HİSBE TEŞKİLATINDAN ODALARA

Tarihi seyir içinde ortaya çıkan sosyal, ekonomik, kültürel birçok müessesenin, derinlemesine incelendiğinde kendilerinden önce var olan benzer kurumlardan etkilenmiş oldukları genel bir tesbit olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu benzerlik bazen şekil anlamında olduğu gibi bazen de dayandığı temel noktalar itibariyle olabilmektedir.

Bununla birlikte birbirilerine çok benzese, bazen şubesi yahut devamı gibi görünse bile, yatay veya dikey olarak her ne şekilde bakılırsa bakılsın hiçbir toplumsal yapı ve/veya organizasyon birbirinin tıpatıp aynısı değildir.

Ticaret ve Sanayi Odaları, Borsalar , İhracatçı Birlikleri ve bunların üst kuruluşları, günümüzde, ticaret ve sanayi alanında faaliyet yapan işletmelerin bağlı oldukları yapılardır. Bu yapılar, kapsadıkları alanlardaki şirketlerin ve şahısların iktisadi ve sosyal hayatlarında önemli bir yer tutarlar. Çoğunlukla yarı kamusal mahiyette olan bu kurumların yetersiz kaldıkları alanlarda da gönüllü yapılanmalar ortaya çıkmaktadır.

Günümüzde hizmet gören bu tip kurumların tarih içindeki  iz düşümleri mahiyetinde bir çok kurum ve organizasyonun kurulmuş olduğunu görebilmek mümkündür..

Biz bu çalışmada bugün var olan ticaret ve sanayi odalarından  geriye doğru giderek tarih içinde işlev görmüş benzer  kurumlarla ne tür yakınlıklar kurulabileceği üzerinde duracağız., Hangi alanlarda etkilenmeler olmuş, dayandıkları temeller konusunda ne tür benzerlikler kurulabilir veya kurulmalıdır konusunu açıklığa kavuşturmaya çalışacağız.

Hisbe teşkilatından odalara başlığı altında inceleyeceğimiz çalışmanın başlangıcı olarak bütün bu etkilenmelerin en önemli kaynağı olarak gördüğümüz Asr-ı saadet dönemini almayı uygun bulduk.

Bu sebeple o dönemin önemli bir kurumu olarak Hisbe ile konumuza başlıyoruz.

HİSBE; Emir bil – ma’ruf ve nehiy ani’l – münker faaliyetleri ve özellikle bununla görevli müesseseye verilen isimdir Arapça kökenli olan bu kelime, sevabını umarak bir iş yapmak, akıllı ve basiretli bir şekilde yönetmek, çirkin bir iş yapanı kınamak hesaba çekmek  anlamındaki ihtisab masdarından isim hale gelen bir kelimedir.

Bu işle ilgili olan kişiye de muhtesib ismi verilmiştir.

Konusu dini-ve örfi ilkeler ışığında ve dengeli bir şekilde fert, toplum , devlet hakları ile kamu ahlak ve düzeninin korunması olan hisbe faaliyeti Müslümanlar için farz-ı kifaye sayılmıştır.

Bir çok kaynakta kendisine ilk muhtesib de denen Rasulullah (a.s), bu vazife ile ilgili bazı düzenlemeler ve hareket tarzları belirlemiş ve ana çerçeve olarak devletin kontrolü altında bir uygulama şekli benimsemiştir.

HİSBENİN ANA GÖREV ALANLARI

Hz. Ömer’in devrinde tam teşkilatlı bir yapı oluşmasına rağmen hisbe ile ilgili ilk uygulamalar Peygamber döneminde başlamıştır

Hisbe teşkilatının görev alanı üç temel başlık altında toplanabilir.

Allah hakları

Kul hakları

Her iki yönü bulunan haklar

ALLAH HAKLARI

Temel olarak bu ölçüde bir ayırım bazen hoş karşılanmasa da konuyu daha iyi ortaya koyabilmek için bir çok kaynak tarafından  tercih edilmiştir.

Allah hakları cümlesinden ifade edilebilecek konuları özetle ifade etmek gerekirse;

İbadetlerin zamanında edası  (Özellikle toplu olarak kılınması  gereken Cuma ve Bayram namazları)

Camilerin bakım ve onarımı

Bidatlerin, aleni ihlallerin men edilmesi

Fasit-batıl akitlerin, hile ve aldatmacaların önlenmesi

Haramların işlenmesinin önlenmesi olarak sayılabilir

KUL HAKLARI

Yol, su, cami, savunma sistemi ve benzeri alt yapı hizmetlerinin görülmesi

Komşu haklarına tecavüzün önlenmesi

Ölçü-tartı aletlerinin denetimi

Muamelatta hukuka riayetin temini gibi pazar işleri,

HER İKİ YÖNÜ OLAN HAKLAR

Dul ve boşanmış hanımların haklarının korunması,

Köle ve hayvan haklarının gözetilmesi

Yolların temiz ve geceleri aydınlık tutulması, amme menfaatine zararlı inşaatların men edilmesi gibi belediyecilik faaliyetleri sayılabilmektedir.

 

İLK MUHTESİB HZ. PEYGAMBER(A.S)

Yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi ihtisab kurumunun dayandığı noktayı Hz. Peygamber (a.s) dönemine kadar uzatmak kabul edilen en uygun tesbit olarak tercih edilmektedir. İlk Muhtesib de Hz. Peygamber olarak kaynaklarda zikredilmektedir.

Bu vasfı ifade eden en önemli örneklerden biri olarak şu hadise anlatılmaktadır;

Peygamber (a.s) bir gün, bir buğday satıcısının yanına geldi. Elini buğday yığınının içine sokup ıslaklık hissedince, sebebini sordu. Yağmur, cevabı alınca satıcıya; insanların görmesi için niçin altını üste getirmediğini sordu. Sonuç olarak  ‘Bizi aldatan bizden değildir.’ diye buyurdu

Bu örneğin dışında, Hz. Peygamber, fiili denetimleri sırasında satıcılara meslekleri ile ilgili uyarılarda bulunmuştur.

Hz. Peygamber (a.s) kendisine gelen problemleri çözmüş, şikayet ve müracaatları değerlendirmiştir.

 

HALİFELER

Rasulullah a.s ‘dan sonraki halifeler döneminde , direk müdahaleler dışında zamanla vasıflı elemanlar memur olarak tutulup görevlendirilmiştir

Riba’ya (faize) özel önem verilmiştir.

Hz: Ömer’in bu husustaki şu sözü genel yaklaşımı göstermek açısından önemlidir: ‘Bizim pazarlarımızda ilgili hükümleri bilmeyenler ticaret yapamaz. Aksi takdirde ister istemez faiz yerler’

Halifelerin bu husustaki örnek olarak gösterilebilecek bazı sözleri ve fiilleri aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

Hz. Ömer: Bizim pazarımızda asla karaborsacılık yapılamaz. Bazıları ellerindeki fazla sermayeyi bizim bölgemize gelmiş rızk-ı ilahiye yatırarak karaborsacılık yapmaya yeltenmesin’

Hz. Osman: Küçük çocukları kazanç sağlamaya zorlamayın. Çünkü bulamazsa hırsızlık yaparlar..

Hz.Ali:’Farklı cinsten hurmaları birbirine karıştırmayın’.

Hz Ali’nin, balıkhaneleri bayat balık satılmaması konusunda uyardığı rivayet edilmektedir.

Hz Ali: Efendisinin, aldığı hurmayı beğenmeyip değiştirmesini istediği bir cariyenin isteğini yerine getirmeyen satıcıya malı alıp parayı geri vermesini söyledikten sonra: ‘Ey tüccar topluluğu ! Allah’tan korkun ve alış verişinizde iyilikle muamele edin ki Allah sizi de bizi de bağışlasın’

Tüm bunlar, tüketici haklarının korunması noktasındaki sözlerden ve hizmetlerden seçilmiş bazı örnekler olarak zikredilebilir.

MUHTESİBİN GÖREVLERİ

İlk dönem muhtesibleri ile ilgili incelemelerin sonucunda muhtesiblerin aşağıdaki görevleri yapan kişiler olarak ortaya çıktıkları görülmektedir. Daha sonraki dönemlerde çeşitli organizasyonlar içinde muhtesib ismiyle anılar vazifeliler yer almış ve bu sayılan vazifelerin bazen bir kısmını bazen tamamını yapar bir fonksiyon icra etmişlerdir.

1) Pazar nizam ve intizamının temini

2) Yeni Pazarların Kurulması

Bu konudaki ilk örnek MEDİNE PAZARI’dır:

Hz Peygamber (a.s) Müslümanların kendilerine ait bir Pazar yerlerinin olması gerektiğini düşünerek Medine’de özel  bir alan tahsis etmiş ve belli kurallar dahilinde Müslümanların bu pazarda kendi aralarında alış veriş yapmalarını tavsiye etmiştir. Bu pazarda geçerli olan kurallar ana hatlarıyla iki noktada ifade edilebilir:

a) Pazarda sabit yerler edinilmeyecek yani tekelleşmelere müsaade edilmeyecek, belli kişilerin belli imtiyazlara sahip olmalarına imkan verilmeyecek

b) Pazarda yer alanlardan ve yapılan alış verişten vergi alınmayacak

Bu Pazar zamanla Medine’de ciddi bir ilgi görmüş Müslümanların dışındakiler de bu pazardan alış veriş etmeye başlamışlardır.

3) Çevre Düzenlemesi:

Pazarın kurulduğu yerin merkezi olmasına, Cami ve pazarın yan yana yapılmasına özen gösterilmiştir.

4) Yollar için de nizamnameler oluşturulmuştur. Şehrin ana caddelerinin, tali yol ve sokakların bile ölçüleri ve şekilleri belirlenmiştir

5) Fiyat denetimlerinin yapılması

6) Haksız rekabetin önlenmesi

7) Kalite kontrol çalışmaları yapılması

Bu  başlığın altına ölçü ve tartı aletlerinin denetimi de girmektedir.

Mesela o dönemde  ölçek Medine ölçeği, tartı de Mekke tartısı olarak tesbit edilmiştir

8-Aldatıcı reklama mani olunması. Malın özelliklerinin olduğundan fazla abartılması, tüketiciyi yanıltıcı olarak tanıtım yapılmasının önlenmesi.(Bu gün ticaret odlarında da dürüst reklamcılık komiteleri veya komisyonları bulunmaktadır)

9) Haram kılınmış malların ticaretinin önlenmesi

Hisbe kurumu, özetlediğimiz yukarıdaki satırlarda görüldüğü gibi kısmen belediyelerin kısmen de günümüzdeki odalar ve borsalar gibi kurumların gördüğü hizmetleri gören bir mekanizma idi. Tarihimizde ve günümüzde ortaya çıkan bir çok kurumun bu yapıdan örnek aldığı ve/veya alması gerektiği bir çok nokta olduğu muhakkaktır

AHİ ORGANİZASYONLARI

Hisbe adlı organizasyondan sonra yine tarih içinde önemli bir fonksiyon görmüş olan bir kurumu incelemeye çalışacağız. Bu kurum farklı coğrafyalarda ortaya çıkmış ve uzunca bir süre tarih sahnesinde önemli bir işlev görmüştür. Çok dikkatli bakıldığında dayandığı temel dinamikler itibariyle hisbe kurumunun dayandığı temellerle ve gördüğü işlevle aynilik gösteren bir çok noktayı bulabilmek mümkündür

Ahi organizasyonları, Selçukluların ve Anadolu Selçuklularının bazı dönemlerinde ticaret ve zanaat erbabının hem mesleki hem de ruhi dayanışmalarını beraberce sağlayan organizasyonlar olarak ortaya çıkmıştır

“Ahi” sözcüğünün kökeni konusunda dil bilimcileri arasında görüş birliği yoktur. “Ahi” kelimesi, Arapça “kardeş” anlamına gelmektedir. Ancak, Divanü Lûgati’t Türk’te “Ahi” kelimesinin, eli açık, cömert, yiğit anlamına gelen “akı” kelimesinden türediği kaydedilmektedir. Terim olarak Ahilik ise, XIII. yüzyılın ilkyarısından XIX . yüzyılın ikinci yarısına kadar Anadolu’da, Balkanlarda ve Kırım’da yaşamış olan Türk Halkının sanat ve meslek alanında yetişmelerini, ahlâki yönden gelişmelerini sağlayan bir kuruluşun adıdır.

Ahilik başka bir kaynakta tarif edildiği üzere;, hem sosyal hem de kültürel yapılara ait bir terim olarak; birbirini seven, birbirine saygı duyan, yardım eden, fakiri gözeten, yoksulu barındıran, işi kutsal, çalışmayı bir ibadet sayan, din ve ahlâk kurallarına sıkı sıkıya bağlı esnaf ve sanatkarların iş teşkilatı manasını da taşımaktadır. Ahi birlikleri her kurum gibi, belli bir ihtiyacı karşılama amacı ile kurulmuşlardır.
En geniş anlatımla Ahi birliklerinin kuruluş amacı; Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türkmenler arasında yer alan çok sayıdaki sanatkara kolayca iş bulmak; bu kişilerin Anadolu’daki yerli Bizans sanatkarları ile rekabet edebilmelerini sağlamak, piyasada tutunabilmek için yapılan malların kalitesini korumak, üretimi ihtiyaca göre ayarlamak, sanatkarlarda sanat ahlâkını yerleştirmektir.

Anadolu ahiliğinin en önemli simalarından biri olan Ahi Evran (Şeyh Nasiruddin El Hoyi) bir mutasavvuf yani tasavvuf ehlidir. 1175 yılında doğmuş ve 1262 yılında 90 küsur yaşında şehit edilmiştir. Kabri vefat ettiği Kırşehir’dedir. Kendisi Debbağ yani deri tabakçısı ve aynı zamanda 32 mesleğin de piri olan Ahi Evran,  kendi mesleği olan dericilik dalından başka 32 çeşit mesleğin gelişmesine öncülük etmiştir. Ahi Evran’ın Anadolu’da kurduğu Ahilik teşkilatı; ahlâk, akıl, bilim ve çalışma olmak üzere dört temel esas üzerine kurulmuştur.

Ahi Evran’ın Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus’a sunduğu Letaif-Hikmet adlı kitap, sultanlara ve yöneticilere nasihat verici bir mahiyettedir.  “Siyasetname” türü eserinde Ahi Evran hükümdarlara şöyle seslenmektedir:

“Allah insanı, medenî tabiatlı yaratmıştır. Bunun açıklaması şudur: Allah insanları yemek, içmek, giyinmek, evlenmek, mesken edinmek gibi çok şeylere muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu ihtiyaçları karşılayamaz. Bu yüzden demircilik, marangozluk, dericilik gibi çeşitli meslekleri yürütmek için çok insan gerekli olduğu gibi, bu meslek dallarının gerektirdiği alet ve edevatı imal etmek için de birçok insan gücüne ihtiyaç vardır. Bu yüzden toplumun ihtiyaç duyduğu ürünlerin üretimi için lüzumlu olan bütün sanat kollarının yaşatılması şarttır. Bununla da kalmayıp, insanların sonradan doğacak ihtiyaçlarını karşılamak için yeni sanat dallarının meydana getirilmesi gerekmektedir.

Hakkında birçok araştırma yapılan Ahi Evran Veli “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi Ahiret için çalış” Hadis-i Şerifi’ni kendisine rehber edinmişti.

Ahilik teşkilatı mensuplarına dünyada yaşamak için bilgi, ahlak ve sanata, esnaf-sanatkarlar arasında yardımlaşma ve dayanışmaya, Ahiret için de takva ve iman esaslarına sımsıkı sarılmaya ihtiyaç olduğunu sık sık hatırlatırdı.

Ahi Evran, ahlâk, sanat ve konukseverliğin uyumlu bir birleşimi olan Ahilik teşkilatını kurmuş ve bu kurumu son derece saygın bir kurum haline getirmiştir. Bu sivil toplum kuruluşu yüzyıllar boyunca bütün esnaf ve sanatkarlara yön vermiş, onların işleyişini düzenlemiştir. Bir açıdan bakıldığında Resulullah(a.s) dönemindeki hisbe kurumundan etkilendiği açıkça görülen Ahilik teşkilatı kendisinden sonraki asırlarda ortaya çıkacak bir çok esnaf ve sanatkar organizasyonuna da örnek teşkil etmiştir.

Ayrıca Ahilik, yeniçeriliğin kuruluşunda, Hacı Bektaş töreleriyle birlikte önemli rol oynamış, devlet adamları bu kuruluşa girmeyi onur saymışlardır. Anadolu’da köylere kadar yayılan ahilik pek ayrıca, askeri zümre mensuplarını, kadı ve müderrisleri, tarikat şeyhlerini bünyesinde toplamıştır

Osmanlı hükümdarı olan Orhan Gazi ve oğlu Sultan Murat gibi padişahlar tüm bu sıfatların yanı sıra birer ahi olarak anılmaktan hoşnut olmuşlardır..

Son ahi Mustafa Karagülle’ye bir röportajda şöyle sormuşlar;

Siz Allah deyince ne yaparsınız?

Karagülle; Hz Mevlana’ya bu soru sorulduğunda biz döneriz ,

Hacı Bektaş-ı Veli ise biz dururuz demiş.

Ahi Evran bu soru karşılığında dönen de bizden duran da bizden. Biz Allah diyerek çalışan, her çalışmada da Allah diyen ahileriz diye cevap vermiş.

Ahiliğin esaslarını benimseyen insanların : doğru, emanete saygı gösteren, cömert, tevazu sahibi, nasihat eden, hatalarından af dileyen fertler olmaları beklenmekteydi.

Bir Ahiyi ahilikten çıkaran eylemler ise şu şekilde sıralanabilir:

1/ İçki içmek

2/ Zina yapmak

3/ Münafıklık, dedikodu, iftira

4/ Gurur ve  kibir

5/ Merhametsizlik

6/ Kıskançlık

7/ Kin

8/ Sözünde durmamak

9/ Yalan

10/ Emanete hıyanet

11/ Cimrilik

12/ Kişinin ayıbını örtmemek, yüze vurmak

13/ Adam öldürmek

Ahilik, fütüvvet ahlak ve dayanışma anlayışına dayalı İslamî bir esnaf ve sanatkar teşkilatı olarak Türk tarihinde önemli bir edinmiştir. Özellikle Fatih devrinden itibaren ahilik siyasi bir güç olmaktan çıkarak esnaf birliklerinin idari işlerini düzenleyen bir teşkilat halini almıştır. Esasları, ahlaki ve ticari kuralları fütüvvetname adı verilen kitaplarda yazılmış olan ahilik teşkilatı, İslam dünyası ve özellikle Anadolu şehir kasaba ve köylerindeki esnaf ve sanatkarların faaliyetlerini, eleman yetiştirme ve denetimlerini düzenlemiştir

Ahilik teşkilatının başlıca amacı, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma düşüncesinin oluşturulması ve yaygınlaştırılmasıdır. Yoksula, yabancıya, garip ve misafire sofra kurup onu beslemek ahiliğin temel kurallarını oluşturan ve ideolojisini karakterize eden hususlardandır

Ahiliğin sosyal karakteri doğruluk ve dayanışma noktalarında toplanmıştır. Kendi sanatından olanlara, ehli fütüvvete ve başkalarına yardım etmeyi, ahiler, başlıca görev bilmişlerdir. Ahilerin yaptığı bu sosyal yardımlar, hayır işleme ve sevap düşüncelerine dayanarak yapılmıştır. Bu açıdan, yarı mistik yarı sosyal ahlak düşüncesini zorunlu bir sosyal güvenlik kurumu derecesine çıkarmak mümkün olamamıştır. Ahilik teşkilatı içerisinde esnaf birlikleri, ustalar, kalfalar ve çıraklar yer almıştır.

Büyük şehirlerde çeşitli gruplar halinde teşkilatlanan ahilerin her birinin müstakil bir zaviyesi var olmuş; küçük şehirlerde ise muhtelif meslek grupları tek bir birlik teşkil edebilmişlerdir. Bunlarla, mesleklere ait problemleri halletmişler ve devlet ile olan ilişkilerini düzenlemişlerdir. Mal ve kalite kontrolü, fiyat tespiti, bu birliklerin görevleri arasında yer almıştır.

FÜTÜVVETNAME

Ahiliğin nizamnamelerine (öğretisine) fütüvvet name adı verilmekteydi.

Fütüvvet namelerde dini ve ahlaki emirlerden bahsedilmekteydi.

Bu noktada Fütüvvet ve Fütüvvetnamelerle ilgili de kısaca bilgi vermek yararlı olacaktır.

Fütüvvet kavramının tarihi gelişimini ve evrimini iyi anlayabilmek için, Cahiliye devrinde Arap toplumundaki feta tipinden (sözlük manası genç, yiğit, cömert), İslami dönemde kurumlaşmış bir fütüvvet teşkilatına, bu teşkilatın tasavvufla birleşerek tasavvufi bir nitelik kazanmasına, bu noktadan sonra da esnaf kesimiyle kaynaşarak mesleki bir mahiyet kazanan Ahilik kurumuna dönüşmesine kadar uzanan süreci bir devamlılık olarak görmek gerekmektedir. Aynı zamanda birinden ötekine geçişin nasıl meydana geldiğini de iyi belirlemek icap etmektedir.

İslam öncesi Arap topluluklarında feta kelimesi; şecaat, iffet, cömertlik ve diğer gamlık gibi üstün vasıfları ifade eden eski asalet ve fazilet özelliklerini temsil ediyordu. Fakat bu hal kurumlaşmış bir yapıyı değil münferit bir kişiliği ifade ediyordu.

