BUGÜNÜ YAŞAMAYA ÇALIŞIRKEN YARINLARI DA DÜŞÜNEBİLMENİN ÖNEMİ ÜZERİNE

Mevlânâ Celaleddin Rûmî Hazretleri’nin şu sözleri ile yazımıza başlamak istiyorum;

Dünle beraber gitti cancağızım,

Ne kadar söz varsa düne ait

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…

Tabiri caizse her gün yeni bir dünyaya uyanıyoruz.

Geçmiş dönemlerde zaman çok hızlı akmazdı. Yavaş yavaş, belli olaylar çerçevesinde dünya şekil bulmaya başlar; değişim, yıllara hatta yüzyıllara sâri bir şekilde tezahür ederdi.

Mesela barut 9. yy da Çin’de bulundu fakat İstanbul’un fethinde kullanılan büyük topların yapılış tarihi 15. yy idi.

Sanayi devrimine kadar dünyanın değişimi ve dünyadaki hayat bugüne göre çok yavaştı. Ancak sanayi devrimiyle birlikte bu akış ciddi bir hız kazandı ve bu hız her geçen gün daha da arttı.

1500 yılında dünya nüfusu yaklaşık 500 milyon idi. Bugün bu sayı 7 milyar civarında

1500’lü yıllarda insanlar tarafından üretilen mal ve hizmetlerin toplamı bugünkü dolar üzerinden 250 milyar dolar diye hesaplanmaktadır. 2009 Rakamlarına göre yıllık üretimin 60 trilyon dolar olduğu belirtiliyor

Bazı kaynaklara göre Britanya’nın 1720’de pik demir üretimi 25 bin ton olduğu ifade ediliyor. 1800 geldiğimizde bu 200 bin tona ulaşmış.

Yani 80 yılda 8 kat üretim olmuş. Ancak 1880’e geldiğimizde bu rakam 7 milyon 749 bin tona varmış. Yâni tam 39 kat artış yaşanmış.

Dokuma sektöründe 1829-1831 arası dönemde 225 bin el tezgahı bulunurken makine düzeniyle çalışanlar ise 60 bin imiş.

1844-1846 yılları arasında bu sayılar tam tersi olmuş. El tezgahları 60 bine inerken makineli olanlar 225 bine çıkmış.

Bu artış hemen her yerde bu şekilde olunca ortaya çıkan üretim fazlası tabiidir ki bütün dünyayı kasıp kavurdu. Ve Osmanlı da olduğu gibi sanayisini yeterli düzeyde dönüştüremeyen ve geliştiremeyen ekonomiler bu baskı altında kaldılar ve nisbî olarak gerilediler.

Ekonomik anlamda nisbi olarak geride kalmanın sebebi olarak sömürgecilik, ticari yolların değişimi vs gibi başka noktaları saymak mümküm. Fakat konumuzun ana fikri o olmadığı için bu safhada o sebepleri çok detaylı değerlendirmeden geçebiliriz

Yine 1880’li yılların başına kadar bugün petrol olarak bildiğimiz kara çamur, sadece yağ lambalarında kullanılıyordu.

Alman Mühendis Gottbieb Daimler’in kullanılabilir petrollü motoru yapması yeni bir çağı başlatmış oldu.

Bundan sonra hızla gelişen çalışmalar neticesinde 1900’ların başında Amirallik birinci Lordluğuna yükselen Winston Churchill, İngiltere’de petrol kullanan donanma talebini ciddi bir programla hayata geçirmeye başladı.

Ve bu sayede sadece I. Dünya Savaşı’nın değil 20. Yüzyılın galiplerini de belirleyen süreci şekillendirilmiş oldu.

Ancak burada çok kritik bir konu var; Geldiğimiz bu noktada yeni çağlara yön veren güç merkezlerinin neler olduğunu çok iyi anlamamız gerekiyor.

Sanayii Devrimini anlamayan, petrol çağının başladığını göremeyen yönetimler ve devletler tarihe karışmak zorunda kaldılar

Bundan sonra da dünyanın önünde açılan fırsat pencerelerine odaklanmayanları bekleyen akıbet de bundan farklı olmayacaktır.

ÖNEMLİ OLAN NEYİN İHTİYAÇ OLDUĞUNA KARAR VERMEK VE ÇÖZÜM ÜRETEBİLMEKTİR

Tarih içinde her dönemin kendine göre ihtiyaçları ortaya çıkmış ve üretilen iyi çözümler insanlığın kırılma noktalarını meydana getirmiştir.

Silahta topun kullanılması, ulaşımda demir yolu, enerjide buhar sistemi hep bu kırılma anlarına önemli örneklerdir.

Hızla ilerleyen takvimde seri atışlı ve yivli topları üretemezseniz, demir yolunu uçakla entegre edemezseniz, sınırlarınız içinde petrol bulunsa bile bunu kullanılabilir ürün haline getiremezseniz içinde yaşadığınız çağa yetişemez ve sadece pazar olarak kalırsınız.

Takdir edersiniz ki burada teknolojiyi iyi takip edebilmenin yanında onu üreten olmak zorunluluğu vardır. Aksi durumda bunun bedeli büyük oluyor.

Sanayileşme dalgası malum olduğu üzere öyle bir gelişme gösterdi ki Endüstri 1.0, 2.0, 3.0, 4.0 gibi safhaları gördük. Şimdi de Endüstri 5.0’den bahsediliyor. Artık makineler ve yapay zekalar arası ilişki, gelişmeleri belirliyor.

Küreselleşme dalgası ile gelişmelerin tüm dünyaya anında yayılması mümkün oluyor. Bu gelişmelerin tahmin edilebilmesi için ciddi bir araştırma ve öngörü şart.

Bu tarz işleyen beyinler olmaya gayret etmemiz gerek. Yetişmesi için ortam hazırlamalıyız, teşvik edici olmalıyız.

Toplum önderi olmak bunları gerektiriyor.

Bulunduğumuz yerde, etrafımıza hep geçmiş ve gelecek perspektifi ile bakabilmek çok önemli.

Gelişen endüstrilerde, ülke ve toplumlarda bunları görüyoruz. Tabii günlük sorunlarınız çok olunca orada boğulma tehlikesi de fazla oluyor.

Günlük telaşın dışına çıkıp ufka bakabilmeyi becermek lazım.

DEĞİŞİME UYUM SAĞLAYANLAR AYAKTA KALABİLİYOR

Bugüne kadar uluslararası rekabeti belirleyen süreçlerin tesadüfî değil bizatihi çağı anlamak ve yeni gelişmeleri yakından takip etmekle gerçekleştiği birçok örnekle net olarak görülmüş.

Bir söz vardır; “Hayatta kalan türler güçlüler değil değişime uyum sağlayanlardır.”

Dünya her zaman yeni bir değişimin eşiğindedir. Bu değişimler yeni fırsatlar getireceği gibi yeni riskleri de önümüze çıkaracaktır.

Son yıllarda ismini çokca duyduğumuz Yuval Noah Harari 21. Yüzyıl için 21 Ders adlı kitabında gelecekle ilgili şöyle bir öngörüsünü naklediyor:

“Soğuk savaş bitti. Liberal hegemonya dünyaya hakim olmaya başladı.( Tabii bu kendisinin görüşü ve üzerinde çok ciddi olarak durulmalıdır) Fakat son yıllarda milliyetçilik fikri ülkelerde ciddi ciddi ön plana çıkmaya başladı ve gittikçe yükseliyor. Bu genel çerçeve içinde yeniden kuvvetlenmeye başlayan 3 büyük sorun var:

NÜKLEER TEHLİKE; Milliyetçiliğin gelişmesi ile ülkeler nükleer silahları daha fazla önemsiyorlar. Bu önemli bir tehlike. Harari’ye göre Rusya ve Çin’in güçlenmesi de bir başka tehlike..

EKOLOJİK ZORLUK: Teknolojinin gelişimi, fosil yakıt kullanma alışkanlığı  sera gazı salınımını arttırıyor. Gübrelemede fosfor kullanımı nehirleri ve suları zehirliyor.  Fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjilere geçebilmek gerek..

Buralardan güneş ve rüzgara bir dönüş olursa bu hammaddelerle ekonomisini döndüren ülkeler çok zayıflarlar bu da ayrı bir sorun oluşturur. Fakat ekolojik tehlike önemli, buna da acil olarak çözüm bulmak icap ediyor.

Burada araya girip şu hususa temas etmeden geçmek de mümkün değil: Dikkatlice bakıldığında tüm bu sorunları insanlığın başına musallat edenler endüstrileşme yolunda insana ve tabiata gerekli özeni göstermeyen kesimler ve ülkeler.

Bugün yine bu ülkeler dünyanın başına dert ettikleri bu sorunların çözümü için çaba harcıyor görünüyor. Bu noktalara bile dikkatli yaklaşmamızın önemli olduğu üzerinde hassasiyetle durulmalıdır

TEKNOLOJİK ZORLUK: Biyomühendislik ve yapay zeka, bunları yetkin bir şekilde kullanan kesimleri daha üst seviyelere taşıyor ve yeni yaşam stillerini ortaya çıkarıyor.

Bu durumun ortaya çıkardığı ayrı sorunlar da var. Bu 2 gelişme zamanla ortaya insangillere özgü kalıpları tamamen yıkan bedensel fiziksel ve zihinsel nitelikte varlıklar ortaya çıkarabilir.

Son dönemlerde zeka ile bilinçin ayrılması tehlikesi belirdi. Mazallah ortaya çıkabilmesi muhtemel olan çok zeki fakat bilinçten yoksun varlıklar büyük tehlike olabilir…

Dolayısıyla teknolojik gelişme konusunda herkesin kabul ettiği ahlakî kurallar koymak gerekiyor. Yoksa bu insanlığın sonu olabilir.

Mesela bugün ChatGPT ile üretilen metinler, tezler ve ilmi çalışmalar nerdeyse insanların zihni emeklerinin ciddi bir değer kaybına yol açacak gibi görünüyor. Bu gidişin ahlakî yönünün de çok acil bir şekilde oluşması şart.

Ayrıca makinaların ve robotların hayatlarımızda her gün daha fazla etkili olduğu bir devrede insanoğlunun o hiçbir zaman önemini kaybetmeyen RUHU, KALBİ VE MANEVİ YÖNÜ gibi temel meselelerin önemini de daha iyi idrak etmemiz gerekiyor.

Makinalar, robotlar, yapay zekalar belki çok mükemmel şeyler yapabiliyorlar. Fakat onlar bu kadim değerler olan ruhun, Kalbin (yani Fuad’ın) yerine geçebiliyorlar mı? Elbette ki hayır…

O zaman bu insana ait değerlere daha fazla sarılmamızın önemi aşikar bir şekilde ortada duruyor…

Harari yukarıda da özetlediğimiz üzere bu üç düşmana özellikle dikkati çekiyor ve insanlığın bunlara karşı birlik olmaları gerektiğinin altını çiziyor.

Dünya gezegeninde yaşayanlar bu birlikteliğe önem vermeliler. Kendi ülkelerinin siyasetlerine önem verdikleri oranda küresel meselelere de önem vermeliler diyor.

Yukarıda Harari’nin de dikkatimizi çektiği iklim değişikliği, kuraklık, doğal kaynakların azalması gibi bir dizi zorunluluk ekonominin ritmini değişime zorluyor.

Harari’nin bu üçlüsünün yanına, cümlelerin arasında da açıklama tarzında ifade etmeye çalıştığımız gibi, gelişmelerin her daim merkezinde olan insanoğlunun ruhuna, manevi ve ahlaki özelliklerine önem vermeyi ihmal etmemeyi, bir de tüm insanlığın birbirlerinin insanca yaşama haklarına saygı ve hassasiyet göstermeleri hususunu ilave etmemizin önemli olduğunu düşünmekteyiz.

İnsanoğlu ve ülkeler güç sahibi oldukça maalesef HAK VE HUKUKU BİR KENARA koyuyorlar.

Örnek; Doğu Türkistan Zulmü. Örnek; Gazze zulmü. Örnek; Bosna’da bir dönem yaşanan zulümler…( Maalesef tarihi süreçte bu örnekleri çok daha fazla artırabilmemiz mümkün)

SON DÖNEMLERDE GÜNDEMİMİZE YENİ YENİ MESELELER GİRDİ

Yine çok yakın bir zamanda karşı karşıya kaldığımız COVİD-19 SALGINI süreci de ekonomik ve sosyal hayatımızda daha önce bu kadar da yer almayan bir dizi meseleyi gündemlerimizde ön sıralara taşıdı.

Pandemi, ekonomik kriz, savaşlar gibi küresel buhranlar; blockchain, dedolarizasyon, yapay zekâ, metaverse gibi teknolojik ve ekonomik hadiseler hem riskleri hem de fırsatları içerisinde barındırıyor.

Bu süreçlerde iş yapma biçimleri çok hızlı bir şekilde değişti, online ilişkiler bir çok alanda gündemin en ön sıralarında yer bulmaya başladı.

Mesela bu yeni gelişen blockchain misali mübadele araçları, doların yerine geçmesi muhtemel olabilecek para sistemleri ve belki yarın daha başka araçlar önümüzdeki dönemlerde dünyanın gündeminde ciddi yer bulabileceklerdir..

Tüm bunların da ortaya çıkaracağı yeni meseleler bizlerin de gündemini etkileyebilecektir

Yine bir örnek olarak Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin keşfi olan BioNTech-Pfizer aşısını bularak çağa damga vurmalarını ciddi bir şekilde değerlendirmemiz gerekiyor.

Aslında bu iki isim, bizim vatandaşlarımız olarak okullarımızda okudu. Eğitimlerini burada aldı. Ancak pandemide ortaya çıkan fırsatı değerlendirdikleri ülke Almanya oldu.

Bu da bizim üzerinde durmamız gereken çok önemli diğer bir boyut.

Dünyadaki gelişmelerin SWOT analizlerini yâni risk ve fırsat analizlerini yapan fütürülog ( gelecekle ilgili yararlı fikirler üreten) beyinler; bireylerin, şirketlerin, toplumsal yapıların uğrayacağı değişimleri hesaplayabiliyorlar.

Ve ona göre hukuku, küresel ilişki ve organizasyonları da şekillendirilmesinde önemli katkılar sağlayabiliyorlar.

Bunları bizler yapabildiğimizde ise, işte o zaman yeni çıkan krizlerden, yüzyılın fırsatları olarak istifade edebiliriz.

Bu hususları, hep beraber, hem kişisel boyutta, hem kurumsal boyutta, hem sektörlerimiz boyutunda, hem STK’lar boyutunda, hem de ulusal ve uluslararası boyutlarda değerlendirmeye çalışmalıyız.

Şüphesiz bu anlamda ülkemizin kalkınması Ar-Ge, inovasyon ve teknoloji altyapısının geliştirilmesine bağlıdır.

Bu altyapının geliştirilmesi de bilimsel araştırma ve geliştirme ekosisteminin oluşturulması ve kapasitesinin artırılmasıyla mümkündür.

Özellikle de Türkiye’nin beyinlerine sahip çıkılması, onların geliştirilmesi ve önlerinin açılması için her kurumun üzerine düşeni fazlasıyla yapması gerekiyor.

Yani hepimizin zihinlerinin bir bölümünü fütürologlar gibi çalışabilmesi ve çevremizdeki kişi ve yapıları bu yönlere doğru kanalize edebilmesi icap ediyor…

Özetle ifade etmek gerekirse ; günümüzde gündemde olan konulara dikkat ettiğimiz gibi hatta ondan da fazla bir şekilde yarının muhtemel konularına da hem mikro hem de makro düzeyde ciddi oranda kafa yormamızın önemli olduğunun altını çizmeye çalışıyoruz.. Bu arada gelişmeleri takip etmek kadar, onların varabilecekleri noktaları iyi bir şekilde kavrayabilmek, gerektiği zamanlarda yönlendirebilmek, ortaya çıkabilecek muhtemel problemlere karşı tedbir alabilmek de ciddi şekilde önem taşıyor..

Yazının başında da kısaca anlatılmaya çalışıldığı üzere, tarihi süreçte bulundukları şartların ötesini düşünebilenlerin ortaya koyduğu fikirler, açtığı ufuklar insanlığın gelişmesine yol açmıştır. Bu yeni açılan yolların üzerinden giden ülkeler ve topluluklar da diğerlerine göre daha avantajlı noktalara gelebilmişlerdir.

Sözlerimizi Hz. Mevlana’nın dediklerinden ilham alarak bitirirsek; yaşadığımız zamanın özelliklerine karşı daima yeni bir şeyler söylemeye ve yapmaya çalışalım ki inşallah yarınımız bugünlerden daha iyi olsun.

Gelişmeler bizi hangi bilgiye ulaştırıyor

Eski dönemlerde en sağlam iletişim yolu olarak vasıflandırılan yol, ‘ru be ru’ (göz göze) diye tarif edilen bire bir ilişki usulüydü. Mesela hadis rivayetinde en muteber yola sema metodu adı verilirdi. Sema metodu, talebenin hocasından hadis-i şerifin metnini ve senedini bizzat öğrenmesine verilen ad idi. İlimde icazet sistemi de bu tarz bir usuldü. Hoca talebeye ilmi meseleleri bire bir anlatır ve öğrendiğine emin olduktan sonra ona icazet vererek bu ilmi onun da talebelerine öğretmesine imkan tanırdı. Sema ve icazet yoluyla hocadan talebeye geçen ilmin en üst noktasında Hz. Peygamber Efendimiz (a.s) bulunmaktaydı. Dolayısıyla ilmin kaynağı sahih bir yere dayanmaktaydı.

Tüm zenaatlarda bir nevi diploma manasındaki icazet kurumu da aynı mantıkla kurgulanmıştı. Hocası bire bir çalışma yaptığı talebesinin o zenaat ile ilgili gerekli teknik ve ahlaki bilgiyi aldığına tam olarak kanaat getirdiğinde ona öğrendiklerini başkalarına da öğretebilmesi için icazet verirdi ki günümüzde de bu sanatlarla iştigal edenler aynı usulü kullanıyorlar.

Müzikte ise bu mantığa uygun olan nakil yolunun adı meşktir. Bu mekanizma içerisinde hoca talebesine eserleri bire bir tüm incelikleri ile öğretir. Musiki aleti ile beraberce çalar veya söylerler. Sonrasında hocası veya üstadı talebenin öğrendiklerini tatbik etmesine nezaret eder. Sonuç itibariyle yeterli bir düzeye gelindiğine kanaat getirildiğinde üstad veya hoca, talebesine icazet verir ve onun bu öğrendiği eserleri kendisinden talep edenlere öğretmesine izin verir.

Hem ilim aktarımı hem ahlaki eğitim

Burada fark edildiği üzere hem bir ilim aktarılıyor, hem de ahlaki bir eğitim verilebiliyor. Hoca bu eğitim sırasında talebesini ahlaki anlamda da eğitiyor, ona yol ve yordam gösterme imkanı buluyor. Hocasını bir rol model olarak gören talebe de her yönü ile ona benzemek istiyor.

Özetle eskilerin deyimi ile ‘hem kal ile hem de hal ile’ eğitim yapılıyor, ilim, zanaat, maharet ve mesaj, ruhu ile birlikte nakledilebiliyor.

Daha sonraki dönemlerde ise daha çok kitlesel öğretim yaygınlaşmaya başlıyor. Okullarda, üniversitelerde sınıflar, anfiler, konferans salonları bu tip bir aktarım yolu olarak kullanılıyor. Musiki notalara geçiriliyor. Sanat çalışmaları okullarda, dersliklerde çeşitli metinler üzerinden talebelere topluca öğretilmeye başlanıyor.

Tabii bu anlattığımız süreçler uzun dönemlerde ortaya çıktı. Yüzyıllar içinde çeşitli evrelerden geçerek şekil buldular ve hâlâ her gün yeni bir evreye geçiyorlar.

Gelişme, ama nasıl?

Yazı ve mesaj alanındaki gelişmeleri de tıpkı yukarıdaki gelişmeler gibi bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçirebiliriz. Önceleri taşa, kile, daha sonraları kağıdın bulunması ile papirus kağıdına, aharlı kağıda yazılan metinler sonraları matbaanın icadı ile birlikte matbaa makinaları ile çoğaltılmaya başlandı. Burada da metni kağıda yazan ile onu daha sonra farklı mekanlarda okuyan arasındaki mesafe zamanla açıldı. Bu süreç aslında bire bir nakildeki gibi karşılıklı ve interaktif bir ilişki değil, aslında kısmen tek taraflı bir iletişim olarak ortaya çıkıyor. Bu tür ilişkilerde bire bir temas azalıyor. Farklı bir iletişim yolu yaygınlaşıyor.

Bu arada bilgi ve mesajın yaygınlaşmasında sinema, radyo ve televizyonlar da önemli bir mecra. Bu bahsettiğimiz araçlar hâlâ önemini yitirmiş değil. Fakat bu mecralar her geçen gün bir çok yeniliği bünyesine ilave etseler de, genelde daha eski bir mantıkla, yani tek yönlü iletişim ve etkileşimi sağlayan araçlar. Mesajın kaynağı muhataplarına bilgiyi tek taraflı olarak aktarıyor.

Bu alanlar teknolojinin gelişmesi ile birlikte toplumlarda etkisini daha da arttırıyor ve muhtemeldir ki daha da artıracak gibi görünüyor. Mesela insanları adeta filmin içine çekerek onu filmin parçası haline getiren teknolojiler, filmin içine konulan gizli mesaj türü teknikler ve her gün yenisi gelişen yollar bu tür iletişimin etkisinin devam edeceğini gösteriyor.

Tüm bu bahsettiğimiz hususlar bir yönü ile bakıldığında birer gelişme örneği. Fakat tüm bu gelişme olarak nitelenen konular bünyelerinde bir çok eksiklikleri de barındırıyorlar.

Teknolojinin gelişmesiyle doğru bilgi kadar yanlış bilgi de yayılıyor

Bilgisayarın ve buna dayalı iletişimin ortaya çıkışı ile başka noktaların da gündeme geldiğini görmekteyiz. Hatırlarsak önce ICQ diye bir araç ortaya çıkmıştı. Bilgisayar üzerinden insanlar bir diğeri ile bire bir yazı yoluyla ilişki kurmaya ve mesaj aktarmaya başladılar. Daha sonra benzer ve daha gelişmiş bir yol olan MSN hayatımıza girdi. Sonra Bing’e dönüştü. Twitter, facebook, linkedingibi yeni mecralar, insanlar arasında bu sefer sanal âlemde bire bir ilişkiyi tekrar canlandırdı. Whatsaptelegram yine bu cümleden birebir ilişki türleri olarak hayatımızda yer bulmaya başladı. Sesli ve görüntülü bir ilişki imkanı sağlayan Skype da adeta göz göze ilişkiyi sağlayan bir önemli gelişme olarak dijital dünyada yerini alıyor.

Bahsettiğimiz bu mecralar sanki eski dönemdeki birebir ve diz dize ilişkiye benzer tarzda insanların teke tek temas etmelerine imkan tanıyan araçlar ve yollar olarak zikredilebilir. Ama bu yolların, eski dönemde o önemsediğimiz hal ile eğitim ve ilişkiyi yeterli düzeyde sağladığını iddia etmemiz fazla iyimser bir yorum olabilir. Fakat kısmen de olsa birebir düzeltme ve ilişkiyi kontrol edebilme imkanını bünyesinde barındırdığını söyleyebiliriz. MSN’nin ilk çıktığı dönemlerde kendi çocuklarımın ve yeğenlerimin bazen dijital kanal üzerinden etkileşime girdikleri ağabeylerinin olduğunu müşahade etmem bende bu tip bir algıyı oluşturmuştu. Dijital anlamdaki ağabey sanki özel bir hoca gibi çocuklara etki edebiliyordu.

Dijital dünyada ortaya çıkan bir çok bilgi edinme aracı, bilgiye ulaşmada önemli bir kolaylık sağladı. İlkönce Altavisa, daha sonra Yahoo ve son dönemde her gün yeni bir gelişme ile karşımıza çıkan Google, dijital âlemde kaydedilmiş bilgiye ulaşmada büyük bir imkan sağladı. Burada da internet üzerindeki dijital bilgi kaynakları, onlarla temas eden insanlara tek taraflı olarak ve kitlesel düzeyde bir bilgi aktarımı sağlayabiliyor.

Mesela geçenlerde bizim bir dönem ciddi bir şekilde ilgilendiğimiz Worldbulletin isimli sitemizin Facebook sayfasında bir haftada ulaşılan rakamlar, bu mecraların yaygınlığı açısından ciddi fikir verici bir mahiyettedir. Facebook sitesinde bir haftada 15 milyon kişiye ulaşıldı ve yaklaşık 2.5 milyon etkileşim alındı. Bu ulaşım ve etkileşimde en önemli noktalar da Uzakdoğu ülkelerindeki insanlar oldu. Bu rakamların bize gösterdiği gerçek;teknolojinin gelişmesi ile birlikte ne kadar yaygın bir alana bilgi ve mesaj gönderebilme imkanına sahip olunabildiği.

Şayet bu bilgi doğru bir bilgi ve yorumsa büyük bir alanı müsbet manada etkileyebiliyor. Fakat bir de bu bilgi ve yorumun yanlış ve yanlı bir bilgi ve yorum olabileceğini düşündüğünüzde, o zaman ortaya çıkabilecek tahribatın boyutlarının da ciddiyetini tasavvur edebilirsiniz.

Böylesi bir iletişim gücü bugüne kadar hiç olmadı. Ve bu iletişim gücü de her geçen daha da artıyor. Bu hal, bir yönüyle bakıldığında çok ciddi bir gelişme. Ama kontrol edilemezse, çok büyük eksiklikleri de bünyesinde barındırabileceği muhakkak.

Maksat doğru, nitelikli ve derinlikli bilgiye ulaşmak mı?

Ayrıca, dijital alanda üretilen malzemenin yaygınlaştırılması için bu araçlar arasında çok ciddi bir ilişki oluşmaya başladı. Herhangi bir siteye veya bloga ne kadar ziyaretçi geliyorsa Google gösterimlerinde o ölçüde önde çıkılıyor. Bunun için tüm sosyal medya araçları devreye giriyor. Hepsi birbirini köpürtüyor. Çok ziyaret daha üst sıra, daha üst sıra daha fazla ziyaret, çok kullanıcılı olmak daha çok mesaj yayabilmek, daha çok mesaj yayabilmek için daha fazla paylaşım gibi bir döngüyü tetikliyor.

Bu hız ve daha fazla kişiye ulaşabilme isteği bazen bilginin niteliğini ve derinliğini etkiliyor. Sayılar ve nicelik bu kaynaklara sahip olanları etkileyebiliyor ve daha fazla yere ulaşma isteği, niteliğin ikinci plana itilmesi tehlikesinin de beraberinde getirebiliyor. Peki burada nitelik ve nicelik dengesi her zaman kurulabiliyor mu?

Nicelik ve tekniğin daha fazla önemsenmesinden dolayı içerik bazen istendiği gibi olamayabiliyor. Nicelik, yani rakamlar önemli olunca o zaman esas odaklanan nokta değişebiliyor. Şu sorular ve cevapların üzerinde daha fazla duruluyor: İzleyici sayısı artıyor mu? Sosyal medya ve Google’dan izleyici geliyor mu? İnsanlar ilgi duyup daha çok paylaşıyorlar mı?

Bu sorulara müsbet cevaplar geldiğinde işte o zaman maksat hasıl oluyor gibi bir durum ortaya çıkıyor. Fakat bu noktada şu soru çok önemli. Maksat ne olmalı? Maksat doğru, nitelikli ve derinlikli bilgiye ulaşmak ise bu maksat gerçekleşmiyor. Bu ise büyük bir eksiklik olarak ortaya çıkıyor. Maksat daha çok izleyici ve etki altına alınacak olarak düşünüldüğünde, o zaman maksata ulaşılmış oluyor. Olayı gelişme ve eksiklik çerçevesinde ele alacaksak bu detaylar üzerinde hassasiyetle durulması gerekiyor.

Gelişmeler bizi hangi bilgi’ye ulaştırıyor?

Daha önceki cümlelerimizde bilgiye ulaşım çok kolaylaşıyor ve hızlanıyor diye bir ifade kullanmıştık. Bu noktada şu soruyu da ısrarla sormamız gerekiyor. Gelişmeler bizi hangi bilgi’ye ulaştırıyor? Bu yolla insanlar ancak dijitalize edilebilmiş bilgiye ulaşılabiliyorlar. Dijital hale gelmemiş bilgiye ulaşma imkanları ise maalesef yok. Bu da önemli bir eksiklik olarak karşımıza çıkıyor.

Mesela geçtiğimiz yıllarda, ölüm yıl dönümünde kendisi ile ilgili detay bilgi edinebilmek için Prof. Dr.Mustafa Köseoğlu adında bizzat tanıdığım çok önemli bir kişiyi dijital âlemde aramak istemiştim. Hayretle müşahede ettim ki Google’da kendisi ile ilgili en ufak bir kayıt bile yoktu. Yine geçen yıllarda Türkiye Milli Kültür Vakfı tarafından basılmış 40 Vakıf Adam isimli bir kitapta ismi geçen ve camiamıza çok büyük hizmetler etmiş kişilerin büyük çoğunluğunun da isimleri bu mecrada bulunmuyordu. Çünkü bunların büyük bir kısmı 2000’lere varmadan Rahmet-i Rahmana kavuşmuş kişilerdi. Bu küçük araştırmadan elde edebileceğimiz sonuca göre, bu ve buna benzer noktalar dijital âlemdeki gelişmelerin bünyesinde bulunan büyük eksikliklerden bir bölümü. Bu örnekleri çoğaltabilmemiz mümkün.

Bu tip çalışmalar içinde bulunan bizim gibi bir çok site, bu tür bilgiler üretip dijital sitemin içine dahil etmeye çalışıyorlar. Fakat bu çabaların ne kadar yeterli olabildiği üzerinde detaylı olarak durmak gerekiyor.

Yine bir başka önemli örnek olarak, büyük ve tarihi mahiyetteki bilgi kaynaklarını bu mecrada yeterince bulabilmek mümkün değil. Beyazıt Kütüphanesi‘nin içinde bulunan eserlerin büyük bir kısmı Google’da henüz yok. Süleymaniye Kütüphanesi, Ali Emiri Kütüphanesi ve bu seviyede sayılacak yerlerdeki eserleri bulmak da imkan haricinde… Bu saydıklarımız önemli eksiklikler olarak not edilmelidir kanaatindeyiz.

Demek ki bu sistemlere veri üretenler buralara hangi bilgileri koyuyorlarsa veya onların öncelik verdikleri bilgiler nelerse bu mecralarda o bilgilere rastlama imkanı bulabiliyorsunuz. Bunun farkında olmamız ve bu inceliğe dikkat etmemiz gerekiyor.

Bu alanların daha verimli, zengin ve derinlikli içeriğe sahip olmasını istiyorsak çokça çalışıp içeriği zenginleştirmek ve bu içeriğe kendi önemsediğimiz derinlikli bilgileri ve doğru yorumları koymamız gerekiyor.

Derinlikli bilginin yayılmasına da çalışılmalı

Bu teknolojik gelişmeler yukarıda da kısaca işaret ettiğimiz gibi derinlikli bilginin önemini maalesef azaltıyor. Kolay paylaşılabilen kategorize edilmiş bilgiler öne çıkmaya başlıyor. Bu yol, bir konu hakkında sathi ve çabuk bilgi edinmek için yararlı. Bu da, bir açıdan bakıldığında gelişme. Fakat sürekli bu tür bilgileri öğrenmeyi talep eden kişiler için ise sürekli sathi bilgilerle muhatap olmaları neticesini getiriyor. Bu da ciddi bir eksiklik.

Geçenlerde ortak bir proje çerçevesinde temas ettiğimiz bir İngiliz dijital medya uzmanı, sitelerimizin daha çok 2005’li yılların öncesindeki bakış açısı ile düzenlenmiş olduğu tesbitini bizlerle paylaştı. ‘Şimdi çok daha resimli, az metinli ve kısa maddeler halinde ifade edilen bilgilere ihtiyaç var. Daha çok takip edilebilmek için sitelerinizin buralara yönelmelisi gerekiyor’ dedi. ‘Çünkü Google bunu istiyor. Facebook bunu istiyor, 140 karakterli Twitter bunu istiyor’ diye sözlerini sürdürdü.

Bu bir yönüyle bakıldığında çok doğru bir tesbit. Dijital medyayı kullananların talepleri buralara doğru evrilmeye başladı. Dijital alanda hizmet edenler de bu talebi sürekli olarak bu yöne doğru kanalize ediyorlar. Yani talep ve arz birbirlerini aynı yöne doğru yönlendiriyor. Tabii bu tesbitin mutlak manada doğru ve insanlık için faydalı bir yöneliş olduğunu iddia etmiyoruz. Fakat şimdilik realite bu çerçevede ortaya çıkıyor. İlave olarak Facebook ve Twitter’da yeterli oranda resim paylaşılmazsa etkileşim alınamıyor. O zaman bu talep insanları bu yöne doğru yönlendiriyor.

Burada şu soruyu sormamız mümkün. Acaba bu durum, dijital alanın hatalı kullanımına ve dolayısıyla eksikliğe doğru bir yönlendirilme mi? Bu soruya karşı şu cevabı verebiliriz: Evet, gelişme diye nitelenen bu durum sayesinde sathi bilgiye yönelme daha çok yaygınlaştı.

Başka bir açıdan bakıldığında Power point sunumlarının mantığının da bu yönde olduğunu gözlemlemek mümkün. Aynı zamanda malumatfuruşluk had safhada. Fakat derinlikli bilginin talebi arzu edildiği ölçüde değil. Oysa ikisi de olabilmeli, nicelik uğruna nitelik feda edilmemeli. Yaygın bilgi önemli ki mevcut gelişmeler buna imkan veriyor. Ama derinlikli bilginin yayılmasına da çalışılmalı. Onun için gerekli araçlar üzerinde de dikkatlice durulmalı….

Gelişmeler ve eksiklikler çerçevesinde ciddi bir fayda zarar analizi yapılmalıdır

Dijital iletişim yöntemi insanları sanal âlemde birebir ilişkiye geçirme noktasında başarılı olsa da, yan yana duran insanların bire bir ilişkisini köreltiyor. Akıllı telefonlardaki ilişkiyi önemseyen insanlar yanı başındaki kişilerle çoğu kere sağlıklı ilişki kuramıyor. Bu keyfiyet, üzerinde özellikle durulması gereken çok ilginç bir gerçek.

Dijital alanda yerleşik olan ilişki türü, çoğu zaman dilin sağlıklı kullanımını da köreltiyor. Yetişen gençlik, fikirlerini düzgün cümlelerle, nitelikli bir dil ile ifade etmeyi önemsiz görüyor. Bu orta ve uzun vadede dilimizi ve edebiyatımızı menfi tarzda etkileyebilir. Özellikle genç nesillerin bu durumdan menfi etkilenme oranı daha çok olacaktır endişesini duymaktayız. Bu halin de önemli bir eksiklik olduğunu düşünmekteyiz.

Dijital gelişmeler insanların birbirleriyle kuracakları ilişkilerde onlara çok ciddi bir zaman tasarrufusağlıyor. Bu durum önemli bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor.

Peki bu insanlar bu sayede sahip oldukları veya bir başka ifade ile arttırdıkları bu zamanı nerede kullanıyorlar? Maalesef yine bu dijital aletlerle ve bu tarz suni ve çoğu kere gereksiz uğraşlarla bu zamanlarının daha fazlasını yitiriyorlar. Bu da maalesef ciddi bir eksiklik olarak ortada duruyor.

Bu gelişmeler ve eksiklikler çerçevesinde ciddi bir fayda zarar analizi yapılmalıdır. Nihayetinde, insanlık olarak kârda mı yoksa zararda mıyız?

Sağlıklı düşünmeyi sağlayacak duraksama aralıkları oluşturmalı

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, her dönemde bu tür iletişim araçlarıyla insanların birbirlerine aktardıkları bilginin ve mesajın niteliğinin çok daha önemli olduğuna inanmaktayız.

Bilgi ve mesaj doğru olmalı, insanın bu dünyada sahip olduğu ve kendisine bir kere bahşedilmiş olanömür nimeti içinde hakikaten yararlı, insanın hem dünyasına hem de ahiretine müsbet manada tesir eden bilgi ve mesajların nakledilmesine yaramalıdır. İnsanların bu hayatta var oluş gayesine uygun gelişmelere yol açabilmelidir

Hayatı kolaylaştırıcı tüm yenilikler ve tabii ki konumuz olan dijital alandaki tüm bu ‘gelişmeler’ hayatı çok hızlandırdı. Bu hız aynı zamanda insanların dikkatlerini dağıtıyor. İnsanların, hayatın hızlı akışının adeta dışına çıkıp, hem kendilerine hem de etraflarına bakabilmeleri gerekiyor. Günlük hız içinde ne yapıp edip sağlıklı düşünmeyi sağlayacak duraksama aralıkları oluşturmak icap ediyor. Hayatın daha anlamlı geçebilmesi için bu önemli bir zorunluluk.

Müslümanlar için günde 5 vakit namaz, yıl içinde Ramazan ayındaki oruç, ömürde en az bir kere yapılacak Hac ibadetleri, esasında bir yönüyle insanları hayatın gayesi üzerinde düşündürten, hayatın hızını kontrol altında tutmalarını sağlayan hususlar olarak, bir çok faydasının yanında bu tür bir zenginlik de kazandırıyor kanaatindeyim.

Esas gaye muhakkak ki yaratılış sebebimize uygun bir hayat yaşamak. Bahsi geçen teknolojik gelişmeler insanları böyle bir noktaya götürmüyorsa burada çok temel bir eksiklik var demektir. O zaman da bu uğraşlar ve kazanımları esasında yararlı değil içinde çokça eksikliği barındıran uğraşlar olarak nitelendirmemiz mümkündür.

Dünya Bizim, 17 Mart 2015