İZ BIRAKANLAR


Bu yazıda sizlere üç şahıstan söz etmek istiyorum. Bu üç şahıs farklı tarihlerde ve farklı çevrelerde yaşamış olmalarına rağmen birbirlerine benzeyen bazı önemli özelliklerden dolayı böylesi bir yazının konusu oldular. Bu arada, bahsi geçen kişilerin söz konusu ettiğimiz özelliklere sahip yegâne insanlar olmadıklarını da belirtmemizde fayda görüyorum.

 

Nedir bu üç insanı birleştiren özellikler? Bu kişiler yaşadıkları dönemlerde yaptıkları bazı işlerden veya hayata bakışlarındaki temel bazı hususiyetlerinden dolayı kendilerinden sonraki devreleri de etkilemişler ve başlıktaki ifademize uygun olarak söylemek gerekirse “iz bırakmışlardır.”

 

Bahis konusu edeceğimiz ilk zat, İstanbul şehrinin adeta medar-ı iftiharı olan Hz. Ebu Eyüb El Ensari Hazretleri’dir. Eski İstanbul’un yeşil kalmış nadir semtlerinden kendi adıyla anılan Eyüp Sultan’da medfun bulunan bu ulu zat, her gün binlerce kişi tarafından ziyaret edilmekte, din ile bağlantılı hemen her temel hadisede Müslüman halk tarafından muhakkak hatırlanmaktadır.

 

Ebu Eyüb Halid Bin Zeyd El Ensari Hazretleri’nin beni en çok etkileyen yönü, bundan 1400 küsur sene evvel hayvan sırtında, sırf Resül-u Ekrem (sav)’in sözünde işaret ettiği şehri fethetmek için binlerce kilometre uzaklıktaki hiç görmediği bir şehre gelmiş olmasıdır. O şehri yine görememiş, fakat uğrunda şehit düşerek kendisi için “gurbet” olan bir diyarda defnedilmiştir.

 

Bu ne iman,  bu ne teslimiyettir ki, insanları en zor şartlarda bile aylarca süren seferlere çıkarabiliyor, yaşlı canlarıyla onları hayvan sırtında binlerce kilometre uzaklıktaki bir diyara cihada gönderebiliyor.

 

Eyyüb El Ensari (ra), hakikat bildiği yolda engel tanımayan bir insandı. Onun içindir ki yüzyıllar sonra bile insanları hatırasıyla irşada devam etmektedir.

 

Üzerinde duracağımız ikinci isim Robert Kolej’in kurucusu Cyrus Hamlin…

Eyyüb El Ensari’den sonra bu ismin ne yeri var diye sorabilirsiniz. Fakat Hamlin’in yaptığı işin üzerinde biraz durduğumuzda hangi noktada bağlantılı olduklarını daha iyi görmemiz mümkün olacaktır.

 

Hamlin, 1839 yılında genç bir üniversite mezunu olarak misyonerlik ateşiyle Amerika’dan kalkıp Osmanlı’nın başşehri İstanbul’a gelmiştir. Bundan yaklaşık 150 küsur sene evvelinin şartlarıyla okyanus aşırı bir ülkeye sırf kendi inançlarını aşılamak için gelen bir Amerikalı. İstanbul’da özel bir okul açmaya karar veren bu genç adam, 1856 yılında Christopher Rhinelander Robert ile tanışır ve meşhur Osmanlı diplomatı Ahmet Vefik Paşa’nın Bebek sırtlarındaki arazisini satın alarak işe girişir. İnşaatın uzaması üzerine Bebek’te küçük, kiralık bir binada 4 öğrenci ile öğretime başlayan okula finansörünün ismi verilir: “Robert College”

 

Okul, Türk topraklarında Batılı manada birçok “ilkin” öncüsü olmuştur. Bunlardan bazılarını şöyle sıralamak mümkün: Okulun Bebek kampusünde ilk futbol oyunu, yine aynı kampuste Avrupa ve Türkiye’nin ilk modern kapalı spor salonu, ilk basketbol oyunu, R.C. Players adıyla Türkiye’de (o zaman Osmanlı) ilk öğrenci tiyatro kulübü, öğrenci kızların ilk defa bir tiyatro oyununda rol alması, mezunları arasında ilk kadın Profesörün bulunması, İngilizce roman yazan ilk Türk’ün bu okuldan mezun olması, Amerika’da ve İngiltere’de sahneye çıkan ilk Türk’ün buranın mezunu oluşu v.s.

 

Daha sonra bünyesinden Boğaziçi Üniversitesi’ni çıkaracak olan Robert Kolej’in Batılı değerlerin Türk kültürüne ithalinde ne denli öncü bir rol oynadığını ve Türkiye’nin Batılaşma sürecinde üst düzey ne tür etkilerinin bulunduğunun dikkatli bir gözle bakmayınca görmememiz mümkün değildir. Bugün Türk siyasi hayatının en önemli noktalarında Robert Kolej ve Boğaziçililerin bulunması bana göre Cyrus Hamlin’in eseridir. Kendince kutsal bir dava için Amerika’dan kalkıp Osmanlı payitahtına gelen bir idealistin gayretinin 150 küsur yıl sonraki meyvesidir bunlar. Unutmayalım ki Allah (cc) adildir ve çalışana karşılığını verir. Hayırda yarışana ise ekstradan kat kat vereceğini vaat etmektedir.

 

Üçüncü misalimiz Bediuzzaman Said-i Nursi’dir. Said-i Nursi’nin tüm yaşamının İslâm uğrunda gayret etmek, bir diyardan öbür diyara koşuşturmak, sürgün edilmek ve hapislerde sürünmekle geçtiğini hemen hemen bilmeyenimiz yoktur. Bu kadar meşakkate uğramış olan bu zatın hayatı, gözyaşları içinde okunabilecek derecede acıklı bir zaman dilimini kapsar.. Bugün yattığı yer bile bilinemeyen Said-i Nursi’nin açtığı yolda yürüyen, yıllar sonrasında da olsa ondan feyz alan insan sayısı milyonlarla ifade edilebilmektedir.

 

Hangi inanca sahip olursa olsun kendinden sonraki nesle bir eser bırakan, bir çığır açan, insanları yıllar; hatta asırlar ötesinden etkileyen kahramanların hayatlarındaki en önemli benzerlik, normal insanların ölçüleriyle davaları uğruna yaşamlarını adeta feda etmeleridir. Hangi medeniyet çerçevesinde olursa olsun, ancak bazı hayatların feda edilebilmesiyle kalıcı eserlerin ortaya konulabileceğini bizlere gösteren yukarıdaki misallerin ışığında, bu yazının yazanın da dâhil olduğu hemen herkesi daha derin düşünmeye davet ediyorum.

ERHAN ERKEN

Ekim 1994 MUSİAD BULTENİ

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir