Katar krizini nasıl okumalıyız?

ABD Başkanı Trump’un Ortadoğu bölgesinde bazı ülkelere yaptığı ziyaretin ardından çok önemli gelişmeleri hep birlikte yaşadık. Körfezin yüzölçümü olarak küçük fakat maddi güç olarak bir hayli önemli bir ülkesi olan Katar’ a karşı Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’ın başı çektiği, arkasından onları başka devletlerin de izlediği bir hareket gelişti. Zikri geçen ülkeler, Katar’daki bir kısım kişilerin ve kurumların terörle bağlantılı olduklarını iddia ederek bu ülke ile münasebetlerini askıya aldılar, kapsamlı bir ambargo ilan ettiler ve Katar yönetiminin onlara karşı tavır geliştirmesini ilişkilerin normale dönmesi için şart koştular.

Bu tip bir karar alışın oturduğu ana temel olarak başta Ihvan-ı Muslimin (Müslüman Kardeşler) ve ismi çok net olarak telaffuz edilmese de Hamas’a Katar’ın destek olduğunu ifade ettiler. Tabii Katar’ın İran ile ilişiklerinin de bu tavır alışta ciddi bir etkisi olduğu, beyanatlarda en fazla zikredilen noktalardan bir başkası idi.

Obama döneminin sonlarına doğru İran’ın uluslararası sistem içerisine kontrollü olarak dahil edilmesi yönünde bir irade ortaya çıkmasından sonra yeniden İran’ın bu tarz bir karşı duruşa uğraması son gelişmeler içinde ilginç noktalardan birisi idi. Demek ki bir kısım güçler İran’ın sistem içine dahlini isterken başkaları da bundan rahatsızlık duymaktaydılar

İlave olarak Katar krizinin derinleştiği sırada İran’da peş peşe vuku bulan ve büyük can kayıplarına sebep olan patlamaları da aynı krizin bir tür uzantısı olarak değerlendirmek gerektiği gün gibi aşikar. Burada dikkati çeken nokta, Katar merkezli olarak ortaya çıkan kargaşanın içine İran’ı da önemli bir aktör olarak dahil edebilme çabası bu olayda da kendini bariz bir şeklide gösteriyor.

Arap ülkelerinin Körfez İşbirliği Konseyi içerisinde yıllardır birlikte çalıştıkları bir kardeşlerine karşı bu tarz bir tutum sergilemeleri, dar anlamda Arap alemi, geniş anlamda da Müslüman halklar arasında ciddi bir kırılmayı da beraberinde getirmeye yol açacak bir gelişme olarak hiç de hoş bir durum değil. Üstelik İran’ın da denklemin içine dahil edilmesi ayrışmaya daha farklı bir boyut kazandırıcı nitelikte.
Bu nahoş gelişmenin acil olarak frenlenmesi sonra da şartların normale dönebilmesi inanıyorum ki ümmet açısından önemli hedeflerimizden biri olmalıdır..

Çünkü bu tip bir gelişme öncelikle bölgede Müslümanların birlik içinde olmasını hiç bir zaman istemeyen ve kardeşler arasındaki çatışmalardan beslenen İsrail için şiddetle arzu edilen bir durumdur.
Ayrıca Osmanlı sonrası bölgeyi küçük küçük parçalara ayıran ve bu politikalarını sürekli olarak gündemde tutan batılı emperyalist güçler için de bu gelişme muhakkak ki içten içe çok hoşlarına giden bir hal. Resmi söylemleri içinde kendi parasal ve lojistik destekleriyle geliştirip büyüttükleri terörist gruplara karşı olduklarını ifade eden ve bölgede barış yanlısı gibi görünen bu güçler, detaylı bir şekilde incelendiğinden hemen tüm kararları ile karşı olduklarını iddia ettikleri istikrarsızlığı derinleştirmeye çalışıyorlar. Son gelişme ve buna karşı takındıkları tutum da bu niyetlerini açık bir şekilde gösteriyor.

İlk bakışta ana hedef olarak Katar gibi görünse de, olayın arka planında İhvan, Hamas, İran ve bölgede Batılıların hedeflerine aykırı tavır alan tüm gurupları kapsayan bu son hareket, ileri bir hamle olarak da Türkiye’yi sıkıştırmaya yönelik bir niyet içeriyor. Ayrıca biraz daha detaylı bakınca bölgede mezhebi ve etnik parçalanmaları da öngördüğü iddia edilebilir. Bir sonraki hedef olarak, Türkiye’nin İran ile karşı karşıya getirilmesini arzu ediyor gibi bir resmi de görmemek mümkün değil.

Yine Türkiye’nin yıllardır sağlamaya çalıştığı bölge içi yakınlaşma ve aynı dine mensup halklar arasındaki tarihi süreçte zedelenmiş ilişkileri yeniden kurma yönündeki gayretlerini dinamitlemeye çalışıyor. Bir taşla bir kaç kuş vurma hedefi direk olarak değil de çeşitli dolambaçlı yollarla sağlanmaya çalışılıyor.

Türkiye bu karmaşık denklem içinde bir yandan kendi iç dengelerini sağlam tutmak, bir yandan da bu parçalanmalara dur diyebilmek gibi bir görev ile karşı karşıya

Katar krizi ile ilgili son günlerde çok mufassal analizler okumaktayız. Olayın arka tarafında ilk anda görülen İhvan, Hamas ve İran ile ilgili sebeplerin ötesinde doğal gaz ve enerji mücadelesi, bölgedeki aşiretlerin tarihi süreçte aralarında var olan ihtilafların uzantısı, Katar’ın hacminin ötesinde bir çekim gücüne sahip olmasının getirdiği kıskançlıklar, dış güçlerin bölgede kurmaya çalıştıkları dengelere muhalif bir duruş içinde olması gibi çok çeşitli argümanlar zikredilmekte. Vuku bulan gelişmede bunların hangilerinin ve ne kadar etkili olduğunu zannederim zaman gösterecek.

Dolayısıyla ben de buradaki analizimi daha fazla derinleştirerek mevcut bilgileri tekrar etmek istemiyorum. Fakat şu ana kadar ki süreçte dikkatimi çeken çok önemli bir noktanın altını çizmeyi arzu ediyorum.

KRİZİN ÇÖZÜMÜNDE GÖNÜL DİLİ

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen gün bir konuşmasında Katar krizine farklı bir yönden yaklaşarak bu problemi çözmek için reel politika ile ilgili tedbirlerin ötesinde bir gönül dili kullandı ve çözümün buralarda aranmasını tavsiye etti.

İzlediğimiz kadarıyla Tayyip bey bu konuşmasında krizin başlatıcısı ülkelere yönelik suçlayıcı ifadeler kullanmamaya özen gösterdi ve olayın geri planındaki aktörlerle ilgili detaylı analizler yapmamaya çalıştı.

Ya ne yaptı?

Krize sebep olan başta Suudi Arabistan’ a ve onunla beraber hareket eden ülkelere; ‘ bu yaptığınız Ümmetin birliğini bozmaya yönelik bir tavırdır, bundan vazgeçin’ dedi. Suudi Arabistan’a yönelik olarak, ‘ biz sizi Hadim-ül Harameyn olarak kabul ettik ve bu kimliğinizle bizim için önemlisiniz, Arap dünyasında ağabeysiniz, ne olur bu konumunuzu unutmayın’ diye yumuşak bir uyarıda bulundu.
‘Yeter artık Müslümanların arasındaki bu tartışmalar, kavgalar ve çekişmeler bunlara artık son verelim. Haklıyı haksızı bir kenara bırakıp hepimizin inandığımızı deklare ettiğimiz Kur’an – ı Kerimden ilham alarak kardeş olalım’ dedi.

Buradaki en önemli husus, hissettiğimiz kadarıyla bu sözleri sadece liderlere yönelik olarak da söylemedi. Aynı Türkiye’de yaptığı gibi, sıkıntıların kaynağı olan ülkelerdeki Müslüman halklara hitap edip, onların inandıkları değerler üzerinden konuştu. ‘Biz inanırsak Allah küçük toplulukları bile kendilerinden kat be kat büyük topluluklara karşı muzaffer kılar’ diyerek onları hem uyardı hem de farklı bir ufuk çizmeye çalıştı.

Tabii bu arada da ‘ biz bu tartışmada mazlum durumda olan Katar’ın yanındayız ve elimizden geldiği kadar onu sudan sebeplerle hırpalamanıza müsaade etmeyeceğiz’ diye ekledi.

Bu hem Katar’a karşı harekete geçen Arap ülkelerine hem de onların arkasındakilere önemli bir mesajdı. Ayrıca terörist muamelesi yapılan kişi ve kurumlara da tümüyle sahip çıktı.

Aynı konuşmada hem ‘bu olay kardeşler arası bir problemdir bunu birlik beraberlik içinde çözelim’ mesajı, hem tarihi süreçte biriken problemlere takılmayıp onları aşma iradesini gösterme niyeti, hem de ‘şayet bu ayrıştırmayı tetikleyenler bundan vazgeçmezlerse biz onlara karşı nispi olarak güçsüz gibi görünüyor olsak da buna aldırmayız ve mücadele ederiz’ ikazı vardı.

Konuşmanın özü mevcut sıkıntıları bilelim ama onlara takılmayalım, ne kadar zor olsa da sahip olduğumuz gönül yakınlığımızı öne çıkararak olması  gerekene yani vahdete yönelelim mesajıydı.

BUNDAN SONRA NELER OLABİLİR?

Bundan sonra neler olabilir sorusunun cevabını hep birlikte göreceğiz inşallah. Ama dikkat edilecek en önemli noktalar arasında başta gelen husus İslam dünyasındaki gerek mezhebi gerek de etnik unsurları kullanarak uygulanmaya çalışılan, kardeş topluluklarının arasını açma ve onları parçalama gayretlerini olabildiğince boşa çıkarabilmektir.

Bölgede uluslararası güçlerin destekleriyle palazlanması için çaba sarfedilen terörist unsurların faaliyetlerine mümkün mertebe izin vermemektir. Bölgedeki ihtilafları yine bölgenin yüzyıllardır asli unsuru olan halklar ve onların bu gün için meşru temsilcileriyle çözebilmektir. Bölgede yüzyıllardır yaşayan halkların arasında en kuvvetli bağ olan İslam kardeşliğini daima ön planda tutabilmektir.

Bu çerçevede arada birikmiş çok fazla problem noktası bulunsa bile İran’ı da kıble ehli olması dolayısıyla denklemin içinde tutabilmeyi başarabilmektir. Suud’a yapıldığı gibi İran’a da ortak kitabımız olan Kur’an üzerinden mesaj verilmeli, İslam kardeşliğini reel politik hedeflere kurban etmemek noktasında bu ülkeye de kardeşliğin her şeyin üzerinde tutulması gerektiği samimiyetle hatırlatılmalıdır.

Bölgenin tarihi dikkatlice incelendiğinde, ‘birlikte Rahmet ayrılıkta da azap olduğu’ net olarak ortadadır. Gerek batılıların gerekse de bölgeye sonradan bir çıban başı gibi giren İsrail’in beslendiği en önemli azık da Müslümanların çeşitli sebeplerle bölünüp parçalanmalarıdır.

NECDET BABAMIN VEFATI

Geçen hafta içinde bir süredir rahatsız olan sevgili babam vefat etti. Kendimi bildim bileli yanımda ve arkamda dağ gibi durmuş, ayağıma taş değmemesi için açık ve gizli olarak çabalamış, maddi ve manevi tüm gücüyle biz evlatlarını desteklemiş olan Necdet babam Rahmet-i Rahmana kavuştu.
Onun cenazesi dolayısıyla Camiye, kabristana veya evimize gelen, telefonla arayan, mesaj atan, sosyal medyada taziyelerini bildiren, hatimler gönderen vel hasıl bir şekilde yanımızda olan tüm dost ve kardeşlerimize hassaten teşekkür ediyorum.
Bu vesile ile Allah tüm geçmişlerimize Rahmet eylesin. İnşallah ahirette onlarla beraber Resulullah’ın ( as) sancağı altında hepimizi buluştursun. Amin

Dünya Bülteni, 13.06.2017

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir