Türkiye’nin sınırları nerede başlıyor nerede bitiyor?

Türkiye’nin dahili gündemlerinin belli bir yoğunluk kazandığı hemen her dönemde sınırlarımız dışında bizi birinci derecede ilgilendiren alanlarda hesapları olan ülkelerin direk veya dolaylı stratejik hamleleri de artıyor. Bu tespitin, rastlantının ötesinde bir gerçekliği olduğu kanaatini kuvvetlendiren birçok örnek bulabilmek mümkün

İçerdeki şer odaklarının dış desteklerle yapmaya çalıştıkları 15 Temmuz darbe girişimi sırasında ve onu izleyen günlerde de bu tarz gelişmeleri yoğun olarak yaşamıştık. 

Son haftalarda da özellikle 16 Nisan referandumu etrafındaki tartışmalar ülke gündemini yoğun olarak meşgul ederken ve dikkatler de bu noktaya doğru yönelmiş durumda iken yine etrafımızda çok önemli gelişmelerin vuku bulduğunu görüyoruz.

Bu referandum sonucunda Anayasa’daki 18 maddenin değişmesi sadece Türkiye’nin yönetim yapısında bir farklılık oluşturmayacak, zamanla ülkenin her anlamda hareket kabiliyetini de arttırıcı bir durum ortaya çıkaracak. Aynı zamanda referandum sonucunun evet çıkması mevcut iktidarın gücünü pekiştirmenin ötesinde, içerde ve dışarıda daha etkili bir duruma getirecek

Başlangıç cümlesini biraz daha anlaşılabilir hale getirebilmek için bir kaç örnek verelim:

Esad’ın kimyasal silahlarla İdlib’de yaptığı katliamın oluşturduğu sıcak gündem çerçevesinde örneklerimizi daha çok güney sınırlarımızın dışındaki olaylardan seçip  dikkatlerimizi daha çok bu yöne doğru yöneltmeyi arzu ediyorum. 

İlk olarak Kerkük’te ortaya çıkan gelişmeleri ele alalım; Kürdistan Özerk Yönetimi tarafından yüzyıllardır Türkmenlerin ağırlıkta olduğu bu şehrin yapısının değiştirilmeye çalışılması noktasında alınmaya çalışılan kararlar bunlardan bir tanesi. Biz içerde referandum gündemi ile yoğun olarak ilgilenirken Kerkük’te resmi dairelere Kürdistan bayrağı çekiliyor, bölgede referandumdan söz ediliyor. Bunlar çok önemli ve ciddi sonuçlar doğurabilecek hareketler

Tarihi bağlarımızın çok güçlü olduğu Musul’da da önemli gelişmeler yaşanıyor. Musul’un bir dönem DAİŞ tarafından ele geçirilmesinden sonra yine son zamanlarda buranın yeniden DAİŞ’ten geri alınması gayretleri var. Bu süreçte yaşanan olayları da dikkatlice izlemek gerekiyor. DAİŞ’ten temizlenen bölgelerde hakimiyet kuracak yeni güçler ve o bölgelerden sürekli tahliye olmakta olan insanlarla birlikte zamanla Musul’un yapısı da muhtemelen büyük ölçüde değişecek gibi görünüyor. Musul’da tahliyeler dışında binlerce sivil insan öldürülüyor. Irak merkezi hükümeti, İran etkisindeki guruplar ve koalisyon güçleri hepsi son derece aktif. 

Türkiye,  içerideki gündemlerine rağmen hem sahada hem de masada tüm bu süreçlerde aktif rol almak için gayret sarfediyor. Fakat olayların zamanlamasına özellikle dikkat edildiğini ve Türkiye’nin bir şekilde devre dışı kalabileceği şartların arzu edilmiş olabileceğini düşünmeden edemiyoruz.

