BANA HAYAL KURMAYI ÖĞRETTİ

Rahmetli Ahmet Şişman ağabeyi ilk tanıdığımda yanılmıyorsam 1984 yılı idi. Cağaloğlu, Klodfarer Caddesi üzerinde, Çemberlitaş Kız Yurduna yakın bir binanın giriş katında faaliyet göstermekte olan İnsan yayınlarına gitmek üzere, Alman plakalı Mercedes’inden inerken ilk defa karşılaşmıştık.

Almanya’da bir dönem din görevlisi olarak çalıştıktan sonra Yurda yeni dönmüştü sanırım.

Ahmet ağabeyin kuzenleri olan Kemal ve  Alaaddin Şişman bizim emsallerdi. Şişmanoğlu ailesinden daha çok onlarla tanışıyordum. Nazife Şişman hanım da Boğaziçi Üniversitesi’nden bazı derslere birlikte girdiğimiz bir arkadaşımızdı.

Aynı aileden olan Celaleddin Akça ile, okul öncesi eğitimde uzun yıllar birlikte gayret göstereceğimiz Elif Yuva’nın kuruluş çalışmalarına henüz başlamamıştık.

Cağaloğlu’nda yeni yeni hayat bulmakta olan Reklam Ajansımızın ilk müşterilerinden biri de Şişmanoğlu Mobilya idi. Onlara broşür, katalog türü çalışmalar yapıyorduk

O gidiş gelişlerde ismini duyduğumuz Ahmet ağabey Almanya’dan gelip aile işi ile ilgilenmeye başladıktan sonra bizim de daha fazla muhabbet ettiğimiz bir isim olmaya başladı

Tanıştıktan sonra bende bıraktığı  ilk intiba; Değişik bir insandı. İlk intiba son intibadır diyen bir dostumuzun sözünü hatırlarsak bendeki bu görüş daha sonra da değişmedi.

Bir şey söylediğiniz zaman, o, sizin dediğinizin muhakkak başka bir tarafından bakarak konuya ayrı bir boyut getirir ve başka bir şey daha söylerdi.

Ahmet ağabeyin , İlhan Akıncı ve Adnan Başdemir adlı arkadaşlarıyla beraberce kurmuş oldukları İnsan yayınları, o devirde dünyanın değişik bölgelerinden yazarların kitaplarını tercüme edip yayınlayan bir politika izlemekteydi. Tefhim-ul Kur’an isimli tefsirleri de yayınevinin önemli bir kitabıydı.

Bir gün, o zamanki ajansımız Es Ajansa, ortağı İlhan Akıncı ile gelip bize de bir çalışma yaptırdıklarını hatırlarım.

Günler birbirini kovaladı, işin şeklini değiştirmeye yönelik bir karar arefesinde, yanılmıyorsam 1990 yılı başları idi Ahmet ağabey beni telefonla aradı.

Beraber bir matbaa kuralım mı? Dedi.

Bu benim için değişik bir teklifti, önce kafam karıştı sonra görüşelim dedim.

İz yayıncılık ve Eramat

Cağaloğlu’nda Pierre Loti yokuşundan aşağıya doğru inerken, yolun sol tarafında  bulunan Kanarya apartmanının dördüncü katında buluştuk. Burası İz Yayıncılık’ın yeni bürosu idi.

İnsan yayınlarından ayrıldığını ve yeni bir yayınevi kurmakta olduğunu, benimle de bir matbaa kurup, yayınevinin kitaplarını burada bastırmayı düşündüğünü, yayınevi çalışmalarında da arzu ettiğim kadar onunla beraber olabileceğimi ifade etti.

Biraz düşündükten ve detaylar üzerinde anlaştıktan sonra başladık. İşi ben yönetecektim, o iki, ben de bir hisse koyacaktım, diğer kalan hisseyi de benim emeğime sayacaktık ve ortak olacaktık.

Topkapı’da iki katlı bir yer tuttuk, önce bir, kısa bir süre sonra da bir ikinci matbaa makinasını alarak matbaacılığa başladık. 57 x 82  Roland Parva ofset makinalarının yanında  bir tane de formaları elle beslenen kırma makinamız vardı

Yaklaşık bir yıl böyle devam ettikten sonra Rahmetli Ahmet ağabey, işi büyütmemizin iyi olacağını söylemeye başladı. Yoğun görüşmeler sonrası beni ikna etti ve Merter’de sadece giriş katı dolu olan 5 katlı bir binanın 4 katını tuttuk. Üst kata İz yayıncılık taşınacaktı, diğer katlara da Matbaa ve Mücellithaneyi kuracaktık.

Konunun gidişinden anladığınız gibi olay sadece yer tutmak değil, iki makinanın yanına büyük bir tesis ilave etmekti.

Kısa bir süre içinde Almanya’dan iki tır dolusu makine İstanbul’a geldi. Daha sonra buna bazı  ilaveler daha oldu.  Derken bodrum katı aynı zamanda ambalaj baskıları da yapan, bir katı kitap ve dergi baskıcılığı, en üst katı da mücellithane olan bir tesis ortaya çıktı. Ara katta da İz yayıncılık çeşitli yayıncılık şubeleri ile 350 metrekarelik bir büroda çalışmaya girişti.

Matbaa, Mücellithane, ambalaj bölümleri, İz yayıncılık çalışanları ile 50’ye yakın bir kişinin çalıştığı bayağı büyük bir teşkilat.

Ahmet ağabey ile yarı yarıya ortak olan ben küçük ortak durumuna düşmüştüm. Çünkü onunla beraber aynı oranlarda borçlanmaya cesaret edememiştim. Fakat enteresan bir durum şu ki yayınevinde ortak olmamama rağmen manen ben yayınevinin de ortağı gibiydim. Ahmet ağabey bana bunu çok rahat bir şekilde hissettirmişti. Yayınevinin müdürü kadim dost Hüsrev Şeref ile biz adeta kader birliği etmiş, işleri beraberce sırtlanmıştık.

Benim günlerimin önemli bir bölümü  matbaa ile birlikte yayınevinde geçiyordu. İmkan ve imkansızlıkları beraberce yükleniyorduk.

Durmak bilmiyor

Kitaplar çıkıyor, yazarlarla toplantılar yapılıyor, yurt dışından gemilerle kağıtlar geliyor… Müthiş bir hareket.

Rahmetli Ahmet Şişman her yeni hareketin üzerine bir başka hareket daha koyuyor, yayınevinin yanında başka alanlara da açılıyorduk. Mustafa Özel’in yönetiminde, benim de kısmen içinde yer aldığım İktisat ve İş Dünyası Bülteni bu sıralarda yayın hayatına başladı. Derken Ahmet abinin eski dostu ve çok önem verdiği bir entelektüel olan Ali Bulaç’ın yönetiminde Bilgi ve Hikmet Dergileri yayınlanmaya başladı.

Bu yayınlar içinde, camianın o dönemdeki neredeyse tüm entelektüel birikimi sergilenmekteydi.

Belli bir süre sonra Ertuğrul Düzdağ  İz Yayıncılık’ta kitaplarını yayınlamaya başladı.

Adeta bir efendilik timsali olan Ebubekir Eroğlu’nun Yönelişler Dergisi de Merter’den yayına devam eder oldu

Her yeni yayın Merter’i biraz daha cazibe merkezi yapıyordu. Tekstil firmalarının merkezi olan Merter şimdi kültür hayatının da merkezi olmaya doğru gidiyordu.

Yayınevinin mütavazi ama birikimli editörü Prof. Dr. İlhan Kutluer, Sürurlar Süruru Mehmet Ali Metinyurt, tashih ve redaksiyonda Rahmetli Hamit Can, Metin Karabaşoğlu, ve daha bir çokları…

Tabii yazarlar, hocalar, kültür ortamından istifade etmek isteyen gençler mekanımızı canlı birer kültür yuvası haline getirmişlerdi

Rahmetli Ahmet ağabeyin en büyük hayallerinden biri de gazete çıkarmaktı. Biz öyle bir gazete çıkarmalıyız ki burada Müslümanların bütün birikimi yer almalı derdi. Her toplantıda bu konu dile gelirdi.

İzlenim nasıl kuruldu

Fakat daha sonra bu hedefe giden yolda önce bir dergi çıkarıp sonra gazeteye yönelelim görüşü  ağırlık kazandı ve biz bir dergi üzerinde yoğunlaşmaya başladık.

Derginin yönetimi için kendi aramızda yaptığımız görüşmelerde başlangıçta benim ismim üzerinde bir mutabakatımız oldu. Fakat daha sonra, ‘Erhan, bu derginin yönetimini üçlü bir grupla mı yapsak acaba’ diye sormaya başladı. Bana güvendiğini biliyordum, lakin benden daha tecrübeli olduğu için böylesi önemli bir projede yanımda birilerinin daha olmasını düşünüyordu. Ben ise bir grup oluşsa da nihai sözün bana ait olmasında diretiyordum.

Grup olarak düşündüğü isimler benim de rahatlıkla kabul edebileceğim kişiler olmasına rağmen tek endişem şu idi. Dergi projesinin kaldıramayacağımız bir yöne gidip, var olan yapımıza da menfi tesir edebileceğinden korkuyor ve nihai söze sahip olarak bunu kontrol etmeyi hedefliyordum.

Rahmetli Ahmet ağabeyin zaptedilemez bir müteşebbis olduğunu bildiğimden her an olayın şekli değişebilirdi. Bu süreç bir miktar böyle sürdü ve Rahmetli benim teklifim konusunda tereddütünü yenemedi. Ben de o zaman buraya başka birini bulalım, ben sürece destek olayım demek durumunda kaldım.

Fakat bu kararın devamında Matbaa işimizi ayıralım diye teklif ettim. Tezim şu idi. ‘Tam kontrol edemediğim dergi sürecinde bir problem olursa bu matbaaya da menfi tesir eder ve maazallah batarız dedim. Seni ailen kurtarabilir fakat benim ailem bunu kaldıramaz ‘ diye de ilave ettiğimi hatırlıyorum.

Rahmetli, bana çok kızdı. İkna etmeye çalıştı. Samimiyetini bildiğimden ve kendisine büyük bir saygım olduğundan dolayı bu süreci onu kırmadan, fazla üzmeden, projelerine zarar vermeden nihayetlendirmemiz gerektiğini düşünüyordum.

Şu teklifi yaptım; matbaa yönetiminde en iyi idarecileri, usta başını ve ustaları sana bırakayım, ben de aynen ortak gibi koşturayım ama bana müsaade et.

Baktı kararlıyım. İstemeye istemeye evet dedi.

Büyük hayalleri gerçekleştirmekti işi

Yalçın Çetinkaya’yı derginin başına düşündük. Ahmet ağabeyin arzu ettiği bir ekip derginin muhtevasını oluşturacaktı ve benim de Hüsrev Şeref’e yardımcı olmam konusunda anlaştık. Birlikte ben, daha çok ambalaj yönüne ağırlık veren bir matbaa oluşumuna başladım.

Aynı bina içinde katları ve personeli  ayırdık.

Benim yayıneviyle gönül bağım hiç kopmadı. İlişkimiz yine devam etti ama Rahmetli her fırsatta canının sıkıldığını bana hissettirdi.

İzlenim dergisinin ilk sayısı için Hüsrev abi ile baskı yerleri aradık, beraber koşturduk ve sonunda ilk ürün çıktı. Yönetiminde yer almasam da İzlenim benim de bir çocuğum gibiydi.

Ahmet ağabeyin bir dönem gazete için hayal ettiği mozaik kısmen oluşmuştu. İzlenim, önceleri aylık daha sonra bir dönem haftalık ve devamında yine aylık olarak 1997 yılına kadar devam etti.

Matbaayı ayırdıktan bir müddet sonra ben kısa dönem askere gittim. Tam askerdeyken 5 Nisan gelişmesi yaşandı ve Türkiye’de iktisadi bir deprem oldu.

Rahmetli Ahmet Şişman’ın aile şirketi bu depremde çok ciddi etkilendi, tabii matbaa ve yayınevinin de dengesi bozuldu.

Ahmet Şişman bu süreçte Persan ailesini yayınevine ortak aldı. Daha sonra Yeni Şafak gazetesini yine onlarla çıkarmaya başladı.

En sıkıntılı zamanında bile kültür ve hizmet hayatına ait çalışmalarına devam etti. Gazete ile bir dönem ilgilendi ama bir kere işin sihri kaçmıştı.

Fakat tüm bu problemli durumlar bile Yeni Şafak gazetesinin onun hayalleri doğrultusunda yayınlanmasına engel olamadı.

Yeni Şafak, daha sonra Albayrak ailesine geçti, İz yayınları ise Persan ailesi kontrolünde başlangıç ilkeleri çerçevesinde bugüne kadar devam etti ve ediyor.

Ahmet Şişman bana hayalin büyük kurulmasını gösteren önemli kişilerden biridir. Hedefe kitlenmeyi, en zor zamanda bile ümidini yitirmemeyi, oluşan her düşünceye farklı bir yönden bakabilmenin mümkün olduğunu gösteren insandır.

İstişaresiz iş yapmazdı

İslami düşüncenin yaygınlaşması için samimiyetle çalışmanın güzel bir örneğini onda görmek mümkün olmuştur. Ben onun iş hayatındaki cesaretinin boyutlarını bazen tartışsam da samimiyeti konusunda hiçbir zaman tereddüt etmemişimdir. Ortak olduğumuz süre zarfında çok farklı noktalarda kalsak da beni ikna etmeden bir karar aldığına şahit olmamışımdır.

Bu nokta ortaklıklarda çok önemlidir. Yaşça ve tecrübece benden ileri olmasına rağmen bu hassasiyete sürekli riayet etmiştir ve ben de bu hususu her fırsatta ve her zeminde ifade etmeyi bir vazife bilmişimdir.

Kültürel ve düşünsel faaliyetlerde para kazanmak dürtüsüyle hareket ettiğine şahid olmadım. Her karar öncesinde ‘ortak, biz bu işte kaç para batırabiliriz, imkanlarımız ne kadar para kaybetmeye yeter’ sorusunu sormuştur ki bu her babayiğidin yapabileceği bir şey değildir.

Yaptığı ve yapacağı  çalışmaların hep en iyi kişilerini bulup onlarla iş yapmayı  tercih etmiştir. Projeleri sadece finanse etmemiş, o projelere daima kendi ana rengini vermeyi ilke edinmiştir. Müslümanların en farklı düşünen kesimlerinin bile aynı çatı altında beraberce olmalarını önemsemiş ve kendi kurduğu yapıları onların ürün verebileceği bir tarzda organize etmeye çalışmıştır.

Beraberce yapmaya çalıştığımız yayıncılık eksenindeki çalışmalar dışında bizim diğer eğitim çabalarımıza da ailesi ile birlikte karşılıksız destek olmuş, her fırsatta yararlı eleştiriler getirmiştir.

Çağırdığımız tüm aktivitelere imkanı ölçüsünde gelmiş, eğitim ve kültür alanındaki her projesini bir şekilde duyurmuş, katkımızı istemiş ve bizi bu çalışmalara dahil etmeye çalışmıştır.

Eğitim çalışmalarını ucuz ve olabildiğince fazla sayıda kişinin katılımına açık yapalım ana ilkesini muhafaza etmiş ve bizim çalışmalarımızı, siz seçkincilik yapıp işi pahalıya çıkarıyorsunuz bak ben bunları çok daha ucuz ve kaliteli yapacağım diye hizmette adeta yarış etmiştir.

Tabii bu eğitim faaliyetlerine de hiçbir zaman bir gelir getirme aracı olarak bakmadığını  da burada zikretmemin bir vecibe olduğunu ifade etmek isterim.

Rahmetli Ahmet Şişman çok farklı alanlarda hizmet üreten bir insandı. Ensar Vakfı, TGTV, Birlik Vakfı, İmam hatiplerle ilgili diğer çalışmalar, kendi ticari yatırımları ve bu alandaki mesleki organizasyonlar, son dönem Özbekler Tekkesindeki Sanat ve Kültür faaliyetleri ve daha bir çokları…

Hatıralar yazılmalı

Benim burada anlattıklarım onun portresinin sadece belli bir yönünü konu edinmektedir. Onunla farklı  alanlarda yakın çalışanların anlatacakları hatıralar, portreyi daha eksiksiz hale getirecektir kanaatindeyim.

Son söz olarak şunu söyleyebilirim. Hiçbir kul kusursuz olamaz. Hayatı bu kadar fırtınalı geçen, çok farklı alanlarda önemli hizmetler yapmaya çalışan, yanında insanlar istihdam eden, birileriyle beraber karar verme durumunda olan, ticari hayatında büyük badireler atlatan bir insanın muhakkak ki hataları olmuştur, istemeden de olsa birilerinin hoşuna gitmeyen işler yapmıştır. Fakat ben onun özünde var olan; büyük gaye uğrunda sıra dışı, kaliteli, gelenek oluşturan ve iz bırakan faaliyetleri yapma isteğinde samimi olduğuna inanıyorum. Bu samimiyet, onun kullar gözünde ve gönlünde her halükarda hoş görülmesini de beraberinde getirmelidir.

Cenazesinde çok farklı kesimden insanın yaz sıcağında akın akın Fatih camiine ve Edirnekapı mezarlığına koşmasının Ahmet Şişman’ın bu samimiyetinin gönüllerde kabul gördüğünün bir nişanı olduğuna inanıyorum

Rahmetli Ahmet Şişman kendi döneminin çok önemli bir rol modeli olarak ömrünü tamamlamıştır.

Allah-u Teala’nın ona Rahmetiyle muamele etmesini diliyorum, Mekanı Cennet olsun. Amin

ERHAN ERKEN

18 Temmuz 2011 Pazartesi DÜNYA BİZİM