FARKLI BİR MAHALLE BASKISI

Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakultesi Kamu Yönetimi Bölümünü 1985 yılında bitirmiştim. Yüksek Lisans sınavları için hazırlıklara başladım. Mezun olduğum üniversitenin Siyaset Bilimi bölümü düşündüğüm yerlerden biriydi. Diğer bir alternatif de Marmara Üniversitesi Yakınçağ Tarihi idi. Her iki bölümün de sınavlarına girmeye karar vermiştim.

Boğaziçi için önce yabancı dil sınavı daha sonra da bölüm için yazılı sınava girdim. İkisini de verince sıra sözlü mülakata gelmişti.

Mülakat günü lisans döneminde kendilerinden bazı dersleri almış olduğum üç hocanın karşısındaydım.

Yaşım 24, lise dönemlerinden itibaren fikri mücadelelerin içerisinde geçen bir talebelik döneminin verdiği kısmi bir keskinlikle hocalarla konuşmaya başladık.

Prof Dr. İlkay Sunar, Prof Dr. Binnaz Toprak ve Dr Yeşim Arat ile bir masa etrafındayız.

Önce yazılı ile alakalı bazı yorumlardan sonra Binnaz hanım mülakatın en önemli sorusunu yöneltti.

Erhan, sen niye bu bölümde master yapmak istiyorsun?

Hocam, ben inançlı bir Müslümanım. En önem verdiğim hususlardan bir tanesi dinimi teorik ve pratik olarak en iyi şekilde öğrenmek ve yaşayabilmek.

Bunun için öncelikle düşünsel anlamda ve inanç olarak saf bir imana sahip olabilmeyi istiyorum. Fakat ben lise döneminden itibaren Batılı düşüncenin ülkemizdeki en önemli okullarında eğitim gördüm ve yoğun bir tesir altında yetiştim. Önce Galatasaray’ı bitirdim daha sonra Boğaziçi’nden mezun oldum. Aldığım eğitim sırasında ve yaşadığım çevrede birçok ideolojinin istemesem de, karşı dursam da beni etkilediğini hissediyorum.

Ben saf bir akideye sahip olabilmem için zihnimi etkilemiş olan liberalizm, muhafazakarlık, ütopik sosyalim, determinizm v.s gibi tüm batılı düşüncelerin menfi etkilerini çok iyi analiz edebilmeli ve onların zihnimdeki etkilerini azaltmalı ve yok edebilmeliyim. Onun için bu düşünceleri derinlemesine incelemeli, analiz edebilmeli, bu sürecin sonunda da daha saf bir düşünce yapısına sahip olabilmeliyim.

Bu hususu daha iyi açıklayabilmek için, o sıralarda yakın bir akrabamızın geçirdiği beyin rahatsızlığı dolayısıyla öğrenmiş olduğum tıbbi bir örneği verdiğimi hatırlıyorum.

Beyin cerrahisi bölümünde ihtisas yapan bir pratisyen doktorun, beyin cerrahisi ile ilgili rahatsızlıkları daha iyi ayırt edebilmek için sırasıyla nöroloji ve psikiyatri bölümlerinde belli bir dönem eğitim aldığını düşüncelerimi daha çarpıcı bir şekilde ifade edebilmek için  örnek olarak vermiştim.

Bu sayede beyin cerrahisine konu olan olayları daha iyi kavrayabilen uzman gibi ben de zihnimi etkileyen farklı ideolojileri de çok iyi öğrenebilmeliydim.

Beni dikkatle dinleyen hocaların içinde Binnaz hanım hemen tepki vermişti;

Erhan, biz Boğaziçi’nde senin bu zararlı etkilerinden kurtulmak istediğin Batılı düşünceleri öğrencilere aktarmaya çalışıyoruz. Onun için buradayız. Sen böyle düşünüyorsan seni biz niye mastıra kabul edelim?

Valla hocam lisans döneminde durum daha başka idi. Ben o zaman da aynı görüşlere sahiptim. Fakat master ve doktora dönemleri daha başka. Bu dönemlerde daha yoğun ve farklı bir ilişkiye gireceğiz. Sonra Erhan sen bu düşüncelerini niye açıkça ifade etmedin diye söylemeyesiniz diye şimdiden açıkça kendimi izah etmek istedim.

Bu konuşmaları dinleyen İlkay bey; Binnaz niye böyle konuşup çocuğu sıkıştırıyorsun birak rahat rahat düşüncelerini anlatsın diye konuşmaya müdahale etti.

Bu ikaz sonrasında Binnaz hanım daha fazla devam etmedi.

Ondan sonra o günün şartlarında dünya politikası, bölgesel ilişkiler, yeni devrim yaşamış İran gibi konularda benim görüşlerimi ve analizlerimi dinleyen hocalarım bana teşekkür etiler ve odadan çıktım.

Ne yalan söyleyeyim böyle bir konuşmadan sonra herhalde yüksek lisansa kabul edilmem diye düşünmüştüm. Binnaz hanımın net ifadeleri beni bayağı düşündürmüş ve tedirgin etmişti

Fakat yaşanan bu diyaloğa rağmen ben yüksek lisansa kabul edildim.

Binnaz hanımın yorumuna rağmen kabul edilmem Boğaziçi’nin genel yaklaşımına uygun bir tercihti, fakat kabul edilmiş olmam Binnaz hanım ve onun gibi düşünenlerin ötekine karşı tutumunu ortadan kaldırmıyor ve tedirginliğimi izale edemiyordu. Çünkü bana bu lafı söyleyen kişi o üniversitede etkili bir hoca idi ve ben de ona bağlı olarak çalışacak talebelerden biri idim.

Daha sonraları Marmara Yakınçağ Tarihi bölümüne de kabul edildim ve o okulda asistanlığa girebilmem için şart koşulan Tarihte master yapmamla ilgili isteğe bağlı olarak Marmara Üniversitesini seçtim

Son günlerde gündemi meşgul eden bir araştırma çerçevesinde 23 yıl evvel yaşadığım bu olayı bir daha hatırladım.

Mahalle baskısını konu alan bu araştırma, özetle, Müslümanların ötekilere karşı iktidarın ve çoğunluğun gücü ile manevi bir baskı uyguladığı tezini işliyor

Şerif Mardin hocanın geçen yıllarda ortaya attığı Mahalle baskısı tezi,12 ilde sadece belli bir bakış açısına sahip deneklerin cevaplarına bakılarak derinlemesine konu ediliyor

Araştırmayı yapan hocalardan bir tanesi olan Prof. Dr Binnaz Toprak, yıllar önce yüksek lisans mülakatında 24 yaşında bir genç olan beni, bir tür mahalle baskısına muhatap eden kişiden başkası değil.

O günün şartlarında bulunduğu konumdan aldığı güçle talebesine rahatlıkla ‘mahalle baskısı’ kuran Binnaz Toprak, bu gün çoğunluğa sahip bir düşüncenin çeşitli şehirlerde varlığını ve yaşama çabasını ‘objektif’liği tartışılır bir şekilde ‘mahalle baskısının etkileri’ olarak yorumlayabiliyor.

Türkiye garip bir ülke; Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren yeni tip aydınlarının önderliğinde yöneldiği farklı bir medeniyet tercihi çerçevesinde, sürekli gelgitler yaşıyor.

Milletin bir bölümü yeni tercih edilen medeniyetin hedefleri istikametinde doludizgin gitmeye çalışırken, milletin diğer bir bölümü, özellikle son otuz yılda, her gün artan bir yoğunlukla kadim medeniyetiyle ilişki kurmaya çalışıyor. Modernleşme, küreselleşme ve İslamileşme birbirini farklı boyutlarla etkilerken yeni yeni sentezler ortaya çıkıyor.

Bir yandan modernleşme ve kürselleşme rüzgarlarından etkilenen, aynı zamanda da kendi asli medeniyeti ile ilişki kurmaya çalışan milletin fertleri birbirlerini yek diğerine mahalle baskısı kurmakla suçlamak yerine, birbirlerini daha iyi anlamaya çalışsalar çok daha verimli bir toplumsal düzen kurulabileceği kanaatini taşımaktayız.

Özellikle aydınlarımızın bu hususa çok dikkat etmeleri, düşünürken, araştırırken, teori geliştirirken, zamana ve zemine göre farklı standartlar kullanmamaları gerekiyor.

ERHAN ERKEN

Dünya Bülteni 2008

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir