ALİYA İZZETBEGOVİÇİ ANARKEN VE ARARKEN

Yahya Kemal’in bir sözü beni çok etkiler.

Büyükelçi iken bir gün ona sorarlar. Sizin ülkenizin nüfusu ne kadar?

O zamanlar Türkiye’nin nüfusu en fazla 20 milyon civarında.

Üstad cevap verir; 80 milyon.

Muhatapları şaşırır; Amma yaptın, peki nerede bu insanlar?

Cevap çok manidardır. Biz sadece yer üstündekileri değil toprak altındakileri de sayarız da ondan.

Bizim medeniyetimizde mezarlıkların ayrı bir yeri vardır.

Eski kabristanlar hep şehrin içindedir. Bazen mahallenin hemen ortasında, bazen sokağın kenarındaki mescidin bahçesinde…..

Hayat ve memat iç içedir.

Ölüler mezarlıklar kanalıyla dirilere sürekli vaaz verirler.

Bu duyguları bir kaç  sene evvel Saraybosna’ya gittiğimde de hissetmiştim.

Eski çarşıdan çıkıp tatlı bir yokuştan tırmanınca önümüze çıkan şehitlik aynı duyguların içimde uyanmasına sebep olmuştu.

İnce bir kalem gibi bembeyaz uzanan mezar taşları. Altlarında yatan gencecik çocuklar, yaşlılar, hanımlar, erkekler.

Hepsi Bosna’daki hain saldırılarda şehit düşmüş kardeşlerimiz.

Fakat onların mezar taşlarından etrafa yayılan vakarlı duruş, papatya tarlası gibi görüntü, toprak altındakilerin durumunun belki toprak üstündekilerden çok daha güzel olduğunu insanlara anlatıyordu.

Bu bembeyaz ve incecik mezar taşları arasından biraz daha yukarı çıkıldığında görülen daha büyükçe kabristanda ise bambaşka bir heybet vardı.

Belki madden çok büyük, çok süslü değildi.

Dünyanın bir çok ülkesindeki Devlet başkanlarının kabirleri gibi ihtişamlı, sanat eseri hüviyetinde de değildi.

Fakat bu kabirde başka bir ihtişam vardı.

Başında bekleyen asker hiç  hareketsiz duruyordu. Sadece eli kalbinin üstünde, sen bizim içimizde, yüreğimizdesin diyor gibiydi.

 

Başında Fatiha okurken bu güzel insanın sadece ülkesi için değil, ülkesinden de öte İslam alemi için kutlu bir direnişin nasıl olacağını, nasıl olması  gerektiğini anlatan bir yanı olduğunu hissetmiştim.

Kabri kendi gibi sade ve kibardı.

Fakat bu sadeliğin altında yine kendisinde olduğu gibi bir derinlik, bir bilgelik vardı.

O kabir mi öyleydi yoksa ben mi zihnimdeki, muhayyilemdeki Aliya’yı öyle görmek istiyordum bilinmez. Ama bu kabir bende o gün bu duyguları uyandırmıştı. Rahmetli Aliya’nın ölüm yıldönümünde bugün de aynı hisleri duyuyorsam demek ki mekanlar ve duygular arasında çok ince ve izah edilmesi imkansız bağlantılar mevcut.

Rahmetli Aliya İzzetbegoviç, halkıyla özdeşleşen, Medeni(!) batılıların gözleri önünde katledilen kardeşlerine moral aşılayan, stratejik düşünce ve iç derinliği aynı anda kendi varlığında birleştirebilen bir insandı, bir liderdi.

Zulme boyun eğmedi, kendisine zulum yapanlara bile merhametli davranılmasını telkin etti.

İslam dünyasının Batı’daki en uç noktasının kaybedilmesinin tüm İslam Dünyası için büyük bir tehlike olduğunun farkındaydı. İslam Dünyasını da bu düşünce etrafında derleyip toplamaya, uyanamayanları uyandırmaya çalıştı.

Allah’ın izniyle başardı  da.

Vazifesini yapmak için gayret sarf eden ve muvaffak olan bir lider olarak ruhunu teslim etti ve inşallah kendi imtihanını başarıyla verdi.

Aliya’nın bu serüvenindeki samimiyet, eminim ki onun bu sade kabrinin her yanına sinmişti.

Oraya ziyarete giden herkes de yine eminim ki bu sadeliği, bu samimiyeti, bu azmi, ama  aynı zamanda da manevi ihtişamı hissediyor.

Allah Rahmet eylesin

Nur içinde yatsın….

ERHAN ERKEN

2009 DÜNYA BİZİM

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir