HERŞEY BİZ YAŞARKEN OLDU VE OLMAYA DEVAM EDİYOR

( Bu yazı ilk olarak Basım Yayın Birliği Derneği’nin 2020 yılı sonlarında yayınladığı dergisinde yer aldı. Bazı noktalarını güncelleyerek dijital mecrada yeniden yayınlıyoruz)

Lise ikinci sınıfa gittiğim sene (takribi 1977-78 yılları) Rahmetli Mehmet Şevket Eygi ile tanışmıştım. Kendisinin o sıralarda okumakta olduğum Galatasaray Lisesi’nden çok önceleri mezun olmuş bir ağabey olması tanışmamıza sebep olan önemli ortak noktaların başında gelmekteydi. Ara sıra onun Yerebatan Caddesi 62 numaradaki Bedir Yayınevine giderdim. Bizim ufkumuzu açıcı konulardan bahseder, okumaya, öğrenmeye teşvik eder, ibadetlerimizi zamanında yapmamıza dikkat çekerdi.

Şevket ağabeyin yazıhanesi o binanın en üst katında idi. Genelde bizimle orada görüşürdü. O yazıhanede bizim için o zamanın şartları içinde önemli olan birçok kişi ile de tanışmamızı sağlamıştır. Kendisine tüm bu katkıları için çok müteşekkirim. Allah Rahmet eylesin. .

Binanın kapısından girip bir miktar merdivenle çıktıktan sonra yayınevinin kitaplarının satıldığı bir kısım vardı. Hatırladığım kadarıyla kitapların teşhir yeri ve depo bölümüydü orası. Bodrum katta ise Rotatif dedikleri dev bir baskı makinası bulunmaktaydı. Bu rotatif o dönemin önemli tesislerinden birisi idi.

Şevket ağabey bizim ona gittiğimiz dönemlerde Büyük Gazete adlı haftalık bir dergi çıkarmaktaydı. O dergi de bu rotatifte basılmaktaydı.

Nereden biliyorum? Bir kaç sefer bize bu baskı hadisesinin nasıl gerçekleştiğini anlatmıştı. Yazılar entertip dizgi denilen bir usulle metalden sayfalara diziliyor sonra da o dev gibi makina büyük bir gürültüyle dönüyor ve dergi öbür taraftan çıkıyordu.

Bedir yayınevinin kitapları o zaman o makinede mi basılıyordu tam olarak bilemiyorum ama dergiyi basılırken gördüğümden bu noktadaki şahitliğimden bahsedebilirim..

Matbaa ile diğer bir münasebetim 1982 yılında kendi düğün davetiyemin basılması sırasında olmuştu. Davetiyeleri mahallemizdeki tanıdık bir matbaacıda bastıracaktık. Fakat ben bir de davetiyenin üst tarafında besmele olsun istiyordum. O matbaacı tanıdığımız buna pek yanaşmayıp işi zora sürmüştü. Bir arkadaşım ben sana bir besmele klişesi yaptırayım sen de matbaacıya ver onunla bassın demişti. Herhalde ilk klişeyi de o zaman görmüştüm.

BASIM VE YAYIN İŞİNE İLK BAŞLAMAM

Daha sonraları bir arkadaşımla beraber sene sonlarında yeni yıl için firmaların müşterilerine vermek üzere hazırladıkları promosyon malzemelerini temin eden bir işe başlamıştık. Hediyelik eşyalar dışında takvim ve ajanda baskıları da bu işimizin bir parçasıydı. O hiç anlamadığım sektöre bir anda çok hızlı giriş yapmıştım. Kısa sürede işimiz promosyondan baskılı alanlara kaymıştı.

Bir iki yıl içinde Cağaloğlu’nda bir büromuz olmuştu. Ve biz Es Ajans Reklamcılık adıyla iş yapmaya başlamıştık. Katalog, broşür, fatura baskıları, kurumsal evraklar vs.

O iş sırasında ofset matbaa işi ile tanıştım. Ortağım Salih Pulcu esasında mimar olan, sonradan grafikerlik işine merak sarmış ve bu alanda pek mahir bir arkadaşımdı. Salih daha çok grafik ve kurgu tarafıyla uğraşıyor ben de dış işler, muhasebe, pazarlama ve baskı takip alanlarına bakıyordum. Daha sonra o dönemdeki yakın arkadaşlarımızdan Fikret Işık da bize ortak olmuştu. İlk dönemlerde Fikret daha çok dışardan destek sağlıyordu. Salih ile ben fiili olarak çalışıyorduk

Bize ilk işyeri hediyesi olarak Cağaloğlu’ndaki bazı tecrübeli grafiker ağabeylerimiz, çeşitli fontlardan basılmış ve bizim keserek başlık olarak kullanacağımız tarzda harfler hediye etmişlerdi. (Mustafa Özer Köse ve Nasip Klişe’nin o dönemdeki bürosunda faaliyet gösteren Hacı ağabey o dönemin çok usta grafikerleri idi. Her ikisi de Rahmet-i Rahmana kavuştular.)

Letraset denen farklı farklı karakterlerden çıkartma ile çizgili kartona yapışan harfler de grafikerliğin önemli bir aracıydı. Yazılar bu harflerin de kullanılmasıyla kurgulanıyor ve onlardan baskı için film alınıyordu. Kretuar, pritt adlı yapıştırıcı gibi malzemeler de çok önemliydi. O zamanlar Türkiye Gazetesi bir compugrafic makinesi almış ve bununla Cağaloğlu piyasasına da hizmet veriyordu. Biz de uzun metinleri orada dizdiriyorduk. Sonra kretuar ile bu dizgileri kesip, letrasetlerden ve diğer süslü harflerden başlıkları da milimetrik çizgili kartona yapıştırıyorduk. Hazırlanan bu kompozisyondan film alınıyor, onlar montaj yapılıyor ve ofset baskıya gidiyordu.

 

Renkli baskılar için de renk ayrımı diye bir işlem vardı.

Ofset baskı yeni bir teknoloji idi. Pikaj, montaj, renk ayrımı, film, duruma göre aydınger, asetat, baskı öncesi için ozalit, daha havalı grafikler için resimlerin üstüne yapılan pistole çalışması, iyi bir fotoğrafçı ile çekilen dia pozitif resimler. İşin kalitesine göre tif veya ozasol kalıpla yapılan baskılar. Tüm bunlar 80’li yılların baskı teknolojilerinde çokça duyulan kavramlardı.

BASKI TEKNOLOJİLERİNDE HIZLI GELİŞMELER

Derken 80’lerin ortalarından itibaren Macintosh Bilgisayarları ve masaüstü yayıncılık diye yeni bir kavram daha devreye girdi. Yavaş yavaş klasik grafikerlik Macintosh grafikerliğine doğru evrildi. Türlü türlü fontlar çıktı. Laser çıkış makineleri çok hızlı bir şekilde baskı kalitelerini arttırdılar.

Ben bile Macintosh Plus adlı makinemizde ve Ready Set Go adlı programla mahalli gazete veya dergi hazırlığı yapıp baskıya gönderdiğimiz günleri hatırlarım.

Biz ilk baskı makinemiz olan 25×35 ebadında Gestetner’i sanırım 1986 yılında almıştık.

300 dpi, 600 dpi derken yüksek çözünürlü laser çıkışlar süratle piyasaya çıktı. Macintoshların programları ve işlem hafızaları da aynı hızla artıyordu.

Seksenlerin sonundan 90’ların sonlarına geçen on yıllık sürede de tüm bu olaylar büyük bir hızla gelişti.

Bizim 1990 yılı başında Rahmetli Ahmet Şişman ile kurduğumuz Eramat adlı matbaa birkaç yıl içinde hem Ahmet Şişman’ın İz yayıncılık adlı firmasına hem de daha pek çok yayınevine baskı ve cilt işi yapmıştı. Bizim aldığımız ilk kağıt kırma makinesi sallama pedal denen bir aletti. Forma halinde basılmış kitap sayfalarını elle makineye veriyorduk ve öylece katlanıyordu.

Harman denen işlemler ilk zamanlar daha çok ‘’roman’’ tabir edilen vatandaşlarımız tarafından yapılmaktaydı

Zamanla ve hakikaten çok hızlı bir sürede kitaplar, dergiler ve diğer baskı işleri tamamen ofsete döndüler. Makineler gittikçe daha kaliteli hale gelmeye başladı. Kitap ve dergilerin ciltleri gittikçe otomatikleşti. Sallama pedalların ve elle harmanlamaların yerini artık tam otomatik makinalar aldı.

O eski klişe ve Entertip dizgi ile baskı yapan matbaa makinelerinin büyük bölümü devre dışı kaldı. Bazıları ise ya kesim ya yaldız ya da numaratörle birlikte baskı yapan makineler haline dönüştüler.

Tüm bunlar biz yaşarken ve bu mesleğin içinde iken oldu.

Özellikle 1980 sonrasında Türkiye Ekonomisinin dış dünyaya entegrasyonu süreci önemli bir devir değişikliği idi. Ekonomide ihracat konusu çok öne çıktı. Tabii aynı derecede ithalat da kolaylaşmıştı. Türk parasının diğer paralarla kolayca değişebilme imkanına kavuşması dış dünya ile ilişkiyi daha kolay hale getirdi. ABD ve İngiltere’nin önderliğinde özellikle gelişmekte olan ülkelerin dünya sistemine hızlıca entegrasyonu yönündeki gayretlerin de tesiri ile artık dış dünyada ne oluyorsa kolaylıkla bizde de olmasının yolu açılmıştı.

Birçok sektörde olduğu gibi matbaacılık ve yayıncılık alanında bu tarihten sonra ortaya çıkan büyük değişimin altında yatan bir önemli faktör kısaca bahsettiğim bu gelişmelerdi.

Değişim bu kadarla sınırlı mı kaldı? Tabii ki hayır.

90’lı yılların ikinci yarısından itibaren dijital alanda büyük bir atak başladı ve bu alandaki gelişme baş döndürücü bir hızla devam ediyor

Artık dijital yayıncılık neredeyse en fazla sözü edilir yayıncılık türü oldu.

DİJİTAL DÜNYA

Eski gazeteler ve dergiler günümüzde kısmen basılı olarak yayınlanıyor olsa da büyük ölçüde dijital mecralarda okunuyorlar. Biz bile uzunca bir süre dijital mecrada haber ve kültür sitesi hazırlayıp yayınladık. Dünya Bülteni ve Son Devir siyasi, sosyal ve ekonomik haberler alanında, Dünya Bizim de kültür haberciliğinde etkili internet siteleri olarak hizmet verdiler. Bu yayın mecralarımız ile ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel haberleri, ulaşabildiğimiz en kısa sürede izleyiciye duyurmaya başladık. Gazetelerde bir gün sonra insanlara ulaşan haberler artık anlık süreler içinde muhatabına ulaşıyordu.

Ofset baskı dışında kitapların bir bölümü de artık çok az sayıda da olsa dijital baskı makineleri ile basılabiliyor.

Olay bununla da kalmadı. Artık neredeyse herkesin kendi yayınını yaptığı sosyal medya platformları gelişmeye başladı. Elinde akıllı telefonu olan ve bu işe meraklı bir kişi, adeta kendi dergisini ve gazetesini kendi başına çıkarıyor. Facebook, twitter, instagram ve linkedin hesaplarından önemli gördükleri olayları yayınlıyor, haberler veriyorlar.

Fotoğrafçılık mesleği ciddi bir form değiştiriyor. İnsanlar kendi akıllı telefonlarından gayet güzel fotoğraflar çekiyorlar. Pistole boya sanatçıları yerine akıllı telefonların renk düzeltme programları aldı.

Kitaplar basılı olmanın yanında e-kitap olarak da yayınlanıyor.

Fakat ilginç olan şu ki gazete ve dergi alanında ortaya çıkan gelişme veya değişim şu ana kadar kitap konusunda aynı ivme ile gerçekleşmedi.

Hala basılı kitap önemini ciddi oranda koruyor ve e-kitap platformaları tüm beklentilere rağmen istenen yaygınlığa kavuşamıyor

CORONA SALGINI

2020 Yılı Mart ayından itibaren ise yepyeni bir olayla karşı karşıya kalıverdik. Corona virüsünün tüm dünya ile birlikte ülkemizi de etkilemesiyle birlikte hayatlarımız ciddi oranda değişti. Birçok işimizi artık evlerden yapmaya başladık. Tüm ilişkilerimizde online olma mecburiyeti çok şeyin önüne geçti.

Peki, bu dönemde evlerinde kalan insanlar acaba kitap konusunda dijital alana mı yöneldiler yani basılı kitap yerine e-kitap mı aldılar yoksa kitaplara ulaşabilmek için başka yolları mı kullandılar?

Yapılan araştırmalara göre e-kitaba yönelim yine de çok büyük bir boyuta ulaşamadı. Fakat kitaba ulaşım için insanlar kargo ve e-dağıtım platformalarını daha yoğun kullanmaya başladılar.

Kitabın basılıp klasik dağıtımcılar üzerinde kitap satış mağazalarına gitmesi ve oradan okuyucuya ulaşması veya özellikle son yıllarda yaygınlaşan ve pandemi öncesine kadar büyük yaygınlık kazanan kitap fuarları üzerinden ulaşması yerine kargo ile kitap dağıtan firmalara çok ciddi bir yöneliş oldu. Yani logistik ve kargo sektörü üzerine çok ciddi bir yük bindi.

Fuarlarla ilgili de gerek ülkemizde gerekse de dünya üzerinde zamanla dijital alanda kitap fuarlarının da yaygınlaştığını görebiliriz.

Corona salgını ile ilgili aşılamanın yaygınlaşması ve hastalığın inşallah şiddetinin kaybolması ile yeni bir döneme giriyoruz. Bazı alanlara açılmalar ve normalleşmeler başladı. Fakat yine de hastalığın henüz tam manası ile etkisinin yitirdiği iddia edilemez. Tüm bu gelişmeler de online ilişkilerin öneminin sürekli artmasına yol açıyor. Örnek olarak ülkemizde ve dünyanın büyük bölümünde yüksek öğretim uygulamalı dersler dışında önemli ölçüde dijital alana kaymış vaziyette.

Acaba zamanla şartların tekrar eski hale dönmesi durumu hasıl olursa bu değişimler sona erip tekrar eski alışkanlıklara dönülür mü sorusunun da cevabını ciddi şekilde düşünmek gerekir sanırım.

Olağanüstü dönemler sonrası eski alışkanlıklara dönülmesi çokça görülse de yeni şartların ortaya çıkardığı yeni dengeler de her değişim dönemi sonrası gündemde yer almaya devam etmiştir. Bunun oranı değişebilir lakin meydana gelen bir değişim ve dönüşüm belli bir ihtiyacı karşılıyorsa onun kalıcı olabileceğini de varsaymak gerekir.

Burada son dönem yönelimler en çok kitap satış noktalarını etkiledi gibi görünüyor. Aynı zamanda kitapların satış noktalarında insanların bir araya gelmeleri, okuyucuların kitap alışverişleri dışında bu mekânlarda birbirleriyle sohbet ve muhabbet edebilmeleri olayı da gittikçe azalmaya başladı. Bu değişim pandemi öncesinde de gözlemlenen bir hal idi fakat yeni şartlar bu gidişi mecburen daha farklı bir yöne doğru adeta savurdu. Son salgın olayı yüz yüze yapılan muhabbetlerin ve görüşmelerin çok daha azalmasına neden oldu. Belki bunların bir bölümü dijital alana kaydı fakat o eski sıcaklığın her daim arandığı da önemli bir gerçek.

YÜZYÜZE İLİŞKİLERDEN ONLİNE MUHABBETLERE

Corona salgını öncesinde de dijital alana kayış her gün adım adım fazlalaşmakla birlikte pandemi sürecinde bu eğilim şartların da zorlaması ile çok daha fazla arttı. Kişisel ve kurumsal ilişkilerde online platformlar büyük yaygınlık kazandı. Whatsapp türü iletişim alanlarının kullanımında adeta patlama yaşandı. Sosyal medya araçları insani ilişkilerin sağlandığı en önemli mecralardan oldu.

Özellikle Türkiye gibi genç nüfusun çok yoğun olduğu bir ülkede bu eğilimin zamanla daha fazla artacağı beklentisi de hiç küçümsenmeyecek bir gerçek gibi ortada duruyor. Firma yönetimlerinin bile gittikçe online bir tarza kaydığı, eğitimin de mevcut şartların zorlamasıyla online yapılma mecburiyeti içinde olması dolayısıyla, yayıncılık alanında da kullanılan materyallerin dijital sahaya daha fazla kayacağını öngörebiliriz.

Bu ne sağlayacak? Yayıncılık daha önceden bildiğimiz tarzın ( yani basılı yayıncılığın) ötesine doğru sanki daha fazla kayacak. Yani e-kitaplar zamanla daha fazla gündeme gelecek. İnsanlar yıllar geçtikçe kitapları sanki dijital platformlardan daha fazla okuyacak. (Bu bir çok kişinin olduğu gibi benim de öngörüm. Ama ne ölçüde tahakkuk eder bunu zaman gösterecek inşallah.) Toplu taşım araçlarında daha fazla zaman geçiren özellikle genç nüfusun kitapları özellikle akıllı telefonlarına taktıkları kulaklıklarıyla dinleme oranları da daha fazla artabilir. Şu an bunun emareleri de görülmekte.

Şu an bu kayış daha önceden yapılan tahminlerin boyutlarına ulaştı mı?

Hayır değil.

Basılı yayıncılık kolay kolay biter mi?

Sanırım bu sorunun cevabı için de şu ana kadarki gelişmelere bakılarak hemen evet demek mümkün değil. Kitap yayıncılığı gazeteler gibi basılı olmaktan çıkıp kısa sürede dijital alana tamamen kayamaz gibi görünüyor.

Fakat zamanla bu alana doğru önemli bir gidiş olacağı varsayımı üzerinde çokça durulup ona göre hazırlıkları hızlandırmak gerekecek diye düşünmekteyim.

Bu arada dijital yayıncılık alanında kitlelerin zamanla sahip olduğu bazı alışkanlıklar klasik yayıncılık yapanların da dikkat etmeleri gereken noktalar haline gelmekte. Son günlerde İSAM tarafından hazırlanıp yayınlanan Temel İslam Ansiklopedisi içinde bazı bölümlerin dijital platformlarda sıkça görmeye alıştığımız infografiklerle (bilgiçizim) zenginleştirilmesi insanlardaki zamanla değişen görsel alışkanlıklara uyum sağlamanın gerekliliği noktasını gösteren önemli bir örnek. Her alanda etkileşim çok yoğun.

Pandemi sonrası ekonomik şartlar da çok önemli değişiklikler geçiriyor. Birçok iş alanı büyük darbe yedi. Mesela dış turizm büyük ivme kaybetti. ( Bu aralar salgının etkisinin kaybetmesi veya insanların mevcut şartlara alışmaya başlaması ile birlikte tekrar bir yükseliş görünüyor ama hala eski durumundan bir hayli uzakta ) Bu sahaya bağlı birçok iş kolu zayıfladı. Yeme içme sektörü kendini zar zor toplamaya çalışıyor. 2020-2021 döneminde eğitimini neredeyse şekli değişmişti. 20 milyonu orta öğretimde, 7-8 milyonu yüksek öğretimde bulunan bir eğitim sektörü büyük boyutuyla online‘a kaymıştı. 2021-2022 Döneminde ilk ve orta öğretimde yüz yüze eğitime dönülebildi fakatn yukarıda da zikrettiğimiz gibi yüksek öğretimde hala oransal olarak online eğitim tercih ediliyor.

Bu değişimler yayıncılık, matbuat başta olmak üzere bu alanda çalışan ve bu alana ürün ve hizmet üreten her kesimi etkiliyor. Servisçisi, kantincisi, kitapçısı, kırtasiyecisi, eğitim ve kültür yayıncılığı yapanlar, okulların yakınlarında iş yeri olan esnaf vs… Hâsılı bu iş bir zincirin halkaları gibi.

Bu değişim ve dönüşümü çok iyi okuyabilmek gerekiyor. Tabii bu okuma hadisesi de yalnız başına yapılabilecek bir şey değil. Bu işlerle uğraşanlar devasa sorunlar karşısında yalnız başlarına bırakılmamalılar. Bu noktada mesleki teşekküller, dernekler, vakıflar, odalar gibi kurumlar sektörlerindeki kişilerle dayanışma içinde olmalı, değişim ve dönüşümün seyrini beraberce yorumlayabilmeliler

GEÇEN ZAMAN DE İÇİNDE BUGÜNKÜNE BENZER BÜYÜK DEĞİŞİMLER YAŞANMIŞTI

Genel insanlık tarihi içinde çok kısa bir süreye tekabül etse de bizim kendi ticari hayatımız sürecinde de (1980-2020 arası ( 40 yıl)) buna benzer önemli krizler ve değişimler vuku bulmuştu. O zamanlarda da şimdikini andıran kayda değer ekonomik ve sosyal değişimler ortaya çıkmıştı.

Daha önceki paragraflarda da ifade ettiğim gibi, 1980’li yıllarda ihtilal sonrası şartlarda ve merhum Özal’ın yönetimde olduğu Türkiye’nin dışa açılımı ile başlayan büyük dönüşüm döneminde, yayıncılık ve baskı teknolojilerinde de sessiz ama çok büyük bir devrim yaşanmıştı. Tipo’dan ofsete geçiş ve sonrasında masaüstü yayıncılık ve diğer baskı hazırlık alanındaki değişimler sektörde çok büyük farklılaşmalara neden olmuştu. Köklü birçok kurum değişimlere adapte olamadığı için ortadan kalkmış yepyeni yapılar onların yerini almıştı.

Yine uluslararası alandaki önemli hadiselerden biri olan 1990’lı yılların başındaki körfez krizi neticesi ülkede belli bir dönem turizm neredeyse durmuştu. Gerçi o zamanlar turizmin genel ekonomideki yeri bu günlerdeki gibi değildi ama yine de bağlı sektörleri etkilemişti.

O yıllarda Türkiye de yapısal anlamda yeni bir döneme alışmaya çalışıyordu. 1994 krizi birkaç gün içerisinde birçok firmanın dengelerini belki de bir daha düzeltemeyecekleri derecede bozmuştu. 2001 Krizi de neredeyse bir iki gün içinde vuku bulan büyük devalüasyonla birlikte piyasaları çok ciddi oranda etkilemişti. Mesela biz, 2001 krizi sırasında, dövizdeki büyük artış sonrası matbaa ve ambalaj işimizi devam ettirmekte zorlanıp komple devretmek durumunda kalmıştık. Yaklaşık 20 yıllık emekle ortaya çıkan maddi birikimin ciddi bir bölümünü kaybedivermiştik.

2008 Yurt dışındaki Bankacılık krizi de Türkiye’den nispeten teğet geçmiş olsa da yine de birçok sektör için büyük tehlike oluşturmuştu.

Bu son pandemi süreci bende, 1980 sonrası ve 2001 krizlerinde olduğu gibi, büyük bir değişim ve dönüşüm döneminin başlangıcı olacakmış gibi bir fikir uyandırıyor. Tasvir etmeye çalıştığımız olaylar birbirlerine bazı noktalar itibariyle benzerlik gösterseler de hiçbir zaman birebir aynı olmaz. Aynı zamanda bu tür önemli hadiseler sonrası ortaya çıkan yeni şartların etkileri tabiidir ki herkes için aynı şekilde tahakkuk etmez. Fakat bu tip krizler bazı kurum ve kesimler için önemli değişimleri mecburi hale getiriverirler. Bu süreçlerde en mühim husus özellikle mesleki organizasyonlar bünyesinde verimli bir haberleşme, dayanışma, tecrübe paylaşımı ve bazen gerekli olabilecek küçük de olsa etkili desteklerin harekete geçirilmesi ile problem yaşayacak kişi ve kurum sayısını azaltabilmektir.

Burada bu tarihi süreçlerden kısaca bahsetme sebebim bu gün yaşadığımız sürecin bir ilk olmadığı ve gerek yakın gerekse de uzak tarihi süreçte buna benzer olayların birbirlerinden farklılıklar gösterse de vuku bulduğudur. Bu olağanüstü dönemlerde önemli olan panik yapmadan gidişatı doğru okumaya çalışmak, insani ve mesleki dayanışmayı üst seviyede tutabilmektir.

YAYINCILIKTA İÇERİK KONUSU

Bu noktada yayıncılıkta içerik konusunda bir miktar değinmek istiyorum. Türkiye geçen zaman içinde yayıncılık alanında dünya üzerinde önemli bir büyüklüğe erişmiş bulunuyor. Bu nicelik anlamında ortaya çıkan büyüklüğün dünyada düşünce ve fikir alanında da vuku bulmasını sağlamak gerekiyor. Bir yanı ile batı dünyası ile yoğun ilişkisi olan bir yanı ile de kendi tarihi, kültürü, sahip olduğu dini değerleri ile farklı bir medeniyetin lokomotif gücü olan Türkiye, kendi dışındaki dünyaya sahip olduğu değerleri, fikirleri ve daha iyi bir dünyanın oluşabilmesi için katkılarını sunabilmek zorundadır. Bu tür fikirlerin ve değerlerin ortaya çıkması gereken yerler, öncelikle üniversiteler, araştırma kurumları, bu amaçla oluşmuş vakıflar, dernekler ve organizasyonlardır. Ayrıca ülkenin entellektüelleri, alimleri, sanatçıları ve edebiyatçıları da fikri ve kültürel alanlardaki ürünleri ortaya koyacak kişilerdir Yayıncılık faaliyetleri ise bu ortaya çıkan ürünleri gerek basılı gerekse de diğer mecralar ile insanlara ulaştıran bir uğraştır. Fakat yapısı gereği bu niteliksel üretimi etkileyen ve/veya etkilemesi gereken bir sektördür.

Yayıncılık dünyasının bu çerçevedeki görevini ne ölçüde yapabildiği üzerinde sürekli durması ve kendini değerlendirmesi önemlidir. Aynı zamanda ortaya çıkan ürünlerin sadece yurt içinde değil farklı dillere çevrilerek yurt dışında da kitlelere ulaştırılması büyük önem taşımaktadır. Yayıncılık alanında dünyada ilk onu zorlayan bir ülkenin başka dillere tercüme edilen ve oralardan da talep edilen eserleri yayınlayabilmesi gerekir. Ancak o zaman bizler ülke olarak daha etkin bir konuma ulaşabiliriz.

Tercüme eden değil, eserleri başka dillere çokça çevrilen bir düşünce ve yayın piyasasına sahip olabilmek Türkiye için ulaşılması gereken önemli hedeflerden biri olmalıdır.

Son cümleler olarak;

Birleşmiş Milletlerin genel kurulundaki veto yetkisine sahip 5 daimi üyenin dünya politikasını siyasi, askeri ve ekonomik güçleri ile adeta ablukaya aldıkları bir dönemi yaşamaktayız. Bu yapı dünyada adaleti, huzuru ve dengeli bir sistemi maalesef oluşturamıyor. Göründüğü kadarıyla da bu hedefe mevcut dengelerle ulaşmak mümkün görünmüyor.

Ayrıca bugün yaşadığımız tarzdaki olağanüstü dönemler sonrasında da dünyada bazı önemli değişiklikler olacağı yönündeki beklentiler had safhaya varmış durumda.

Fakat tüm bu şartlar içerisinde acaba dünyada siyasi, iktisadi, ilmi ve hukuki olarak daha farklı bir yapı nasıl meydana gelebilir?

Bu çerçevede zihni anlamda da ciddi bir gayret gerekmektedir.

Her alanda büyüyen ve gelişen bir Türkiye, tarihte belli dönemlerde olduğu gibi dünya üzerinde daha âdil ve insan onuruna yakışır bir hayatın oluşmasına katkı sağlamakla da yükümlüdür. Yayıncılık sektörü de bu hedefe yönelik olarak kendine hedefler belirlemeli, nicelik artışlarının yanı sıra nitelik açısından da iz bırakıcı çalışmalara imza atabilmelidir.

Ağustos böceğinin sesini duyabilmek..

İstanbul Ticaret Odası her ayın ikinci perşembe günü Meclis üyeleri ile bir toplantı yapar. Bu toplantıda rutin konuların görüşülmesi dışında, üyeler gerek sektörleri ile ilgili gerekse de genel konuları ele alarak, kürsüde görüşlerini ifade ederler. 2019 Ağustos ayı Meclis toplantısında ben de söz aldım.

Konuşmamın ana hareket noktası Temmuz ayında Türkiye’de, bir ay içinde yayınlanan kitap sayısı adedi olarak bir rekor kırılmış olmasıydı. Bu gelişme ile ilgili meclis üyesi arkadaşlarımı bilgilendirmek ve bu noktadan hareketle yayın dünyası, kitap, kültür, düşünce konularında hem iş dünyası hem de bu konuşmaya muhatap olacak kişiler nezdine bir farkındalık oluşturmayı hedeflemiştim.

Konuşmama yıllar evvel Sedat Kaya adlı bir gazetecinin kendi köşesinde yayınlanan bir yazısından alıntılar yaparak başladım. Yazı özetle şöyle idi.

1905 Yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Theodore Roosevelt, kendi dönemindeki Kızılderili liderleri ile bir toplantı düzenlemiş.

O dönemin Kızılderili şefleri trenle New York’a getirilmişler. Bir heyet kendilerini karşılamış ve şehri gezdirmeye başlamış.

Sokaklardaki insan seli, arabaların, iş makinalarının gürültüsü Kızılderili şeflerini bir hayli şaşırtmış.

Derken bir aralık Kabilelerden birinin şefi olan Kara Geyik dikkat kesilmiş, yanındakilere bir Ağustos böceğinin şarkısını duyduğunu söylemiş.

Yanındaki diğer reisler de onu onaylamışlar fakat diğer beyaz adamlar böyle bir şey olamayacağını, olsa bile onun sesinin bu gürültü içinde duyulabilmesinin mümkün olmadığını ifade etmişler.

Kara Geyik ısrar etmiş, bindiği arabayı durdurmuş ve ileride bir parka doğru gitmeye başlamış. Derken orada bir ağustos böceğinin görmüş. İşte demiş ses buradan geliyor.

Herkes hayretler içinde kalmış.

“Olamaz” demişler, “Sende doğaüstü güçler var.”

“Hayır” demiş Kara Geyik,

“Ağustos böceğinin sesini duymak için doğaüstü güce ihtiyaç yok. Bu sizin ilginiz ile bağlantılı bir şey.

Bakın demiş şimdi size bir şey göstereceğim:’

Hemen cebinden metal bir 50 sent çıkarmış ve kaldırımda yürüyen insanların arasına yuvarlamış… Para metal gürültüsü çıkararak belli bir yol almış.

Bir anda sesi duyan herkes “acaba benden mi düştü.” diye paraya bakmaya başlamışlar.

Kara Geyik yanındakilere sormuş.

‘Benim ne demek istediğimi şimdi anlayabildiniz mi?’

“Anlamadık” demişler

Bakın demiş;

“Bir insan için önemli olan nelere değer verdiğidir. Çünkü her şeyi ona göre duyar, ona göre görür ve ona göre hisseder. Siz doğaya değer verseydiniz, Ağustos böceğinin şarkısını duyardınız. Paraya değer veren insanlar en küçük bir metal sesinde hemen dikkat kesiliveriyorlar’…

Daha sonra beni dinleyenlere şu soruyu yönelttim.

Bu hikâyeyi niye anlattım? Şimdi bunun üzerinde biraz konuşalım müsaade ederseniz…

Cevap sadedinde ise aşağıdaki tarzda sözlerime devam etim.

Biz tanım olarak iş adamıyız. Ticaret odasında 400 binin üzerinde tüccar ve sanayiciyi temsil ediyoruz.

Bugün gündemimizin en önemli yerlerine para, çek, karlılık oranı, ebita (favök), ihracat, ithalat, gayrisafi milli hâsıla, geçinme endeksleri gibi maddi değerler oturmuş vaziyette.  Gündemimizi haddinden fazla doldurmakta olan bu başlıkların arasında bizi insani olarak yücelten değerlere yeterli oranda yer ayırabiliyor muyuz?

Oysa biz iş adamı kimliğinin daha üstünde bir kimliğe sahibiz. Çünkü biz insanız.

İnsan için Şeyh Galip şöyle der:

‘Hoşça bak zatına zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen “

Biraz daha sadeleştirerek ifade edersek

“Kendine saygıyla muhabbetle bak, çünkü âlemin özü sensin.

Sen, kâinatın göz bebeği olan insansın.”

Buradan hareketle insan çok değerli bir varlık ve insan için paradan puldan maddiyattan daha önemli değerler var veya olmalı.

İnsan, âlemin özü, kâinatın göz bebeği…

Kültür, sanat, felsefe, köklü bir medeniyete ait olma, düşünce, tabii hepsinin en önünde iman bu değerlerden bir bölümü

Bunları elde edebilmek bilgi ile olur, öğrenmekle olur, öğrendiklerimiz üzerinde derinden derine düşünmek ile yani tefekkür etmekle olur

Düşünmek deyince hemen şöyle bir izahat yapayım. Bu kelime için,  insanın kendi içine düşmesi yani kendini derinliğine tanıması kavramından gelir derler ki bu da benim çok hoşuma giden bir izah tarzıdır.

Bu özellikleri kazanmak için öncelikle okumak, kitaplarla haşir neşir olmak, âlim ve arif kişilerle sohbet etmek gerekir.

Düşünce hayatıyla ilgili konulara, okumaya ve kitaba ilgi duymak, bu noktalara dikkatini vermek ağustos böceğinin şarkısına kulak kabartmakla eş değer bir eylemdir. Çoğu kişinin para şıkırtısının peşinde koştuğu bir dünyada ağustos böceğinin namelerini önemseyen yani kendi insani değerlerinin farkına varmış bireyler olabilmeye çalışmak gerekiyor.

Bunun için de bizler okumalıyız, çevremizi de okumaya, öğrenmeye, ufkumuzu açmaya teşvik etmeliyiz

Bu gayretlerin sonuçları hem bizim üzerimizde kendinin gösterir, hem de çoluğumuzda, çocuğumuzda, torunumuzda, yani yakın ve uzak çevremizde müspet bir şekilde müspet bir tarzda dallanır ve budaklanır.

Bu tarz faydalı ortamlar ve ilgiler başkalarına da sirayet eder adeta bulaşıcıdır

Mesela bizler, yani topyekûn hepimiz, yapabildiğimiz ölçüde bu tarz bir yaklaşımı hayatımıza uygulayabilmeliyiz…

Bu noktaya gelmişken benim konuşmamdan biraz ayrılarak küçük bir ilave yapmak istiyorum:

İTO’NUN KİTAP FUARLARI NOKTASINDAKİ GAYRETLERİ

Frankfurt Kitap fuarında Türkiye’nin konuk ülke olduğu 2008 yılında biz de İTO olarak çok farklı şeyler yapmıştık.

Muhteşem bir Konser, Dünyanın en büyük ebrusunun,  fuar bahçesinde Hikmet Barutçugil Hoca tarafından yapılması, paneller, sergiler ve daha birçok etkinliği o yıl İTO organize etmişti.

O sene faaliyetlerimizi anlatırken şöyle bir temel cümle kullanmıştık:

İş adamı dediğimiz kişi sadece para ile pul ile ilgilenmez veya ilgilenmemelidir Kitap, yayın ve çeşitli sanat etkinlikleri bizim için insanın olmazsa olmaz değerlerinin ortaya çıkmasını sağlayan unsurlardır.  Bunun için bu fuarda ( Frankfurt’ta) İTO olarak aktif durumdaydık. Yeni bir iş adamı tipi oluşturmalıyız diyorduk. Bence bu nokta her dönemde geçerli bir husus olarak önümüzde durmaktadır.

İTO olarak bu ilgimiz devam ediyor ve yayıncılık sektörümüz de başarılı bir grafik çiziyor

Yeniden konuşmamıza dönersek…

Sözün geldiği noktada konuşmamızın ana ekseni olan temmuz ayı kitap adetleri ile ilgili bilgiyi de arkadaşlarımızla paylaştım.

Temmuz ayında Türkiye’de 55 Milyon kitap üretildi. Bu bir rekor olarak kayıtlara geçti. Bunun içinde eğitim kitapları oranı %70 olarak gerçekleşti.

Temmuz ayındaki nicelik olarak gelinen bu noktaya karşı yine bazı mecralarda bu sayısal artışın kalite olarak aynı seviyelerde olmadığı, yayıncılık alanında hala ciddi bir içerik ve nitelik sorunu olduğunu ifade eden açıklamalar da yer aldı.

Bu yorumlara kısmen hak vermekle birlikte elde edilen sayısal başarıdan sevinmenin önemli olduğu, nicelik başarısının zamanla nitelik artışını da beraberinde getireceğine inandığımızı da belirtmenin moral motivasyon olarak yararlı olduğunu öne sürmekteyiz.

Bizler hem yayıncılık yönümüz hem de her şeyin ötesinde insan olmamızın bir gereği olarak kitabı önemsiyoruz. En başta yüce kitabımız her şeyin üzerinde yer alıyor. Diğer tüm kitapların O’nu daha iyi anlamak için okunması gerektiğini ifade etmekteyiz. Tabii Kuran-ı Kerimin yanı sıra kâinat kitabı da çok önemli. Yaratılmış olan tüm güzelliklere ibret nazarı ile bakmak insanı yükselten bir eylem. Tıpkı Kara Geyik ’in tüm başka gürültülerin arasında Ağustos Böceğinin sesinin duyması ve onu arayıp bulması gibi.

Hem Kur’an sevgisi, hem O’nu daha iyi anlamaya yarayacak tüm kitapların önemini ve sevgisini yayabilmenin değerli bir şey olduğuna inanmaktayız.

Bu noktada kürsüde bir örnek hikâye daha paylaştım:

Asıl adı Samuel Langhorne Clemens olan ama daha çok Mark Twain takma adıyla tanınan Amerikalı yazar bir keresinde hocasıyla olan görüşmesini kısaca şöyle aktarıyor:

Hocam bir kitap okudum ama zihnimde kitaptan hiçbir şey kalmadı.

Hocası ona bir hurma uzatıyor ve bunu ağzında çiğne ve ye diyor

Yedikten sonra soruyor. Şimdi sen büyüdün mü?

Hayır diye cevap veriyor Twain..

Hocası devamla: Belki büyümedin fakat bu hurma senin vücudunda dağıldı, et, kemik, sinir, deri, tırnak, hücre ve daha ismini sayamayacağımız birçok şey oldu.

Okuduğun kitap da öyle. Bir kısmı kelime dağarcığını geliştirdi, bir kısmı bilgi ve irfanını arttırdı, bir kısmı ahlakını güzelleştirdi. Bir kısmı yazı üslubunu inceltti, bir kısmı hayata farklı bakmanı sağladı. Bu noktaları çok daha fazla arttırmak mümkün. Her ne kadar sen bunları çok somut olarak fark edemiyorsan da zaman içinde ve yeri geldiğinde hissedeceğinden eminim.

Özetle kitap okumak o kadar çok şeye yarar ki birkaç şey söyleyerek bunu anlatamayız.

Esasında bu örnek kitabın, okuma ve onun üzerine tefekkür etme eyleminin önemini gayet güzel bir şekilde ortaya koyuyor sanırım.

Bizler, fazlaca okumamız lazım. Çünkü biz okursak çocuklarımız okur, gençlerimiz okur.

Bugün birçok kişinin şu tarzda şikâyetlerini duymaktayız. Efendim gençlik okumuyor. Gençlik internetle, sosyal medya ile uğraşıyor, bu gençlik şöyle, bu gençlik böyle.

Peki şu soruyu kendimize soralım: Bu gençlik niye böyle?

Çünkü bu gençlerin büyükleri de böyle, anneleri böyle, babaları böyle. Gençlerin okumadığından şikâyet edeceksek öncelikle onların ebeveynlerinin okumadıklarından şikâyet etmek gerek.  Şöyle bir misal anlatılır. Baba ile oğlu yürürlerken, babası oğluna evladım ayaklarını bastığın yere çok dikkat et oldu mu?  Çocuğun cevabı çok düşündürücüdür. Baba demiş aman sen bastığın yere çok dikkat et çünkü ben senin adımını kaldırdığın yere basıyorum.

Kitap ve okuma sevgisini yayma noktasında en önemli hususlardan birisi ziyarete gittiğimiz kişilere onların hoşuna gidebilecek bir kitap götürmekten geçer. Bu noktada isabetli kitap seçimini yapabilmek için bilgisine güvendiğimiz dostlarınıza da danışmakta yarar olduğunu düşünmekteyim. Ayrıca bayramlarda ve özel günlerde çocuklara da özellikle onların yaş seviyelerine göre kitap hediye etmek çok yararlı.

Üniversitelerde kütüphane önemlidir

Konuşmanın sonlarına yaklaşırken üniversite kütüphaneleri ile ilgili de birkaç noktaya temas ettim.

Toplantının olduğu tarihlerin kısa bir süre öncesinde yani 2019 Temmuz ayında dünyadaki en önemli üniversitelerin listesi yayınlanmıştı. Bu üniversitelerin başında Harvard Üniversitesi yer almaktaydı. Bizim üniversitelerimiz 500’lerden sonra başlıyordu. Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi bu seviyelerde listeye girmişlerdi. Ondan sonra, binlerden itibaren bizim üniversitelerden bazılarının isimleri yer almaktaydı. Burada dikkat çekmeye çalıştığım nokta bu sıralama ile o üniversitelerin kütüphaneleri arasındaki ilişkiydi. Tabii kütüphane tek kıstas olmamasına rağmen kütüphaneler üniversitedeki hoca ve öğrenci kalitesine olumlu tesir eden mühim faktörlerin başında gelmektedir. Harvard Üniversitesi dünyanın en önemli kütüphanelerinden birinin olduğu bir yerdir. Türkiye’de de Boğaziçi Üniversitesi bu özelliği bünyesinde barındırmaktadır.

Dolayısıyla üniversitelerin başarısında kütüphaneler önemli bir yer tutar ve sistemin merkezinde yer alır.

Biz de görevde olduğumuz dönemde İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin Sütlüce kampüsünü yaparken onun en güzel yerlerinden birini kütüphane olarak düzenlemiştik. 3 bin 500 metrekare alanı olan güzel bir kütüphane mekânı oluşturulmuştu. Oranın içerik olarak da sürekli beslenmesi ve geliştirilmesi gerekiyor. Burada İTO Meclis üyelerine ve diğer iş adamlarına da önemli bir iş düşüyor. Üniversite kütüphanesinin daha da büyütmesine katkı sağlamak. Mesela İTO’nun tüm yurt dışı fuar aktivitelerine katılan üyeler ellerinden geldiği ölçüde üniversite ile irtibatlı olarak bu seyahatlerinde acaba ben üniversite kütüphanesi için hangi kitapları alabilirim diye sorabilmeliler. Bu belki tüm meseleleri çözmez fakat tahminlerin ötesinde bir sinerji oluşturur…

Bu yazıyı tasarladığım tarihlerde yani Ekim ayının başlarında yayın dünyası yeni bir rekora daha imza attı. Eylül ayında 56 milyon 450 bin gibi bir sayıya ulaşan yayıncılar tüm zamanların kitap yayınlama rekorunu kırmış oldular.

Bunun yanı sıra Ekim ayının başında Yenikapı’da Arapça Kitap Fuarı kapılarını açtı. Bu yıl beşincisi düzenlenen Arapça Kitap Fuarı, Türk yayıncılığının uluslararası düzeydeki önemli bir başarısı olarak her yıl gelişerek devam ediyor.

İTO Meclisi’ndeki konuşmamız şu sonuç cümleleri ile nihayete erdi:

Sonuç olarak insanı insan yapan önemli değerlerin daha fazla gündemde olabilmesi ve toplumsal hayatın merkezine yerleşebilmesi için yayın dünyası ve kitabın önemli olduğunu bir kere daha ve altını çizerek ifade etmek istiyorum. Yayın dünyasının son aylardaki başarılarının hepimize ilerisi açısından umut vermesi gerektiğini de ilave etmeyi bir görev biliyorum.

İktisadi gelişmenin insan ve toplumun kültürel gelişmesi olmadan çok da büyük bir önemi olamayacağı da açıktır. Bunun için kitaplarla dost olmak, bilgi ve tefekkürü daima hayatımızın merkezine oturtmak durumundayız.