile dijital yayın alanına girdik. Rahmetli Akif Emre’yi de bu çalışmalarda bizimle beraber olması için ekibin içine davet ettik. O da kırmadı ve bizimle birlikte oldu. 2016 yılına kadar da Dünya Bülteni’nin yayın yönetmenliğini yaptı.

Buradaki ana yaklaşımımız doğru haberi doğru kaynaklardan alarak yayınlamak, Türkiye’de ve dünyada vuku bulan olayları derinlikli analizlerle yorumlayabilmeye çalışmaktı. Batılı haber kaynaklarının çarpıtıcı etkilerine karşı özellikle İslam Dünyası içinde referans olabilecek bir mecra haline gelmeyi gaye edinmiştik. Ayrıca, Dünya Bizim adıyla kültür ve sanat alanında özgün haberler veren kardeş bir mecramız daha vardı. Ona da Rahmetli Asım Gültekin ile başlamıştık. Daha sonra benim yaşça iki numaralı oğlum Mehmet, 2018 yılına kadar yayın yönetmenliğini sürdürdü. Ayrıca bu bünyede Son Devir adlı bir başka haber sitemiz, önce Caf Caf sonra da Püfterem adlı mizah yayınlarımız da bir dönem faaliyetlerini sürdürdü

2008-2012 yılları arasında çok kaliteli 4 adet de belgesel yaptık. Onlar da çeşitli TV kanallarında oynadı ve bir hayli beğeni kazandı. İlk belgeselimiz “Almanya’da Türk İzleri” idi. TRT’de oynadı ve izlenme ölçüsü olarak ilk 100’ün içine girdi. Hakikaten güzel ve içerik olarak dolu bir belgeseldi. Daha sonra Almanya’ya göçün 50’nci yılı münasebetiyle “Almanya Treni” diye ikinci belgeseli yaptık. O da TV 24’te oynadı.” Kıbrıs’ta Vakıf Malları belgeselimiz” konusu itibariyle yavru vatandaki vakıf eserlerini konu alan çok stratejik bir belgeseldi. O da TRT’de oynadı. En son belgeselimiz “Endülüs’te Moriskolar”ın yapımına bizim çalışmalarımızı hem maddi hem de manevi olarak destekleyen dostumuz ile yaptığımız bir İspanya seyahatinde karar vermiştik. Dönüşte bu kararımız rahmetli Akif ile paylaştık. O da böyle bir belgeselin senaryosunu yazmayı ve çekimleri yönetmeyi arzu ettiğini söylemişti. Bu şekilde başladık ve ortaya hakikaten güzel bir ürün çıktı. Fakat bu belgeseli maalesef TRT’de oynatamadık. Sadece TV24 yayınladı. Üzüntümüz bu belgeselin hakkettiği seyirci ile buluşamaması oldu. Daha sonra Balkan ülkelerinde bazı TV sahibi dostlarımıza verdik, onlar da alt yazı ile yayınladılar. O zamanlar henüz Kuzey Haber Ajansı’nın teknik imkanları yoktu o sebepten bu belgesellerde teknik yapımlarımızı hep kadim dostlarımız Yedirenk ile gerçekleştirdik.. Şu an bu belgeseller, arzu edenler tarafından, Kuzey Haber Ajansı’nın Youtube sayfasında izlenebilir. Bu çalışmalar tamamen hizmet amaçlı çalışmalardı ve hiçbirinin maddi bir kazanç gayesi olmadı.

Yaklaşık 10 yıl bu çerçevede faaliyet gösterdik ve 2018 yılı itibariyle Kuzey’in faaliyetleri son buldu. Dijital alandaki çalışmaları da Bilimevi adlı bir arkadaşımıza devrettik. Şu an kendisi sağ olsun bu yayınları sürdürmeye gayret ediyor. 2012 yılında TRT’nin haber ve kültür programları yapan bir firmanın kurum ile ilişkilerinin kesilmekte olduğunu öğrendik. Yapılan programlar bizim Dünya Bülteni ve Dünya Bizim’de yapmaya çalıştığımız yayına benzer bir muhtevadaydı. Bu programları alırsak çok daha geniş bir sahaya ulaşabileceğimizi düşünerek heyecanlandık ve kurum yöneticileri ile temas ettik. Bizimle çalışabileceklerini söyleyince biz de TRT ile ilişkisi sona eren önceki firmanın makine parkını ve teknik donanımını satın aldık. Oradaki kadronun önemli bölümünü bizim firmada işe başlattık. Yurt dışı ofislerini TRT’nin de desteği ile biz işletmeye başladık. Kuzey Haber Ajansı 2012 ile 2018 arasında önce TRT TURK daha sonra TRT AVAZ, son dönemlerde de TRT ARABİA’ya haber ve kültür programları yaptı. Hanlardan Plazalara, Elif’ten Z’ye ve Hattı Müdafaa adlı ilave dizi programları hazırladı. Dünyanın farklı noktalarında 13 ( bir ara 15’e kadar çıkmıştık) ofisimiz vardı ve buralardan yaptığımız özel haber ve dosyaları günde üç sefer yayınladığımız programlarda değerlendiriyorduk. (Bir o kadar TRT Arapça‘da program hazırlanıyordu.) Benim hayatımda yaparken büyük keyif aldığım çok anlamlı bir çalışmaydı. Kuzey Haber Ajansı ofislerinden aldığımız özel haberlerin bir bölümünü TRT’deki yayınlardan sonra dijital mecralarda da farklı bakış açılarıyla değerlendirebiliyorduk. Bu da haber ve kültür sitelerimize ayrı bir kalite katıyor, önemli bir sinerji oluşturuyordu. Bir zaman sonra TRT’de yöneticiler değişti. Başlangıçta bizim program türümüze sıcak bakan yöneticilerin yerine gelenler bu tür programları düşünmediklerini ifade ettiler. Biz kendimiz çok önemli işler yaptığımızı zannediyor olsak da muhataplarımız için pek de bir değer ifade etmemeye başladık. Bu süreç 2018 Şubat’ında hazin bir şekilde son buldu. Her şeyin bir ömrü olduğu gibi bunun da ömrü bu kadarmış dedik ve çalışanlarımızla helalleşip Kuzey Haber Ajansı’nın İstanbul’daki çalışmalarını nihayete erdirdik.

Sosyal medya mecralarının çok fazla gelişmesiyle dijital haber ve kültür sitelerinin ilk dönemdeki önemleri azaldı

İslami camiada dijital yayıncılık farklı bir evrede artık. Siz de İslami camiada dijital yayıncılığa ilk giren kişilerdensiniz. Bizde dijital yayıncılığın ne eksiği var, bu eksiğin giderilmesi için neler yapılabilir?

Dijital yayıncılıkta bir dönem bir hayli güzel yayınlar vardı. Başarılı haber ve kültür siteleri faaliyet yaptılar. Fakat sanırım sosyal medya mecralarının çok fazla gelişmesiyle dijital haber ve kültür sitelerinin ilk dönemdeki önemleri azaldı. Akıllı telefonların gelişmesi ile o aletleri elinde bulunduran kişilerin büyük bölümü adeta kendi mecralarını yönetir oldular. Herkes haberci, herkes yayın yapıyor ve aradaki ulaşım kanalları çok yaygın olduğundan üretilenleri hem dağıtıyor hem de dağıtılanlara ulaşabiliyorlar. Bu durumda dijital yayın yapanların bu özelliklerin çok üzerinde daha farklı şeyler üretmeleri gerekiyor. Bence yeni bir ses oluşturabilmek için bu alanlara yönelmek gerekiyor.

Bir de şunu unutmamak gerekir. Kaliteli ürünün her an taliplisi bulunur. Bizim önemsediğimiz, haberde ve yorumda nitelikli yayınlar ortaya çıkarmak için hakikaten konusuna vakıf kişileri bir araya getirmeye gayret etmek gerekir. Bu yayınların özgün olması, bağımsız yayın yapabilmesi, doğruyu ve hakkı her durumda söyleyebilmesi, insanımıza moral verebilmesi, doğru hedefler gösterebilmesi gerekir ki arzu ettiği kaliteli muhataplarına ulaşabilsin. Ben yayın hizmetlerinin sadece çok izlenmek için değil, izleyenlere faydalı şeyler katabilmek için kurgulanması gerektiğini önemsediğimden her alanda olduğu gibi bu alanda da ihtiyaç hiç bitmez. Tabii bu alanlar masraflı alanlar olduğu için bu alanlara katkı sağlayacak, yine bu değerleri önemseyen sermaye sahipleri ile beraber çalışabilmek de başarının bir diğer önemli bir ayağıdır.

Bizi ziyaret edenlerden aldığımız yorumlara göre “Kariye Kitap-Hediye” muhabbet yönü ağır basan bir mekan olarak ilgi gördü

2020 Eylül ayı itibariyle yeni bir girişimde bulundunuz. Salgın sürecinde insanlar ticari işlerini devam ettirmekte sıkıntı çekerken siz yeni iş kurdunuz. “Kariye Kitap-Hediye”yi bu zor süreçte hangi ihtiyaca binaen açtınız, kuruluş sürecinden bahseder misiniz?

2018 yılı başlarında sözünü ettiğimiz yayın faaliyetlerini bir şekilde tatil etmek durumunda kalınca ‘Limandan ilk izlenimler ‘diye kendi bloğumda bir yazı yazıp dostlarımla paylaşmıştım, “Fırtınalı bir havada gemiyi batmadan ama biraz da yara alarak limana yanaştırdım ve şimdi limanda biraz sükunet içinde duruyorum” demiştim. O süre içinde biraz geç de olsa yeni başladığım doktora çalışmalarına ağırlık verdim ve birkaç sömestr Medipol Üniversitesinde bazı seçmeli derslere öğretim görevlisi olarak girdim. Yayın dünyası ile ilgim bu arada da hiç kesilmedi. Çünkü 1997’den beri İTO’da yayıncıları temsilen meclis üyeliği yapmakta ve yayıncı derneklerde arkadaşlarımızla çalışmalar içinde bulunmaktaydım.

Bu süreçte kendime bir irtibat yeri oluşturma arayışına başladım. Araya salgın döneminin kesikliği girince bu arayış biraz uzadı ve 2020 yaz sonu itibariyle Kariye’deki mekanı hazırlamaya başladık. Burasını hem bir çalışma ofisi hem de yayın ve kültür dünyası ile ilgili bir mekan nasıl yaparız diye düşündük. Bulduğumuz formül şöyle oldu. Bir tarafıyla ikinci el kitapların alım satımı işi yapalım, diğer yanı ile de özellikle gelenekli sanatlar sahasında çeşitli hediyelik malzemeler tedarik ederek onları ihtiyacı olanlarla buluşturalım. Yani bu mekanda hem kitap ve dergi olsun hem de geleneksel sanatlarda ürün ortaya çıkaranların ürünleri ile bunlara ihtiyaç duyanlar bir şekilde buluşabilsin. Bu çalışma bir tür kültürel girişimcilik olarak gelişti. Buradan maddi bir kazanım ortaya çıkacak mı pek kestiremiyorum fakat ilk izlenim olarak bizi ziyaret edenlerden aldığımız yorumlara göre muhabbet yönü ağır basan bir mekan olarak ilgi gördü. Tek handikabımız salgın dönemi içinde olduğumuzdan bu muhabbet fonksiyonumuzu yeterince yerine getiremiyoruz. Biz de, “kısmet böyleymiş, bu dönemi Allah’ın izniyle daha çok bir hazırlık devresi olarak değerlendirelim.” diye düşündük. İnşallah bu arada, mekanımızı daha iyi nasıl şenlendirebiliriz noktasında yeni yeni zenginlikler bulabiliriz.

Bazı şeyleri maddi karşılık beklemeden ihtiyacı olanların bir şekilde istifadesine sunabiliriz

Yıllarca kitap ve dergi basımıyla ilgilenmiş, dijital yayıncılıkla ilgilenmiş, birçok basılı eseri biriktiren biri olarak burada sahaflık mı yapacaksınız, yoksa burayı kültürel bir mekan haline getirip kitap okunan, muhabbet edilen bir mekana mı evireceksiniz? “Kariye Kitap-Hediye” zaman içerisinde nasıl bir evrilme yaşayacak?

İlk etapta ismimizi “Dünden Bugüne” diye koymayı düşünmüştük. Hatta o ismi dijital alanda satın bile aldık. Fakat daha sonra biraz fazla uzun olacak diye değerlendirip içinde bulunduğumuz semti isim olarak kullanalım dedik. Kitap ve kültürel çalışmalar konusunda neredeyse 40 yıla yakın bir süre belli bir çevre içinde yer aldık. Eksiğiyle gediğiyle bir birikim oluştu. Bu esasında hem bir nimet hem de elde edilen bir değer varsa bunun başkaları ile de paylaşılması gereken bir değer. Bu tür bir mekanda dünden bugüne gelen faydalı bir şeyler varsa bunları paylaşabilmenin bir yolunu bulmaya çalışacağız. Mekanımızdaki kitap ve dergi noktasındaki her şey satışa konu değil. Bizim için önemli olan bazı şeyleri maddi karşılık beklemeden onlara ihtiyacı olanların bir şekilde istifadesine sunabiliriz diye düşünüyoruz. Bu niyetimizin ne şekilde uygulanabileceğini sanırım zaman gösterecek. Tabii zaman içinde mekanımızda iş ne kadar önemli olacak veya arzu ettiğimiz muhabbet ortamı ne ölçüde sağlanacak bilemiyoruz? Yoksa içlerinden biri daha fazla mı öne çıkacak? Veya hem iş hem de muhabbet, birbirlerini rahatsız etmeden tatlı bir denge içinde bir arada bulunabilecekler mi? Bu konuyu Allah ömür ve imkan verdiği ölçüde beraberce göreceğiz inşallah Hediyeliklerimiz konusunda ise yaklaşımımız şu şekilde: Eşimize, dostumuza, çeşitli vesilelerle almayı düşündüğümüz hediyelikler için farklı alternatifler üretmeye çalışıyoruz. Geleneksel sanatlar alanında farklı yönleri olan ürünler yaptırmak için uğraşıyoruz. Özellikle bizim hanımla birlikte antikacılar ve eskici pazarlarını dolaşıyor, buralardan zevkimize uygun şeyler tedarik ediyoruz. İlginç ve farklı hediyelikler üretenlerin ürünlerini imkan nispetinde mekanımızda bulundurmaya gayret ediyoruz. Bakalım zaman bizi nerelere götürecek? İnanın, biz de bir yandan hadiselerin içinde aktif olarak yer alırken diğer yandan da ilgi ile kendi serüvenimizin nerelere doğru yöneldiğini ve yöneleceğini izliyoruz..

YENİ BİR MEKANIN DOĞUŞ HİKAYESİ: KARİYE KİTAP VE HEDİYE

LİMANDAN İKİNCİ YAZIMIZ

2018 Yılının Mart ayı başlarına Limandan İlk İzlenimler başlığı altında bir yazı kaleme almıştım. Bu yazıda Kuzey Haber Ajansı döneminin sona erişini ve dijital yayın mecralarımız olan Dünya Bülteni, Dünya Bizim ve Son Devir adlı sitelerimizin devrediliş hikayelerini kısaca nakletmiştim. Yazıyı bitirirken de o anki halet-i ruhiyemin fırtınalı bir havada gemisini limana demirlemeye muvaffak olmuş ve kıyıya çıkıp orada biraz nefeslenmek durumunda olan bir kaptanınki gibi olduğundan bahsetmiştim. ( http://erhanerken.com/2018/03/10/limandan-ilk-izlenimler/ )

Topkapı Cevizlibağ’da önce kiralık olarak tuttuğumuz büroda, daha sonra da Şişmanoğlu ailesinin ofisindeki bir odada misafirlik yaparak üç seneye yakın bir süreyi geçirdik. Bu zaman zarfında Alaaddin, Kemal Şişman ve Celaleddin Akça ağabeylerle çok güzel ve verimli bir komşuluğumuz oldu. Kendilerine müteşekkirim. Ofisimize ziyarete gelen dostlarla beraber bu birliktelik hakikaten sıcak bir atmosfer içinde devam etti.

Geçen süre zarfında belki de yaptığım en faydalı işlerden birisi, 2018 yılında başladığım doktora çalışmalarında ilerleme sağlamak oldu. Üç yarıyıl derslere devam ettim. Dersleri verdikten sonra bir de doktora yeterlilik sınavı denen biraz dar bir tünelden geçtik ve tez yazımı safhasına ulaştık. İnşallah onu da makul bir zaman içinde tamamlarız.

Limandaki faaliyetlerimizden biri de üç sömester boyunca Medipol Üniversitesinde verdiğim seçmeli dersler oldu. Doktora dersleri sırasında sıkça görüştüğümüz hocaların da teşviki ile girdiğim seçmeli dersler için yoğun hazırlık safhaları geçirdim. Anlatılacak konuların belli bir düzen içine konması, öğrencilerin okumaları gereken kaynakların tanzimi, derken sınavların kurgulanması ve değerlendirilmesi gibi bu işi yapanların çok iyi bildikleri işlemleri heyecanla ve keyifle yapmaya çalıştım.

Gençlerle bir arada olmak, onlara bir şeyler nakletmek, farklı bakış açılarını ayne’l yakin gözlemlemek de bana çok şey katan tecrübeler oldu.

Bu arada kendime ait bir ofis yeri oluşturmak gibi bir hedefi de yan gözle takip ediyordum. Gerçi daha önce de ifade ettiğim gibi Şişmanoğlu ailesi ile beraber geçirdiğimiz süreç çok keyifli ve muhabbetli olmakla beraber yine de müstakil bir dükkan açmak ve orada biraz daha meşgalemizi arttırmak gibi bir arayışı da bırakamıyordum.

2019 Ekim ayında Kariye Camii yakınlarında hedeflerimize uygun küçük bir dükkan bulduk. Kariye bir yandan tarihi bir semtti. Diğer yandan İstanbul’un merkezi bir yerinde olmasına rağmen sakin bir çevreye sahipti. Ayrıca, ikamet ettiğimiz yere de yakındı ve bu sebeplerden bize bir hayli cazip geldi. İçinde faaliyet süren arkadaşın buradan çıkması 2020 baharından itibaren ağırlaşan salgın şartlarından dolayı biraz uzayınca bizim bekleyişimiz Temmuz ayının sonlarına kadar sürdü.

Ondan sonraki süreçte çeşitli tamirat ve düzenleme çalışmalarına başladık. Tüm bu safhalarda bizim hanım da benimle beraber bir hayli mesai sarf etti. Yeni bir şeylerin ortaya çıkmasına şahitlik etmek pandemi psikolojisi üzerine ikimiz için de de çok iyi oldu

Eylül ayının ortalarından itibaren bizim ofis içinde oturulabilir bir seviyeye geldi.

Peki ofisi hazırladık da, insanlar yıllarca süren yerli yurtlu ticari işlerini devam ettirmekte sıkıntı çekerken biz yeni baştan ve sıfırdan nasıl bir iş yapacaktık.  Çünkü meşgaleyi arttırmak demek yeni bir şeyler yapmak demekti.

Bunca yıldır matbuat, yayın, eğitim, kültür vs türü işlerle iştigal eden bir kişi olarak yine bu alanlarda bir işler yapmak daha akıllıca olacaktı. Fakat bahsettiğim sektörlerde piyasaların şartları pek de iç açıcı değildi.

En önemli avantajımız beklentilerimizin pek yüksek olmamasıydı, sadece küçük bir döngü bizim için yeterli olacaktı.

Çeşitli istişarelerin sonucunda öncelikle ikinci el kitapların ve hediyelik malzemelerin satışı alanında yoğunlaşmayı kararlaştırdık.

Bizim evin çok önemli bir bölümü yıllardır değerlendirilmeyi bekleyen kitap, dergi, vesair malzeme ile doluydu. İlk etapta onların önemli bir kısmını yeni ofise taşıdık. Bu ara eşe dosta evlerinizdeki kitap, dergi türü malzemelerden yer sıkıntısından dolayı muzdaripseniz bizi arayabilirsiniz, hemen size yardımcı oluruz demeye başladık. Buradan da bu çağrımızı daha geniş bir kitleye duyurmak istiyorum. Yıllardır muhafazasını yaptığınız ve artık kendisinden direk olarak istifade etme umudunuzun kalmadığı kitap, dergi ve sair malzemeniz varsa bu sözümün ilgili kişisi siz olabilirsiniz. Bu malzemeleri herhangi bir kuruma vermeyi düşünüyorsanız o zaman bu çağrımı yok sayabilirsiniz. O seçenek dışında bir noktada iseniz dediğim gibi görüşebiliriz.

Siz burada sahaflık mı yapacaksınız diyenlere ise şu cevabı vermeyi tercih ediyorum. Sahaflık yıllarca süren çabalarla elde edilebilen çok değerli bir meslek. Biz ömrümüz boyunca kitap, dergi vesair ile ilgilendik ilgilenmesine ama bu ilgimiz bir sahaf gözüyle, bir sahaf hassasiyetiyle olmadı. Burada Rahmetli babamın mesleğinden bir örnek vermem gerekirse şöyle bir mukayese yapmak isterim. Kuyumculukta kuyum işinin içerisinde sarraflık diye ayrı bir birim vardır. Sarraflar altın liralarla uğraşırlar. İlgilendikleri altın paralar ihtisas alanlarının genişliğine göre sadece yeni darphane baskıları olabildiği gibi Osmanlı dönemi altın paraları veya başka ülkelerde basılmış altın paralar da olabilir. Babam genelde kuyumculuk yapmış olmakla birlikte bir dönem sarrafiyeden çok iyi anlayan bir arkadaşıyla ortak olarak bu işi de yapmıştı.

Fakat Rahmetli her zaman bu sarraflık mesleğinin hassas yönlerinden bahsederdi. Ben bu sahaflık işinden bahsedilince hemen babamın hassasiyetini hatırlar ve sahaflığı nedense hep sarraflığa benzeterek sahaflığın önemine binaen bu mesleğin hakkını verememekten çekinirim… Bu sebepten böyle bir soru karşısında cevabım: ‘nerede bizde o bilgi ve hassasiyet, biz şimdilik sadece ikinci el kitaplarla ilgileniyoruz. Bu sözünüzü bir dua olarak kabul ediyorum, inşallah birgün bizler de iyi bir sahaf olabiliriz’, demekteyim

Kitapların yanı sıra eski dergiler de ilgi alanımızda. Yine yıllardır biriktirdiğimiz ve atmaya kıyamadığımız dergilerin bir bölümünü de yeni yere götürdük. Bu tarz bir şey yapmak önceleri pek de gündemimizde olmadığı için geçen senelerde elimizdeki bir çok dergi ve kitabı çeşitli kurumlara vermiştik.  Mevcut durumda ancak elimizde var olanlarla başlayacaktık.

Henüz çok kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen, bizim bu tür bir uğraş içinde olduğumuzu duyan dostlardan şu ana kadar hatırı sayılır bir akış gerçekleşti. Sanırım zamanla bu akış daha da artacak inşallah.

Bu noktada en önemli problem, elimizdeki malzemeye yıllarca gözümüz gibi baktığımızdan ve başkalarından gelenleri de aynı bakış açısı ile gördüğümüzden, belli bir bedel karşılığında da olsa elden çıkarmaya kıyamamak. Benim bu özelliğimi bilen çocuklarım bazen bana şöyle diyorlar: ‘Baba, sen galiba burayı bir satış yeri değil bir vakıf yeri haline getirip içinde kitap ve dergi okunan, kültürel muhabbetler yapılan bir mekan haline çevireceksin. Çünkü bir çok şey için bu satılmaz, bu kimseye verilmez diyorsun’…

Bakalım zaman nasıl bir seyir gösterecek? İnşallah ömrümüz olduğu ölçüde hep birlikte göreceğiz…

İkinci el kitapların alım satımı dışında dükkanda diğer bir iş alanı da özel hediyelikler olacak.

Geleneksel sanatlarımız veya belki daha doğru bir deyimle gelenekli sanatlarımız, çeşitli el işi ürünler, üzerinden yıllar geçmiş fakat hala değerlerini koruyan ve çok kolay temin edilemeyen özellikli malzemelerden, hediyelik olanları yeni yerimizde bulundurmaya başladık. Allah kısmet ederse  bu yolda da devam edeceğiz.  Bunun için bu tür sanatlarla uğraşan kişiler ve çevrelerle temaslarımızı geliştiriyoruz. Kadim dostumuz Prof. Dr. Sacit Açıkgözoğlu hocamızın delaletiyle, Sümbülefendi Ebrihanesindeki genç arkadaşların bir çok eserlerini mekanımızda misafir etmeye başladık. Onların bir çoğunu estetik çerçeveler içine yerleştirdik. Bu çalışmaların arasında kat’ı sanatından örnekler de vardı. Onları da sergilemeye başladık. Ayrıca bu alanda başka kişi ve kurumlarla da temas halindeyiz.

 

Bir diğer ilgi alanımız tesbih imalatçıları ve satıcıları oldu. Tesbih alanında özellikle malzeme ve işçilik konusunda ciddi bir ihtisaslaşma var. Bu konuda bilgisine ve sanatına güvendiğimiz birkaç dostumuzun rehberliğinde tesbih meraklıları için güvenilir ürünlerden bazı örnekler toplamaya giriştik. Fakat henüz  işin çok başındayız. İnşallah zamanla bu konuda da belli bir yol kat edeceğimizi ümit ediyoruz.

İstanbul dışında ikamet eden Hattat Halil beyden çeşitli konularda büyüklü küçüklü yazılar yazmasını istirham ettik. Bizi kırmadı yazıp gönderdi. İsteğimiz halinde de göndermeye devam ediyor. Onların çevrelerini bazen ebrularla süslüyor, bazen de paspartu içine alıp çerçeveletiyoruz.  İnşallah zaman içinde bu konulara değer veren ve hediye götürmek istediğinde bu tarz eserleri seçecek kişilerle, bu çalışmaları buluşturabileceğimize inanıyoruz.

Bu çalışmaya giriştiğimizde, arayışlarımız sırasında yolumuz çok sayıda antikacı ve ikinci el satıcısıyla kesişmeye başladı. Kesişmenin ötesinde bizler bu tür mekanlara daha fazla gider olduk. Gerek ben gerekse bizim hanım ( ki o bu işi sanki benden daha fazla benimsedi) nerede bu tip bir yer varsa gitmeye ve oralardaki değişik ürünleri görmeye gayret ediyoruz.  Oralarda gözümüze çarpan şeyleri de bize uygunsa hemen alıp mekanımızda sergiliyoruz.

Anlatışımıza bakarak yeni mekanımızın sanki çok büyük bir yer olduğu fikri zihninizde oluşabilir. O kadar büyük bir yer değil fakat biz var olanı etkin kullanarak her birine küçük de olsa bir alan açma yolları bulabiliyoruz. Önce var olanla yetinelim, inşallah zamanla Mevla daha geniş mekanları da nasip eder.

Bu işle az çok ilgili olanların çok iyi bildiği gibi yurt dışında da bu tarz yerler fazlasıyla mevcut. Daha önceleri çıktığımız yurt dışı seyahatlerde birçoğunu merak kabilinden gidip görmüştük. Fakat bu sefer artık oraları daha bir alıcı gözle görmemiz ve dolaşmamız gerekiyor. Ama içinden geçtiğimiz bu zor salgın dönemi böyle bir şeye imkan verecek gibi görünmüyor. Bakalım nasip inşallah bu alanda da farklı yolları araştıracağız.

Yeni mekanımızda bir çalışmamız daha var. O da Kitapyurdu kitap satış sitesinin sattığı ürünleri alıcılarına ulaştırdığı teslim noktalarından biri olarak hizmet veriyoruz. Kitap sipariş eden ve kargo parası ödemek istemeyen kişiler bizim gibi teslim noktalarını tercih ettiklerinde, ürün bize ulaştığında, gelip siparişlerini teslim alıyorlar. Bu alan bizim yeni açtığımız yerin daha fazla kişi tarafından bilinmesini sağlıyor. Üstelik bu kişiler genelde kitap, yayın ve kültür hayatı ile ilgili kişiler olduğundan bizim hedef kitlemiz durumundalar. Böyle bir niyetle bu tip işbirliğine gittik. İnşallah hem bizim hem de Kitapyurdu’nun yararına sonuçlar ortaya çıkar.

Salgın döneminin bir diğer zorluğu yeni yerimizin ve yaptığımız çalışmaların insanlarla buluşabilmesi noktasındaki kısıtlarımız. Örnek olarak şöyle yerli yurtlu bir açılış programı tertip edemedik. Kısa bir zaman içinde de yapabilmemiz pek mümkün görünmüyor. Güzel bir açılış yapıp çevremizi davet edebileydik kendimizi bir kerede anlatabilmek çok güzel olurdu ama kısmet değilmiş. Maazallah bu dönemin en kaçınılacak şeyi malum olduğu üzere özellikle kapalı mekanlardaki kalabalıklar. Arkadaşlar yeni bir mekan açtık, çayımız, kahvemiz, muhabbetimiz bol, buyurun gelin diye göğsümüzü gere gere gruplar halinde insanları çağıramıyoruz. Yer çok büyük değil, üstelik kapalı alan her an risk taşıyor. Bu günün şartlarında belki bir kaç kişi bir arada belli bir dönem bir arada bulunabilir ama daha fazlası her birimiz için tehlike teşkil ediyor.

Yani bir yandan hem birileri bizleri ziyaret etsin istiyoruz, öte taraftan insanları davet ettiğimizde acaba onlara kötülük mü ederiz diye bir korkuyu içimizde barındırıyoruz. Yüce Allah’ımız bizleri nasıl bir sınavdan geçiriyor, inanın bu yaşımıza geldik bu tarz bir şey görmedik.

Yaptığımız işi hareketlendirmek için dijital platformlardan istifade etmeye gayret ediyoruz. İnstagramda ve facebookda hesaplar açtık. Oralardan ürünlerimizi sergiliyoruz.

Kitaplar için ise en uygun mecra nadirkitap.com. Şimdilik elimizdeki ikinci el kitap ve dergileri orada listeliyoruz ve talep edenlere gönderiyoruz. Zaman içinde inşallah başka alanları da kullanmayı düşünüyoruz. Tabii bakarsınız ilerleyen zamanlarda bizler de bu amaçla oluşturulan çarşı ve pazarlarda bir yer tutup ürünlerimizi sergileyebiliriz. Madem ki bir işin içine girdik hakkını vermemiz lazım.

Rahmetli babamın çok kullandığı iki söz vardı. Lafını toparlarken, ‘ hasılı uzatmayayım veya uzun lafın kısası’ der son cümlelerini söylerdi. Ben de onun gibi yapayım.

Bu yazımda sizlere yaklaşık üç seneye yakın bir süre önce uzunca süren fırtınalı bir havanın sonrasında, kullandığımız gemiyi Allah’ın lütfuyla batırmadan ( tabii aldığımız hasarları pek zikretmiyorum) yanaştığımız ve kıyıya demirleyerek ayak bastığımız limandaki bazı gelişmeleri anlatmaya çalıştım. O günden bu güne geçen zaman zarfında vuku bulan en önemli girişimimiz olan Kariye Kitap/ Dergi adlı mekanımızdan kısaca bahsetmeye gayret ettim.

Yeniden Cami haline dönüştürülen Edirnekapı’daki Kariye Camii’nin ( tabelalarda hala duran adıyla Kariye Müzesi’nin) kuş uçuşu 150-200 metre yakınındaki yeni mekanımızda haftanın 6 günü, pandemi şartlarına uygun bir çerçevede hem misafirlerimizi ağırlıyor hem de bahse konu faaliyetleri icra ediyoruz.

Mekanın ismini içinde bulunduğumuz semtten ilham alarak Kariye diye koyduk. Yanına ‘Dünden Bugüne’ diye bir slogan da ilave ettik. Çünkü yaptığımız iş her yönüyle dünden bugüne birikimlerimizi bir şekilde değerlendirmeye çalışacağımız bir çerçevede olacak diye düşünüyoruz. İnşallah bu sloganın içini hakkıyla doldururuz.

Vakti müsait olan dostları bekliyoruz. Gelmeden haberdar ederlerse daha memnun oluyoruz ki kendilerini karşılama imkanımız olsun. Son dönemin moda üçlüsü olan ‘Maske, mesafe ve hijyen’ kuralları çerçevesinde beraber olmak bizleri mutlu edecektir. Tabii dileğimiz odur ki inşallah bu ziyaretten sonra sizler de mekanımızdan mutlu olarak ayrılırsınız

21/11/2020