Mesleki ehliyet, ahlaki ehliyet

Rahmetli Sabahattin Zaim Hoca bir sohbetinde benim zihnime adeta derinden kazınan şu sözü söylemişti. Bir vazifeye seçeceğiniz kişilerde şu iki hususiyetin olmasına özellikle dikkat etmelisiniz. ‘Mesleki ehliyet ve ahlaki ehliyet.’ Bu iki özellikten sadece birisi yeterli olmaz. İkisinin de aynı anda o kişide bulunması işlerin doğru yürümesi için elzemdir.

Mesleki ehliyet yani kişinin o vazifeyi hakkıyla yapabilmesi için gerekli olan bilgi, beceri ve yetkinliğe sahip olması. Ahlaki ehliyet; yani kişinin başta Allah’dan korkması, Hakkın menfaatini kendi menfaatinden daima önde tutması, kul hakkına özellikle dikkat etmesi, işlerini yaparken adaletten zerre miktarda ayrılmaması, insanlara lazım gelen saygı ve muhabbeti göstermesi.

Bu iki özellik hem özel işlerde hem de kamusal alanda çok önemli. Uygulanabildiği ölçüde işlerimiz muhakkak ki çok daha güzel ve verimli olacaktır.

Fakat uygulamalara baktığımızda bu hususlara her zaman riayet edilmediğini, hemşehrilik, cemaat kardeşliği, dernek ve vakıf mensupluğu, seçilecek kişilerin seçme mevkiinde olanlara kayıtsız şartsız itaati gibi hususların bazen bu iki hayati unsurun yerini aldığını üzülerek müşahade etmekteyiz. O zaman da ortaya çıkan neticeler herkesi üzmekte, işlerin doğru gitmemesi hem bireyleri hırpalamakta hem de toplumsal bazda telafi edilemeyecek boyutta zararlara sebebiyet vermekte.

İnsanların kendi özel işlerinde yapacakları bu kabil hatalar kişilerin sadece kendilerine ve özel işlerine zarar verse yani bu kararın oluşturacağı zarar kısmi olsa da, kamusal alanda yapılacak bu tarz hataların ceremesini çok geniş kitleler çekmekte.

Bu noktadan hareketle toplumsal alanlarda ilgili vazifeler için uygun kişileri seçme durumunda olanların sorumlulukları çok büyük. Mesleki ehliyeti belirleyebilmek için bu alandaki objektif kriterleri bihakkın göz önüne almak durumundalar. Bu kriterlerin neler olduğu ile ilgili doğru bir tesbit yapmak, kendisinin ihtisası olmadığı sahalarda bu alanların uzmanları ile istişarelerde bulunmak, işin ehlini sadece yakın çevresinde değil işin gereği ne kadar geniş ise o miktarda geniş bir alanda aramak da seçim yapacak kişilerin önemli bir sorumluluğu.

Özellikle çok kapsamlı ve sonuçları itibariyle çok fazla kişiyi ilgilendiren alanlarda bu yük daha da artıyor. Bizim kadim kültürümüzde bir vazifeye talip olmak artıdan ziyade eksi bir özellik. Fakat günümüzde maalesef bu alanda da kıstaslar tersine çevrilmiş durumda. İnsanlar bir göreve gelebilmek için objektif kriterlerin dışında subjektif yollarla kendilerini bir görev için aday olarak ortaya atmakta ve sonra da karar vericileri etkileyebilmek için Rahmetli Sabahattin Hoca’nın ısrarla vurguladığı ahlaki değerleri hiçe sayarak çeşitli direk ve dolaylı yollarla karar vericileri etkilemeye çalışmaktalar. Karar vericiler de bu noktada gerekli hassasiyeti göstermediği ve işin gereği olan istişareyi yapmadığı durumlarda da görevler maalesef ehil olmayan kişilerin uhdesine geçmekte. Sonrasında ise o konuyla ilgili hemen herkes bu yanlışın faturasını ödemekte.

Ahlaki ehliyet hususu da yukarıda bahsettiğimiz gibi diğer çok önemli bir alan. Özellikle kamusal görevlerde kişilerin bulundukları mevkiyi kendisinin ve yakınlarının menfaat elde edebilecekleri bir alan görmeyip sadece o işden hizmet alacak kişi ve kurumların menfaatlerini korumak için kullanmaları gerekiyor. Sorumlu olduğu alanlarda kesinlikle adaleti gözetmeleri, kendilerinin ve çevrelerinin bu alanlardan şahsi olarak nerdeyse hiç faydalanmamaları ahlaki yeterlilik ölçüsünün en başta gelen derecesi. Hz. Ömer’in devletin mumu ile devlet işlerini yaparken kendi özel işi için kendi özel mumunu kullanması örneği bu alanda çok basit ama o derecede hayati bir düstur.

İlave olarak, kamunun malı ne kadar önemli ise kamunun nüfuzu da o derecede önemli bir değer. Bugün, bazı kişiler somut değerler üzerinde hassasiyet gösterir gibi yaparlarken soyut gibi görünen ama neticesi itibariyle kamuya ait bir nüfuz alanını kendisi veya yakın çevresi için kullanarak bu kuralı maalesef çiğnemekte bir beis görmemekte ve bu kötü misal yaygın bir uygulama olarak toplumu içten içe kemiren bir ur haline gelmekte.

Karar vericilerin düştükleri bir diğer hata da özellikle geniş kesimleri ilgilendiren vazifelere aday ararken illa bilinen isimler üzerinde sabitlenmeleri. Daha önce yaptıkları bazı görevler dolayısıyla toplum nezdinde bir bilinirliliğe sahip olmak bahse konu vazifeler için o kişilerin her zaman en uygun isim olmalarını illa ki yeterli kılmayabilir. Zihinde aday olarak beliren veya yukarda bahsettiğimiz tarzda kendilerini o vazife için karar vericilere aday olarak gösteren kişiler daha evvel deruhte ettikleri işlerde yeterli bir ehliyet gösteremedikleri halde çoğu kereler daha fazla bilindikleri ve tanındıkları için söz konusu olan alanlarda seçilme durumuna gelebilmekteler. Buradaki genel hata da; ‘bu kişiyi hatasıyla sevabıyla nasıl olsa biliyoruz, eksikliklerini de onun çevresini tahkim ederek tamamlayabiliriz. Şu an yeni birisini ehliyet ve liyakat noktasında ölçebilecek zamanımız yok. O zaman hadi hemen kararımızı verelim ve vazifeyi bu kişiye verelim’ gibi bir acelecilik sonrasında yıllarca sürecek zararları beraberinde getirmekte.

Burada yapılan hataların diğer bir sebebi de karar vericilerin yanlarında bulunan kişilerin tutumları. Karar verici durumda olan kişiler başında bulundukları organizasyonların genellikle en güçlü kişileri olduklarından etraflarındaki kişilerin güce karşı Hakkı söyleyebilme performansları da çoğu kere maalesef yeterli olamıyor. Bu yetersizlik karar vericilerin yanlış karar vermeye doğru giderken gerekli uyarıları alamamalarını da beraberinde getiriyor. Oysa hakikati gördüğü halde söylememek, gerekli noktalarda uyarmamak da hatalara ortak olmanın bir başka çeşidi.

Ehliyetli, liyakatlı, hakkaniyetli, gerekirse güce karşı da lazım gelen uyarıları yapabilecek kişilerin vazife alacağı yapıların verimli olabilmesi için o sahada en uygun sistemlerin kurulabilmesi de diğer bir gereklilik. Bu gerekliliğin detaylarına girilmesi bu yazının hacmini aşacağından o noktaya şimdilik sadece temas ederek geçmeyi yeterli görmekteyiz.

Özetle ifade etmek gerekirse kişiler alanında ana sorun Hakkı üstün tutan, menfaatini hakkı olarak görmeyen, ehliyetli, liyakatlı ve istikamet sahibi insanların yetiştirilebilmesi sorunu. Bu özelliklere haiz ve kendi mesleklerinde en iyi noktalara gelebilme gayreti içinde olan fertleri yetiştirebilmek ve özellikle toplumsal görevlerde o işlere en uygun kişileri bulup ( mesleki ve ahlaki ehliyet açısından) vazifeleri onlara teslim edebilmek işlerimizin daha iyi bir hale gelebilmesi için başlangıç noktalarımızdan birisidir.

Bu hassasiyetlere sahip kişilerin seçme ve seçilme mevkiinde olacağı bir toplum, inşallah insanların içinde huzurla yaşayacağı bir toplum olacaktır diye ümit etmekteyiz.

Dünya Bülteni, 13.09.2017

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir