ÖZGÜVEN

İnsanoğlunun kendine güven duyması derece itibariyle insandan insana değişen bir karakter özelliğidir. Kimi aklına güvenir, kimi ailesinin gücüne, kimi maddi durumuna, kimi fiziki kuvvetine, kimi kültürel birikimine, kimi güzelliğine… Bu liste çok daha uzatılabilir. Yukarıda sıralananlara dikkat ettiğimizde kişinin kendine güvenirken dayanmakta olduğu bazı özellikler ve değerlerin olduğunu görmekteyiz. Bu özellikler ve değerler, bazen yanlış bir değerlendirme ile kişinin kendisinin oluşturduğu öz değerler olarak algılanabilmektedir. Bu yanlış algılama ve değerlendirme neticesinde insanoğlunun nefsi ön plana çıkmakta ve bütün artıların kaynağını kendisi olarak görmektedir.

 

Sadece nefsine ve benliğine güvenmek ile Rabbine kul olma şuurunun verdiği güvenle olayların üzerine gitmek ile irade-i cüz’iyesi oranında hadiselere yön vermeye çalışmak arasında çok ciddi bir fark mevcuttur. Bu yanlış değerlendirme neticesi ortaya çıkan özgüven, kişiyi yanlış noktalara götürebilecek bir özgüvendir.

 

İnsanoğlunu doğru bir noktaya taşıyacak olan özgüven,  kişinin kendisine verilmiş olan yetenekleri, özellikleri ve zenginlikleri Allah’ın bir lütfu olarak görmesi ve onları veren Rabbine güvenmesidir… Hayırlı ve doğru işlerde Yaratıcı’nın kendisinin yanında olduğunu bilmesi, onu hissetmesidir… Kişinin Rabbine güvendiği oranda O’nun doğrulukları ve güzellikleri kendisi üzerinden gerçekleştireceğine inanmasıdır…

 

İnsan kaderi bilemez, ona düşen, doğru ve yanlış, hak ve batıl, güzel ve çirkin karşısında Allah’ın gösterdiği referans noktalarına uygun olarak cesaretle pozisyon almaktır. Bununla birlikte ortaya çıkacak sonucu da olgunlukla karşılayabilmek; her durumda, her şartta iyinin, hakkın, güzelin yanında ve kötünün, sapkının, çirkinin karşısında olmaktır.

 

Özgüven için gerekli olan bir diğer önemli unsur da cesarettir. Edilgen değil etken olma halidir. Kişi, bir yanlışlık gördüğünde onu önce eliyle düzeltmelidir, yapamazsa diliyle doğruları ifade etmelidir. Buna da gücü yetmiyorsa kalben yanlışın yanında yer almamalıdır. Tavsiye edilen cesaret, birincisinde olduğu gibi olayların üzerine gitmek ve hadisenin sürecinde birinci derecede etkili olmaya çalışmaktır. “Eliyle düzeltmek” ibaresini konuya en uygun araçla fakat direkt olarak müdahale etmek anlamında değerlendirmek mümkündür.  Bunun bir alt derecesinde, direkt olarak olayların üzerine gidemediği anlarda da gidenlere destek olmaktır.

 

Cesaret, saldırgan olmak ve her durumda ileriye atılmak demek değildir. Doğru olarak tesbit edilen hedefe doğru yollardan gidebilmek için en doğru zamanda, gereken fiili yapabilmektir.

 

Özgüven sahibi Rabbinden başka hiçbir şeyden korkmaz, mutlak manada umutsuzluğa kapılmaz, istikamet üzere olduğu oranda ve benlik duygusu anlamındaki nefsini aradan çıkardıktan sonra, sözün O’nun adına söylenen söz, fillin O’nun adına yapılan fiil olduğunun bilincindedir.

 

Özgüvenin, nefsini her şeyin üstünde tutarak benlik ve gurur gibi duygulardan ayrılabilmesi için gerekli ilk husus Rabbe şeksiz şüphesiz iman ve teslimiyettir. Daha sonra bilgi gelir. O’nun kullarından ne istediğini, hangi yollardan istediğini, Rabbinin gönderdiği bilgiyi (ilm) nasıl anlaması gerektiğini de bilmesi gerekir.

 

Doğru bilgiye doğru yollarla ulaşmayı öğrenen ve bilgiyi önüne çıkan olaylar karşısında nasıl kullanması gerektiğini kavrayan insan,  sonuç olarak bu varlık âlemine niçin geldiğini de kavrayabilmiş olan insandır.

 

Bilginin kaynağı, doğru kullanımı, varlığın hikmeti noktalarında isabetli bir yol tutturan insanın bu temel referanslara dayalı olarak hadiseler karşısında cesaretle tavır alabilmesi, özgüven duygusunun doğru işlediği bir modeldir.

Bu özgüven modeline ulaşan insan, Üstad Necip Fazıl’ın Gençliğe Hitabesinde övdüğü genç örneğinde olduğu gibi ‘”Kim var, denildiğinde sağına ve soluna bakmadan ben varım” diyerek doğru bir çağrıya anında ve tereddütsüz cevap verir.

 

İstikamet sahibi olan kişinin özüne güvenmesi, kendisini, tarih boyunca doğrunun ve hakkın savunucusu olan bir çizgi ile irtibatlı kılar.

 

Hz. Âdem’den itibaren doğru ve yanlış, hakikat ve sapkınlık her durumda varlığını muhafaza etmiştir. Rabbine güvenip O’na bağlı olarak özgüvenini diri tutan ve olaylar üzerine cesaretle gidenler, hakikat çizgisini günümüze kadar ulaştırmışlardır.

Bu çizgi kıyamete kadar uzayıp gidecektir. Özgüven sahibi ve cesur insanlar doğruların yanında tavır aldıkları oranda bu çizgi üzerinde bir yer sahibi olabileceklerdir. Sadece nefsinden aldığı güçle ayakta duranlar ise sapkınlık çizgisinde kendilerine uygun yerleri işgal edeceklerdir.

 

Özetle, tavsiye edilen özgüven, Hakk ile bağlantılı bir iç dünyaya, bir tarihi çizgiye dayalı olan özgüvendir. İnsanlığın daha adaletli ve hakkaniyetli bir hayat sürebilmesi için bireylerin tek tek bu tarz bir özgüvenle donatılmaları gerekir. Aksi durumda tarihî süreçte görülebileceği gibi insanlık, nefislerinden aldıkları talimatlarla hareket eden, yanlışı cesaretle savunan hemcinslerinin, nizam ve intizamı bozdukları bir dünyada yaşamak zorunda kalacaktır.

ERHAN ERKEN

İkbal Dergisi

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir