DEGİSİK BİR İS ADAMİ TİPLEMESİ

Her zamanki mahcup tavrıyla kapının önünde göründüğünde mesai henüz yeni başlamıştı. Selâm vererek odaya girmek için izin istedi. Hüsn-i muhabbetle mukabele gördü ve buyur edildi. Koltuğun yanına ilişir gibi çekine çekine oturdu.
İlk dakikalarda daima böyle yapardı. Hemen kalkıverecekmiş gibi bir kenara büzüşür, ilerleyen dakikalarda ise oturduğu yere yavaş yavaş yerleşirdi. Dakikalar saatleri kovalayarak geçerken o, o güne mahsus stratejisini uygulayabileceği en uygun noktaları dolaşarak, çaycısından ustabaşına, müdüründen şoförüne kadar hemen hemen ilgili tüm kişilerle temasını kurar, hedefine adım adım yaklaşır ve gitmesi gereken saatte              -genellikle- hedefine tamamen ulaşmış bir şekilde işyerini terk ederdi.
Fısıltı tarzında bir sesle hâl hatır sorduktan sonra, bugünlerde kendisi için ayrılan malların yetersiz olduğunu söyleyerek söze başladı. Başka kişilere fazlaca mal verildiğini, mal verilen kişilerin fason olarak kutu yaptırdıkları ailelere fazla işçilik ödeyerek bu malları mamul madde haline çevirdiklerini ve kendi piyasasını bozduklarını söyledi.
Tatlı tatlı konuşmasının arasında bu anlattığı konuya canının sıkıldığı hissediliyordu. Anlaşılan onun mal almadığı bir iki hafta boyunca yine onun çevresinden gelen kişilere mal verilmesine kızmıştı. Üstelik mal alan kişiler imalat sırasında işçilik fiyatlarını artırıyorlardı. Kendisi büyük ölçekli çalıştığından işçiliklerin artmasıyla maliyeti de artıyor ve özellikle Anadolu’ya satışı zorlaşıyordu. Bunu önlemeye gayret ettiği belliydi.
Birdenbire,
-Niçin tüm malınızı bana vermiyorsunuz? Ben hiç kimse yokken sizin malınızın tümünü almıyor muydum? Sizinle yıllık anlaşma yapalım ama benden başkasına da kesinlikle mal vermeyin. Tamam mı? Diyerek konunun çehresini değiştirmeye başladı.
-İyi de herkesi devreden çıkardıktan sonra ya sen bu malları satın almaz da bizi ortada bırakırsan. Biz de alternatiflerimizi kaybederek sana muhtaç hale düşersek
-Tamam, endişelerinizde haklısınız, o zaman anlaşma yapalım. Mesela size şöyle bir teklif sunayım; Benim bir kamyonetim var. Onu size vereyim. Siz de bana karşılığında mal verin, olur mu? Yalnız tek şartım var; başka kimseye mal vermeyeceksiniz.
Mal karşılığı alış-veriş yeni teklif ettiği bir şey değildi. Eskiden de bir dönem beyaz eşya karşılığı mal aldığı olmuştu. Hesabı kabardığı bir gün damdan düşer gibi şöyle sormuştu.
-Ağabey, buzdolabı ister misin? Sana bir derin dondurucu getireyim.
-Oğlum sen beyaz eşyacı mısın? Nereden çıktı bu iş?
-Sadece dolap değil, istediğin her şeyi getiririm. İster kendin kullanırsın, istersen işçilerine vadeli olarak satarsın. Hem onlar mal sahibi olurlar, hem de sen maaşlarından keserek paranı tahsil edersin.
-Bak bir şey daha söyleyeyim, sana fason iş bastıran ajanslara da promosyon olarak bu malzemeleri teklif edebilirsin. Mesela “x” liralık iş yaptırana bir fırın, “2x” liralık sipariş verene televizyon hediye etmek gibi.
Fikir güzel ama değil mi?
-Dehşet bir fikir de, sen bizi beyaz eşya satıcısı yapacaksın bu gidişle. Bu senin anlattıklarını ülkenin en hatırı sayılır kuruluşları bayilerine uyguluyor. Maşaallah senin bilmediğin hiçbir şey yok! Barter ticareti, promosyon, tekel oluşturma…
-Ağabey sana zararı var mı? Bir kere malını satacaksın. Karşılığında aldığın malları teşvik unsuru şeklinde kullanarak işlerini artıracaksın. Üstelik, evine yeni bir şeyler götürüp hanımını sevindireceksin. Sana kalsa para verip dolap filan almazsın. Bu sayede eşyalarını yenileyeceksin.
Bu diyalogdan bir hafta sonra işyerine 4-5 adet fırın, birkaç çamaşır ve bulaşık makinesi bir de buzdolabı getirmişti. Hakikaten dediklerini yaparak birçok kimseyle birlikte ailemizi de mutlu etmiş, imalatımızın artmasına da katkıda bulunmuştuk.
Tabii bu arada yeni bir finansman yöntemi daha keşfetmiştik. Bize gelen beyaz eşyaların, oturduğu semtte yeni açılan bir mağazadan en uzun vade ile alındığını, bize nakit ödeme gibi sayılarak hem zor zamanında ona nefes aldırdığını, hem de uzun dönemli bir alım avantajı sağladığını fark ettik. Beyaz eşya satıcısına ise aylık taksitler yerine ne verdiği hususu bizim için hep meçhul olarak kaldı.
Kamyonet teklifinin arkasından bu yaşadıklarımız aklımıza gelince teklife bakışımız yumuşamıştı.
-Tamam, fikir olarak güzel, yalnız kamyoneti bir kontrol ettirelim sonra bakarız, diyerek konuyu geçiştiriverdik.
Bizim o gün için kıvama geldiğimizi görerek fazla uzatmayan dostumuz, bu sefer fiyatlara doğru konuyu çevirmeye başladı. Bizimle dönemlik değil ton bazında anlaşma yapmak istiyordu.
-Hayrola niye böyle? Dediğimizde ise cevap hazırdı.
Merkez Bankası tarafından alınan tedbirlerin faize yatırılmış mevduatın çözülmesine yol açacağını, bunun da altın satışlarını müsbet yönde etkileyeceğini düşündüğünü ifade ediyordu. Bizden hammadde olarak alıp, fason olarak kurdurup sattığı kuyumcu kutularının satışlarında artma beklediğini, yaz sonuna kadar satabileceği mal kadar bağlantıyı yapmak istediğini belirtiyordu.
“Çantadan” esnaf olan, tahsil derecesinin çok fazla olmadığını bildiğimiz bu Anadolu delikanlısı ekonomik trendlerle ilgili de ciddi malumat sahibiydi. Boğaziçi Üniversitesi’nde ekonomi hocamız Demir Demirgil’in (toprağı bol olsun) derslerinde zor bela kavradığımız, faiz, para, altın ve yatırım arasındaki ilişkileri ve dengeleri bizim arkadaşımız pekala kurabiliyordu.
Evet, dediklerinde doğruluk payı olabilirdi.
-Ton olarak anlaşabiliriz. Yalnız kamyonet işi olmayabilir. Bize anlaşma tutarına yakın çek getirebilecek misin?
-Bakarız, diye cevaplarken bir yandan da çekleri nereden bulacağını, hangi atraksiyonları yaparak bu meseleyi çözeceğini düşündüğü belliydi. Hesaplarını hep kafasından yapan, yaptığı hesaplarda da bilgisayar ile pek de ters düştüğü görülmeyen müşterimiz, çek operasyonlarında pek mahirdi.
Yıllarca kayınpederinin hatır çeklerini kullanırken, kayınbiraderinin bir yanlışından dolayı çek kaynakları kurumuştu. Uzunca bir süredir başka başka kişilerin çeklerini kullanıyordu. Kim bilir, onların da ne tür işlerini çözüyordu. Aynı isimli çekler gelip şüphelendiğimizde yeni kaynak bu mu diye sorardık. Her seferinde de:
-Sizi niye ilgilendiriyor? Arkasını ciro etmiyor muyum? Bana güvenmiyorsanız onu söyleyin, derdi.
Laf buraya gelince daha fazla uzatamayacağımız için orada bırakıyorduk.
-Adana’dan yüklü bir ödeme bekliyorum, gelince daha rahat konuşuruz. Tahmin ediyorum ki bir iki hafta içinde gelecek.
Bu arkadaşımızın en problemli yönü olan zaman mefhumuna gelince işler her zamanki gibi karışacağa benziyordu. Şimdiye kadar zamana uyduğu pek görülmemişti. Bir hafta diyorsa onun bir ay olmayacağını kimse garanti edemezdi. Bir ay sonra geldiğinde bütün kusurlarını kabul edip, boynu bükük bir şekilde durarak kendisini affettirir ve yine çeşitli imtiyazlar kopararak giderdi. Artık alışkanlık haline gelen bu hale karşı sürekli nasihatimiz şuydu:
-Oğlum sözünü yerine getirmiyorsun. İyi hadi buna alıştık. Peki bir telefon dahi edemez misin? Yine:
-Doğru haklısınız. Bakın artık cep telefonu alıyorum. Beni istediğiniz zaman bulacaksınız.
Birkaç ay evvelki bu söz bizleri çok sevindirmişti. İlk günler her aradığımızda kendisini telefonun başında buluyorduk. Fakat son günlerde telefon uzun uzun çaldıktan sonra karşımıza çocuğu çıkmaya başladı.
-Alo, evladım babanı verir misin?
-Anne, babamı arıyorlar…
Anlaşılan aramalar sıklaşınca sekreter kullanmaya başlamış ve yenge hanımı bu göreve getirmişti. Demek ki yine eskisi gibi biz onu istediğimizde bulamayacaktık. O ne zaman isterse bize ulaşacaktı.
Son anlaşmamızın nereye varacağı henüz netlik kazanmadı, fakat bu arkadaşımız ile ilgili her tecrübemiz bize yepyeni şeyler öğretmeye devam etti.
Evvelki dönemlerde başımızdan geçen bir olay daha var ki onu da zikretmeden geçemeyeceğiz.
Bütün tedbirlerimize rağmen bize borcunun çok olduğu dönemlerden birindeydik. Ne gelip borcunu ödüyor, ne de onun dışında başka kimse gelip yüklü mal alıyordu. Elimizdeki kutular dağ gibi birikmişti.
Derken birdenbire, işyerimize kutu almak için gelen giden sayısında artma olmaya başladı. Gelenlerin de çoğu bizimkinin tanıdıkları idi. Her gelene onu soruyor, gelip borcunu ödemesi gerektiğini söylüyorduk.
Derken, şuna inandık ki, bizimki sıkışmış, borcunu ödeyemiyor, diğerleri üzerinden mal alıp o sayede ticari faaliyetine devam ediyordu. Anlaşılan, işleri kıpırdamaya başlamıştı.
Bir dönem böyle gittikten sonra ansızın çıkageldi.
Her zamankinden daha mahcuptu. Bizi yumuşatabilmek için dört beş sefer gelip gitmesi gerekti. O da, biz de biliyorduk ki yumuşama elbette olacaktı. Her iki taraf da öne geçmeye çalışıyordu.
Sonuçta, krizi çözmüştük fakat bir şey daha öğrenmiştik ki, grup çalışması her faaliyette olduğu gibi ticarette de çok önemliydi. Hem gruplar oluşturulmalı, hem de işin cinsine göre alt bayiler, alt mal tedarikçileri edinilmeliydi. Sıkışıklıkların aşılmasında kullanılabilecek yollardan birisi de kuşkusuz buydu.
Özetle ifade etmek gerekirse, sözünde durmaması dışında bu müşterimizle yapılan alış verişlerin bize kazandırdığı çok şeyler olmuştur.
Öncelikle, tahsil ve terbiyenin yanında “piyasa tecrübesi” denen şeyin önemini yakînen gördüğümüz canlı bir örnekti o. Ayrıca işini iyi bilmek, onu her veçhesiyle takip etmek, konjonktürden kendi işlerimiz için en iyi şekilde faydalanmak yine bu arkadaşımızın bize verdiği derslerden bir kaçıdır.
İş hayatında nerede esneyip nerede atağa kalkacağını bilmek, elindeki kozları en iyi noktada ortaya çıkarmak gibi konularda da küçük tecrübelerimiz bize büyük dersler kazandırmıştır.
Hangi tahsil zincirinden geçersek geçelim, hangi engin tecrübeleri yaşarsak yaşayalım, yine de arz üzerinde yaşayan insanlar içinde en ummadığımız birilerinden dehşetengiz malumatlar öğrenebileceğimizi unutmamalıyız.
Akıllı insan yalnız kendi aklını kullanan insandır.
Dahi insan ise başkalarının da aklını kullanabilen insandır…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir