BİR HABERİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Bu yazı 28 Şubat sonrası Türkiye’mizde, ne tür hazin tabloların yaşandığını gösteren örneklerden biri olarak kaleme alınmıştı

 

Hürriyet Dergi Grubu’na ait Tempo Dergisi’nin 49/573 sayılı (3-9 Aralık1998) nüshasında “ÇOCUK KİTAPLARINDA ŞERİAT PROPAGANDASI” başlığıyla bir yazı yayınlandı. Yazıyı hazırlayan Nilüfer Arat. Yazının üzerine oturduğu temel konu da Türkiye’nin ‘en büyük’ yayın kuruluşlarından biri olarak ifade edilen Kaynak Yayınları’nın  ( Şu anda var olan Kaynak Yayınları ile isim benzerliği dışından bir irtibatı yoktur) yaptığı bir araştırmanın bulguları. Araştırmayı yürüten ve Tempo dergisinin de kendisinden sıkça bahsettiği kişi ise, yayın evinin Çocuk Kitapları Yönetmeni Nalan Mahsereci.

Mezkûr araştırmanın en çarpıcı yönleri şöyle sıralanıyor:

—Çocuk kitaplarında şeriat propagandası yapılıyor…

—Çocuklar için yayın yapan 231 yayınevinden 74’ü (%32) şeriatçı.

—Bu 231 yayınevinin yayınladığı toplam 2963 eğitsel amaçlı kitaptan 657 tanesi (%22) şeriatçı yayınevleri tarafından yayınlanıyor.

Bu “dehşetengiz” bulguların yanında Tempo dergisinin araştırmadan “çıkardığı” genel kanaat satır başlıklarıyla şöyle:

—Yapılan yayınlar, edebî bir çerçeve içinde, örtülü olarak dini propaganda yapmanın yanında, dinin gereklerini, felsefesini öğretiyor.

—Kitaplardan verilen örnekler de şöyle: Abdest alıyorum, hacca gidiyorum türünden boyama kitapları.

—Boyama kitabında resmi çizilen kız çocuğu namaz kılarken başını örtüyor. Sonra dedesinin de sakalı var. (Tüm bunlar, çocuğa verilen yanlış mesajlar olarak değerlendiriliyor.)

—Selahaddin Eyyubi, Kılıçarslan, Alparslan başlıklı çizgi romanlarda yaygın dini motifler kullanılıyor. (Bu çizgi romanlarda ana tema ise şu şekilde belirtiliyormuş: Sivri mızrak madde ise, onu düşmana saplayan kol ruhtur, imandır.)

Nalan Mahsereci’nin araştırması sırasında tesbit ettiği önemli “tehlike”lerden bir tanesi ise, kitapların bazılarında evrim kuramına karşı, yani insanların maymundan geldiklerini ifade eden kurama karşı, yaratılış kuramının benimsetilmeye çalışılmasıdır. Hatta bu kuramı ileri süren bir dizi kitabı şeriatçılar, 1993 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından okullara tavsiye ettirmişler. Bu şekilde okullarda okutturuyorlarmış.

“Görüldüğü gibi bu yayınevleri korkmadan, büyük bir cesaretle çalışmalarını sürdürüyorlar” diyor, Tempo dergisi adına bu yazıyı hazırlayan Nilüfer Hanım. Aynı zat, anne ve babalara bu konuda dikkatli olmalarını tavsiye etmeyi de ihmal etmiyor.

Araştırmayı okurken aklıma gelen noktalardan bir tanesi araştırmayı yapan yayıncının yayınevlerinin pazar paylarına verdiği önem oldu. Kaynak Yayınları çocuk eğitimi ile ilgili yayınlara yeni girmeye başlamış. Tempo dergisini çıkaran Hürriyet Grubu ise bu sahada basılı ve görsel olarak çok zamandır etkin bir durumda. Her iki yayınevinin de %32’lik Pazar payına hâkim olan ‘bir tür yayıncılıktan’ rahatsız oldukları kesin!

“Şeriatçı” diye ifade ettikleri bu tür insanların sanki pazardan çıkmalarını veya çıkarılmalarını istiyorlar. Sadece onların değil, bu tür kitapları talep edip çoluğuna-çocuğuna alan insanları da, gizliden gizliye sanki suç işliyorlarmış psikozuna sokmaya çalışıyorlar.

Tempo dergisinde konuyla ilgili yazının son paragrafında yer bulan ‘korkmadan, büyük bir cesaretle çalışmalarını sürdürüyorlar’ ibaresi ile sanki onların korkmalarını, kendi ülkelerinde talebi olan bir işi yaptıkları için sırf bazı kişiler istemiyorlar diye cesaretlerinin kırılması gerektiğini ima ediyorlar.

Bu %32’lik kesim hakikaten yanlış bir şey mi yapıyor?  Abdest almak, namaz kılmak, hacca gitmek gibi fiiller halkının %99’unun Müslüman olduğu Türkiye gibi bir ülkede çok tabii şeyler değil mi? İslâm dininin temel kuralları olan namazı, namaz kılmak için yapılan temizlik olan abdesti, ömürde bir kere gidilen haccı anlatan kitapları sanki suçmuş, kötüymüş gibi bir çerçeve içinde tarif etmek, onu son yılların karalama sıfatı olan ve kendi öz anlamı dışında nerdeyse her yerde kullanılan “şeriat” kavramı ile ve tehlike imiş gibi ortaya koymak ise çok manidar bir tavır.

Bu konuları, dergideki gibi işleyen arkadaşlar, insanımızın nasıl bir dini inanışa sahip olmasını istiyorlar acaba? Abdesti, namazı, haccı olmayan bir İslâmiyet’in hakîki İslâmiyet’le uzaktan yakından bir benzerliği olamayacağına göre, dinsiz nesiller istiyorlar da bunu ifade etmekten çekinerek, bu tür dolambaçlı yollara mı başvuruyorlar? Dersiniz.

Yine araştırmaya dönersek, çocuklara yönelik dîni muhtevalı yayınlar yapan yayınevlerinin tesbit edildiği gibi %32’lik bir pazar paylarının olmasını talep yönünden değerlendirelim. Demek ki ülkemizde bu tür yayınlara ilgi bir hayli fazla. Tabii, kitapların yanında bu tür konularda sözlü ve yaşayan kültürün de çok canlı olduğunu düşünürsek “Tempo’cu” arkadaşların korkularını daha iyi anlayabiliriz. Ülkenin dört bir yanında camilerin olduğunu, günde 5 vakit ezanların okunup insanların abdest alarak camilere gittiğini, cami ile hiç ilgisi olmayanların bile ömründe en az bir kere, o da öldüğünde camiye getirildiğini, bütün kotalara rağmen her yıl binlerce insanın hacca gittiğini gören, çocukların okudukları kitaplardan çok daha fazla bir şekilde bu manzaralardan etkilendiklerini bu “Tempo’cu” arkadaşlar iyi bilmektedirler.

Bu noktalardan hareketle Tempo’daki yazıya başlarkenki giriş cümlelerinin ve yazının birkaç yerinde geçen bazı ibarelerin de, arkadaşların kendi niyetlerini ele veren, ağızdan kaçmış cümleler olarak algılanabileceğini belirtmekte fayda var. Yazının başlangıç paragrafında şöyle bir ifadeye yer verilmiş:

“Geleceği bugünden belirleyebilirsiniz. Nasıl mı? Çocukları eğiterek. Çocukları eğitmek geleceğe temel atmaktır’.

Diğer bir cümleyse şöyle “…Bu alana önemli yığınak yapıyorlar.

Bu ülkede, İslâm dini, abdest, namaz, hac, yeni şeyler değil ki yeniden ortaya atılsın. Nesillerdir yaşanan, müesseseleri ile Türk toplumunun adeta içine sinmiş değerlerdir korktukları. Bu konuda hiçbir yayın yapılmayacak olsa bile yaşayan kültür ile nesillerden nesillere nakledilen değerlerdir bunlar.

Fakat insanların maymundan geldiği tezi bu topraklar için çok yeni ve kabul edilmesi çok zor olan iddialar. Allahsızlık, dinsizlik bu topraklarda yaşayan insanlar için çok zor kabul edilebilecek/kabul edilmeyecek özellikler. Bu yeni (!) düşünceleri bu topraklarda yerleştirmek için gayret sarf edenler acaba Hürriyet Grubu yayınları olmasın? Kendi yapmaya çalıştıklarını yanlışlıkla söylemiş olmasınlar. Bu tezimizi güçlendiren örnekler de yok değil. Doğan Grubu (Hürriyet Grubu’nun da içinde yer aldığı grup)’nun çocuklar için yayınladığı Herkül isimli kitaptan küçük bir bölümü buraya aktarmakta fayda var:

“Büyük şef Zeus hapsetti korkunç devleri,

İşleri düzene sokmaktı tüm derdi.

Tanrılara, tanrıçalara birer iş verdi.

İnsanlar sevinçten bayram etti!

Ama bir gün yukarıda olup biten,

Tarihi değiştiriverdi kökünden…’

(…)

O gece tanrıların yurdu Olimpos Dağı’nda şenlik vardı.

Zeus ile Hera’nın oğulları Herkül’ün doğumu şerefine, gökyüzü havai fişeklerle ışıl ışıldı…”

Bu kitabın devamında, Kanal D’nin sevilen dizisi Herkül’ün doğumu sonrası yaşanan olaylar anlatılıyor. Televizyonlarda, kitaplarda güçlü, kuvvetli, yakışıklı bir dev olarak tanıtılan Herkül, esasında Yunan tanrılarından Zeus’un oğlu. Kendisi de adeta bir yarı tanrı. İnsanlarımız, çocuklarımız Allah’ı, kitabını, İslâm dininin yaratılış kuramı olarak Hz. Âdem ve Hz. Havva’yı bilmeyecekler, fakat eski Yunan tanrılarının menkıbelerini okuyarak, tv.’lerde izleyerek bambaşka bir dinin temel inançlarının tesirinde kalacaklar. Birisinin ismi, şeriat yanlısı olmak,  irtica ve zararlı davranış, diğerinin adı ise çağdaş bilimsel düşüncenin yolu, ilerilik ve aydınlık Türkiye…

Sonra “yığınak” lafı, yazının bütününde iki kere geçiyor. Ortada savaş mı var ki yığınak ihtiyacı olsun. Günde 5 vakit ezan okunan ve ezanın gereği olarak camilerde kılınacak namazı anlatan boyama kitabını basmak, onu satmak, onu okumak, niçin yığınak olarak ifade edilmiş anlamak bir hayli güç. Yığınağı olsa olsa Evrim teorisini, Yunan mitolojisini bu ülke insanının beynine zorla sokmak isteyen insanlar yapabilir…

Bu arada, Tempo dergisinin yayınının ortaya çıkardığı somut bir neticeye de değinmeden geçemeyeceğim. Derginin yayınlandığı hafta İstanbul’da, (Başka şehirlerde de oldu mu bilmiyorum) İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’ne ait uzmanlar birçok çocuk yuvasına ani baskınlar düzenleyerek yukarıda bahse konu olan yayınları aradılar. Ve bu yayınlardan örnekler alarak, tutanak tuttular. Baskıncı uzmanların yuva ilgililerinin soruları karşısında verdikleri cevap şöyle oldu: Ankara’dan talimat geldi, onun üzerine arama yapıyoruz.

Ne arıyorlar?

Abdest Alıyorum, Namaz Kılıyorum türü boyama kitaplarını, dergide adı geçen yayınevlerine ait yayınları… Yuvalar, yatak altlarına kadar didik didik aranıyor. Öğretmenlere, çocuklara sorular soruluyor:

—Neler öğretiyorsunuz/öğreniyorsunuz? Başka ne gibi kitaplar okutuyorsunuz/okuyorsunuz? gibi çapraz sorular. Muhatapları 4-6 yaş arası okul öncesi dönem çocukları.

Yuva yöneticileri, İstanbul İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü görevlilerinin bu işi hiç de istekli olarak yapmadıklarını ifade ediyor. Onlar, kendileri ile sürekli irtibat halinde olan, her ay evraklarını getiren, senede birkaç defa teftiş geçiren yuvaları az çok tanıyorlar ve bu tür baskınların, kaçakçılara, hırsızlara uygulanabilecek didik didik arama yöntemlerinin çocuklar üzerinde hiç de iyi bir etki bırakmayacağını biliyorlar. Fakat emir büyük yerden.

Nereden?

Ankara’dan, bakanlıktan. Bakanlık neden böyle bir ihtiyacı hissediyor? Yığınak yapmaktan bahseden, aslında kendisi yığınak yaparak çocuklara evrim teorisini, Yunan mitolojisini, tanrıtanımazlığı aşılamak isteyen kesimlerin düğmeye basmasından…

Özetlemek gerekirse; bugün kendi doğduğu coğrafyada bile uygulanabilirliğini yitirmiş bir Marksizm yorumunun, Türkiye’de bir dönem savunuculuğunu yapmış bir damarın uzantısı olan malum yayınevinin, güçlü bir medya holdingi ile birlikte yaptığı hacmi küçük, fakat önemi çok büyük bu yönlendirme çalışması, ülkemiz için, yarınlarımız için çok üzücü sonuçlar doğurabilecek mahiyette bir faaliyettir.

Ülkemizde insanlarımızın büyük çoğunluğunun dini olan İslâmiyet’in temel ibadetlerinin, dayanak noktalarının ‘kötü’, ‘zararlı’ olarak ifade edilmesi, bu değerlere sahip insanların çeşitli vasıtalarla korkutulmaya çalışılması çok yanlış davranışlardır. Ülkemizde kökü olmayan düşünce ve inanç sistemlerinin zorla benimsetilmeye çalışılması da bir diğer yanlış tutumdur.

Herkesin, özgür iradesi ile Müslüman olmamaya, başka bir dine mensup olmaya, inanca veya inançsızlığa inanmaya hakkı olduğu gibi Müslüman olmaya da hakkı vardır. Müslüman olmaya çalışan insanları, kötü sıfatlarla anmak hiç kimsenin imtiyazı olamaz, olmamalıdır.

Ülkemizde son yıllarda var olan nazik ortamı kullanarak, bu ortam içinde ortaya çıkan bazı kavramların arkasına geçerek, düşmanı veya ticari rakibi olduğu kesimleri zayıflatmaya çalışmak hiçbir fert, grup, cemaat veya cemiyet için doğru ve onurlu bir davranış değildir.

 

ERHAN ERKEN

YENİ ŞAFAK GAZETESİ

İKBAL EĞİTİM BÜLTENİ 1999

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir