ÜNİVERSİTE BİR İKLİMDİR

Boğaziçi Yöneticiler Vakfı’nın düzenlemiş olduğu Divân Sohbetleri’nden birinde, Boğaziçi Üniversitesi’nin eski rektörü Prof. Dr. Ayşe Soysal misafirimizdi. “Üniversite Nasıl Olmalı?” ana başlığında gerçekleşen sohbet sırasında Ayşe Hanım birçok önemli tespitte bulundu.

Boğaziçi Üniversitesi’nin etkilendiği üniversite modelinin 1810 yılında kurulmuş olan Berlin Humboldt Üniversitesi’ne dayandığını ifade eden Soysal, bu geleneğin öncelikle araştırmayı eğitimin ayrılmaz bir parçası olarak kabul ettiğinin altını çizdi. “Bilim bilim içindir.” Anlayışının öne çıktığı bu modelde, düşünen, değerlendiren, analiz eden, analizi pratiğe çevirebilen, farklı disiplin ve düşünce tarzlarını özümsemiş kişiler yetiştirmenin önemsendiğini nakletti. Boğaziçi Üniversitesi’nin sadece teknokrat değil, aynı zamanda düşünen insan yetiştirmeyi hedeflediğini de vurguladı.

Ayşe Soysal Üniversite kavramından ve özelde Boğaziçi Üniversitesi’nden bahsederken, ben de otuz küsur sene evvel girdiğim bu okuldaki ilk hislerimi hatırlamaya çalıştım. Evet, Boğaziçi elitist bir okuldu. Benim mezun olduğum Galatasaray Lisesi’ndeki hava da buna benziyordu. Gerçi 12 Eylül 1980 ihtilali öncesi Galatasaray’ın ortamı biraz bozulmuştu ama bütününe baktığımızda iki okulun da genel havası bazı nüansları ihmal ettiğinizde birbirlerine benziyordu.

Boğaziçi’ne girdiğimiz yıl 80 ihtilali yeni olmuştu. Nasıl ki fırtınalı bir havadan sonra ortalık yorgun, dağınık ama sükûnetli ise, üniversitenin havası da aynen öyleydi veya bana öyle geliyordu. Bu dağınıklık çabuk toparlandı. Üniversite kendi asli kimliğine dönmeye başladı. Boğaziçi, öğrencilere düşünmeyi öğretmek isteyen bir okuldu. Bizim içinde bulunduğumuz arkadaşçevresinde de fikir ve düşünce ön plandaydı. Kendimizi iyi yetiştirmeyi, öğrendikten sonra eyleme geçmeyi önemseyen bir yapıdaydık.

Divân Sohbetindeki konuşmasında Ayşe Hanım, üniversite her şeyden önce bir iklimdir demişti. Evet, Boğaziçi’nin iklimi düşünceyi, ilmi önceleyen bir iklimdi. Bu iklimin bana uyduğunu hissetmiştim. Üniversitede beraber olduğumuz arkadaş grubu için de bunlar önemliydi. Biz hem Boğaziçi’nin bize vermek istediği hem de kendi ihtiyaç duyduğumuz bilgileri edineceğimiz bir iklim oluşturmuş ve onun içinde yaşamaya başlamıştık. Ben İdari Bilimler, Politika talebesiydim. Derslerin çoğunun içeriği benim arzuladığım çerçevedeydi. Bunun dışında kendimizi eksik gördüğümüz alanlarda gelişimimizi tamamlamaya çalışıyorduk. İngilizce’nin yanında Arapça, gündemimizin önemli bir maddesiydi. Ayrıca Türkçe ’ye çevrilmiş usûl kitaplarını ve farklı içerikli yayınları okumak için yoğun bir gayret içerisindeydik.

Okuldaki derslerimizle ilgilenirken aynı zamanda bize ders vermeyi kabul eden ilahiyat fakültesi hocası Sadrettin Gümüş Bey’e Arapça öğrenmek için gidiyorduk. Neredeyse bir yıl kadar devam ettik. Kâh Ümraniye’deki evinde kâh İlahiyat Camii’nin altındaki salonda toplanarak verimli bir çalışma dönemi geçirmiştik. Üniversite döneminde oluşturulacak böylesi bir iklimin her dönemde önemli olduğuna inanırım. Hem okulda hem de kişisel olarak eksiklik duyulan alanlarda yoğunlaştırılmış eğitimler, farklı disiplinlerde derinlikli bir gelişme sağlar.

Boğaziçi’ndeki unutamayacağım organizasyonlardan bir tanesi de bir Ramazan ayında gerçekleştirdiğimiz iftar yemeği çalışmasıydı. Yemekhanede o sene iftar yemeği çıkmıyordu ya da saati uymuyordu. Bir seyyar yemek firmasıyla anlaşmıştık. Onlar yemekleri hazırlıyorlar, arkadaşlarımız da yemekleri büyük sefer taslarıyla alıyorlardı. Bu yemekler yurtlardaki odalara dağıtılıyordu. Kalan yemekler de sahurda yeniyordu. Müthiş bir organizasyondu ve o sene okulda oruç tutanların oranının artmasına önemli ölçüde katkı sağlamıştı.

Boğaziçi Yöneticiler Vakfı’nın temelleri de öğrencilik yıllarındayken atılmıştı. Yanılmıyorsam ilk defa 1984 yılında, öğrencilerin organizasyonu ile ilgili heyetimiz, tanıdığımız mezunları bir toplantı için davet etmişti. Okulun ambleminin de üstünde yer aldığı bir kart bastırıp ulaşabildiğimiz mezunları, İhsan Taşer’in Anadoluhisarı’ndaki yazlık evinin bahçesine davet etmiştik. Mezun-öğrenci birlikteliğinden herkes çok mutlu olmuştu. Mezunların bu ilk toplantısı, daha sonra başka mezun arkadaşların da sahip çıkması ile belli bir düzen kazandı. Mezunlar önceleri, o dönem henüz yeni kurulmuş olan BSV’de toplanmaya başladı. Daha sonra müstakil bir oluşum olarak BYV vücut buldu.

Eski rektörümüzün sohbeti çerçevesinde zihnimde uyanan düşünceleri zikrederek başladığım yazı çerçevesinde, geçmiş günlere atıfta bulunup bazılarını naklettiğim bu gayretler, o devirlerde üniversite öğrencisi olan bizleri hayata hazırlayan önemli aktivitelerdi. Kendi gayretlerimizle adeta pişiyorduk. Gerek karınca kararınca ama samimiyetle yapılan ilmî çalışmalar, gerekse de organize faaliyetler, o iklimi soluyan tüm arkadaşların yetişmesinde büyük katkı sağladı. O günün gençleri, bugün artık yaşları kemâle ermiş insanlar olarak dünyada yapabilecekleri faydalı ne hizmetler varsa onları gerçekleştirip arkalarında iyi bir iz bırakmaya çalışıyorlar.

1997 yılında bir gurup arkadaşla kurduğumuz BYV, bugün bize göre çok daha genç arkadaşlarımızın yönetiminde başarılı hizmetler görüyor. Her yeni organizasyon, bir öncekini nitelik ve katılımcı sayısı olarak aşıyor. Prof. Dr. Ayşe Soysal’ın sohbetinde ana hatlarıyla tarif ettiği Boğaziçi Üniversitesi’nin yetiştirmeyi hedeflediği kaliteli insan unsuru vasıflarına sahip arkadaşlarımız, hem kendi aralarında birlik ve beraberlik oluşturuyor hem de öğrenci arkadaşlarına destek oluyorlar. Ayrıca ait oldukları medeniyetin değerlerini de özümseyerek, onları yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Boğaziçi Üniversitesi’nde kazanılmış belli özelliklerin faydalı hizmetlere vesile olması, düşünen, analiz yapabilen, bugünün olduğu kadar daha iyi bir yarının inşası için de gayret sarf eden insanların, bu ülkeye ve insanlık âlemine verecekleri çok şey olduğu inancındayım.

Erhan Erken
Son cumle 2012

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir