HİZMET SEKTÖRÜ VE EKONOMİ İLİŞKİSİNİN DENGESİ NASIL KURULMALI? (KÜLTÜR EKONOMİSİ) KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ VE TIBBİ HİZMETLER ÖRNEKLERİ

( Bu yazı 19 Şubat 2024 tarihinde Çapa Tıp Fakültesi Onkoloji kürsüsünde verilen aynı başlıktaki seminerden uyarlanarak hazırlanmıştır)

Konumuza başlarken öncelikle “Kültür Ekonomisi ve Kültür Endüstrisi” kavramı ile ne anlatılmak isteniyor, birkaç cümle ile onun üzerinde durmakta yarar var.

Kültür Ekonomisi veya daha yaygın kullanılan şekliyle “kültür endüstrisi” kavramı; müzik, sinema, resim, mimari, belgesel, edebiyat (kitap, dergi gibi tüm yazılı ve dijital eserler), hatta son dönemlerde artan bir ilgi alanı olarak hat, ebru, tezhip türü geleneksel sanatlarımızı da içine almaktadır. Bütün bu kültürel ürünlerin rasyonel biçimde belli bedeller karşılığında alınıp satılabilir hâle getirilmesi durumu olarak tarif edilebilir

1930’larda ilk olarak Frankfurt Okulu’nda ortaya çıkan “kültür endüstrisi” kuramı; toplumsal hayatımızın en önemli parçalarından birini oluşturan kültürel unsurların da tıpkı maddi eşyalar gibi endüstriyel olarak üretildiğine, kullanma kılavuzlarıyla birlikte paketlenip kitlesel bir ürün haline getirildiğine ilişkin kritik bir bakış açısı sunmaktadır.

BM bünyesinde 1964 yılında “Yaratıcı Endüstriler Birimi- UNCTAD” birimi oluşturulmuştur. Kültür endüstrisi kavramı Batı’da özellikle 1970’lerden sonra daha çok kullanılmaya başlanmıştır.

Ülkemizde, özellikle 2000’lerden sonra yaratıcı endüstriler ve kültürel varlıklar üzerine artan bir ilginin gelişmeye başladığı görülmektedir.

Bu alanlar aynı zamanda ayrı bir başlık olarak Hizmet Sektörü içinde kendine yer bulmaktadırlar. Konumuzun diğer ayağı olan tıp alanı da yine Hizmet Sektörü içinde değerlendirilen bir alandır.

Bu çalışmamızda hizmet sektörünün bu iki alt alanı ele alarak onların ekonomi ile münasebetlerini karşılaştırmalı olarak değerlendireceğiz. Bu iki alanın karşılaştırmalı olarak ele alınması gündeme geldiğinde acaba kadim kültürümüzün önemli eserlerinde bu konularda neler söylenmiş olabilir diye bir bakmakta yarar gördük. Gördüğümüz nokta bir hayli ilginçti:

BU KONU MUKADDİME’DE NASIL YER ALMIŞ?

Mukaddime adlı meşhur kitabıyla tanıdığımız İbn Haldûn’un bu eserinin  1. Kitab’ının 4.Bölüm’ünün 29. Faslı’nın “Tababet”, 30. Faslı’nın “Yazı” olduğunu öğrenmek hakikaten enteresan bir tevafuk oldu.

Bu iki konunun önemli bir kitapta arka arkaya gelmesi aralarında var olan bir yakınlığın tezahürü müydü diye düşünmemek elde değil.

Peki ya 31. Faslı?  O da “Kâğıtçılık Sanatı”.

Orada da ilmî kitap, eser ve siciller yazmak, istinsah etmek yani metni çoğaltmak ve yazıları ciltlemek gibi işlerle meşgul olan ‘kâğıtçıların’ ortaya çıkışını anlatıyor.

İbn Haldûn bunun aynen tıpta olduğu gibi ‘bayındır ve medenî hayatın geliştiği büyük şehirlere mahsus’ olduğunu belirtiyor.

İslâm toplumlarında daha önce sultanın emir ve talimatları, mahkemelerin hüccet ve senetleri çoğaldığından bunların ince derilere yazılması imkânsız hale gelmiş ve kâğıt kullanımına geçilmiş.

Burada izninizle kâğıdın tarihi ile ilgili bir küçük parantez açalım;

KÂĞIT NEDEN ÖNEMLİ?

Kâğıdın ilk olarak Çinliler tarafından bulunduğu ifade edilmektedir. Kaynaklar, bu buluş için MS 105 tarihini veriyor.

Bazı araştırmacılara göre kâğıt sanatı İslâm toplumlarında, Talas Savaşı’nda alınan Çin’li esirler aracılığı ile 756’da başlamıştır. Başta Bağdat olmak üzere birçok şehirde kâğıt üretilmeye başlanmış.

Müslümanlar kâğıt yapımı için kenevir ve keten kullanmışlar. Doğu’dan Batı’ya doğru kullanımı yaygınlaşan kâğıt o dönemde Müslümanların kontrolü altında olan İspanya ve Portekiz’e yani Avrupa kıtasına da ulaşmış.

1120 yılında ise İspanya’nın Valencia şehrinde ilk kez bir kâğıt fabrikasının kuruldu biliniyor.

Belgeler, XV. yüzyılda Osmanlı sarayında hem Doğu hem Batı menşeli kâğıtların kullanıldığına işaret ediyor.  Âlî Mustafa Efendi’nin verdiği bilgiye göre XVI. yüzyılda Osmanlı bölgesine Şam, Semerkant, Çin, İran ve Hint menşeli kâğıtlar gelmekteymiş.

Osmanlı Devleti’nde bilinen ilk kâğıt imalâthanesi XVIII. yüzyılda açılmıştır.

1729’da ilk Türk matbaası faaliyete geçince ciddi olarak kâğıda ihtiyaç duyuluyor. Burada basılan eserlerin filigranları ise kâğıtlarının değişik yerlerden ithal edildiğini gösteriyor. Bundan da matbaanın belli bir kâğıt stokunun olmadığı anlaşılıyor.

Bu sebeple İbrâhim Müteferrika, 1741’de Yalakâbâd’da (Yalova) bir kâğıt imalâthanesi kurmak için teşebbüse geçiyor ve bu amaçla Lehistan’dan (Polonya) kâğıt ustaları getirtiyor.

1700’lerin sonundan itibaren birkaç kâğıt fabrikası teşebbüsü olmuş fakat bir türlü devamlılığı olmamış, Cumhuriyet döneminde SEKA (İzmit, 1934) fabrikaları kuruluyor.

Bunları zikretmemizin nedeni biraz da şu: Kâğıt çoğu zaman kolay bulunamamış, çok kıymetli bir meta. Dolayısıyla da hürmet edilen bir değer.

Üstelik bu metaı kullanan hattatlar, matbaanın yaygınlaşmasına kadar ihtiyaç duyulan bilgileri o kolay bulunamayan kâğıtların üzerine elle yazıp eserleri çoğaltıyorlardı.

Sahaflar ise o dönemlerde bu çoğaltma işini yapan kişiler. Özellikle dinî kitaplar ve Kur’ân-ı Kerîm bu yolla çoğaltılıyor. Bu noktadan bakıldığı zaman bir tür kutsallığı olan bir işten ve malzemeden bahsediyoruz.

Bu nedenle Türkiye’de belli bir dönem kitapçılık, özellikle de dinî kitap yayıncılığı kısmen kutsal bir iş gibi algılanmıştır. Kâğıda hürmetle bakılması da, muhtemelen onun çok değer verilen bilgilerin yayılma vasıtası olarak kullanılmasıyla ilgili olmalı.

El yazması kitapların önemli bölümünün vakıf eser olması bu bakış açısının yerleşmesinde önemli bir etken olsa gerek.

Uzunca bir süre bu işleri salt para kazanmak amacıyla yapanlar pek muteber bir iş yapmıyorlar şeklinde algılanmıştır. Mesela Kur’ân-ı Kerîm’lerin arka tarafında “hediyesi şu kadar kuruş” veya “hediyedir, para ile satılmaz” diye yazardı. Üzerine para yazmak adeta ayıp gibiydi.

Zamanla kültür endüstrisi kavramı ve kavramı ortaya çıkaran bakış açısının yaygınlaşmasıyla bu alanların ekonomik getirisi üzerinde daha dikkatli durulmaya başlandığı görülmektedir.

Kültür endüstrisinin ekonomik getirisi sayesinde ortaya çıkan olumlu etki, bu alanlara ilgiyi arttırmıştır. Bu konunun bir boyutu.

Peki, bu eserlerin sadece bir meta, yani mal olarak ele alınması ve algılanması acaba doğru bir şey mi? Sadece parasal değerinden söz edilen ürünler bize iç rahatlığı sağlıyor mu? Bu noktada dikkat edilmesi gereken şey, bunun ölçüsünün ayarlanabilmesi. Çizgi nereden çekilmeli? Veya illa bir çizgi çekmek gerekir mi? Bu da konunun bir diğer boyutu.

Özellikle eski devirlerde; yazarlık, çizerlik, sanatkârlık ve kültür adamı olma, farklı bir görevi, misyonu ve konumu olan insanlara mahsus tanımlardı. Bu da o insanların sanki parayla işleri yokmuş gibi algılanmasına sebep oluyordu. Bu insanlar, sadece hizmet etmeli, parayı pulu düşünmemeli gibi bir tasavvur vardı. Oysa onların da maddi ihtiyaçları ve sorunları olabilirdi, bu da çok normal bir şeydi. Elbette bu durum hâlâ aynı derecede önemli.

Bunun aksiyse, son dönemlerde gittikçe artan ve bu konuların neredeyse tamamen maddi merkezli yapıldığı durumlardaysa işin tadının ve hassasiyetinin kaçıyor oluşu. Paradan puldan bahsetmezseniz bu kez o işlere ilgi azalıyor ve sadece bir avuç tabiri caiz ise o işlerin sevdalısı kişiler o alanlara yöneliyor.

Eskiden hayat şartları hakikaten farklıydı, zanaatkâr denilen, el emeğiyle geçimini temin eden  insanlar, toplumdaki  gerçek ihtiyaçlara yönelik hizmet üreten kişilerdi. Örneğin ulemâ ve sahaflar öyle olduğu gibi, dülger ve demirciler de öyleydi.

Zamanla bu işlerde de önce talebin oluşturulması, ardından arzın ortaya çıkartılması süreçleri işlemeye başladı.

Kültür ekonomisi de böyle gelişmeye başladı. Eskiden insanlar dikkatlerini çeken Allah’ın ayetlerini veya hadîs-i şerifleri veya çeşitli özlü sözleri, hattatlara yazdırıp evlerinin duvarlarına asarlar, birbirlerine hediye ederler  ve bunları da dinî hassasiyetle yaparlardı.

Modern zamanda “koleksiyoner”, diye bir kavram ve meslek ortaya çıktı. Koleksiyonerlerin birçoğu, müzayedelerde tabloları ve eserleri toplayıp adeta bir güç gösterisi olarak çeşitli mecralarda sergiliyorlar. Samimi niyetlerle sergileyenleri tenzih etmek isterim. Mevzu bahis ettiğimiz kesimler o eserlerin içerikleri ile çok da fazla ilgileri olmayan ama onları sadece bir koleksiyoner olarak değerlendiren kişiler.

Orada bu tablolar sanki artık birer “meta” haline geliyor. Bu noktada bu eserlerin içeriklerini önceleyen kişiler derin bir iç rahatsızlığı duymakta.

TELİF HAKLARI

“Kültür endüstrisi” kavramı içinde önemli bir diğer nokta da ortaya çıkarılan kültürel değerin üreten adına tescili ve telif hakkının tespit edilmesidir. Tıpkı sanayi ürünlerindeki markalar gibi.

Örneğin, bazı el yazması eserlerin arkasında “bu bir vakıf eserdir, alınıp satılamaz” yazmaktadır. Böyle bir durumda “eski eserlerin alınıp satılması ile uğraşan kişilerin bu tür eserleri bilerek alıp satmaları ne kadar doğrudur?” sorusu akla geliyor.

İlave olarak eski eserlerin birçoğunda müellifi tarafından yazıldıktan sonra o esere birçok şerh ve haşiyenin eklenmesi geleneği bulunmaktaydı. Bir eser adeta anonim bir şekilde vücuda getirilmekteydi. Bugünkü manada telif hakkı dediğimiz mefhumun çok dışında bir uygulama yapılmaktaydı.

Bu tür eserleri meydana getirenler için en önemli gaye o bilgilerin yayılmasıydı ve âlimler bu sürece katkı vermekten mutluluk duyarlardı. Ana hedef de yaratıcının takdirinin kazanılmasıydı

Bu “telif hakkı” veya “markalaşma” denilen şey esasında modern zamanların ürünü bir gelişme. Bugünün mantığı ile ele alındığında birçok kişi en son tanzim eden olarak ortaya çıkardığı bir eseri, bir fikri, sanki haşa kendisi sıfırdan yaratmış gibi değerlendirebiliyor. Bu eserleri ortaya çıkaran kişilerin önemli bir bölümü kendilerini toplumun bir miktar da üzerinde görebiliyor. Sanki çok daha özel insanlar gibi algılanmalarını bekliyorlar. Özellikle toplumda belli bir tanınırlık ve bilinilirliği olan kimi kültür endüstrisi mensuplarında bu tür tavırları gözlemleyebilmek yüksek oranda ihtimal dahilinde. Tabii burada tüm şöhretine rağmen mütevazılığını kaybetmeyen örnekleri bu anlatılanların dışında tutmak gerekir.

Oysa ince düşünüldüğünde zihni bir çaba ile bir fikir, bir değer üreten insanın onu tek başına üretmediği çok açık.

O insan yıllar içinde toplumdan, çevresinden, hocalarından kitaplardan çok şey öğreniyor. Asırların birikimini kullanıyor. Üstelik tüm bunları yaratıcının onda oluşturduğu üstün kabiliyetlerle kendisine bahşedilen akli ve zihni melekelerle yapıyor.

Fakat tüm bunlara teşekkür edip onların hakkını ben nasıl öderim, diyeceğine “bunları ben yaptım” deyip kendini merkeze oturtuyor.

Tabii bu aşamada şöyle bir hatalı noktaya sürüklenmek de doğru değildir: Son üreticinin hakkı teslim edilmemeli mi? Edilmeli, ama bugünkü mantıkta çok fazla hâkim olan o “mutlak manada eserin tek sahibi” tarzındaki telif anlayışı üzerinde hassasiyetle durulması gerektiğine dikkat çekmek isterim.

İNSANLARIN ZİHİNLERİNE VE DOLAYISIYLA HAYATLARINA ONLARIN RIZASINI GÖZETMEDEN MÜDAHALE NE DERECE DOĞRU?

Kültürel alanın endüstrileşmesi, bireylerin seçme iradesini yönlendirmeye başladı. Bireylerde totaliter-tahakkümcü bir kültür ve kişilik kalıbı ortaya çıktı.

Küreselleşmenin bir sonucu olarak, uluslararası güçler (özellikle şirketler) kültürel alanları, gelişen yeni teknolojilerin gücü ile geniş kitleler üzerinde çoğu zaman ciddi bir tahakküm oluşturuyor.

Bu tahakküm neticesi geniş kitlelerin tüketici tercihleri değişebiliyor. Eskiden hiç ihtiyaç olmayan mal ve hizmetler bir anda ihtiyaçmış gibi ortaya çıkıveriyor.

Bireyselleşmiş toplum bu yoğun kültürel bombardıman altında, tüketimi kontrolsüzce teşvik eden kesimlerin elinde adeta bir oyuncağa dönüşüyor.

Burada öne çıkan konu “insanların kişiliklerine müdahale” konusudur.

İnsanların birbirlerinin hayatlarına, yönelişlerine, fikriyatlarına bu kadar müdahale etmeye hakları var mıdır; sorusu bu noktada gündeme gelmelidir.

KÜLTÜR ENDÜSTRİSİNDEN TIP ALANINA:

Olayın tıp boyutuna baktığımızda da benzer şeyler görüyoruz. Doktorlar aldıkları eğitim ve formasyon gereği birçok yazar, şair ve sanatkar gibi toplumun geneline göre daha üst katmanlarda konumlandırılan kişiler.

Doktorların toplumda çok ciddi bir karşılıkları var. Mesela iyi tanınan bir tıp doktoru neredeyse toplumun birçok kesiminde ihtisas alanı olsun olmasın neredeyse her alanda söz söylemeye ehliyetli olarak değerlendirilebilir.

Bizim ailede de geçmiş dönemlerde hekimliğe yönelik özel bir ilgi vardı. Mesela rahmetli babam ve amcam benim doktor olmamı çok isterlerdi. Her fırsatta bunu yinelerlerdi. Hatta ben üniversite seçme sonuçları sonrasında tıp fakültesine girebilecek puanı almama rağmen orayı yazmayınca çok üzülmüşler ve bana biraz da kızmışlardı.

İnsanların büyük bölümünün esasında doktorlara bir şekilde ihtiyaçları var.

Bu olay şuuraltına da işleyen bir keyfiyet ve tabii davranışlara da yansıyor. Hekim kesimi de bunu biliyor ve hissediyor. Hekimler, önemli ve biraz da kutsal bir iş yapıyorlar. İnsana hizmet ediyorlar. Bu noktada kendileri de biraz ayrıcalık bekliyorlar sanırım.

Hayat şartları içinde onların da belli bir gelire sahip olmaları gerek. Peki, bunun ölçüsü nasıl ayarlanacak? İnsana hizmet gibi kutsal bir konu, para ile ilişkilendirildiği zaman nasıl bir davranış içinde olmalılar?

Burada babamın arkadaşı Rahmetli Çırçır’lı Doktor Osman Amca’dan biraz bahsetmek istiyorum.

Doktor Osman Amca pratisyen bir hekimdi. Fatih Çırçır’da mütevazı bir muayenehanesi vardı. Muayenehane dışında ihtiyaç olduğu ve çağırıldığı zaman hastanın bulunduğu yere de giderdi.

Hasta bakmaya giderken kullandığı biraz büyükçe eski bir çantası vardı. İçindeki tenekeden iğne kutusu, Steteskopu, bazen insanın dizine vurduğu doktor çekici, tansiyon aleti ve belli ilaçları ile her an hizmete hazırdı. Lazım olduğunda içinde enjektör ve iğnelerin bulunduğu teneke kutuyu ocağa koyar ve kaynattıktan sonra uygulardı. Daima kritik hastaların ve mahallelinin yanındaydı. Benim gözümde sanki “Hipokrat yemininin kendi dönemindeki tek yüklenicisi” gibiydi.

Cuma günleri hastalara bedava bakar, numune gelen ilaçlardan garibanlara başlangıç olarak verirdi. Babamdan da duyduğum kadarıyla çok variyetli değildi fakat ailesinin ihtiyaçlarını rahatlıkla görecek bir seviyedeydi.

Şimdi benim zihnimdeki klasik, insanları ve hizmeti önceleyen doktor tipi Osman Amca’dır.

Tabii şu soruyu bugünün bakışı ile sormak gerek: Osman Amca’nın kendi döneminde emeği suiistimal edilmiş miydi? Yoksa Osman Amca toplumun ihtiyaçlarını elinden geldiği kadar karşılayan ve bu arada kendine yetecek kadar bir karşılık alarak daha büyük servetler peşinde koşmayan güzel bir rol model miydi?

Tıpkı Fransa’da Sorbonne’da doktorasını birincilikle bitirip Türkiye’ye geldiğinde (1975) üniversiteye alınmayan ve hiç yüksünmeyip lise hocalığına devam eden Nurettin Topçu gibi.

Rahmetli Topçu variyetli bir insan değildi ama yetiştirdiği önemli talebeleriyle bugün hala yıllara damga vuran bir kişi olarak “gönüllerde” yaşamaya devam ediyor.

TIP ALANINDAN BİR KAÇ ÖRNEK

Tıp ve para ilişkisinde kritik bir diğer alan ise yardımcı tıbbî malzemelerin artışı. İnsan vücudunun gün geçtikçe suni parçalarla sürekli takviye edilebiliyor oluşu çok enteresan gelmiştir bana. Protezler, kalp pilleri, işitme cihazları gibi gerek sağlığımızı koruyan ve gerekse hayatımızı kolaylaştırıcı materyallerin gelişmesi tıp ile ekonomiyi çok daha içi içe geçiriyor.

Yine açıklığa kavuşturulması gereken bir diğer konu, estetik cerrahinin hangi boyutta zaruret, hangi boyutta keyfilik oluşturduğudur.

Kişilerin,gerek kendi vücutlarına gerekse başkalarının vücutlarına zaruret harici müdahale etmeye ne ölçüde hakları olduğu konusu tartışılmalı.

“Yapan razı yaptıran razı başkasına ne” diyerek bu konu bir kenara konulabilir mi? Yoksa bu mesele daha yukarıdan bakılarak insanoğlunun hem kendisinin hem de başkasının vücuduna ne ölçüde müdahale etmeye hakkı vardır gibi felsefî bir açıdan mı değerlendirilmeli?

Estetik cerrahinin cazibesinin tesirini her gün üzerlerinde daha fazla hisseden özellikle “kulak burun boğaz” uzmanı genç doktorlar arasında, ilerde ağır kanser ameliyatlarını kamu hastanelerinde yapmaları gerektiğinde, “bu ameliyatlara gönüllü olarak kaçı gidecek?” ne kadar örnek bulabileceğiz acaba diye düşüneceğimiz bir noktaya yaklaşıyor muyuz?

SİBORGLAR

Nasıl ki bir fikir, bir moda, bir akım oluşturan kişiler bunları kitle iletişim araçları vasıtasıyla kitlelere yayabiliyor ve insanların hayatlarına bir şekilde müdahale edebiliyorlarsa, tıp alanı da gelişen teknikler sayesinde acaba insanı, zaman içinde biyolojik varlıklar ile teknolojik bileşenlerin entegrasyonu sonucu ortaya çıkan varlıklar yani “siborglar” haline getirmeye mi çalışıyor?

Tıbbın ve teknolojinin gelişmesi ile insana müdahaleye ne kadar hakkımız olduğu konusunu daha detaylı teati etmeliyiz.

Genetik, kök hücre konuları, organ nakillerindeki sorunlar vs. Tüm bunlar ciddi ciddi üzerinde durulması gereken noktalar. Bu alanların ekonominin de can alıcı alanları olması konumuzun en hassas noktası.

Âcizane tavsiyemiz odur ki bu problemli alanlar, belli bir derdi olan tıp insanları tarafından derinlemesine tartışılmalıdır.

Devasa boyutlara varan ilaç sanayi ve bunun hekimlik alanına maddî bir güçle müdahil oluşu da ayrı bir problem konusu olarak karşımıza çıkmaktadır.

COVİD- 19 salgını döneminde ortaya çıkan aşı tartışmaları, tıp ve ekonomi alanındaki bu hassasiyetimize dikkat çekme noktasında bir hayli önemli bir konuyu içinde barındırıyor.

İBRETLİK BİR TIBBİ HADİSE

Rahmetli babamın gözünde göz tansiyonu yani glokom rahatsızlığı vardı. Geç fark ettiğimizden bir gözünde görme kaybı oluşmuştu. Liseden yakın arkadaşım olan iyi bir göz doktoruna arada babamla giderdik.

Gittiğimiz zamanlarda arkadaşım babamın göz tansiyonunu kontrol ediyor ve “diğer gözü takip edelim onda da gelişmesin” diye bakıyordu.

“Erhan zamanı geçirmişiz ve maalesef bir gözü kaybetmişiz aman dikkat diğerini kaybetmemeye çalışalım.” diyordu.

Babam arada bir muayene olmak ve ilaçlarını yazdırmak için bizim oradaki kamu hastanesine giderdi. Bir keresinde oradaki göz doktoruna muayene olmuş ve gözüyle ilgili durumu paylaşmış. Doktor muayeneden sonra şöyle demiş

“Amca, bu teşhisi koyan ve sana bu gözün artık eski haline dönemez diyen arkadaş eksik bilgiye sahip. Bu senin glokom tedavi olabilir ve gözün eskisi gibi görebilir. Gel seni dışarda ………… bir ameliyat edelim, bak nasıl rahat göreceksin.”

Babacığımın kafası karışmıştı. Aradım arkadaşı; “Yahu oğlum bu nasıl iş! Adam bu tarz bir şey demiş.

O da bana bir kızdı “Erhan bunlar maalesef bizim meslektaş ama mesleğin yüz karası. Üç kuruş para almak için Amca’yı bıçak altına yatıracak. Yahu bir tedavisi olsa ben yapmaz mıyım?”

Her meslekte olduğu gibi burada da bazen karşımıza bozuk karakterli insanlar çıkabiliyor. Fakat buradaki daha hassas bir konu ki karşımızdaki kişi topluma ve insanlara hizmet etmeyi mesleğinin en birinci maddesi olarak kabul etmesi gereken bir kişi.

SONUÇ CÜMLELERİ OLARAK

Bu yazımızda toplumda hizmet merkezli bir temele oturan iki kesimden bahsetmeye çalıştık. Bunlar kültür ve tıp alanlarından çalışan insanlar. Bir açıdan bakıldığında bazı noktalardan birbirlerine benziyorlar. Yaptıkları çalışmalar ve aldıkları kararlarla birisi daha düşünsel anlamda öbürü de daha fiziki anlamda başka insanların hayatlarına müdahale ediyorlar. Bu açıdan büyük sorumluluk üstleniyorlar. Tabii aldıkları bu sorumluluk karşılığında da belki toplumun genel seviyesinin üzerinde bir gelire sahip olmayı düşünebilirler. Belki de hakları vardır. Fakat bu kesimler insanlarla temas halinde iken yaptıkları işin tamamen insancıl ve hizmet bazlı olduğunu da altını çizerek ifade ediyorlar.

O zaman bu hizmet mefhumu ile buradan ciddi gelir bekleme durumunu nasıl bir hal yoluna koymak mümkün olacak? Bu konuları da serinkanlılıkla değerlendirmek zorundayız.

Bu değerlendirmeler neticesinde de inşallah zaman içinde daha uygulanabilir ve insanların içini rahat ettirecek çözümler ortaya çıkabilir, diye ümit etmek istiyoruz.

 

YARARLANILAN KAYNAKLAR

İbn Haldun, Mukaddime, Çev:Zakir Kadiri Ugan, Cilt II, MEB Yayınları 481, İstanbul 1996.

Tez, Zeki, Tıbbın Gizemli Tarihi, Hayy Kitap, İstanbul 2010.

Galitekin, Ahmed Nezih, İbrahim Müteferrika Eserlerinden Yalova Kâğıthânesi, İBB Kültür AŞ, İstanbul 2013.

Ersoy, O . Kağıt Maddesi. Türkiye Diyanet Vakfı ( TDV) İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/kagit adresinden alındı

Şişman, N. (2017) Yeni İnsan; Kaderle Tasarım Arasında, İnsan Yayınları, İstanbul

Türkiye’de kağıt imalatı

Son günlerde ( Ağustos 2018 sonrası) dövizdeki aşırı yükselme dolayısıyla özellikle yayıncılık sektöründe ciddi bir sıkıntı ortaya çıkmış bulunmaktadır. Ayrıca bazı gazeteler gazete kağıdındaki problemlerden dolayı yayınlarına kısmi olarak ara vermek zorunda kalmışlardır. Bu tartışmalar sırasında 1990’lı yılların ikinci yarısında özelleştirme sürecine giren, başta İzmit’teki olmak üzere yurt sathındaki bazı fabrikaları kapanan, ancak bir kaçı özelleştirildikten sonra faaliyetine devam edebilen SEKA konusu gündeme gelmiş, özellikle gazete kağıdı ve kitap yayıncılığındaki bu daralmanın ve problemlerin ortaya çıkmasına SEKA’daki sürecin birinci derecede sebep olduğu ifade edilmiştir.

SEKA bir kaç fabrikası ile ve genelde ürettiği üçüncü hamur kağıtlar ile yayıncılık sektörüne önemli oranda hizmet vermekte olan bir fabrikamızdı. Lakin SEKA’nın ürünleri de istenen kalitede değildi ve bu yüzden de kitap üretimi sırasında çok çeşitli sıkıntılar oraya çıkmaktaydı. Üstelik üretim tesislerinin gelişen şartlara göre kendini yenileyemesi ve fazla maliyetli bir çalışma içinde olması da ayrı bir sorundu. KİT mantığı ile çalışan bu fabrikalar eldeki verilere göre ciddi oranda zarar ediyordu.

SEKA’nın kitap kağıdı diye tabir ettiğimiz kağıdın dışında diğer kağıt türlerinde de üretimleri bulunmaktaydı. Bugün, eskiden SEKA’nın olan bazı tesislerin özelleştirildikten sonra daha verimli bir şekilde işletilmekte olduğunu müşahede etmekteyiz. Bazı tesisler ise yukarıda da belirttiğimiz gibi tamamen devre dışı kalmış bulunmaktadırlar.

Yayıncılar için o dönemlerde tercih edilen yöntem, kitap üretiminde üretim rakamının büyük kısmının üçüncü hamur yapılması, bir bölümünün de birinci hamur olarak basılmasıydı. O günleri yaşayanlar, üçüncü hamur ile yapılan baskıların kağıt kalitesinden ne yayıncılar, ne matbaalar ne de okuyucuların memnun olmadığını hatırlayabilmektedirler.

Yine de, SEKA gibi önemli bir üretim gücünün, bilgi ve tecrübenin elden çıkması ve kağıtla ilgili bazı kalemlerde yerli selüloz üretiminin yeterli oranda yapılamaması, üzerinde dikkatlice durulması gereken bir sorundur. SEKA fabrikalarının çoğunun özelleştirmeden sonra özellikle odun hammaddesi tedarik şartları, fiyat istikrarsızlığı ve yüksek enerji giderleri gibi sebeplerle selüloz üretiminden çıkması kağıt üretimi için önemli bir eksiklik olarak önümüzde durmaktadır. Şu an Türkiye’de sadece eski bir SEKA tesisi olan Çaycuma OYKA tesislerinde selüloz üretimi yaspılmaktadır. Bu sorunun hem stratejik önemi hem de fayda zarar analizlerinin beraberce yapılarak değerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır.

TÜRKİYE’NİN AĞAÇ VE ORMAN DEĞERLERİ

Kağıt üretimi konusu gündeme geldiğinde kağıdın birebir ilişkide olduğu ağaç ve orman ürünleri konusunun da beraberce mütalaa edilmesi gerekiyor. Orman Genel Müdürlüğünün verilerine göre Türkiye’de yaklaşık 22 Milyon hektar orman alanı bulunmaktadır. Bu toplam Ülke yüzölçümünün %28’i seviyesindedir. Konunun uzmanlarının ifadelerine göre bu alanın en azından 10 milyon hektarının rehabilitasyona ihtiyacı bulunmaktadır

Eurostat Orman İstatistiklerinde yer alan verilere göre Türkiye’deki orman alanlarındaki dikili ağaç varlığının miktarı son 18 yılda yaklaşık % 50 artarak 1 milyar 600 milyon metreküp olarak tesbit edilmiş durumdadır. Yıllık artım da yaklaşık 46 milyon m3 dür. Bu artımın sadece % 50’si kadarı(20 milyon m3) istihsal edilmekte ve orman ürünleri sanayiinde kulanılabilmektedir. Fakat bunun yanında yaklaşık 10 milyon hektar orman alanının da verimli hale getirilmesi gerekmektedir ve Orman genel Müdürlüğü bunu sağlama yolunda ilerlemektedir. Çünkü Orman Genel Müdürlüğü son 18 yılda verimli orman alanlarını 8 milyon Hektardan 12 milyon hektara çıkartmayı başarmışlardır.

Bu konuda görüşlerine başvurduğumuz TORİD ve Ulusal Ağaç Birliği Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Sekreteri Celaleddin Akça’nın belirttiğine göre bir taraftan orman alanlarının arttırılması, diğer yandan orman servetinin ihtiyaca ve ülkenin çıkar ve tercihlerine göre yeniden planlanması çok önemli. Ormanlarda yeni yapılacak ağaçlandırma faaliyetlerinde tercih edilecek ağaç cinslerinin de bu planlamalara bağlı olarak seçilmesi de diğer önemli bir husus. Diğer tarafta, Masif Ahşap sektörünün üretim ve kullanım alanlarının doğru planlanmaması sebebiyle zamanla geri kalması ve lif/Yonga sanayiinin gittikçe artan kapasitesi ile orman ürünleri sektöründe dengesiz bir hammadde kullanımı ortaya çıktığı görülmektedir.

Bu bilgilerden anlaşıldığına göre ormancılık konusunda verimli alanlarımız ve servetimizde önemli artışlar söz konusu ve süreç artan bir ivme ile devam ediyor. Bu gelişmenin selüloz üretimi de dikkate alınarak yeniden planlanması gerekiyor.

SELÜLOZ ÜRETİMİNİN ÖNEMİ

Bu konu daha kapsamlı bir analizi gerektirdiğinden burada bir virgül koyarak tekrar kağıt ile ilgili bölümümüze dönersek:

Ülkemizde kağıt sanayiinin geliştirilmesi ve mamul malda dışa bağımlılık azaltılmak isteniyorsa bununla ilgili en önemli madde olan selüloz imalatı için gerekli hammaddenin yetiştirilmesi ve temini şart.
Türkiye’nin önemli kağıt fabrikalarından Mopak’ın sahibi Mehmet Ali Malay’ın 23 Eylül Pazar günü Hürriyet gazetesinde Vahap Munyar’a belirttiğine göre ülkemizde “endüstriyel orman plantasyonları ve ağaç tarımının’ yeniden planlanması büyük önem taşıyor.

Bu gerçeği TORİD ve Ulusal Ağaç Birliği Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Sekreteri Celaleddin Akça da teyit etmekte:
‘Ülkemizin dört bir yanında çam, kayın, köknar, sedir, meşe, akasya, kavak ve okaliptüs türü endüstriyel plantasyonlar kurulabilir, ağaç tarımı yapılabilir.
Selüloz ve kâğıt sanayisinde en çok kullanılan İğne yapraklı türlerden, örneğin “pinus radiata” (çam), yapraklı türlerden Kayın, kâğıt sanayi için geliştirilmiş “okaliptüs grandis” veya “okaliptüs globulus” türü ağaçlar ekilebilir ve belli bölgelerde yetiştirilebilir. Bunlarla ilgili yeni çalışmalar başlatılması çok elzem görünüyor.’

Burada verilen diğer bir bilgiye göre ‘iklimi bize benzer ülkelerde “pinus radiata” 15-20 yılda, “okaliptüs grandis” 7-8 yılda, “okaliptüs globulus” 10-12 yılda kesimlik hale gelebiliyor.
Bu plantasyonları ve özel ağaçlandırmayı teşvik için dikimi yapılan ağaç oranında yetişmiş ormanlardan uygun oran ve şartlarda yapılacak dikili tahsislerin de etkili olacağı öngörülmektedir.
Akça’ya göre şayet selüloz imalatına uygun ağaç yetiştirilmesi yeterli oranda gerçekleştirilemese de, mamul selüloz yerine selüloz üretimine uygun ağaç (odun/yonga) ithalatı yapılabilir ve ülkemizde selüloz üretimi bu şekilde gerçekleştirilebilir. Bu sayede ilave istihdam ve katma değer sağlanır, ithalata ödenen rakamlar ciddi boyutlarda azaltılabilir. Japonya, Çin ve birçok Avrupa ülkesi buna örnektir.

Yerli üretime ve kaynak gelişimine destek olacak şekilde yurt dışında plantasyon sahaları kiralanarak ağaç yetiştiriciliği ve tedariki de incelenmeye değer bir imkândır. Başka bir kaynak da Orman zengini Rusya ve Ukrayna gibi komşu ülkelerden çok yıllık orman alanları kiralanıp tercihen kendi işçi ve ekipmanımızla işletilerek hammadde temini cihetine gidilebilir.’ Bu da değerlendirilebilecek bir alternatiftir.

Bu konuda M. Ali Molay da bahsi geçen yazıda “ Devletin, orman ve hazine arazilerinin şahıslara ve tüzel kişilere 49, 69, 99 yıllığına kiralanabilmesinin önünün açılması gerektiğini bunun için de Anayasa tadilatı gerektiğini ‘ belirtiyor. Bu tarz bir düzenleme ile özel sektör de ormanların yönetiminde söz sahibi olabilmelidir.

Malay’a göre ‘Kâğıt üretimi için gerekli odun hammadde teminini garanti altına almayan hiçbir yerli ve yabancı yatırımcı büyük ölçekli kağıt yatırımı işine girmez. Ayrıca bugün yeni bir selüloz ve kâğıt yatırımı, kapasiteye, büyüklüğe bağlı olarak en azından 800 milyon ile 1 milyar dolarlık bir yatırım maliyetine ihtiyaç duymaktadır.’

Munyar’ın yazısında belirtildiği üzere TOBB Türkiye Kâğıt ve Kâğıt Ürünleri Sanayi Meclisi’nin toplantısında da şu tarz bir gerçek ortaya çıkmış

-‘Selüloz ve kâğıt ithalatını tümüyle frenlemek için toplam olarak en azından 2-2,5 milyar dolarlık bir yatırım gerekiyor. Bunu özel sektör kuruluşlarının tek başlarına karşılaması pek mümkün görünmüyor’. Fakat iyi değerlendirilirse Orman Ürünleri Sektörü selüloz ve kağıtta dahil edilerek ülke kalkınmasında lokomotif sektörlerden biri olma potansiyeline sahiptir.

Buraya kadar özetle belirtilen tespitlere göre öncelikle ağaç ve orman ürünlerinin gerek üretimi gerekse de bu üretimin dağılımı konusunda üst düzeyde önemli bir planlama ve koordinasyon şart. Yurt dışında bu konuda öne çıkmış ülkelerde (bunların içinde Kanada ve Finlandiya başı çekiyor) bu sahada verimli bir şekilde çalışan üst izleme, araştırma, yönlendirme ve koordinasyon birimleri mevcut. Ayrıca kâğıt sanayiinde de Devlet ve özel sektörün verimli işbirliği modelleri ortaya koyabilmeleri gerekiyor. İlave olarak Ormanların işletilmesinde özel sektörün de devreye girmesine imkân verecek anayasal değişiklikler yapılması gerekiyor
Bu genel girişten sonra kâğıt konusunda bazı bilgileri paylaşmanın gerekli olduğuna inanmaktayız:

KAĞIT ÇEŞİTLERİ

Hayatın her safhasında çok çeşitli maksatlarla kullanılan kağıt, ağırlığına (gramajına), kullanılan hamurun cinsine, dolayısıyle yırtılma ve patlama mukavemetine ve buna benzer diğer özelliklerine göre çeşitli sınıflara ayrılabilir. Fakat genel hatları ile şu şekilde tasnif etmek mümkündür:

Yazı tabı kağıtları (1, 2 ve 3. hamur kağıtlar , ofset kâğıdı, aydınger kâğıdı vb.),
Sargılık kağıtlar,
Kraft torba veya çimento torba kağıdı ,
Temizlik kağıtları ve hijyenik kağıtlar, tuvalet kağıdı,
İnce özel kağıtlar ( sigara kağıdı vb.),
Oluklu ambalajında kullanılan kağıtlar ( fluiting, testliner, imitasyon kağıtlar ),
Kartonlar ve mukavvalar
Bir başka sınıflandırma ise:

Kültürel kağıtlar ,
Endüstriyel kağıtlar şeklinde olabilir.

TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA KAĞIT SEKTÖRÜNE MAKRO BAKIŞ

Türkiye Kağıt Sektörü ve Rekabet Gücünün Değerlendirilmesi başlığı ile 2018 yılında İstanbul Ticaret Odası tarafından İstanbul Düşünce Akademisi eliyle yaptırılan ve Kalkınma Bakanlığı ve İstanbul Kalkınma Ajansının desteklediği bir araştırmada bir çok önemli tesbit yer alıyor.

Bu araştırmada Dünyada genel anlamda kağıt başlığı altındaki üretim hacminin 400 milyar dolar civarında olduğu tahmin edilmektedir.

Yine aynı araştırmaya göre Dünyada kağıt tüketiminin 400 milyon ton civarında olduğu hesaplanmaktadır. Ülkemiz kağıt tüketiminde dünya ölçeğinde 16’ncı sırada yer almaktadır.
Türkiye’de yaklaşık 6 milyon ton civarında kağıt tüketilmektedir. Kağıt Sektörünün üretim kapasitesi ise 3,8 milyon tona ulaşmış durumdadır. Türkiye’de kağıt ihtiyacını sağlamak için yurt dışına ödenen rakam yıllık 3 milyar dolar civarındadır.

Ülkemizde son verilere göre 48 adet kağıt fabrikası bulunmaktadır.
Türkiye kağıt ve kağıt imalatında yaklaşık 2400 firma faaliyet göstermektedir.
Sektörde 100 kişi ve üzerinde çalıştıran %5’lik kısım sektör cirosunun % 67,1 ‘ ine sahiptir.

KOBİ’lerin toplam ciro içerisindeki payı giderek azalmaktadır. Sektörde küresel alanda toplulaşma yaşanmakta olup rekabet için ölçekler sürekli büyümektedir. Türkiye’de ise ölçek ekonomisine sahip az sayıda firma yer almaktadır. Sektörde teknolojik ve ekonomik gelişmelerin etkisiyle giderek yatırımların daha büyük sermaye gerektirmesi nedeniyle bu eğilimin gelecek yıllarda da devam edeceği değerlendirilmektedir.

Tabii kağıt denince yukarıda saydığımız tüm çeşitler kağıt kavramının içinde değerlendirilmektedir. Üretilen kağıtlarla ilgili sadece bir fabrikamız kendi selülozunu üretebilmektedir. Diğer üretim alanlarında gerekli olan selüloz ise tamamıyla yurt dışından ithal edilmektedir. M. Ali Malay’ın verdiği rakama göre yılda yaklaşık 1,5 milyon ton selüloz ithal edilmektedir

Karton ve oluklu mukavvanın imalatında girdi olarak önemli yer tutan atık kağıtta geri kazanım oranı gelişmiş ülkelerde % 70-75 iken Türkiye’de bu oran yaklaşık % 40-45 seviyelerindedir.

Üretim maliyetlerinin yaklaşık % 25’ini oluşturan enerji maliyetleri Türkiye’de yüksektir. Emek maliyetlerinde de Asya ülkelerine göre yüksek, gelişmiş ülkelere göre daha düşük kalmaktadır. Pazarlama halkasında dünya devi olan büyük firmalar ile rekabet edebilirliği göreli olarak daha zayıf durumdadır. Ancak bu noktada yurtiçi pazarın avantajları kullanılabilir. Bölgedeki coğrafi ve tarihsel konumu bu konuda olumlu bir durumdur.

KARTON VE OLUKLU MUKAVVA

Kağıt üretiminde en yüksek paya sahip olan oluklu mukavva imalatında yabancı firmalar satın alma veya ortaklık yoluyla sektöre girmiş bulunuyorlar.

Oluklu mukavva imalatının yaklaşık %95’i iç pazara satılmakta olan sektör, teknoloji ve kalite açısından Avrupa standartlarını yakalamıştır. 2023 yılında 4 milyon ton üretime ulaşacağı tahmin edilen oluklu mukavva üretimi Türkiye kağıt endüstrisinin yıldızı ve en parlak segmentidir.

Türkiye’de oluklu mukavva tüm üretim kapasitesinin yaklaşık yarısı ile en yüksek üretim kapasitesine sahiptir. İkinci geniş kapasiteye %18,3 payı ile karton ürünleri sahiptir. Üçüncü sıra da % 16,6 payı ile temizlik kağıtları grubu yer almaktadır.

Oluklu mukavva sektörün en fazla tüketilen ürünüdür. 2013 yılında Türkiye ‘de 2,3 milyon ton oluklu mukavva tüketilmiştir.

DİĞER KAĞIT TÜRLERİ

Yazı ve baskı kağıt ve kartonları toplam tüketimden sırasıyla %21 ve % 18 oranında pay almıştır. Temizlik kağıtları tüketimi 2007-2013 arasında yıllık bazda % 9,3 oranında artmış ve 402 bin tona ulaşmıştır.

Gazete ve kraft torba kağıdı pazarı ise son yıllarda daralmaktadır.
Türkiye kağıt-karton sektöründe kağıt-karton ambalaj ürünleri, oluklu mukavva ve ev ve temizlik kağıtları üretiminde rekabetçiliğe sahiptir.

Ülkemizde yazı ve baskı kağıtları üretimi yetersiz kalmaktadır. İthalatı en çok yapılan ürünlerin başında yazı ve baskı kağıdı gelmektedir. Kültür yayınlarında kullanılan kağıtların da neredeyse tamamı yurt dışından ithal edilmektedir.
Gazete kağıdında Türkiye bugünkü şartalar içerisinde tamamen dışa bağımlıdır.
Temizlik kağıtları dışında tüm kağıt çeşitlerinde yurtiçi üretim iç talebi karşılamada yetersizdir.
.
Bu bilgiler çerçevesinde bakıldığında son günlerde artan döviz fiyatlarının sektörü neden ciddi bir şekilde etkilediği daha iyi anlaşılabilmektedir..
Eğitim, kültür ve gazete yayıncılığı alanlarında ise yurt içi üretim çok yetersiz olduğundan ve dışa bağımlılık daha yoğun olduğundan kamu oyunda hissedilen etkinin derecesi de daha yoğun olmuştur.

Türkiye’de kişi başı kağıt tüketimi 75 kg/yıl olup dünya ortalaması olan 57kg’dan
yüksek, gelişmiş ülkelerin ortalamasının çok altındadır. Bu nedenle ekonomik gelişmeyle birlikte kağıt tüketimi artacaktır. Üretim kapasitesi arttırılmazsa mevcut kağıt üretim açığının ve bunun sonucu olarak ithalatın da artacağına kesin gözüyle bakılmaktadır

TÜRKİYE’DEKİ BAZI KAĞIT – KARTON TESİSLERİ VE KAPASİTELERİ

Türkiye’de 48 adet olarak belirtilen kağıt fabrikaları içinde ilk etapta akla gelenleri şu şekilde sıralamak mümkündür.
( Burada sıralanan fabrikalar daha çok birinci hamur ve oluklu mukavva üretiminde kullanılan kağıtları üreten fabrikalardır. Diğer kağıt ürünleri bu listeye dahil edilmemiştir.)

1/ Alkim 80000 ton/ yıl Birinci hamur kağıt

2/ Kombassan kağıt yaklaşık 30000 ton/ yıl birinci hamur, genelde fotokopi kağıdı üretiyor, defter üretimi de mevcut

3/ Toprak kağıt; 40000 ton/ yıl üretim kapasitesi olan birinci hamur üreten fabrika; iflas sürecinde

4/ Albayrak VARAKA ( eski Seka Balıkesir ) Yıllık 200,000 ton gazete kağıdı, 150 bin ton beyaz testliner ve 350,000 ton kuşe karton üretmesi planlanıyor

5/ VE GE kağıt Birinci hamur 70,000 ton/ yıl

6/ Mopak Kemalpaşa fabrikası
Yılda 40.000 ton sıvamasız 1. hamur kağıt üretim kapasitesi
Yılda 100.000 tonun üstünde kağıt işleme kapasitesi (fotokopi kağıdı, okul defteri, bilgisayar süreli formu vb ürünler)

7/ Mopak Dalaman fabrikası
Yılda 140.000 ton oluklu mukavva kağıdı üretim kapasitesi
Yılda 40.000 ton kuşeli kağıt üretim kapasitesi
Yılda 140.000 kuşeli karton üretim kapasitesi
Atık kağıt üretim üniteleri: Deinking ve OCC

8/ Mopak Taşköprü
Yılda 7.500 ton selüloz üretimi
Yılda 25.000 ton sigara ve filter uç kağıdı üretimi

9/ Kartonsan 250000 ton/ yıl kuşa kaplı kromo karton

10/ Muratlı Karton ( eski Kombassan) 90000 ton/ yıl kuşeli kromo karton üretim kapasitesi

11/ Modern Karton 1,250,000 ton/ yıl oluklu mukavva kağıtları: fluiting, testliner, modkraft, imitasyon

12/ Halkalı 40000 ton/ yıl; fluiting, testliner, mukavva

13/ Mondi Tire Kutsan; 130,000 ton/ yıl; testliner, kraft liner, imitasyon kraft

14/ OYKA Kağıt ( eski SEKA Çaycuma) 100000 ton/ yıl kraft kağıt 220 milyon adet / yıl kağıt torba. (Ayrıca kendi bünyesinde selüloz üretimi de bulunmakta )

15/ Kipaş/ Kahraman Maraş 425,000 Ton/ yıl Ürünler: Testliner, fluiting

16/ Kahramanmaraş Kağıt Sanayii Oluklu mukavva kağıtlar 150,000 Ton/ yıl
Gazete kağıdı 90,000 Ton/ yıl

Bu liste ile alakalı şunu da ilave etmek gerekir ki yukarıda belirtilen üretim rakamları fabrikaların kurulu kapasitelerine göre belirtilen rakamlardır. Rakamlar fabrikaların kendi web sitelerinden veya kamuoyuna yansıyan rakamlarından alınmıştır. Bu fabrikaların bazıları üretimde yazılı olan rakamları sağlamakla birlikte bir kısmı kurulu kapasitelerinde belirtilen üretimi yapmaktan uzaktır. Ayrıca Toprak Kağıt finansal nedenlerden ötürü üretim dışı bir haldedir. Albayrak Varaka fabrikası da henüz üretime geçememiştir.

KAĞIT SEKTÖRÜNÜN REKABET KAPASİTESİ NASIL ARTIRILABİLİR

1. Dünyadaki kağıt üreticilerinin ve Türkiye’nin kağıt imalatı, kağıt çeşitlerine göre mukayeseli olarak incelenerek ve irdelenerek Türkiye’nin çeşitli kağıt gruplarına göre kağıt imalatındaki durumu belirlenmelidir,

2. Ortaya çıkacak durum çerçevesinde rekabetçi olunabilecek kağıt çeşitlerinin belirlenmesi gerekmektedir,

3. Kağıt çeşitlerine göre politika farklılaştırmasını da içeren Kağıt Sektör Politikası devlet, sektör temsilcileri ve üniversite işbirliği ile oluşturulmalıdır,

4. Sektör politikasına göre desteklenmesi kararlaştırılan yatırımlar için başta finansman kolaylığı ve avantajları olmak üzere gerekli destek ve teşvikler sektörel bazda belirlenerek sağlanmalıdır,

5. Üretim proseslerindeki benzerliğe ve bazı farklılıklara rağmen kağıt çeşitlerinin dünyadaki arz ve talebi, rekabet koşulları ve gelişme potansiyelleri ayrıdır. Bu nedenle ayrı ayrı ele alınmaları, toptancı yaklaşımdan kaçınılması gereklidir,

(Kağıt sektörü yekpare bir tarzda düşünüldüğünden ve detayları hususunda yeterli bir bilgilenme bulunmadığından dolayı bu konuda kamuoyunda yapılan tartışmalar da tabiidir ki toptancı bir tarzda oluşmaktadır. Bu hatanın ortadan kalkması için konu üzerinde daha detaylı bilgilendirilmelerin yapılması önem arzetmektedir,)

6. Sektör politikası çerçevesinde desteklenecek üretim çeşitleri için başta hammadde ve girdi politikaları, teknoloji politikaları, enerji politikası, insan gücü planlanması ve yetiştirilmesi gibi tüm alt politikalar belirlenmeli ve uygulanmalıdır

7. Türkiye’nin önemli bir rekabet gücü kazandığı temizlik kağıtları ve oluklu ve karton kutu kategorisinde rekabet gücünün sürdürülebilirliği için konunun kısa vadede aciliyetle irdelenmesi ve incelenmesi hiper rekabetin olduğu günümüzde büyük önem taşımaktadır,

8. KOBİ’lerin mevcut yatırımları ülke için bir milli değerdir. Sektörde büyük firmaların yaratacağı yoğunlaşma ve temerküzün artması, teknolojik gelişmeler ve büyük yatırım gerekliliği nedeniyle rekabet şansları azalıp yok olma tehdidi ile karşı karşıyadırlar. KOBİ’lerin rekabet edip yaşayabilmesi için desteklenmesi ve bu konuda bir politika oluşturulması, gerektiği değerlendirilmektedir.

9. Sektörün ana hammaddesi olan selüloz/kağıt hamuru konusunda Türkiye tamamen dışa bağımlı bir haldedir. Bu durum rekabeti engelleyen bir keyfiyettir. Öncelikle selüloz/kağıt hamurunun ülkemizde imalatı konusunda ülkenin genel ağaç ve orman ürünleri politikalarında gerekli düzenlemeler ve gelişmelerin sağlanması gerekmektedir,

10. Yaklaşık 3 milyar dolarlık ithalat satıcı pazarlar açısından da önemli bir değer olup tedarik imkanları örgütlü olarak ele alınarak var olan veya oluşturulacak birlikler vasıtası ile alım planları ve tedarik şartları kaliteden fiyata ve ödeme şartlarına kadar planlanarak daha uygun fiyatlara daha kaliteli ve düzenli alımlar gerçekleştirilmelidir,

11. Enerji fiyatlarının yüksekliği ve yatırım finansman maliyetleri önemli iki diğer sorundur.
Bu sorunların milli bir kağıt politikası çerçevesinde yukarıda belirtilen analizler çerçevesinde değerlendirilmesi ve gerekli politika ve uygulama önerilerinin geliştirilmesi önerilmektedir.

SONUÇ OLARAK

Kağıt dediğimizde tek bir üründen bahsetmek mümkün değildir. Kitap ve gazete gibi eğitim ve kültür sahalarında kullanılan kağıt çeşitlerinden, endüstrinin farklı alanlarında ve hayatın birçok cephesinde kullanılan çeşitli nitelikteki kağıt, karton ve ondula grupları kağıt başlığı altında değerlendirilmektedir.

Döviz fiyatlarının son dönemlerde aşırı yükselmesiyle özellikle yayıncılık alanında maliyetlerin çok artması, kamu oyunda kağıt konusunu ciddi bir oranda öne çıkarmıştır. Bu tartışmalar sırasında bazı önemli kağıt kalemlerinin yurt içinde üretilemiyor oluşunun ortaya çıkması üzerine de bu tartışma çeşitli cepheleriyle daha fazla ilgi uyandırmaya başlamıştır.

Bu yazımızda öne çıkan veriler ve gündeme getirilen çeşitli tesbitler ışığında Ülkemizde milli bir kağıt politikası oluşturulması isteniyorsa bunun için öncelikle devlet, ilgili sektörler ve üniversitelerin ortak bir çalışma başlatması ve sorunların çözümü için bir eylem planının oluşturulmasının gerekli olduğu görülmektedir.

Bir diğer önemli tesbit de şudur ki; Kağıt üretimi ile ilgili çalışmalar öncelikle ülkenin genel ağaç ve orman ürünleri politikaları ile sıkı sıkıya bağımlıdır.

Aynı zamanda, Türkiye’de orman ve ağaç yetiştirme politikalarının önemi burada kağıt başlığı altında vurgulanmakla birlikte esasında daha genel bir çerçevede de ele alınmalıdır. Ayrıca yapılan araştırmalar ve sektördeki uzmanların görüşlerine göre ağaç ve orman ürünleri alanında ( kağıt da dahil olma üzere ) politikaların ve uygulamaların takibi için bir üst izleme, araştırma, yönlendirme ve koordinasyon yapısının oluşturulması elzem görülmektedir.

Çünkü ağaç yaşayan, yenilenebilir, sürdürülebilir, doğal bir değerdir. Ayrıca ülkenin kayda değer en önemli yer üstü zenginliğidir. Hem ülkenin nefes almasına, su kaynaklarına ve çevre sağlığına önemli katkılar sağlar, hem barınma ve günlük hayatta kullanım açısından çok sıhhatli, çevre dostu bir çok malzeme ve hizmet sunma özelliğine sahiptir. Hem de ağaca ve ormana bağlı çok önemli sanayi üretimleri oluşturulmasına imkan sağladığından bu konunun bahse konu başlıkları da kapsar tarzda bütüncül bir bakışla değerlendirmesinin önemi inkar edilemez.

Ayrıca atık kağıt konusu da kağıt üretiminde üzerinde hassasiyetle durulacak diğer önemli bir konudur.

Milli bir kağıt sanayii kurulabilmesi için ciddi bir sermaye gerekmektedir. Bu sebepten Devletin, gerek teşvikleri gerekse de üst düzeyde yönlendirmesi ile bu konuya birinci elden dahil olması da diğer önemli gereklerden birisidir.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

Bu yazının hazırlanmasında Türkiye Kağıt Sektörü ve Rekabet Gücünün Değerlendirilmesi Araştırması, Orman Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü Raporu, Eurostat Orman İstatistiklaeri 2015 verileri, Hürriyet Gazetesinde 23 Eylül tarihli nüshasında yer alan Vahap Munyar’ın yazısı ve o yazıdaki Mehmet Ali Malay’ın görüşleri, TORİD (Türkiye Orman Ürünleri Sanayicileri ve İşadamları Derneği) ve Ulasal Ahşap Birliği Yönetim Kurulu üyesi ve Genel Sekreteri Celaleddin Akça’nın değerlendirilmeleri ve zikri geçen Kağıt ve karton fabrikalarının web sitelerinden yararlanılmıştır. Katkıları için çok teşekkür ediyorum.