BYV İFTARININ ARDINDAN…

24 Nisan Pazar akşamı İBB Çırpıcı 1453 tesislerinde Boğaziçi Yöneticiler Vakfı’nın iftarı vardı. Yaklaşık 600 kişilik salon neredeyse tamamiyle doluydu. İki yıldır yapılamayan toplu iftarlardan sonraki bu buluşmada katılan arkadaşların, öğrencilerin ve ailelerin mutluluğu yüzlerinden okunuyordu.
Boğaziçi ailesine katıldığım 1980 yılından bu güne geçen 40 küsür yıllık süreçte Allah’a şükürler olsun ki güzel bir dost halkamız oluştu.
Yanlış hatırlamıyorsam 1986 veya 87 yılından bu yana ( geçen iki yıllık mecburi kesiklik dışında) bu iftarlar hep yapıldı. Fatih Kıztaşı’ndaki İSAV’ın salonunda, bizim o zamanlar faaliyette olan Elif Yuva’nın Aksaray’daki binasında, Ensar Vakfı’nın salonunda, Musiad’ın Mecidiyeköy’deki ilk merkezinde, Malta Köşkü’nde ve son zamanlarda Hisarüstü’ndeki Boğaziçi Konak’da bu topluluk, eksiğiyle fazlasıyla , iftar programlarında hep bir araya geldi.
İlk dönemlerde, BSV henüz kurulma safhasında iken iftarlarımız genellikle ortak bir zeminde düzenlenmekteydi.
1997 Yılından sonra ise Boğaziçi mezun ve öğrencilerine yönelik iftarlar  BYV çatısı altında gerçekleştirildi.
Bu seneki İftar akşamı salona göz gezdirirken tüm bunlar film şeridi gibi gözümün önünden geçiverdi. Bu 40 küsür yıllık süre içinde bu topluluktan geçen arkadaşlar arasından çok önemli kamu ve özel sektör görevleri ifa eden arkadaşlarımız çıktı. Başbakanlık, Bakanlık, Milletvekilliği, Bakan yardımcılığı, Büyükelçilik, Rektörlük, Üniversitelerde hocalık, ülkenin önemli kurumlarında yöneticilik yapan ve halen de yapmakta olan çok sayıda arkadaşımız oldu.
Büyük sanayi kuruluşlarının sahibi ve yöneticisi olan arkadaşlarımızın başarıları bizleri mutlu etti. Türkiye’nin ve İslam Dünyası’nın fikri hayatına önemli katkılar sağlayan dostlarımızın bulunması hepimiz için ayrı bir gurur kaynağı oldu.
Yine bu büyük ailenin içinden çıkan arkadaşlarımızın kurduğu Boğaziçi merkezli bir başka dernek daha ortaya çıktı. BYV iftarından birkaç gün evvel onlar da Üniversite bahçesinde geniş katılımlı bir iftar düzenlediler. O iftara katılamamış olsam da sosyal medyada paylaşılan görüntüler şahsen beni ziyadesiyle memnun etti.
Sayımız arttıkça tabiidir ki aramızda fikir ayrılıkları da oluştu. Bu fikir ayrılıkları bazen ufak çaplı olsa da bazen de maalesef hepimizi üzen farklılaşmaların ortaya çıkmasına sebep oldu.
Dün akşamki iftarda tüm bu gelişmeler hızlıca zihnimden geçerken, fikir ve duruş farklılıklarının bir ayrışma ve kamplaşma meydana getirmesi tehlikesine karşı hepimizin çok dikkatli olması gerektiği kanaati daha da belirgin hale geldi. Birbirimize karşı davranışlarımızda en önde gelen nokta burası olmalıydı.
Çünkü hangi fikri savunursa savunsun 40 küsür yıldır aralarında belli bir hukuku muhafaza etmeye çalışan insanlar, birbirlerinin niyetleri konusunda şüpheye düşmemeliler diye inanmaktayım.
Uzunca bir süre aynı atmosferi soluduğumuz arkadaşlarımız bugün yapmakta oldukları çalışmalarda muhakkak ki kendilerine göre doğru olan şeyleri yapıyorlar. İnanıyorum ki hepsinin niyetleri millet ve memleket hayrına olan işlerin gerçekleşmesi.
Fakat fikir ve duruş farklılıkları bizleri birbirlerimizden koparmamalı. Aksine tüm bu farklılıkları çok geniş bir parantez içinde bir zenginlik olarak değerlendirebilmemiz gerekiyor.
Ayrı ayrı hizmet alanlarında hatta bazen birbirlerine zıt gibi görünen noktalarda bulunsak da gerektiğinde aynı masa etrafında buluşabilmeliyiz. Konuşabilmeliyiz. Hatta birbirlerimizi kırmadan ve incitmeden tartışabilmeliyiz.
Daha yaşlı olan bizim neslin dışında aşağıdan çok büyük yoğunlukta genç bir nüfus geliyor. İnanıyorum ki onlar bizlerden çok daha dinamik.
Çeşitli platformlarda hizmet etme niyetiyle bir çok görevler üstlenmeye başladılar. Bizim daha yaşlı nesil yavaş yavaş sahneden çekilirken genç kadrolar onların yerlerini alıyorlar ve inşallah bu süreç hızla ilerleyecek gibi görünüyor.
Gençlerin farklı yaklaşımları ve dinamizmleri daha yaşlı olanların tecrübeleri ile harmanlanabilmeli ki ortaya güzel ve yararlı bir sinerji çıkabilsin.
Bu düşünceler bir Ramazan gecesinin o kuşatıcı havası içinde ortaya çıkan çok fazla iyimser bir tabloyu mu ortaya koyuyor bilemiyorum ama, inanın ben iftar esnasında ve iftar sonrasında bu tarz fikirlerin zihnimde belirmesinden dolayı nedense bir hayli ferahladım. Bardağın dolu tarafına odaklanmaya çalıştım.
Ara dönemlerde ortaya çıkan tartışmalara bu gözle bir daha bakmaya gayret ettim ve belki de bir dua mahiyetinde bu cümleleri kaleme döküp sizlerle paylaşmayı düşündüm.
İnşallah ilerleyen zaman içinde aramızdaki farklılıkları ve tartışma noktalarını birer zenginlik olarak değerlendirebilme yolunda daha fazla gayret sarf ederiz.
Bunu sağlayabilirsek 40 küsür yıl içinde oluşmuş bu değerli topluluk inşallah hem ülkemiz hem de İslam Dünyası için yararlı şeyler ortaya koyabilir.
Hayır düşünelim, hayır murad edelim, inşallah hayırlı neticeler ortaya çıksın…
26 Nisan 2022 Facebook paylaşımı

AYASOFYA’DA YATSI VE TERAVİH NAMAZI

Geçen yıl Rahmet-i Rahman’a kavuşan kadim dostumuz Ahmet Haluk Dursun, Ayasofya Başkanı olduğu dönemde bir kaç sefer Ramazan-ı Şerif ayında Ayasofya Camii’nin bahçesinde iftar düzenlemişti.
Başkanlığının son senesinde yine Ramazan’da iftara davet edilmiştik. Memnuniyetle icabet etmek üzere akşam namazına yakın bir vakitte Cami-i Kebir’e vasıl olduk.
Nezih bir iftar sofrasının sonrasında Yatsı namazı vakti geldiğinde davetlileri Cami’nin içine ziyarete almaya başladılar. İçeri girerken, “cep telefonlarını kapıda bıraksak da ses olup uhrevi havayı bozmasa” diye bir gerekçeyle iki görevli telefonlarımızı alırken bir miktar fevkaladelik olduğu sanki içime doğmuştu. Yine de biraz sonra vuku bulacak olayları tahmin edebildiğimizi iddia edemem.
Muhteşem Mabedin ortasına doğru yürürken etrafı da hayran hayran seyrediyorduk. Rahmetli Haluğun ortadaki büyük avizenin altında, “Osmanlı Padişahlarının Kadir gecelerinde Ayasofya ziyaretlerinin mutad bir tören olduğundan” bahsettiğini hatırlıyorum
Derken birdenbire güzel sesli bir müezzin kamet getirmeye başladı. Ne oluyoruz demeden bir İmam efendi mihraba doğru yürüdü. Cemaate saflara dikkat ediniz diyerek farza başlamasın mı?
Herkes ne olduğunu pek de anlayamadan safa dizilmeye ve peyder pey tekbir getirmeye başladı. Fakat hala mevcut hale inanamıyorduk.
Şaşkınlıkla ama büyük bir keyifle eda edilen Farz namazının peşinden son sünnet ve akabinde Enderun usulu ile bir teravih namazı kılındı.
Cemaat artık kendinden geçmişti. Namaz bitiminde çıkışta, bir tarafta birbirine sarılanlar, diğer yanda biz şimdi ne yaptık diye etrafına bakınanlar. Herkes bir şekilde Rahmetli Haluk Dursun’u bulup teşekkür etmek istiyordu.
Kendisine teşekkür edip sarılırken yüzüne baktığımda gözlerinin içi gülüyordu…
Rahmetli, Ramazan öncesinde mihrabın arkasında bir bölüm yere belli bir döşeme yaptırmış ve muhtemelen böyle bir teravih programını sessizce planlamıştı. Ve Elhamdulillah başarmıştı. Bizler de bu kutlu gecede bulunma şerefine nail olmuştuk.
Rahmetli Haluk cemaat için küçük diş kiralarını da ihmal etmemişti. Gülsuyu ve lokum ikramları da vardı. Ben herhalde o gecekine benzer tarzda bir ruh haletine olsa olsa Kabe’de kıldığımız namazların bazılarında ulaşabilmişimdir.
İnsanın hiç ummadığı bir anda çok sevdiği birisiyle veya bir şeyle karşılaşması gibi bir şey diye anlatsam acaba ifade edebilmiş olabilir miyim emin değilim. Siz buna benzer bir şeyler tahayyül ederek belki ne anlatmak istediğimi kısmen idrak edebilirsiniz
Ayasofya’nın ibadete açılması gündeme geldiğinde ben nedense hep o geceyi hatırlarım.
İnşallah bir daha o ruh halini hissedebilmek nasip olur.