İsrail’in özellikle Doğu Kudus’te yeni yerleşimleri hızlandırmaya yönelik karar ve çabaları, hak ihlalleri ve son günlerde sıkça dile getirilen Lübnan’a karşı bir harekata girişme niyetleri de bu çerçevede zikredilebilecek önemli gelişmeler. İsrail ile ilişkilerimizi düzeltmeye başladığımız süreçte karşı taraftan atılan adımlar Türkiye’nin iyi niyetlerini sürekli zorlar mahiyette

Fırat Kalkanı harekatının belli bir başarıyla sona ermesinden sonra Türkiye’nin özellikle PKK/PYD güçlerinin Fırat’ın Batı yakasına geçmemesi gerektiği ile ilgili kararını hiçe saymaya yönelik karşı taraftan gelen hamleler de diğer bir dikkat çekici husus. Büyük güçler de bu konuda Türkiye’nin hassasiyetlerini her fırsat yıpratıcı mahiyetteki hareketlere izin vermeye devam ediyorlar.

Yukarıda da değindiğim gibi birkaç gün önce İdlib bölgesine Esad güçleri tarafından yapılan hain kimyasal saldırı ve bunun akabinde de ABD’nin saldırı yapan merkezleri füzelerle vurması da sonuçları itibariyle Türkiye’yi ciddi şekilde ilgilendiren olaylardan bir diğeri.

Esad’ın böyle bir katliamı yapabilmesinin muhakkak ki onun üzerinde etkisi bulunan daha büyük güçlerin onayı dışında vuku bulması mümkün görünmüyor. Fakat böyle bir olayın olabilmesi ve bunu akabinde ABD’nin füze saldırısı hamlesi de sonuçları itibariyle dikkatlice ele alınmalı. Önceleri Esad’ı düşman ilan eden daha sonra Esad’lı bir çözüme doğru evrilen ve son olarak Esad’ın saldırısına karşı füze harekatı düzenleyen ABD’nin tüm bu hamleleri spontane gelişmelerden öte daha büyük bir planın parçası gibi değerlendirilmeli diye düşünmekteyiz. Fakat bu büyük plan ve planların da masaya yatırılıp incelenmesi büyük bir önem taşıyor. Bölgede etkin olmak isteyen tüm güçler bulabildikleri her fırsatta Türkiye’yi denklem dışına itebilmek ve onu bir şekilde kuşatabilmek için pozisyon almaya çalışıyorlar.

Bölgede nüfus yapısı ve ekonomik dengeler muhafaza edilmeli

Orta Doğu olarak adlandırılan bölgede Türkiye’nin en büyük hassasiyeti o bölgede var olan nüfus yapısının ve ülke bütünlüklerinin  korunabilmesi, nüfus ve ekonomik dengelerle oynanmasının engellenmesi olarak özetlenebilir. Fakat Uluslar arası büyük güçler bu bölgelerde özelikle nüfus yapısı ve ekonomik kaynakların kendi kontrollerini arttırabilecek tarzda bir değişikliğe uğraması için gayret sarfediyorlar. Bunun için şehirlerin nüfuslarının büyük ölçüde değişmesi ve gerektiğinde ülkelerin bile birkaç parçaya ayrılması onlar açısından çok önemli değilmiş gibi görünüyor. Veya başka bir açıdan bakarsak bu değişiklik onların planlarının daha rahat tahakkuk edebilmesi açısından özellikle önemli.

Dikkatle izlendiğinde fark edilebildiği gibi bazen PKK/PYD, bazen DAİŞ bazen Irak Bölgesel Kürt yönetimini bazen de Esad’ı farklı tarzlarda harekete geçirerek bu amaçlarına ulaşabilmek için çalışıyorlar. Bazen de kullandıkları güçlerin dışında son füze saldırısında olduğu gibi direk müdahalede de bulunuyorlar. Fakat bu çalışmaları ve müdahaleleri sırasında Türkiye’nin hassasiyetle üzerinde durduğu Uluslar arası Hukuk, Uluslar arası Meşruiyet, dostluk, müttefiklik ve bölge insanlarının zulüm görmemesi gibi değerleri adeta hiçe sayıyorlar.

ABD’nin, diğer Batılı ülkelerin, Rusya’nın, İran’ın ve İsrail’in beraber çalıştığı bölgesel aktörlerle dostlukları veya düşmanlıkları çok hızlı bir şekilde değişebiliyor. Dün kötü olarak dünyaya sunulan DAİŞ bile yeri geldiğinde bu denklemde rahatlıkla desteklenebiliyor. 30 küsür yıldır Türkiye’nin canına yakmakla adeta vazifelendirilmiş PKK/PYD türü terörist örgütler Türkiye’nin müttefiki olarak gördüğü ülkelerden çok ciddi silah ve lojistik desteği alabiliyorlar.

Türkiye ise gönül coğrafyası olarak tanımladığı bu bölgenin tüm halklarına karşı sorumluluğunu her durumda ısrarla sürdürmeye çalışıyor. Sorunlu bölgelerden kaçmak zorunda kalan insanları ülkesine kabul ediyor ve onların her tür ihtiyaçlarını görmeye çalışıyor. Sınır ötesinde kalanlara büyük çaplı insani yardımları hem resmi hem de sivil kanallarıyla ulaştırmaya çalışıyor. Oralarda yapılmaya çalışılan ve hepsi de sinsi planların birer parçası olan demografik yapı değişikliklerine elinden geldiği ölçüde karşı durmaya gayret ediyor.

Türkiye’nin mücadele etmek zorunda kaldığı büyük güçlerin askeri bütçeleri neredeyse ülkemizin Milli Gelirine yakın büyüklükte fakat buna rağmen Türkiye’nin uyandırdığı tesir, onların politikalarını kısmen de olsa etkileyebilecek güçte gibi görünüyor. Türkiye’nin daha fazla kendi iç dengelerine yöneldiği anlarda vuku bulan bu hamlelerin mevcudiyetinin, bizim bu tespitimizi kuvvetlendirici bir mahiyette olduğunu düşünmekteyiz.

Türkiye’nin gönül,  etki ve reel sınırları

Dolayısıyla kağıt üzerinde 780000 km kare olarak ifade edilen Türkiye’nin reel sınırlarının çok ötesinde bir genişliğe sahip olan gönül sınırları ve etki sınırları arasındaki fark, Türkiye’nin hem en önemli zenginliği hem de sırtına yüklenmiş olan en büyük sorumluluğu

Türkiye’nin reel anlamdaki sınırları dahilinde ortaya çıkan problemler ile daha yoğun uğraştığı zamanlarda bunu dışında kalan alanlarla ilgili doğabilecek en ufak bir ilgi veya konsantrasyon eksikliği, yarın sonuçları itibariyle hem bizim hem de zikri geçen coğrafyaların aleyhine sonuç verebilecek nitelikte. Dolayısıyla her daim teyakkuz halinde olmak çok önemli. 

İçeride dengelerin güçlü olması gerek ki dışarıdaki gelişmelere daha etkili bir şekilde müdahale etme imkanı bulunabilsin. Dışarıdaki şer ittifaklarına gereken müdahaleler yapılabilsin ki onların içeriye yönelik kuracakları kumpaslara karşı daha güçlü olabilelim.

En büyük dileğimiz, 16 Nisan referandumu ile birlikte Türkiye’nin inşallah daha dengeli bir anayasal çerçeve ve siyasi yapı oluşturabilmesi, bunun sonucu olarak da bir yandan içerdeki sorunları daha hızlı bir şekilde çözerken diğer yandan da  bölgesinde ve uluslar arası alanda daha etkili olabilmesidir. 

Hem ülke içindeki insanlarımızın büyük çoğunluğunun hem de mazlum coğrafyalarda  yaşayan kardeşlerimizin dileklerinin de aynı şekilde olduğuna inanmaktayız.

Dünya Bülteni, 09.04.2017

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir