KİTAPLARDAKİ TEORİ YETMEZ, HAYAT PRATİĞİ DE GEREKİR

 

İstanbul Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu Üyesi ve Boğaziçi Yöneticiler Vakfı (BYV) Mütevelli Heyeti Başkanı Erhan Erken ile iş dünyasının beklentileri ve üniversitelerin mezunlarına verdiği katma değer üzerine kısa bir sohbet ettik.

 

Erhan Erken, yayıncılık-matbaacılık, ticaret, eğitim kurumları işletmeciliği gibi pek çok alanda faaliyet gösteren şirketler kurdu. 20 yıla yaklaşan bir süredir pek çok eğitim müessesesinde kurucu olarak yer aldı. Eğitimin alt yapısının gençlik olduğundan hareketle çocuklara ve gençlere yönelik birçok projeyi hayata geçirdi. Anaokulundan etüt merkezine; bilgi merkezinden öğretmen/eğitici kurslarına kadar eğitim ve öğretimle alakalı çok geniş bir alanda hizmetler sundu; eğitim-öğretim mahreçli onlarca makale kaleme aldı.  Bu süreçte çocukları/gençleri yetiştirecek ekipleri/kadroyu teşkil etti. Bir yanıyla işletmeci/girişimci bir yanıyla da eğitimci olan Erhan Erken aynı zamanda İTO Yönetim Kurulu Üyesi ve İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin Mütevelli Heyeti Üyesi.

 

Türkiye’de gözlemleyebildiğimiz kadarıyla bunca mezun insan arasında yetişmiş, iyi vasıflı birilerini bulmak gerçekten zor. Kritik yönetici kadroları için iş daha da vahim bir hal alıyor.

Her “eğitimli eleman”ın “nitelikli eleman” olmadığı ve ikisi arasında bir fark olduğu aşikâr. Bu farkın kapatılabilmesi için kim, neler yapabilir? Üniversiteler, MEB, Sivil Toplum Kuruluşları veya kişinin bizzat kendisi açısından soruyorum.

 

Bu konuda benim en önem verdiğim hususlardan bir tanesi çocukların tahsil hayatlarının en başından itibaren ciddi bir gözleme tabi tutularak kabiliyetlerine göre yönlendirilebilmeleridir. Bizde bu husus maalesef ihmal ediliyor. Nitelikli bir eleman, hayatının ilk dönemlerinden itibaren kaliteli eğitimcilerin elinde özelliklerine en uygun tarzda yönlendirilen ve yetiştirilen insandır. Eğitim sürecindeki bir ferdin hayatının hangi döneminde kendisine ne tür bir eğitimin verileceği dikkatlice analiz edilerek kararlaştırılmalıdır. Ülkemizde maalesef herkese aynı, tür standart bir eğitim verilmektedir.

Analitik düşünce çocuklarımıza yeterli ölçüde verilememektedir. Çocuklarımıza öğrenmeyi öğrenme, araştırma yapma, kendi kendine yeterli olma gibi hususlarda yeterince yardımcı olunamamaktadır.

Kendi sanayicilik tecrübem içinde gördüğüm nice ustalar veyahut kalfalar vardı ki bunlar hayatlarının daha erken dönemlerinde kabiliyetlerine ve özelliklerine göre ele alınıp yetiştirilebilselerdi çok mükemmel bir endüstri mühendisi, çok başarılı bir sistem analisti olabilirlerdi. Şu anda kimi normal bir usta olarak emekli oldu kimisi de en çok ustabaşı olarak hizmet edebildi. Bu değerler bizim ülkemizin değerleridir.

 

Mesela iş yerimize temizlik işleri için aldığımız bir elemanın uzun yıllar içinde izlediğimde mükemmel bir organizatör veya başarılı bir siyaset adamı olabileceğini görmüşümdür. Fakat bu eleman bugün sadece bir makinenin ustasıdır.

Bu konu en başta hükümetin ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın ele alması gereken bir husustur. Bu gün yaklaşık 15 milyon çocuğumuz milli eğitim sistemi içinde eğitim görmektedir. Okuma yazma oranını %100’e çıkarmak, milli eğitimimizin uzun yıllar en önemli hedefi olmuş; çocukların ufkunu açmaya değil, onları ortak bir standart içinde yetiştirmeye daha büyük önem verilmiştir.

 

STK’lar, milli eğitim sistemine tavsiyelerde bulunmak, imkan ölçüsünde yönlendirmek, bazen de spesifik örnekleri ortaya koymak noktasında daha aktif olmalıdır.

Üniversitelerimiz de bilim merkezi olma konusunda daha duyarlı olmak mecburiyetindedir. Bugün, üniversitelerimizin en üst kurulu olan YÖK, üniversitelerimizin öğretim kalitesi olarak yükselmesinden ve oradaki gençlerimizin daha iyi yetişmelerinden çok, mevcut pozisyonları ve statüleri korumaya yönelik, -maalesef- dogmatik bir yaklaşım içerisindedir. İyi niyetin ve adaletin olmadığı ortamlardan verimli bir ürünün çıkmayacağı aşikârdır. Türkiye’miz de maalesef bu hatalı tutumların bedelini ödemektedir.

 

Tüm şartlara rağmen fertler, kendi çabalarıyla ve sistem içindeki -kısmen- verimli unsurların gayretleri ile belli bir düzeye gelebilmektedir. Eğitim-öğretim sistemlerinin iç dinamiklerinin çalışamadığı/iyi çalışmadığı yerlerde bireyler çok daha fazla gayret etmek mecburiyetindedir.

 

Bazı iş çevreleri tarafından, mezun olan gençlerin verimli birer eleman olarak çalışabilmesi ve tatmin edici bir ücretle iş bulabilmesi için en az 2-3 yıl tecrübe kazanmak amacıyla çalışması ve bu esnada ücret konusuna hiç önem vermemesi uygun bir yöntem olarak dile getiriliyor. Katılıyor musunuz? Bu konuda yeni mezun gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Gençler meslek hayatlarının ilk yıllarında maaş konusunu birinci öncelik olarak ele almamalıdır.  Uzun dönemde kendileri için en uygun iş dalı ve pozisyon, maaştan daha önemlidir. Maaş konusunda ise hakkaniyete uyan bir seviye tutturulması her iki taraf için tavsiye edilecek bir noktadır. İşveren açısından iyi bir genç, yatırım yapılacak bir değerdir. Bu değeri ucuza çalıştırmak, bir zaman için mümkün olur. Hakkaniyete uymayan maaş politikaları, üzerine yatırım yapılan elemanların yitirilmesine yol açar.

 

Gençler ise çalışma hayatlarının ilk yıllarını daha ziyade öğrenme amaçlı olarak düşünmeli; ileride almayı düşündükleri pozisyonlara uygun iş kollarında ve iş yerlerinde çalışma hayatlarına başlamaya gayret sarf etmelidirler.

 

Ben, işletme alanında ortanın biraz üzeride büyüklükteki işletmeleri yani orta seviyedeki KOBİ’leri gelişme açısından ilk dönemler için çok faydalı görmekteyim. Çünkü bu tip şirketler gençlere birçok departmanı aynı anda görebilme imkânını sağlayarak onları daha iyi geliştirebilir. İş hayatının biraz daha ileri devrelerinde kurumsal kültürü olan, daha büyük çaplı işletmelerde çalışmak da kariyer açısından önemli yararlar sağlayacaktır kanaatindeyim.

 

Üniversiteden mezun olan bir öğrencinin, sizin açınızdan “nitelikli eleman” olarak kabul edilebilmesi için hangi yollardan geçmesi gerekiyor?

 

Bir öğrencinin mezun olduktan sonra nitelik açısından eksik yönlerini tamamlamaya kalkışması ona ciddi ölçüde zaman kaybettirecektir. Aslolan öğrencilerin tahsil hayatları içinde hayata hazırlanabilmeleridir.

Öğrencinin, hangi sahada çalışmak istiyorsa onunla ilgili olarak gerekli donanımları almaya üniversite yıllarında (esasında bu süre çok daha öncelere kadar gidebilir) başlamış olması şarttır.

 

Mesela yabancı dil öğrenimi, bahsettiğimiz donanımların en önemlilerinden biridir. Hangi alanda olursa olsun, mezun olan gencimizin, en az bir yabancı dili, yapacağı çalışmalara yetecek tarda yazma, anlama ve konuşma olarak halletmiş olması ilk gerek şartlardandır.

Lisans düzeyinde, sadece aldığı derslerin kitaplarını okumuş olması belki yeterli not almak için kâfi gelebilir. Fakat alanında iyi olabilmek, daha detaylı okuma ve araştırmaları gerektirir.

 

Staj, sadece adet yerini bulsun diye yapılacak bir angarya değil; çalışma hayatını tanıma noktasında önemli bir araçtır. Bu konuda gerek staj veren işletmelerin gerekse de staja giden gençlerimizin daha dikkatli olmaları her açıdan faydalı olacaktır.

İyi bir ortalama ile mezun olabilmek de iş hayatında aranılan değerlerden biridir.

Öğrencilerin tahsil hayatları boyunca sadece derslerine çalışmaları onları nitelikli yapmaz. Derslerle birlikte öğrenciliğin sınırları dâhilinde sosyal faaliyetlere katılmak da ciddi bir pratik sağlar. Çünkü hayat sadece kitaplardan öğrenilemeyecek kadar girift bir şeydir.

Bu çalışmalar öğrencileri insani ilişkiler konusunda hazırlar, onlara pratik düşünme imkânı verir, bildiklerini uygulamak konusunda yardımcı olur. Kısaca derslere mani olmayacak oranda sosyal faaliyetler çok yararlıdır.

 

Ayrıca iş hayatına doğru yerde başlamak da gençler için daha sonraki hayatlarında fayda sağlayacak önemli bir noktadır. Bu hususta tecrübeli büyüklerin kariyer yönetimi konusunda tavsiyeleri altın değerinde öğütlerdir.

 

İş dünyası, nitelikli eleman ihtiyacını nasıl karşılıyor? Üniversiteden mezun olanların mezuniyet sonrası eğitiminde iş dünyasının daha fazla sorumluluk alması gerekmez mi? Mesela üniversiteler yahut MEB’le  işbirliği halinde, bir çözüm üretemezler mi?

 

Ülkemizde mesleki eğitim maalesef ciddi ölçüde baltalanmaktadır. İmam-hatiplerin üniversitelere devam etmesini engellemek isteyen azınlık bir kesimin ciddi propagandaları neticesi, ülkemizin orta öğretimi çok sağlıksız bir noktaya sürüklenmiştir.

 

İlköğretimin kesintisiz olarak sekiz yıla çıkarılması ve meslek okullarının üniversiteye girişte ham puanlarının düşük bir katsayı ile çarpılması, bir yönü ile çocuklarımızın yeterli düzeyde yönlendirilebilmelerine imkân tanımamakta, diğer bir yönüyle de üniversiteye gitme şansını kaybetmek istemeyen gençlerimiz meslek liselerini tercih edememektedir.

Meslek liseleri iş dünyasına ara eleman yetiştirmesi gereken bir eğitim birimi iken, bu fonksiyonlarını etkili bir tarzda yerine getirememektedir. Bu durum, olaya tarafgir ve ideolojik bir gözlükle bakan kişilerden dolayı, “sakin” bir şekilde müzakere edilememektedir.

 

Fakat son dönemde iş dünyası, nitelikli ara eleman konusuna daha fazla duyarlı hale gelmiş ve sistem üzerinde ciddi oranda baskı kurmuş bulunmaktadır. Her meslek gurubu yoğun bir şekilde kendi meslek lisesini açmaya çalışmakta ve oradan yetişecek gençlerin yüksek okullara gidebilmelerinin önünü açmak için sistemin aktörlerini zorlamaktadır. Bu hâl tahminimce zaman içinde daha da ivme kazanacaktır.

 

İlaveten, üniversite-sanayi işbirliği maalesef ülkemizde istenen düzeyde gerçekleşememiştir. Bununla birlikte hadiseye taraf olan tüm kesimler bunun önemini kavramaya başlamıştır. Üniversiteler, sanayi ve iş dünyası ile yoğun bir temas içinde olmalıdır. Her iki kesim birbirini geliştirebilmelidir. Ar-Ge konusunda çalışan insan sayısı ülkemizde çok düşüktür. Üniversiteler, Odalar, STK’lar, KOSGEB ve MEB bu konularda son dönemlerde artmakta olan ilgiyi daha da teşvik etmeli ve faydalı yönlere doğru kanalize edebilmelidir.

 

Tüm bunlar, nitelikli eleman yetişmesi konusunda zemini daha verimli hale getirecektir.

Ülkemizdeki oda ve borsalar uzun yıllar üniversite öğrencilerini ihtiyaç ve başarı burslarıyla destekledi. Şimdi bu kuruluşlar birkaç adım daha ileri giderek kendi üniversitelerini kurmaya başladı. İstanbul Ticaret Odası öncülüğünde İstanbul Ticaret Üniversitesi kuruldu. Bunu, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin TOBB Üniversitesi izledi.  Mütevelli Heyeti Üyesi bulunduğunuz İstanbul Ticaret Üniversitesi iş dünyasının beklentilerine yönelik olarak öğrencilerine diğer üniversitelerden ayrı olarak hangi katma değerleri sunuyor? Üniversitenizde pratik ve ticari hayatı kucaklayan ne tür eğitim programları uygulanıyor?

 

İstanbul Ticaret Üniversitesi beşinci yılının içinde olan bir eğitim kurumu. İlk hedef olarak bir şehir üniversitesi hedefiyle öğrenime başlamış ve daha çok belli konulara dikkatini teksif etmeye çalışmış bir üniversite burası. İleriki yıllarda üniversitemiz değişen şartlara göre yeni hedeflere yönelme konusunda değerlendirme yapacaktır.

 

İstanbul Ticaret Üniversitesi 350 bin tüccarın üye olduğu bir odanın desteğinde faaliyet gösteren bir üniversitedir. Bu üniversite, ticaret hayatının bizatihi içinde, o hayatın tüm sorunlarını bilen bir zeminde faaliyet göstermektedir. Dolayısıyla sorunların özüne vâkıftır ve onlara yönelik akademik çözümler üretilmesi konusunda ciddi anlamda şansa sahiptir.

Aynı zamanda üniversitemizde eğitim gören gençlerimiz gerek staj imkânı gerekse de mezun olduktan sonra iş imkânları konusunda önemli bir avantaja sahiptir.

İstanbul Ticaret Üniversitesi bir yönüyle özel bir vakıf üniversitesi olmakla birlikte İTO’nun özelliğinden dolayı yarı kamusal bir statüye sahiptir. Bu hususiyet, üniversiteye özel sektör zihniyetiyle işleyen bir devlet üniversitesi özelliği vermektedir.

İstanbul Ticaret Üniversitesi arkasında yer alan büyük gücün desteğiyle eğitim alanında ihtiyacı olabilecek birçok şeye daha kolay ulaşabilmekte, gerek ulusal gerekse de uluslararası düzeyde geniş bir iletişim ağına sahip bulunmaktadır.

 

Üniversitemizin kısa sürede ciddi bir büyüme göstermesi de sahip olduğu bu özelliklerinden dolayıdır. Bundan sonra da bu büyümeyi, eğitim kalitesini daha da arttırarak, uluslararası düzeyde tanınan bir üniversite haline gelme noktasına kadar taşımayı hedeflemekteyiz.Bu hususta İTO ve bağlı kuruluşlarıyla, Üniversitemiz arasında kurulacak anlamlı ve stratejik köprülerle, daha kapsamlı ve sinerji oluşturan çalışmalara imza atılacaktır.

İş piyasasında arz ve talebi oluşturmak amacıyla Sivil Toplum Kuruluşlarına büyük görevler düşüyor. Bu cümleden hareketle Başkanı bulunduğunuz Boğaziçi Yöneticiler Vakfı’nda öğrencilerle iş dünyasını buluşturmak ve öğrencileri iş hayatına hazırlamakla ilgili ne tür faaliyetlerde bulunuyorsunuz?

Vakfımız beşeri sermayenin bir ahenk içerisinde ülke kalkınmasının itici gücü olmasını temin için gerekli yönlendirme ve koordinasyon hizmetlerini sürdürmektedir. Bu cümleden olarak geride kalan 9 yıllık hizmet yılımızda öğrenci ve yeni mezun kardeşlerimize yönelik olarak iş dünyasıyla tanışma toplantıları, iş dünyasına hazırlık seminerleri, işe ilk adım seminerleri, iş/sanayi sektörlerini tanıtma seminerleri, fabrika/işyeri/okul gezileri düzenledik ve geniş katılımlı staj organizasyonları tertip ettik. Malum olduğu üzere üniversitelerin İdari Bilimler Fakültelerinde staj ihtiyari. İsteyen staj yapıyor, isteyen öğrenci de yapmıyor. Hâl böyle olunca İİBF’de okuyan öğrenciler staj yeri bulmakta zorluk çekiyor. İmkânlar ölçüsünde öğrenciler için her yıl düzenli olarak staj imkânı temin etmeye çaba sarf ediyoruz.

 

Tüm bunları yaparken hadisenin talep yönünü de ihmal etmemeye gayret ediyoruz. İş camiası vakfımızdan Boğaziçi Üniversitesi mezunlarını istihdam talebinde bulunuyor. Mezun ve mensuplarımıza bu noktada da yardımcı oluyoruz. Mezun kardeşlerimizi iş dünyasıyla buluşturuyoruz. İş dünyasına böylelikle iyi eğitim almış, bir yabancı dili iyi konuşabilen Boğaziçi Üniversitesi mezunlarını yönlendiriyoruz.

 

(*)MÜLAKAT;İBRAHİM ETHEM GÖREN

MÜSİAD ÇERÇEVE ARALIK 2005

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir