ECYAD KALESİ YIKILIRKEN

Ecyad Kalesi’nin yıkılması üzerine duyulan acı ile kaleme alınıp dosyalarda saklanan bir yazıdır

 

Suudi Arabistan’ın Mekke şehrindeki Ecyad Kalesi’nin Suudiler tarafından yıkılması karşısında derin üzüntü duymuş bulunmaktayız. Bu olay, Suudilerin Osmanlı eserlerine karşı şimdiye kadarki tavırlarına uygun bir davranış olarak çok sürpriz bir gelişme değildir.

 

Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilişinin üzerinden seksen seneye yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen, bu büyük devletin tasfiyesi henüz tamamlanamadı. Günümüzde Osmanlı’nın maddî ve manevî mirası yeterince korunamıyor. Bugün, Düvel-i Muazzama’nın mirasçısı olduğunu göğsünü gere gere söyleyen hiçbir ülke yok yeryüzünde.

 

Osmanlı artığı topraklar üzerinde kurulmuş olan genç Türkiye Cumhuriyeti bile, zorla kabul etmek durumunda kaldığı borçların dışında cedlerinin tarihî ve kültürel mirasına uzunca bir süre duyarsız kaldı. Devletin sahip çıkamadığı bu mirasa millet kısmen sahip çıkmış görünüyor. Bu durum ise devlet ile millet arasında bazı problemlere ve sıkıntılara yol açıyor.

 

Eserler, onların ne için inşa edildiğine önem verilmeden yaşatılırsa, zamanla gerçek kimliklerini kaybederek, tıpkı ruhun, ölümle terk ettiği bir ceset durumuna düşer.

 

Osmanlı eserleri sadece geçmişten günümüze kalan bir hatıra olarak değil, bir medeniyetin günümüze uzantısı şeklinde değerlendirildiği oranda bir mana ifade edebilir.

 

Osmanlı; yıkılmış, izleri silinmiş ve yok olmuş bir medeniyetin değil, bazı problemler geçirmiş, değişen şartlar karşısında kendi tezlerini tamamı ile insanlığın hizmetine sunamamış, fakat potansiyel olarak kıyamete kadar, her devre uygun tezleri olan bir medeniyetin, yedi asır devam etmiş bir uygulamasıdır.

 

Bugün sadece Osmanlı artığı topraklarda değil, dünyanın bir çok bölgesinde, bu medeniyete dâhil olan milyarlarca insan mevcuttur. Bu insanların varlığı ve zorlamasıyla yıkılışının 80’inci yılına yakın devrelerde Osmanlı’nın kuruluşunun 700’üncü yılı kutlanmıştır.

 

Osmanlı yıkılsa da onun temsilcisi olduğu medeniyet varlığını sürdürmektedir. Fakat, tarihi olarak devamlılığının açıkça zikredilememesi, bu medeniyete ait olan tüm simgelerin, hatıraların ve eserlerin sahipsiz gibi görünmesine yol açmaktadır.

 

Türkiye, Osmanlı’nın sadece borçlarının değil temsilcisi olduğu medeniyetin, tarihin ve coğrafyanın da mirasçıdır. Bu husus, devlet olarak kabul etse de etmese de bu, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da değişmeyen ve değişmeyecek olan bir gerçektir.

 

Türkiye’nin siyasi sınırları Edirne’den Van’a, Sinop’tan Antalya’ya kadar olsa da, medeniyet ve tarih perspektifinden bakıldığında bir yandan Adriyatik’ten Çin Seddi’ne, diğer yandan da Kırım’dan Sahra Afrika’sının ortalarına ve Yemen’e kadar uzanmaktadır. (Bu bile gerçeğine göre daraltılmış bir sınır olarak yorumlanabilir.)

Böyle olmasa Ecyad kalesinin yıkılması Türkleri hiç mi hiç ilgilendirmezdi. Tıpkı Çeçenistan’daki Rus zulmünden, Bosna Hersek’teki savaşa, Afganistan’daki mücadelelerden, Irak’ın işgaline kadar tüm konuların Türkiye’deki insanları (devleti yönetenleri de) birinci elden ilgilendirdiği gibi.

 

Siyasi sınırların dışında olan ve aynı medeniyet havzasına ait olduğumuz olaylarla ilgilenmek durumunda olan Türkiye, devleti ve milleti ile birlikte, kendi sınırları içindeki tarihi ve kültürel miras ile aynı tarzda anlamlı bir ilişki kurarak, iç problemlerini çözebilmelidir. Osmanlı vakıf eserlerine gereken ihtimamı göstermeyen, o eserleri değerli kılan medeniyete “çağdışı” deyip aşağılamaya çalışan, tarihi ve stratejik açıdan sınırları dışındaki bu tip olaylara tepki gösterip içeride farklı bir politika uygulayan idarecilerin ülke yönetiminde olduğu dönemlerde Türkiye, inandırıcılığı ve maalesef gücü de olmayan bir ülke görüntüsü vermektedir.

 

Ulus devletlerin zamanla ortadan kalktığı, dünyanın bir yandan küreselleşme politikaları uygularken bir yandan da tarihî ve kültürel temele dayanan büyük topluluklar halinde örgütlenmeye doğru gittiği bir devrede, Osmanlı artığı ülkelerin ve milletlerin de kendi durumlarını yeni baştan ele alma mecburiyetleri vardır.

 

Ecyad kalesinin yıkılışını bu açıdan yeniden düşünmekte yarar vardır. Ecyad kalesi başlı başına çok önemli değildir. Önemli olan o kalenin ait olduğu medeniyet havzası ile var olan ilişkinin yıkılması veya sarsılmasıdır. Eserlerin ayakta olması da başlı başına önemli değildir. O eserlere ruh veren kültür ve medeniyet ile ilişki devam ediyorsa o eserin bir anlamı vardır, yoksa o değerler bile bir fosilden, ruhsuz bir cesetten başka bir şey değildir.

ERHAN ERKEN

OCAK 2002

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir