FÜTÜVVET RUHU

1980’li yıllarla birlikte Küreselleşme kavramı dünyada yeni bir boyuta ulaşmaya başladı. Dünyanın bir noktasında meydana gelen bir gelişmenin çok kısa bir sürede başka alanlara da yayılabilmesi için her geçen gün imkânlar daha da artıyor, dolayısıyla dolaşımın hızı da artıyor.

Bunun da ötesinde 2000’li yıllarda dijitalleşmenin ulaştığı nokta adeta baş döndürücü bir seviyeye geldi. Tabii bu süreç de küreselleşmenin tesiriyle orantılı olarak çok hızlı bir şekilde gelişerek devam ediyor.

Eğitim, sağlık, finans, ulaşım, imalat ve özellikle günlük yaşantımızı her geçen gün daha fazla etkileyen alanlarda bunu yaşıyoruz.

Ülkemiz gibi dinamik bir ekonomiye sahip, uyum yeteneği ve gelişim kapasitesi güçlü bir ekonominin de bir an önce dijital dönüşüme ayak uydurması gerekiyor. Bu alanda bugüne kadar önemli mesafeler kaydedildi. İnşallah artarak devam eder.

Tabii bu çok dinamik bir süreç. Ortaya çıkan her yeniliğe adapte olabilmek hatta olabilecek olanları da öngörebilmek bu çerçevede ciddi önem taşıyor.

Türkiye’yi 5G ile birlikte devasa bir Nesnelerin İnterneti ( Internet of Things) , dönemi bekliyor. Hatta bu dönemin içine girmiş de sayılabiliriz…

Son yıllarda aşina olduğumuz bir diğer kavram da malum Endüstri 4.0. Endüstri 4.0 temel olarak Bilişim Teknolojileri ile Endüstriyi bir araya getirmeyi hedefliyor.

Ardından da 6G geliyor. Ve Çin 5G mobil iletişim teknolojisinden 100 kat daha hızlı olacak 6G’yi, 2030 yılında kullanmaya başlayacak.

Bir de yıllık geliri 1 trilyon dolara ulaşacak ‘Metaverse’ dünyası var. Bunda da katılımcı değil ev sahibi olarak yer almamız gerekiyor. İnşallah başarırız..

Dünyanın ilk 20 ekonomisi içindeki Türkiye bütün sektörlerde gelişmeleri takip ediyor ve ekonomisini şekillendiriyor.

Biz de iş dünyası olarak bu gelişmelere ayak uydurmak hatta belki de yön verebilmek ve bu çerçevede de dünya ekonomisi içinde anlamlı bir yer alabilmek için gayret gösteriyoruz.

Tüm bu gelişmeler ve her gün sürekli duyduğumuz bu sihirli kelimeler, esasında yüzyıllardır bildiğimiz ve aşina olduğumuz bir kavram ile çok yakından ilgili.

Nedir o? LOKMA MÜCADELESİ. Ve bu mücadelenin niteliği; toplumların yapısını, girdaplarını ve insanî değerlerini belirliyor

MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ’NİN bir sözü var; Lokma mücadelesini çok güzel anlatır:

“İnsanın nurunu ve kemâlini arttıran lokma,

Helal kazanılmış lokmadır.

Bir lokmanın içinde eğer

Hile ve kıskançlık görürsen

O lokmadan gaflet ve cehalet doğarsa

Bilesin ki haramdır o lokma.

İlim, hikmet, aşk ve şefkat doğarsa

Bilesin ki helâldir o lokma.

Lokma bir tohumdur, meyvesi düşüncedir

Lokma bir denizdir, incisi endişedir

Helâl lokma, ruhta ibâdet meyli doğurur.”……

Biz başta buna “lokma mücadelesi” demiştik ama HZ MEVLANA bu işe insan kemâlâtını inşa eden ilim, hikmet, aşk ve şefkat ile gaflet ve cehalet mücadelesi olarak görüyor.

Bunun için bir toplumda maddi refah artarken manevi değerlerin zayıfladığı hissediliyorsa aslında bu, mücadelenin gaflet ve cehalet tarafının ağırlık basmaya başladığının bir göstergesidir. Peki böylesi bir durumda refahın ne kadar değeri vardır?

Bu hususa her daim özel bir dikkat gösterilmesi şarttır

Bizim ait olduğumuz medeniyette  ilim, hikmet ve şefkat toplumunun oluşması için esnafların, tüccarların yani iş insanlarının çok etkin rol almaları gerektiğini bizlere öğütlüyor.

İş hayatı içindeki insanlarımızın çalışmalarında ahlâkî kurallara riayet etmeleri, ticareti bir iyilik seferberliği, çarşı- pazarı ise sevgi ve dürüstlük ile toplumu ayağa kaldırma mücadelesi olarak görmelerinin önemini her daim vurgulamamız gerekiyor.

Bunun için sevgi, saygı, hoşgörü, güven, paylaşma gibi temel değerlerimizin yeniden inşa ve ihya edilmesi hepimize düşen önemli bir sorumluluk.

Ve bu sorumluluk her kesimin omuz vermesi gereken önemli bir yüktür. Esasında bu zoraki değil keyifli bir yük olarak değerlendirilmeli

Tarihimizin belli dönemlerinde bu güzellikler nasıl gerçekleştirilmiş diye baktığımızda ise önümüze daha önceki aylarda yine bir meclis toplantısında bahsettiğimiz siyasetnâmeler ile bu hafta kısaca bahsetmeyi düşündüğümüz fütüvvetnâmeler çıkıyor.

Fetâ, sözlükte “genç, yiğit, cömert”, fütüvvet ise “gençlik, kahramanlık, cömertlik” anlamlarına gelmektedir.

İlk olarak 1000’li yılların başlarında yazılmış olan Fütüvvetnâmeler, insanlara ve özellikle gençlere; meslek, meşrep ve ibadet eğitimi vererek onları sosyal hayata hazırlamak üzere kaleme alınmışlar.

Allah’ın rızasını kazanmak ve geçimlerini helâl yoldan temin edebilmek için belirli bir disiplin altında yetişen bu insanlar, Anadolu irfanının sonraki nesillere başarıyla aktarılmasına vesile olmuşlar.

Fütüvvetnâmelerde işlenen konuların, birçok yönden günümüz modern toplumlarının hem maddi hem de manevi  ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte olduğunu görmekteyiz..

Abbasi halifesi Nâsır li-Dinillah tarafından yeni bir şekil verilen fütüvvet teşkilatının Anadolu’daki kolu ise Ahilik olarak biliniyor.

Tarihe dikkatli bir gözle bakanlar, Ahiliğin kurucusu Ahi Evran’ın kişiliğinden ve hoşgörü ile yoğrulmuş ticari ahlak anlayışından büyük dersler çıkaracaklardır.

Çok bilinen bir tekerleme ile;

‘Elini, sofranı, kapını açık; gözünü, dilini, belini bağlı tut ( veya kapalı tut)’ sözünde büyük manalar saklıdır.

Ahîlik teşkilatı, yüzyıllar boyunca esnaf ve sanatkârlara yön vermiş, onların işleyişini düzenlemiştir.

Adaleti, verimliliği ve dayanışmayı temsil etmiştir.

Aynı zamanda çalışma kültürü ve iş ahlakının; doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin adı olmuştur.

Bütün güzel meziyetlerin birleştiği sosyo-ekonomik bir düzenin adı olarak günümüze kadar gelmiştir.

Ahilerin kurdukları teşkilat bir bakıma bugünkü Esnaf Odaları, Ticaret Odaları, Sanayi Odaları gibi kurum ve kuruluşların adeta temelini teşkil eder.

İşte bizler yani ticaret odaları mensupları bu geleneğin günümüzdeki temsilcileriyiz.

Malumunuz olduğu üzere 1800’lü yılların ikinci döneminde ahiliğin bir tür devamı olan loncaların fonksiyonunu kaybetmesi ile onların yerine organizasyonel yapısı batıdan alınan Ticaret Odaları teşekkül ettirilmiştir. Ama onların ruhunda ahilik özellikleri her daim var olmuştur.

Bu sistemin tarihsel kökeninin fütüvvet yoluna uzandığını da belirtmiştik;

Fütüvvet yolunu da başta Hz. Ali ( ki Hz Ali için söylenen şöyle bir söz vardır ki çok manidardır: ‘Ali gibi feta, zülfikar gibi kılıç yoktur.’ ) Ahî Evran, Ertuğrul Gazi, Edebâli, Osman Gazi, Hacı Bektaş Velî, Mevlana, Yunus Emre, Somuncu Baba, Hacı Bayram-ı Veli, Eşrefoğlu Rumi, Fatih Sultan Mehmed ve Aziz Mahmud Hüdayi ve niceleri gibi büyüklerimiz oluşturmaktadır.

Onlar her dönemde fütüvvet tohumlarını gençlerimizin, toplumumuzun gönüllerine ekerek yeşertmişlerdir.

Ve onlar sayesinde belirli dönemlerde hakikaten erdemli bir toplum kurulması mümkün olmuştur.

Meselâ Anadolu’da Selçuklu Fütüvvet Yıldızı, Orta Asya’da ise Türkistan Yıldızı olarak bilinen medeniyetimizin önemli simgesi bu anlamda bize çok değerli bir mesaj veriyor;

İç içe geçen iki kareden oluşan Selçuklu Yıldızı’nın her bir ucu bir erdemi temsil ediyor.

Bunlar sırasıyla Merhamet, Şefkat, Sabretmek, Doğruluk, Sır Tutmak, Sadakat, Cömertlik ve Rabb’ine Şükretmektir.

Büyük hadis âlimi ve sûfî Abdurrahman Sülemi, Kitâbü’l-Fütüvve adlı eserinde  “gençliğin 40 fütüvvet yasası”nı şu şekilde sıralamıştır. ( Şentürk, 2021)

Fütüvvet ehli;

  • Herkesi kardeş bilmişler ve “kardeşlik hukuku”nun gereklerini yerine getirmişler.
  • Önce arkadaşlarının ihtiyacını, sonra kendi ihtiyaçlarını görmüşler.
  • Zorlukta ve kolaylıkta, darlıkta ve bollukta her hâlde istikamet üzere olmuşlar.
  • Allah’a ibadet niyetiyle ve ayrım gözetmeden tüm mahlûkata ve beşere hatta küçüklerine bile edep ve şefkatle hizmet etmişler.
  • İnsanların onlara nasıl davranmasını istiyorlarsa onlar da öyle hatta daha iyi davranmışlar.
  • Az yemişler, az uyumuşlar, az konuşmuşlar ki bugün bu sağlıklı yaşam için verilen en önemli reçetedir
  • Ne kin tutmuşlar ne de haset etmişler, sadece zalime düşmanlık etmişler.
  • Kardeşleriyle iyi geçinmişler; bunun için uyum göstermişler ve ihtilaftan kaçınmışlar.
  • Arkadaşlarına ve muhtaçlara istetmeden ve boyun büktürmeden yardım etmişler.
  • Ayıpları örtmüşler. Demişler ki kendi ayıplarınla o kadar meşgul ol ki başkalarının ayıplarıyla uğraşacak vaktin kalmasın.
  • Nasihati yalnızken vermişler. Kimden gelirse gelsin, güzel öğütleri, uyarı ve tenkitleri tevazu ve memnuniyetle kabul etmişler.
  • Ehil kişilerle istişare yapmışlar ve istişareye uymuşlar.
  • Cömert olmuşlar, muhtaçken bile tokgözlü ve kanaatkâr olmuşlar.
  • Dostlarının yardıma ihtiyacı olduğunda kendi mallarını kullanmaları için müsaade etmişler.
  • Allah için harcadıklarını esas servetleri olarak görmüşler.
  • Daima en üstün ahlak ve en faziletli ameli tercih etmişler.
  • Cezalandırmaya güçleri yettiği hâlde bile affetmişler; azarlama ve cezalandırma yerine bağışlamayı tercih etmişler.
  • “Dininde ve ahlakında cimri ol, malında cömert ol yani din ve ahlakından hiçbir şey feda etme ama malını feda et.” diyerek yaşamışlar.
  • Allah’ı ve Hz. Peygamberi (s.a.v.) her şeyden daha çok sevmişler ve o yüce Sevgili’nin (s.a.v.) bütün emirlerine uymuşlar.

Bütün bu basitmiş gibi görünen fütüvvet maddelerini şöyle gözümüzle ve gönlümüzle bir tarttığımızda şunu anlıyoruz ki erdemli toplum olmak için ilk vazife bize düşüyor.

İlk önce kendimiz uygulayıp da çocuklarımıza, gençlerimize, çalışma arkadaşlarımıza, dostlarımıza bunları öğütlediğimizde göreceğiz ki hayatımız 10 katı, 100 katı daha da güzelleşecek. Belki hakikaten uygulayabilsek öğütlemeye bile gerek kalmaz…

Lokmalarımız, ilim ve hikmetin yıldızı ile parlayacak.

Haberler güzelleşecek, iş hayatımız düzene kavuşacak, şu an içinde bulunduğumuz 10 derdin belki de 5’i hiç olmayacak.

En önemli husus şudur ki; Erdemli toplum düşüncemizden hiçbir zaman vaz geçmeyelim.

Bu noktada bazen kötü örnekler büyütülüp öyle bir hale geliyor ki  ümitlerimizi kaybetme noktasına varabiliyoruz.

Hiçbirimizin buna hakkımız yok. İnana insanlar olarak ümidimizi hiç bir zaman kaybetmemek zorundayız.

Mevlânâ’nın fütüvveti mükemmel bir şekilde özetleyen şu şiiriyle yazıyı tamamlamak istiyorum:

“Güneş gibi ol şefkatte ve merhamette.

Gece gibi ol ayıpları örtmekte.

Akarsu gibi ol keremde, çömertlikte.

Ölü gibi ol öfkede, asabiyette.

Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette.( alçakgönüllülük)

Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”

Son cümle olarak şu hususu zikretmek isterim ki: Her zaman, geçmişine ve toplumsal değerlerine sahip çıkarak geleceğine yön verecek, düşünme ve sorgulama melekelerine sahip dinamik, heyecanlı ve inançlı gençler yetiştirmenin gayretinde olmalıyız.

  • Bu metin 8 Haziran günü İTO Meclisinde yapılan açılış konuşmasından derlenmiştir.
  • Bu yazının hazırlanmasında katkılarından dolayı Erhan Çardaklı beye teşekkürler
  • Şentürk, R (2021): Fütüvvet, Erdemli Gençlik, Önder İmam Hatipliler Derneği Yayınları, İstanbul