TÜKETİM EKONOMİSİ YERİNE KANAAT EKONOMİSİNE GEÇMEK MÜMKÜN MÜ?

 

Bu yazımızda değerli hikayeci ve fikir adamı Mustafa Kutlu’nun son senelerde sıkca kullandığı Tüketim Ekonomisi yerine Kanaat Ekonomisi, suyun, havanın ve toprağın korunduğu insanca bir hayata dönüş kavramlarını kısaca ele almaya çalışıyoruz. İTO Meclisinde ilk olarak bir konuşma çerçevesinde dile getirilen bu düşünceleri bir yazı halinde sunmaya çalıştık.

Yazıda ana kavramlara geçmeden önce ülkemizde son dönemlerde ekonomik anlamda ortaya çıkan sorunlara kısaca değinilmeye çalışılmaktadır.

Çalışmamızın ana vurgusu ise zikri geçen sorunlar önemli olmakla birlikte çözümün kısa vadeli kararların ötesinde daha esaslı bir ufuk dahilinde olabileceğine dikkatleri çekebilmektir

ÜLKEMİZ ZOR DÖNEMLERDEN GEÇİYOR

Malum olduğu üzere Türkiye’miz bir çok anlamda zor bir dönemden geçmektedir.

Türk tarihinde bu tarz birçok zor dönem olmuştur. Burada uzun bir liste çıkarabiliriz fakat  yazımızın hacmini çok fazla genişletmemek için bu çalışmamızda  90’lı yıllara kadar gitmekle iktifa edebiliriz

Ticari hayatın içinde yer almış ve yaşları 50’yi aşmış kişilerin hatırlayacağı üzere 1990’lı yıllarda memleketimiz zor bir dönem yaşanmıştı

Enflasyon ciddi boyutta idi. Devlet kamu maliyesi açısından sıkıntılı bir duruma düşmüştü. Enflasyon üçlü rakamlara çıkmıştı.

Bu zor dönemlerin son kertesinde patlayan 2001 krizinde ülke olarak büyük sıkıntılar yaşadık. Önce Kemal Derviş dönemi ile ekonomide ciddi kararlar alındı.

Daha sonra Ak Partinin iktidara gelişiyle 2004’lerden başlayan restorasyon, 2010’ların ikinci yarısına kadar iyi kötü sürdü.

Önce gezi olayları, ardından FETÖ ile mücadele dönemi, 15 Temmuz darbe kalkışması bu kısmen istikrarlı gidişin zedelenmesine yol açtı.

Tabii Suriye’deki gelişmelerin tesiriyle Türkiye’ye neredeyse 5 milyon civarında sığınmacının girişi de bu gidişatta menfi rol oynayan önemli bir gelişme oldu.

2018 yazındaki dış ataklar ekonominin dengesini bozucu etki yaptı.

COVID-19 salgını ve bu süreçte ortaya çıkan olağanüstü durumlar,  ekonomik ve sosyal dengelere ciddi oranda olumsuz tesir eden gelişmelerdi.

Keza Türkiye’nin büyük bir kısmını adeta yerle bir eden deprem felaketi de yine bu ekonomik dengelere menfi anlamda tesir eden büyük olaylardı.

Rusya-Ukrayna savaşı da özellikle enerji açısından ciddi açıklar oluşturdu.

Ülkeyi yönetenler bu dönemlerde şahidiz ki hakikaten olağanüstü çaba gösterdiler ve hala da göstermeye devam ediyorlar.

Şöyle bir soruyu sormamızın önünde bir engel yok sanırım….

Acaba zikrettiğimiz süreçler daha iyi yönetilebilir miydi?

Bu husus tartışmaya açık. Nereden bakarsanız ona göre bazı cevaplar verebilirsiniz. Fakat biz burada o hususu tartışmak istemiyoruz.

Dikkatimizi daha çok tüm bu zikri geçen olayların tesiriyle ortaya çıkan duruma odaklamak istiyoruz. Evet bu son ortaya çıkan resimde karşımızda özellikle ekonomik açıdan ciddi dengesizliklerin yer aldığını görebilmekteyiz.

Döviz artışı, enflasyon artışı, konut fiyatları ve kira artışı, araba fiyatları artışı, dolaylı vergilerde artış, son kararlarla birlikte faizlerde meydana gelen artışlar   bunların başında geliyor.

Bilindiği gibi enflasyon dar gelirliyi ezen bir süreçtir. Zengini daha zengin, fakiri ise daha fakir yapar maalesef. İstikrarı bozar ve genel gidişi tahrip eder.

Peki bundan sonra enflasyon nasıl frenlenecek ve onun yaraları nasıl sarılacak? Bu ciddi bir soru işareti.

Hükümet yetkililerimiz son günlerdeki açıklamalarında “2024’de enflasyonu kontrol edeceğiz.” diyorlar.

Fakat geçen her gün, belli toplum kesimlerindeki insanlarımız bu dengesiz gidişlerden müthiş bir şekilde yıpranıyorlar

Bizler de hem kendi dertlerimizle hem de etrafımızda bulunan ve mesleki teşekküllerde temsil ettiğimiz insanlarımızın dertleriyle muhatap oluyoruz.

İnsanlar; neler oluyor, diyor. Bu işler toparlanabilecek mi diye soruyorlar, neler yapmalıyız diyorlar

Bu problemlerin çözümü için Merkez Bankası müdahaleleri, Kur Korumalı Mevduata geçiş, şu aralar tekrara geriye dönüş, parasal tedbirlere yönelik kanuni düzenlemeler gibi çeşitli dönemlerde sürekli hamleler yapıldığına şahit olduk ve yenileri de her geçen gün önümüze gelmeye devam ediyor.

Kimi başarılı oluyor kimisi de yeterli olamıyor.

Şimdi yeni bir döneme girdik. Orta Vadeli Plan açıklandı.

Türkiye’de yaşayan kişiler olarak bu güne kadar bu tarz çok plan gördük. Kimisi başarılı oldu kimisi ise arzu edilen sonucu vermedi. Bizler  bu yeni planın arzu edilen tesiri göstermesini bekliyoruz.

Ticaret ehli, mal ve hizmet üreten kesimler,  yeni tedbirlerin güzel neticeler ortaya çıkaracağına inanmak istiyorlar. İnşallah muvaffak olunur. Umudumuz ve duamız bu yöndedir. Bizler de ticaret odaları ve benzeri teşekküllerde hizmet veren sorumlular olarak bu süreçte üzerimize düşen ne varsa yapmak durumundayız.

 GELİŞMELERE BİRAZ DAHA GENİŞ BAKMAYA ÇALIŞIRSAK

Güncel gelişmeleri anlayabilmek için yapmaya çalıştığımız kısa bir analizden sonra meselelere daha geniş ve farklı bir pencereden bakmaya çalışmak istiyorum.

Bu çerçeve içinde  sizlere bir kaç kelime ile hikâyeci ve düşünür Mustafa Kutlu’nun “Kanaat Ekonomisi” başlıklı fikirlerinden özetle bahsetmeye çalışacağım.

Bu incelemeyi yaparken Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu’nun Mustafa Kutlu ile ilgili kaleme aldığı bir makaleden istifade ettiğimi de eklemek isterim. (1)

Mustafa Kutlu Ağabey, büyük fikir adamı merhum Nurettin Topçu’nun rahle-i tedrisinden geçmiş bir kişidir. Bu ekolde Anadoluculuk fikriyatı ağırlıktadır.

Kendisi birçok eserinde öncelikle çok ciddi “Kapitalizm” eleştirileri yapmaktadır.

Hayatın içinden gelmiş bir kişi olduğu için yaşayan insanları ve süregelen hayatı  hem çok iyi analiz edebilmekte, hem de meseleleri ve çözümleri rahatlıkla anlaşılabilecek bir üslupta ortaya koymaktadır.

Onun sözleri içinden bugüne ışık tutan bir bölümü naklederek esas konumuza şu şekilde başlayabiliriz.

“Ülkemizin Batılılaşma yolunda attığı adımlar, geçmişin inkârı, Doğu-Batı sentezi denemeleri, hayatın her alanında bir tedirginlik, bir oturmamışlık ve bundan doğan bir köksüzlük bunalımı vücuda getirdi… Ne yazık ki Türkiye’de her ferdin yakın maziden çıkıp geldiği nokta, sisler arasında her geçen gün belirsizleşmektedir… Bu ortam tek tip insan, tek tip yiyecek, tek tip düşünce, tek tip üretim ve tek tip tüketim üzerine bina edilmiştir. Planları ve uygulamaları başka diyarlarda test edilmiştir. Bize ithal ve lanse edilmiştir. Elimiz kolumuz bağlı olarak bize sunulan konforu kaçırmamaya çalışırız…” (2)

Burada vurgulamak istenen şeyi şöyle açıklamak mümkün;

XIX. yüzyılın başlarından itibaren sanayi devrimi ile modern kapitalist sistem, dünya hâkimiyetini sağlamaya başlamıştır..

Bu sistem öncelikle askerî alanda gösterdiği başarılarla yerini sağlamlaştırmış, ardından da yenileşme dönemine başlamıştır.

Modern Batı ekonomisinin ve medeniyetinin kaynaklarının başında elbette vahşet ve sömürü  gelmektedir..

Kapitalizm tarihçisi W. Sombart (1863-1941) kaleme aldığı bir eserinde (Der Moderne Kapitalismus‘ta) “Zengin olduk, çünkü ırklar ve milletler bizim için tamamen öldüler, bizim için kıtalar ıssızlaştı.” derken bugünkü Batı ekonomisinin ve medeniyetinin kaynaklarından birini gösteriyordu.

Batıdaki “Aydınlanma çağıyla” zihniyet açısından da hâkim olan kapitalizm, Batı merkezli bir anlayışı herkese kabul ettirir olmuştur.

Bu anlayışa göre medeniyet, gelişme ve hatta demokrasi gibi kavramlar Batı’nındır.  Ve bu hal varlığını doğrusal ilerleme düşüncesiyle sürdürür.   

Aydınlanma çağının bir ürünü olan Doğrusal ilerleme düşüncesi insanlık tarihinin ilkellikten mükemmelliğe doğru ilerlediği temel fikrini esas alır.

Doğrusal-ilerlemeci anlayış, Batı merkezli anlayışla tamamlanır. Buna göre Batı

merkezdir, diğer ülkeler ise çevredir. Medenileşme Batılılaşma demektir.

Batılı olmayanlar medenî değildirler.

Modern kapitalist dünyada ise her faaliyet genel bir borçluluk çerçevesinde

yürütülür. İnsanlar daima finansal açıdan borçludur.

Ülkemizde de olay buraya doğru dönüşmedi mi?

Mustafa Kutlu işte burada şu sözüyle bir hatırlatma yapıyor;  “ ‘Öyle bir zaman gelecek ki insanlar kazançlarının helal mi, haram mı olduğuna bakmayacaklar artık.’ şeklinde bir hadis-i şerif vardır. Bu zaman gelmiş midir? (3)

Bu söz doğrultusunda bizim; başta üretim olmak üzere reel ekonomimizin, kredi sağlayanlara hizmet için yürütülen bir dizi çabadan başka nereye hizmet ettiğini sorgulamamız gerektiğine inanıyorum.

Bu açıdan önümüze çok önemli bir soru çıkıyor; Acaba biz, simgesel olanın yani para, kredi ve bunların türevlerinin, gerçek olanı yani üretim, ticaret ve benzerlerini peşinden sürüklediği bir sosyo-ekonomik sistem olan kapitalizmin kurbanı mı olduk?

Bu noktada , İHTİYAÇ EKONOMİSİ ve KANÂAT EKONOMİSİ kavramları bir teklif olarak gündeme geliyor

Bilindiği üzere kapitalizm öncesinde ekonominin tek bir amacı vardı: İhtiyaçların karşılanması.

İktisat, bir ihtiyaçların karşılanması çabasıydı, geçimi sağlayacak miktardan fazlası istenmezdi. Herkes mesleği ve emeği sayesinde karnını doyurur ve ihtiyaçlarını karşılardı.

Toplumlar kanâatkârdı, gerektiği kadarıyla yetinirlerdi.

Ancak şimdiki küresel sistem içinde kanâatkâr olmak mümkün mü?

Elbette mümkün değil. O zaman modern dünyanın en dokunulmaz putu haline gelen “ekonomik büyüme ve kalkınma” nasıl olacak?

Çünkü kanâat duygusu ihtiyaçları sınırlandırır, lüks ve israfı yasaklar.

Kapitalizm ise israfa dayanır, “her arz kendi talebini yaratır” ilkesi üzerinden hareket eder.

Böylece Batı’nın kalkınması veya sınâîleşmesi devam eder. Ancak bu aynı zamanda yeryüzü kaynaklarını israf eden bir sistemdir.

Çünkü kapitalizmin temeli olan kitlevî üretim ve kitlevî tüketim, israfın günümüzdeki kaynaklarıdır.

Bunlar aynı zamanda tabiatın kitlevî tahribini beraberinde getirir.

Öyle ki bizzat Batılılar, kaynağını kuruttukları hammadde rezervlerine ömür biçmek zorunda kalmışlardır.

Roma Kulübü 1970’lerde yaptığı bir araştırmada 2100’lü yıllarda büyümenin sınırlarına ulaşılacağı ve XIX. yüzyılın hayat seviyesinin dahi sürdürülmesine imkân kalmayacağı tahminine varmıştı.

Bu noktada tekrar Mustafa Kutlu’ya kulak verelim…

“Tabiatla savaşan insan bir kahraman değil; gözünü kan bürümüş bir katildir. Toprağı, suyu, havayı kirletiyor, ağzı-dili yok bitkileri ve hayvanları neslini kurutacak şekilde sömürüyor. Eline güç geçtiğinde tabiat bir yana kendi hemcinsini de “ham madde” olarak kullanıyor. (4)

Bu sözden anlıyoruz ki israf aslında “haddi” yani “Hududullahı” aşma anlamı taşıyor.

Çünkü ihtiyaç sınırını yani Hududullahı aşarak mal biriktirme, daha çoğunu isteme, ihtiras ve gelecek kaygısı çekme dünyamızı bitiren kapitalist sistemin temel direkleridir.

Bu sistemin kurbanı olan insan, kalabalık şehirlerde hırs ve eşyaperestlik içinde tüketime dayalı bir hayat yaşamaktadır. Hava, su ve dolayısıyla insan bozulmuştur. Çünkü kapitalist sosyal nizâm da gücünü bu hayat tarzından alır.

İşte bu kapitalist sisteme karşı gündeme gelen “kanâat ekonomisi” ise tabiata saygılı ve insan fıtratına uygun bir hayata işaret eder.

“Dünya; Allah’a, Peygamber’e ve öte dünyaya inanmayanların hâkimiyet, zenginlik, refah, konfor ihtirası sebebiyle giriştikleri sanayi-endüstri-teknoloji yarışının sonucu yangın yerine döndü. Yangında ilk kurtarılacakları ise şöyle sayabiliriz: Toprak-Su ve Hava.” (5)

Bu sözde toprağa inanç ve yeniden yüzümüzü ona döndürme arzusu olduğunu görüyoruz.

Su ve ekmek, hayatımızın olmazsa olmazıdır ve bunları da bize toprak verir.

Toprak aynı zamanda kanâatkâr bir nizamın da adeta öğretmenidir.

Kutlu, bu noktada tabiata dönmeyi toprağa önem vermeyi tavsiye ediyor.

Bu bence ciddi bir uyarı. Ülkemiz için de çok geçerli.

Çünkü Türkiye son yüzyılda büyük bir kırsaldan şehirlere akını yaşadı. Köyler ve kırsal alanlar adeta boşaldı.

Tarım ve hayvancılık yapan insan sayımız gittikçe azaldı.

Türkiye tarımsal açıdan kendine yeter bir ülke iken bugün tarımsal üretim ve hayvancılık açısından ciddi sıkıntılar yaşamaya başladı.

Şu an yaşadığımız hayat pahalılığının altında yatan en önemli sebeplerden birinin de bu olduğunu hepimiz biliyoruz.

Çünkü köylü üretendi, besleyendi, çoğaltandı, arttırandı. Ancak şehirli olan bu insanlar artık üretmiyor, tüketiyor. Arttırmıyor, eksiltiyor. Çoğaltmıyor, yok ediyor.

Hatırlarsanız özellikle de COVİD-19 salgını sonrası bu soruyu kendimize daha çok sorduk. Acaba daha farklı bir hayat olabilir mi, diye.

Özellikle İstanbul’da yaşayanlar son dönemlerde İstanbul’un kuzey bölgelerinde daha yeşillikli alanlara doğru meyletmeye başladılar.

Kiralar çok artınca şehirde yaşamak zorlaşınca insanlar memleketlerine doğru gitme yolları arar oldular, sanki anlatılanları duymuşlar gibi;

Ne diyor üstad; “Kalbin sesini dinleyip bir şekilde toprağa dönmek gerekir. Zira toprakla aramıza giren her şey bizi Allah’tan uzaklaştırıyor. Bir şeyler yapamasak bile en azından işin farkında olabiliriz. Toprağa dönüşün manası budur.”

İNSAN MI EKONOMİ İÇİN, EKONOMİ Mİ İNSAN İÇİN?

Günümüzde “az gelişmiş ülkeler” kalkınmayı bir hayat tarzı olarak benimsemiş görünüyorlar.

Ancak bu ülkeler “kalkındıkça” kalkınmış kapitalist ülkelerle aralarındaki fark kapanacağına daha da artıyor.

Çünkü dünya nimetlerinin dörtte üçü, dünya nüfusunun ileri kapitalist üçte birinin tekeli altındadır.

Bu durumda kanâatkârlığa dayalı geleneksel ekonomileri tarihe gömen kapitalizmin büyüme ve kalkınma tuzağına sanki bizler de düşmüş gibiyiz.

Büyüdükçe daha da borçlandığımızı, borçlandıkça daha çok israf ettiğimizi görüyoruz.

Bu noktaya vardığımızda “Tüketim Ekonomisi”ne karşı “İhtiyaca Göre Üretim Ekonomisi”ni yani başka bir deyişle  “Kanâat Ekonomisi”ni bir teklif olarak değerlendirmek sanki çok mantıklı geliyor.

Ekonomi, insan için olmalıdır yoksa insan, kapitalist ekonomi için bir piyon, hizmetçi ve malzeme olmaktan kurtulamıyor.

Çünkü Kapitalizmde

“Tüketici hâkimiyeti” değil “Tüketicinin kullanılması” söz konusudur.

Bizim iktisadi anlayışımızda tüketiciyi kullanmak değil tüketiciyi korumak esastı.

Mesela Osmanlı’daki narh ve ihtisap defterlerinin çağdaş yaklaşımla, tüketicinin ne kadar etkin korunduğunu gösterir.

Bu anlamda medeniyetimizde ekonomi;

Kapitalist sistemde olduğu gibi hasislik, cimrilik değil yardımlaşmadır, muhabbettir.

Başkasını ezmek değil, başkasını gözetmektir.

Her şeyi kâr için mubah görmek değil, doğruluktur.

Başkasını menfaat için aldatmak değil, sözünün eri olmaktır.

Bu değerlerle “Ahilik Felsefesini” yaşatan esnafımız, tüccarımız toplumsal olaylara karşı olan duyarlılığını her zaman muhafaza ederek çözümler üretmiştir.

Çünkü onlar, en bunalımlı dönemlerimizde bile toplumsal patlamaları önleyen bir istikrar abidesi gibi rol üstlenmişlerdir.

Bu vesileyle tükenmeyen bir gayretle çalışan, alın teri ile kazanan tüccarımıza, esnaf ve sanatkârımıza helalinden kazançlar temenni ediyorum.

SONUÇ OLARAK,

Günlük ve mevsimlik mücadele ve gayretler içerisinde maalesef daha derinlikli düşünmeye az vakit buluyoruz.

Sürekli önümüze gelen problemleri çözmek için gayret sarf ediyoruz.

Sadece biz mi böyleyiz. İnanın değil.

Etkili yerlerde bulunan birçok dostumuz ve arkadaşımızda da maalesef buna benzer yaklaşımlar görüyoruz.

Bu tür konuları dile getirmekteki amacımız hiç olmazsa arada bir yaşamakta olduğumuz ve belki de bize bir şekilde dayatılan bu hızlı hayatın dışına çıkmaya çalışıp alternatif yollar aramak için kafa yormaktır.

Mesela bu noktada şöyle bir teklifi gündeme getirebiliriz:  Son dönemlerde toplumumuzda Teknofest gibi teknolojinin önemini gündemimize oturtan ve özellikle gençler arasında ciddi şekilde yayan çalışmalar oluyor. Bu tür etkinlikleri milyonlarca insanımız ilgi ile izliyor, katılmaktan büyük bir keyif alıyor. Bunlar çok önemli çalışmalar. Tıpki bunun gibi tarımın ve toprağın önemini vurgulayan, kanaatin öneminin gündeme taşıyan etkinlikler yapılabilir ve bunlar da zikri geçen kavramların yaygınlık kazanmasına yol açabilir.

Bizlerin bu topluma bir hizmet sunabilmesi inanıyorum ki ancak bu tür bireysel ve gruplar halinde düşünme temrinleri yaparak, yeni yollar arayarak mümkün olacaktır.

Unutmayalım ki bizim vazifemiz aramaktır.  “Aramakla her zaman bulunmayabilir fakat bulanlar ancak arayanlardır”

Sözlerimi Mustafa Kutlu’nun bana çok anlamlı gelen bir sözü ile bitirmek istiyorum.

”Bir şey yap güzel olsun. Huzura vesile olsun, rikkate yol açsın, şevk versin, hakikate işaret etsin. Bir şey yap doğru olsun. İnsanları yalanın ve yanlışın bataklığına düşmekten korusun. Rüzgâra ve akıntıya kapılmasın; kırılsın lakin eğilip bükülmesin. Bir şey yap adil olsun. Haktan hukuktan ayrılmasın. Zalime haddini bildirsin, mazlumun payını versin. (6)

Son not: Üstad Mustafa Kutlu’nun burada ancak bir bölümünü nakletmeye çalıştığım düşüncelerini daha detaylı öğrenmek isteyenlere Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu’nun linkini verdiğim makalesini okumalarını tavsiye ediyorum

 

1.Tabakoğlu, A. (2022). İktisat Kavramlarının Kapitalizm ve İslam İktisadındaki Tezahürleri: Mustafa Kutlu ile Kadîmin Peşinde. İslam Ekonomisi ve Finansı Dergisi, 8(2), 319-344, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2574371

  1. Kutlu, M; Geçmiş ve Gelecek. Dergâh Yayınları, İstanbul 2019, p. 378
  2. Kutlu, M; Sır, Dergah yayınları, İstanbul 2012
  3. Kutlu, M; Bir ben değil herkes hasta. Yeni Şafak Gazetesi, 11 Haziran 2014, https://www.yenisafak.com/yazarlar/mustafa-kutlu/bir-ben-degilherkes-hasta-54278
  4. Kutlu, M; Bir ben değil herkes hasta. Yeni Şafak Gazetesi, 11 Haziran 2014, https://www.yenisafak.com/yazarlar/mustafa-kutlu/bir-ben-degilherkes-hasta-54278
  5. Kutlu, M; İlmihal Yahut Arzuhal., Dergah Yayınları. İstanbul, 2018