İslami dönemde özellikle 9. yüzyıldan itibaren sosyal bir yapılanma halinde gençler arası sosyal, ekonomik ve siyasi bir kurumlaşmaya doğru yönelen fütüvvet kavramı, Abbasilerin son dönemlerinde 12.yy’ın başları, resmi bir devlet kurumu halini almaya başlamıştır.

Yine 9. yy’dan itibaren gelişen tasavvufi hareketle birlikte fütüvvet kavramı da iç içe geçmeye başlamış ve tasavvufi fütüvvet gelişmeye başlamıştır.

Son aşamada da  bir yönüyle tasavvuf bir diğer yönüyle de esnaf tabakasını içine alan mesleki teşekkül şeklindeki  Ahilik Fütüvveti ortaya çıkmıştır.

Anadolu Ahiliğinin en önemli simalarından biri olan Ahi Evran’ın  (esas kurucu Ahi Türk’tür) hem meslek erbabı hem de büyük bir sufi olduğu bu gerçeği en iyi  anlatan örneklerden birisidir.

 

Fütüvvet  kavramını bazı İslam alimleri şu şekilde izah etmeye çalışmışlardır;

*Cafer es Sadık: ‘Bize göre fütüvvet ele geçen tercihen başkalarının istifadesine sunmak, ele geçmeyen bir şey için de şükretmektir.’

*Kuşeyri’de anlatıldığı üzere fütüvvet, dilencinin geldiğini görünce kaçmamaktır. İnsanlara eziyet etmekten kaçınıp bol bol ikramda bulunmaktır.

*Sülemi’nin kitabında anlatıldığı üzere; fütüvvet, bir kimsenin başkalarının hak ve menfaatlerini kendi hak ve menfaatinden üstün tutması, başkalarına katlanması, hatalarını görmezden gelmesi, özür dilemeyi gerektirecek hallerden kaçması, sözünde durması, sadakat göstermesi, olduğundan başka bir şekilde görünmemesi, kendini başkalarından üstün saymamasıdır.’

*Yine Sülemiye göre, fütüvvet;

Adem gibi özür dileyici,

Nuh gibi iyi,

İbrahim gibi vefalı,

İsmail gibi dürüst,

Musa gibi ihlaslı,

Eyyüp gibi sabırlı,

Davut gibi cömert,

Hz Muhammed gibi merhametli olmaktır.

Yine devamla,

Ebubekir gibi hamiyetli,

Ömer gibi adaletli,

Osman gibi hayalı,

Ali gibi de bilgili olmaktır.

Fütüvvet ehlinin teşkilatlı dönemde şed (kemer) kuşanmaları, şalvar giymeleri, tuzlu su içmeleri, her sanatın bir piri olduğuna inanmaları, örgütlenip disiplinli bir şekilde mesleklerini icra etmeye çalışmaları, birbirlerini kardeş bilmeleri önemli özelliklerindedir.

Ayrıca fütüvvet ehlinin ‘Ali’den başka feta, zülfikardan başka kılıç yoktur’ deyip Hz Ali’yi pir ve baş feta tanımaları da, son zamanlarda bazı kesimler tarafından ahiliğin ve fütüvvet düşüncesinin sufilikten farklı bir hüviyet imiş gibi gösterilmeye çalışılmasına sebep olmuştur.

Bu söz Hz. Peygamber’e atfedilen bir hadise dayandırılmakta ve Hz Ali Peygamber’e (a.s) varis olan ve fütüvvet anlayışını en iyi temsil eden kişi olarak telakki edilmektedir. Bu sebepten Hz. Ali ideal bir feta kimliği ile bir sembol haline getirilmiş ve hemen hemen bütün fütüvvet namelerde kendisine özel bir yer verilmiştir.

Ahilerin, Ahi Evren’den başka bir de meslek pîrleri vardır ki, bunlar genellikle o mesleği yapmış peygamberlerden olurdu. Ahi ustasının dükkanında o peygamberin isminin de geçtiği bir beyit yazılı olurdu.

Mesela usta terzi ise asılı levhada, “Her sabah besmeleyle açılır dükkanımız / İdris Nebîdir pîrimiz üstadımız” yazar; veya usta demirci ise, “Her sabah besmeleyle açılır dükkanımız / Davut aleyhisselamdır pîrimiz üstadımız” yazardı. Ustanın yapmış olduğu mesleği icrâ etmiş bir peygamber bilinmiyorsa o mesleği yapmış olan bir Allah dostu meslek pîri olarak kabul edilirdi. Mesela kahvecilerin dükkanlarında, “Her sabah besmeleyle açılır dükkanımız / İmam Şazeli’dir pîrimiz üstadımız” yazılı levha asılı olurdu.

AHİLİĞİN FONKSİYONLARI:

Ahiliği tanımlarken bahsettiğimiz bir çok özelliği maddeler halinde ifade etmek gerekirse, ahilik kurumu farklı başlıklar altında bir çok fonksiyon görmekteydi.

1/ İş Hayatı ile ilgili

Ahilik kurumu yürürlükte olduğu dönemde ve çevrede, planlı, programlı, kontrollu bir sosyal ve iktisadi yapıyı sağlamaktaydı. Tüm kurallar ve organizasyon bu amaca uygun olarak işlemekteydi

Zaruret olmadıkça esnaf iş ve meslek değiştirememekteydi

Piyasada işe devam edenlerin muhakkak bir sanatının olması gerekiyordu

İş yerlerinde mesleki hiyerarşi ve kariyer çok önemliydi, organizasyon bunu sağlamaktaydı.

Bir kişi 10 yaşında iş hayatına başladığında yamak olarak başlıyor, çırak olabilmesi için 1001 gün geçmesi gerekiyordu. Kalfa olmak için bir çırağın en az 3 yıl çalışması lazımdı. Ancak ondan sonra belli bir imtihandan geçme hakkına sahip olabiliyordu. Ustalık bu imtihandan sonra elde edilebiliyor, ancak ustalar dükkan açabiliyordu.

Bunun için kalfanın bir tarikat şeyhinin peştamal kuşatmasıyla usta olma hakkını kazanması gerekiyordu

Bir ustanın rast gele dükkan açabilmesi de mümkün değildi. Çünkü esnaf, sanatkar, dükkan sayıları, iş ve üretim araçları da belli bir sınırlama altındaydı.

Daha sonraki dönemlerde Gedik teşkilatı şekline dönüşen bu sistemle, tanımı yapılan bu düzen sağlanmaktaydı.  1860 yılına kadar süren bu sistemde bir kişi çıraklıktan kalfalıktan yetişip açık bulunan bir ustalık makamına geçmedikçe yani gedik sahibi olmadıkça dükkan açamamaktaydı.

Gedikler sabit ve seyyar diye iki kısma ayrılıyorlardı. Sabit gedikler bir dükkana veya atölyeye bağlı gediklerdi. Sahipleri ancak o mekanda ticaret veya üretim yapabilirlerdi. Seyyar olanlarda ise kişiye ait bir makamdı ve ona sahip olan istediği mekanda sanatını veya işini devam ettirebilirdi.  Bu yapı mesleğe önemli bir disiplin getiriyor ve dışardan sistem içine girişlere ancak belli kurallar ve izinler dahilinde imkan veriyordu. Yani liberalizmdeki gibi (Laissez faire,  laissez passer) bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler prensibi yoktu..

Esnaf ve sanatkarın işşiz kalmaması ve aşırı üretimden kaynaklanan problemlerin ortaya çıkmaması temel meseleyi oluşturuyordu.

Görüldüğü üzere gayet planlı ve programlı olan esnaf hayatında yükselebilmek için, bir yandan ehliyet ve liyakata önem verilir bir yandan da o meslek erbabının keyfi davranışına imkan tanınmazdı. Alış ve satış tekelleri ve öncelikleri esnaf sisteminin en önemli hususiyetlerindendi. Hammaddeler ihtiyacı olan esnafa tahsis edilmekte idi. Bu mekanizma esnafa fiyatları istediği gibi ayarlama imkanı vermiyordu. Kadı, sistemdeki tüm hareketleri kontrol edebiliyordu.

Bu planlı ekonomik hayat mesleki eğitim, ihtiyaca uygun eleman temini gibi konuları da kontrol etmeyi mümkün hale getiriyordu. Hangi meslek dalı için ne evsafta ve hangi seviyede adam ihtiyacı olduğu belli idi.. Bugün sanayinin ve ticari hayatın eleman ihtiyacı ve bunun nasıl sağlanacağı meçhul iken o devirde bu konu gayet planlı ve kontrollü şekilde sağlanabiliyordu.

Ahi organizasyonlarında hiyerarşik yapı kısaca şu şekilde oluşmaktaydı:

Esnaf organizasyonunun en tepesinde kadı bulunmaktaydı. Kadı, esnafın seçtiği şeyh başkanlığındaki heyet üyelerini tayin ve azledebilir, esnafı denetlerdi.

Muhtesipler, çarşıyı pazarı dolaşır, denetleme görevi görürdü

Esnaf Şeyhi denen kişiler esnaf tarafından seçilen dışa karşı onları temsil eden insanlardı. Bir yerleşim merkezinde her meslek dalının bir tane Esnaf Şeyhi bulunur, Esnaf şeyhlerinin hepsi o yerleşim merkezindeki Ahi Baba vekiline bağlı olurdu. Ahi Evren’in Kırşehir’deki tekkesi merkez tekke idi. Bütün ahiler manevî olarak Ahi Evren’e bağlı idi. Ahi Evren’in vefatından sonra da Kırşehir’deki tekkenin postnişini ahilerin manevî başkanlığını yürütmekteydi ki bunlara Ahi Baba denirdi. Diğer yerleşim merkezlerinde ise Ahi Baba vekilleri bulunurdu.

Ahi Baba vekili Esnaf şeyhleri tarafından seçilirdi. Ahi Baba vekilinin en önemli vazifesi Esnaf şeyhlerini ve onların idare heyetini denetlemekti. Herhangi bir mesleğin Esnaf şeyhleri ve idare heyetleri, o mesleğin ustaları tarafından seçilirdi. Bunların, esnafın haklarını savunmak, eğitimleri ile ilgilenmek, orta sandığında toplanan paraları idare etmek, törenler düzenlemek gibi vazifeleri vardı. En önemli vazifesi ise esnafı denetlemekti. Üretilen malların kalitesi sürekli denetim altında tutulur, böylece tüketici hakları 21. yüzyıl insanının hayalinin bile ulaşamayacağı bir seviyede korunurdu. Her türlü şikayeti değerlendirip esnafı denetleyen idare kurulu, eğer esnaf hatalı ise gereken cezayı verirdi. Bu cezalar, özür dilemeden dükkan kapatmaya kadar olabilirdi. Mesela yapılan ürün, kalitesiz olduğu için kısa zamanda yıpranmış ise, o ürün o ustanın dükkanının çatısına atılır ve müşteriye tazesi verilirdi. Tabii bu durum o usta için en büyük ayıp olurdu. İtibarı zedelenirdi. Tabii ki en çok denetim kunduracılar çarşısında olurdu. Kunduranın, müşterinin kullanım hatasından mı yoksa ustanın kalitesiz malzeme kullanıp işini savsaklayarak yapmasından mı yıprandığı tartışma götürdüğünden buradaki denetimler inceden inceye yapılırdı. Şayet ustanın hatası tespit edilirse yapmış olduğu pabuç dükkanın damına atılırdı. “Pabucu dama atılmak” deyimimizin kaynağı da bu olaya dayanır.

Nakipler esnaf şeyhlerinin yardımcılığını yaparlardı.

Kethüda bazı esnaf birimlerinde nakibin işlerini üzerlerine alır, esnafın çeşitli işlerini takip eder, toplantıları yönetirdi.

Yiğitbaşı ise kethudanın yardımcısıydı. Esnaf arasındaki anlaşmazlıklarda ilk müdahale mercii idi. Bir ustanın bağımsız iş yapabilmesi için yiğitbaşının izni gerekliydi. Disiplin ve hammadde temini işleriyle de ilgili idi.

Ehli vukuf denen kişiler de bugünkü bilirkişi fonksiyonunu görürlerdi.

2/ Ahlaki Fonksiyonlar ve Eğitim

Ahi organizasyonu bir yönü ile tekke ve zaviye fonksiyonu da görmekteydi. Esnaf bir yandan mesleğin inceliklerini öğrenirken bir yandan da ahlaki eğitim almaktaydı. Gence bu yolda yol atası ve yol kardeşliği yolu ile rehberlik yapılmaktaydı.

Ahilik yoluna giren kişiye  üç şeyinin açık olması gerektiği öğütleniyordu;

Eli açık olmalı, kardeşlerinden ihtiyacı olanlara elindekileri verebilmeli hayır ve hasenata yatkın olmalıydı. Veren el olmak makbuldu

Kapısı açık olmalı, verme kültürüne uygun olarak herkese destek olması en önemli düsturlardan biriydi. Konuklara kapısı ve gönlü açık olmalıydı

Sofrası açık olmalı, insanlara seve seve yediğinden ikram edebilmeli, fakirlere daima sofrasında yer vermeliydi

 

Üç şeyi de kapalı olmalıydı:

Gözü kapalı olmalı; Başkasının değerlerini, ayıbını görmeye, namahreme bakmaya ve kötülüklere  kapalı olmalıydı

Irzı kapalı olmalı;  harama yaklaşmamalıydı

Dili  kapalı olmalı; kötü söz etmemeli, gıybet yapmamalıydı

 

Aynı zamanda ahilik prensibine göre alçak gönüllü olmalıydı

Ahi Baba’nın Ustalığa yükselen gence nasihati şu cümlelerle anlatılırdı:

“Harama bakma, haram yeme, haram içme,
Doğru, sabırlı, dayanıklı ol,yalan söyleme,
Büyüklerinden önce söze başlama,
Kimseyi kandırma, kanaatkar ol,
Dünya malına tamah etme.
Yanlış ölçme, eksik tartma.
Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini,
Hiddetli iken yumuşak davranmasını bil ve

Kendin muhtaç iken bile başkalarına verecek kadar cömert ol.”

Meşhur seyyah İbn Batuta Ahileri şöyle anlatır:

“Memleketlerine gelen yabancıları karşılama, onlarla ilgilenme, yiyeceklerini içeceklerini,
yatacaklarını sağlama, ihtiyaçlarını giderme, onları uğursuz ve edepsizlerin
ellerinden kurtarma; şu veya bu sebeple yaramazlara katılanları yeryüzünden
temizleme gibi konularda bunların eş ve örneklerine dünyanın hiçbir yerinde
rastlamak mümkün değildir.”

 

 

Ahilikteki yamaklıktan ustalığa kadar olan terfî merasimleri günümüzdeki diploma törenlerinden mana itibariyle çok farklıydı. Bu merasimlerde bir üst dereceye terfi eden adaya güzel nasihatlerde bulunulurdu. Mesela ustalık merasiminde usta eski kalfasının sırtını sıvazlayarak şöyle derdi:

“Taşı tut altın olsun. Allah seni iki cihanda aziz etsin. Tuttuğun işten hayır gör. Erenler, pîrler hep yardımcın olsun. Allah rızkını bol etsin, yoksulluk göstermesin, sıkıntı çektirmesin. Bilginlerin dediklerini, esnaf başkanlarının nasihatlerini, benim sözlerimi tutmazsan; ana-baba, öğretmen-usta hakkına riayet etmezsen, halka zulüm edersen, kâfir ve yetim hakkı yersen, hülasa Allah’ın yasaklarından sakınmazsan yirmi tırnağım ahirette boynuna çengel olsun”

Ahilerde pratik ve nazarî eğitim birbiri ile iç içeydi. Genç ahi ister yamak, ister çırak, isterse kalfa olsun gündüz iş başında mesleğini yaparak-yaşayarak öğreniyordu. Cumartesi akşamları ise zaviyelerde 740 maddeden oluşan davranış ve görgü kuralları tedrici olarak öğretilirdi. Mesela yamaklık ve çıraklık dönemlerinde bu 740 kuraldan 124 tanesi öğrenilmiş olurdu. Yamakların, çırakların, kalfaların ve ustaların dersleri ayrı ayrı idi ve hepsinin karakteri model bir şahsiyetin rehberliğinde şekillenirdi. Öğrenilen bilgiler kalben benimsenir, hemen tatbik sahasına intikal ettirilir, huy haline getirilirdi.

Ahi olabilmek için ilk önce cömert olmak, namazlarını kazaya bırakmamak, haya ve edep sahibi olmak, dünyayı terk etmek ve helal kazanç peşinde koşmak gerekirdi. Ahinin yirmi dört saat boyunca yapacağı davranışlar belli idi. Hangi durumda nasıl hareket edileceği, görgü ve edep kaideleri zaviyelerde muntazaman öğretilirdi

3/ Sosyal Güvenlik ve arabuluculuk

Yiğitbaşı mesleki ihtilaflarda arabuluculuk yapar ihtilafları çözerdi

Yardım sandığı ihtiyaç anında esnafın imdadına yetişirdi

Düğünler ve törenler için esnafın ortak demirbaş eşyaları herkesin işini görür, masrafları minimuma indirirdi. Bugün bile Anadolu’nun bazı yerlerinde düğünlerde ortak kap kacağın kullanıldığı bilinen bir gerçektir.

Asya’daki anayurdumuzda ahlakla sanatı birleştirmiş ve kaynaştırmış olan Ahilik, Anadolu’da da aynı görevi yapmış, üstelik onu köylere dek yaygınlaştırmıştır.
Ahiliğin Anadolu köylerindeki uzantısı ’’yaran odaları’’dır. Şehirlerdeki Ahi meslek ve sanat kuruluşları üyeleri, çevrelerindeki yoksulların, kimsesizlerin her türlü gereksinimlerini, vakıflar kurarak gideriyorlardı. Bunlar aşevleri, hastaneler, okullar vb. gibi şeylerdir ki, Türkler dışında hiçbir Müslüman ülkede görülmezdi; ama salgın hastalık, kıtlık, yangınlar, askerlik vb. şeylerle harap olmuş yerlerin, yoksul düşmüş köylerin halkı böyle vakıflar kuracak durumda değillerdi. Pek çoğu bu durumda olan Anadolu köylerinde başka bir örgüt, ‘’yaran odaları’’ örgütü kurmuşlardı. Buralarda köy halkının ‘’imece’’ denilen ve topluca yapılan yardım gelenekleri daha çabuk ve daha etkin olarak yapılabiliyordu.

4/Gençlikle İlgili Fonksiyonlar:

Zaviyelerde hem mesleki hem de ahlaki eğitim yapılmaktaydı

Ahi zaviyeleri bir nevi sosyal okul fonksiyonu görmekteydi. Sürek avı, kılıç kalkan ve ok kullanma, ata binme öğretilmekteydi. Aynı zamanda temel dini bilgiler ve ahlaki özellikler kazandırılmaktaydı, özetle dini ve manevi değer aktarım merkezi olarak işlev görmekteydi.

 

5/ İdari ve Askeri fonksiyonlar:

Ahi organizasyonları sıkıntılı dönemlerde(Moğol istilası gibi)  askeri mücadelenin içinde bilfiil yer almışlardır.

Osmanlı Devleti kurulurken ve Orhan beyin seçimi sırasında ağırlık koymuşlardır

Devletin gelişimi sürecinde Gaziyan-ı Rum, Bacıyan-ı Rum ve Abdalan-ı Rum’un yanı sıra Ahiyan-ı Rum organizasyonları da bilfiil hizmet etmişlerdir

 

AHİ TEŞKİLATININ ORTADAN KALKMASI,  LONCA VE GEDİK SİSTEMİNİN KURULUŞU

Ahi teşkilatının Osmanlı Devleti esnaf ve sanatkarları üzerindeki etkileri XV. yüzyılın ortalarından sonra azalmıştır

Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu Türkleri’ne sanat, ticaret ve ekonomi alanlarında aşağı yukarı 630 yıl yön verip, ışık tutmuş olan Ahilik, örgüt olarak, kendi kural ve kurullarıyla, 3. Sultan Ahmet dönemine dek sürmüştür. Adı geçen bu Osmanlı Sultanı döneminde, 1727 yılında ‘’gedik’’ denen bir uygulamaya geçilmiştir

Osmanlı Devleti’nin Gayr-ı Müslimler üzerindeki egemenlik alanı büyüyüp genişledikçe, sanatkarlar çoğalıp dalları arttıkça, bu Müslüman ve Gayr-ı Müslim ayırımı daha fazla sürdürülememiş, Gayr-ı Müslim tebaanın artmasıyla doğru orantılı olarak çesitli dindeki kişiler arasında ortak çalışma zorunluluğu doğmuştur.

Bu devrelerde, devletin uyguladığı merkeziyetçi politikaya ayak uydurabilen, her an yönetimin denetim ve gözetimine açık, üst yöneticileri Sultan’ın “Berat-ı Şerif”i ile atanan lonca teşkilatı iktisadi ve sosyal yapının içinde öne çıkmaya başlamıştır. Bu yapının ortaya çıkışıyla beraber, esnaf da, önceleri toplandığı dergah ve zaviyeleri yavaş yavaş terk ederek loncaları oluşturmaya başlamıştır

Lonca teşkilatına aynı zamanda Gedik sistemi de denmekteydi.

Aslında loncadan farkı olmayan ve onunla aynı sitem içinde değerlendirilen Gedik kavramı, Türkçe’dir. Tekel ve imtiyaz anlamına gelir ki, sahiplerinin işleyeceği işi, başkalarının işleyememesi koşuluyla hükümetçe verilen beratın ya da senedin içinde yazılı olan hakların kullanılmasıdır. Gedik, sahiplerince yapılacak işi başkalarının işleyememesi ve satacağı şeyi başkalarının satamaması şartıyla, hükümet tarafından verilen senedin içindeki hükümlerin kullanılması ve yürütülmesidir.

Loncalar ve Gedik Sistemi kanalıyla :

Mesleki dayanışma

Mesleki Hiyerarşi

Meslek mensuplarının manevi gelişimleri

Meslek mensuplarının Merkezi otorite ile düzenli ilişkileri sağlanmaktaydı

Kavram olarak lonca, sanat sahiplerinin ve esnafın kendi aralarında kurdukları düzeni, birliği ve özel işleri için toplandıkları yeri (odayı) ifade etmektedir

Lonca teşkilatı, mesleğe giriş ve ilerleme açısından, esnaf zaviyeleri ölçüsünde ağır koşullar koymadığı gibi, din ve tarikat esaslarına da tabi olmamıştır. Merasimsiz olarak ve hangi dinden olursa olsun bütün esnafın toplanabileceği ve serbestçe müzakere yapabileceği lonca yapısında idare şu şekilde oluşmaktaydı;

Lonca yönetim kurulu, esnaf ustaları tarafından seçilen beş kişiden oluşmakta; esnafa ait  her tür iş bu kurulca incelenmekte ve sonuçlandırılmaktaydı. Alınan kararlardan lonca (yönetim kurulu) esnafa karşı; başkan da loncaya (yönetim kuruluna) karşı sorumlu bulunmaktaydı

Yönetim kurulu, aynı zamanda başkanın idaresinde olan “(esnafa) yardım (teavün) sandığı”nın denetiminden de sorumluydu.

Lonca teşkilatında esnafın işleri doğrudan doğruya esnaf tarafından seçilmiş olan bir başkan (reis) tarafından yönetilmekteydi. Esnafa karşı sorumlu olan başkanın başlıca görevleri;

esnafla ilgili uyuşmazlıkları çözümlemek,

esnafın sandık gelirlerini almak, hesabını tutmak,

esnafa ait hayır kurumları varsa onların idarelerini ve devamını sağlamak,

esnafın özel ve genel durumunu incelemek, kontrol etmek,

lonca yönetim kuruluna başkanlık etmek, çırak ve kalfa merasimini icra etmek gibi işlerdi

Bu tarz esnaflık ve sanatkarlık, 1860 yılına kadar sürmüştür. O zamanlar bir kişi, çıraklıktan ve kalfalıktan yetişip de açık bulunan ya da bir ustalık makamına geçmedikçe, yani gedik sahibi olmadıkça dükkan açarak sanat ve ticaret yapamazdı. Ancak ellerinde imtiyaz fermanı olan kişiler sanat veya ticaret yapabilirdi. Bu fermanlar esnafın sayılarının arttırılıp eksiltilmemesi, mülk sahiplerinin eski kiralarını arttırmaması, gediği olmayanların sanat ve ticaret yapamaması, açık olan gediklerin esnafın çırak ve kalfalarına verilmesi, dışarıdan esnaflığa kimsenin kabul edilmemesi gibi hükümleri kapsarlar. Esnaftan biri sanatını bıraktığında elinde tuttuğu ustalık hakkını, esnaf içinden gelmiş bir kalfaya verdiğinde sanatına ait alet ve edevatları da satar ya da esnaftan birinin ölümü halinde, aletleri, varislerine bir miktar para ödenerek yeni ustaya devredilirdi. Ustalık hakkıyla birlikte alınıp satılan ya da devir ve teslim edilen sanat aletlerine, esnaf arasında gedik denilmiştir.

Tanzimat’ın ilanından ve yabancı devletlerle ticaret anlaşmaları yapılmaya başlandıktan sonra, öteden beri sürüp gelen tekelcilik kuralının sanatla ticaretin gelişmesinde zararlı olduğu anlaşılmış, ticaret ve sanayinin gelişmesi gerektiğinden ve istenildiğinden, artık gedik ve tekelcilik kuralının sürdürülmesinde hükümetçe yarar görülmemiştir.

Ruslarla yaptığımız Kırım Savaşı’nın ardından, Osmanlı Sultanı 1. Abdülmecit’in 1856 da yayınladığı ‘’Islahat Fermanı’’ ile Osmanlı İmparatorluğunun bütün uyruklarının, her türlü sanat, ticaret ve meslekleri özgürce yapabilmeleri kabul edilince, 1860 yılında bütün gedik beratları sona ermiş oldu.

Lonca örgütünün dağılışı Osmanlı Devleti’nce bu sıralarda adeta onaylandı. Bozuk oldukları gerekçesiyle havai gedik mamullerinin satışı 1860 yılında yasaklandı. Devlet, sanatkarın durumunu düzeltmekle değil, Avrupa’yla uğraşmaktaydı. Bu düşünceyle, çökmüs olan loncaları, gedikleri düzeltme yoluna hiç gidilmedi. 1861 yılında da tekelcilik usulü kaldırılarak yeni gedik tesis edilmemesi kanunu çıktı. Böylece sanatkarların bu tarihi teşkilatlanması ölü sayılmış, geleneklere aykırı olarak sanatçı olmayanlara da açılmış ve yeni genişlemeler yapabilecek durumdan çıkartılmıstı. Esnaf çökmüstü. Ortada artık işleyen tezgah kalmamıştı. Nihayet 1912 yılında çıkartılan bir kanun ile Ahilik müessesesi tamamen ilga edildi.

Osmanlı ekonomisinin 19.yüzyıldaki almaya başladığı bu yeni şekle uygun olarak, bu yüzyılın ikinci yarısında ticaret ve sanayi odaları kurulmaya başladı

25 Haziran 1875’de Ticaret ve Sanayi Meclisi’ne yeni Cemiyetler kurma hakkı verildi

14 Ocak 1882 Dersaadet Ticaret Odası kuruldu

Bu oda, 2. Meşrutiyet sonrası, 13 haziran 1910’da Dersaadet Sanayi ve Ticaret Odası adını aldı.

İlk dönemlerde bu odaların yönetimlerinde daha çok gayri Müslim tüccarlar hakim durumdaydılar.

İzmir’de 1923 Şubat ayında toplanan İzmir İktisat Kongresinden sonra ortaya çıkan iktisatta millilik cereyanları, aynı zamanda İstanbul’da faaliyette olan Milli Türk Ticaret Birliği grubunun çalışmaları, Ticaret ve Sanayi Odasının Türkleştirilmesi noktasındaki baskıları arttırdı.

1923 Yılı Ağustos ayında yapılan İdare Meclisi Toplantısında oda yönetiminin Türk tüccarlar eline geçmesi sağlanmış olur.

Cumhuriyet sonrası Avrupa Devletlerindeki mevzuat örnek alınarak 22 Nisan 1925’de ticaret ve sanayi odaları için yeni bir nizamname oluşturuldu. Meslek gruplarına odalara kaydolma zorunluluğu getirildi.

8 Mart 1950’de 5590 sayılı kanun ile yeni bir dönem başladı. Bu kanun ile odalara kamu kurumu statüsü verildi.

Odalar ve borsaların üst birliği olarak Türkiye Ticaret Odaları, Sanayi Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği oluşturuldu.

30 Mayıs 1952’de İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası,  Ticaret Odası ve Sanayi Odası diye iki ayrı odaya ayrıldı.

1950’li yılların ortalarından itibaren daha evvel ithalatçı olan kesimler, ithalata getirilen kısıtlamaların ardından mümessili oldukları ürünleri, lisans anlaşmaları yaparak veya dış firmaların ortaklıklarıyla yurt içinde üretmeye başladılar. Bu şekilde başlayan süreç ithal ikameci sanayi stratejisinin başlangıcı idi ve bu sayede ülkedeki cılız sanayii gelişmeye başladı.

Aynı devrelerde hükümet odalara ithalat kotalarını dağıtma yetkisi verdi. Bu  karar odaların önemini ciddi ölçüde arttırdı.

 

Sanayi kesiminin 60’lı yıllarda artan gücü fakat bu gücün aynı oranda odalarda temsil edilememesi, farklı bir mekanizma ihtiyacını da beraberinde getirdi. 1971 yılında Türkiye Sanayici ve İş adamları Derneği (TÜSİAD) kuruldu. Bu dernek Türkiye’de sanayileşmenin birinci neslinin ön ayak olduğu bir dernekti. TÜSİAD ilk kurulduğu dönemde kısıtlı sayıda üyeye sahipti.

1971 Tarihi aynı zamanda odaların ithalat kotalarını dağıtım yetkisinin ellerinden alındığı yıl oldu.

Bu tarih odaların esnaf, tüccar ve sanayici gözündeki önemini olumsuz yönde etkiledi ve başka güç merkezlerine yönelmelerinin önü açılmış oldu.

TÜSİAD, 1950’den sonra gelişen birinci kuşak sanayicilerin, TOBB ise daha çok İstanbul ve Anadolu’daki küçük boy esnaf ve ticaret erbabının örgütleri olarak ayrışmaya başladılar.

Anadolu sermayesi ile ithal ikameci politikaların geliştirdiği sanayi kesimi arasında ülkenin sanayi ve ticaret politikaları konusunda bazen ortak tavırlar gösterildiği gibi birçok sefer de farklı duruşlar sergilenebiliyordu

1980 Sonrası dönem,  değişen ekonomik yapı ve bu çerçevede ihracata yönelik gelişme çerçevesinde yeni tür bir sanayici ve tüccar kesimin yıldızının parladığı yıllardı. İktisaden gelişen yeni kesimler, odalar içinde yeterli bir temsil imkanını kolaylıkla bulamamaktaydı. Tüsiad da genelde çok dar bir kesimin çıkarlarını korumaya yönelikti.

İhracatın teşvik edildiği ve Türk iktisadi hayatının süratle dışa açıldığı bu dönemde gelişen iş çevreleri iktidarlar üzerinde yeni baskı grupları oluşturmaya başladılar. Finans kesimi ve büyük ihracatçı şirketlerin sahiplerinin kurdukları dernekler bu çerçevede önemli etkilerde bulundular. Türk Trade bu dönemde hükümetler üzerinde etkin olan iş dünyası kuruluşlarından biri olarak ön plana çıktı.

1990 Yılının başında MÜSİAD bu tür bir zeminde kuruldu. Daha çok muhafazakar orta kesim iş adamlarını inisiyatifi ile kurulan bu dernek kısa sürede Anadolu’da teşkilatlanarak Anadolu sermayesinin ve özellikle de küçük ve orta boy işletme sahiplerinin önemli bir sesi durumuna yükseldi

1990’lı yıllarda İstanbul ve Anadolu’da birçok siadın kurulması, TÜSİAD’ın bu siadların bir bölümüne kucak açarak Anadolu’da bu kuruluşlarla birlikte farklı bir tarzda teşkilatlanmaya çalışması, yukarıda bahsettiğimiz gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

ASKON , İGİAD, ARSİAD, GENÇ İŞ ADAMLARI DERNEĞİ ve bu amaçla kurulmuş bir çok vakıf ve dernek türü teşkilatlanmalar da, iktisaden gelişen kesimlerin, var olan yapılarda yeterli temsil imkanını bulamadıklarını düşünerek harekete geçmeleriyle, kısmen de siyasi yelpazede güçlenmek isteyen siyasi kadroların kısmi teşvikleriyle kurulan organizasyonlar olarak sahnede yerlerini aldılar.

Kapitalizmin son 20-25 yılda ülkemizde de yapısal olarak  ciddi boyutta yerleşmesi,  orta sınıfları, esnaf ve tüccar kesimini menfi şekilde etkilemektedir. Büyük işletmeler ve sermaye grupları ciddi bir şeklilde büyüme gösterirken orta sınıflar adeta kaybolma tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Ya birleşerek büyük güç olmaları, ya da büyük dalgalanmaların kendilerine etki edemeyecekleri bir boyuta kadar küçülmeleri icap etmektedir. Ayrıca yenilik, farklılaşma gibi hususlara özel önem vererek farklılıklarıyla ayakta kalabilmeyi başarabilmelidirler

Esnaf ve tüccar kesim aynı zamanda,  tıpki eskiden olduğu gibi birlik, beraberlik içinde olmak ve mesleki etik değerler etrafından toplanmak zorundalar.

Odalar, borsalar, ihracatçı birlikler, onların üst organları, hemen hepsi geçmişimizde var olan yapıların bugünkü şeklen karşılıklarıdır. Kendilerine mecburi aidat veren üyelerinin yani iş dünyasının iktisadi, sosyal ve kültürel tüm meselelerine sahip çıkmak ve onların usulüne uygun çözümü için gerekli merciler nezdinde etkili çalışma yapmak mecburiyetindedirler

Fakat üyelerinin meselelerine cevap verebilmek için tüm bu yapıların, geçmişimizdeki örnek dönemlerden birçok noktada alacakları çok şeyler oldukları kanaatini taşımaktayız.

Bu kurumların bugün üyelerinin iktisadi ve ahlaki gelişimlerini ne ölçüde sağlayabildikleri hususu tartışmaya açık bir durum olarak gözükmektedir Bu kurumların tam manasıyla göremedikleri iş dünyasındaki ihtiyaçları, genellikle sektörel dernekler ve vakıflar karşılamaya çalışmaktadır. Bu tarz sektörel oluşumlar gönüllülük esasına göre çalıştıklarından çoğu kere finansman  ve organizasyon sıkıntısı çekmekte, bu sebepten de belli istisnalar dışında her zaman istenen hizmeti görememektedirler.

Özetle ifade etmek gerekirse bir yanda kanuni yetkilerine dayanarak meslek mensuplarını üye olarak kaydeden,  resmi belgeler düzenleyebilen, aidat toplayan kısaca legal ve maddi gücü olan fakat bu güçleriyle orantılı bir hizmet verebilme noktasına yükselemeyen oda, borsa ve birlik türü yapılar ile, onların kısmen boş bıraktıkları alanlarda gönüllülük esasıyla çalışmalar yapmaya çalışan fakat bu gönüllülük gayretlerini maddi ve legal bir güçle destekleyemeyen sektörel veya genel çerçeveli iş dünyası organizasyonları

Tabii bu ikilemin içinde bir yandan uluslar arası büyük iktisadi ve sosyal .dalgalanmalar, bir yandan da ülke içindeki adaletsiz sermaye ve organizasyon dağılımının ve yetersiz devlet desteğinin  ortaya çıkardığı problemlerle uğraşan iş dünyası ve özellikle de  küçük ve orta boy işletmeler….

Bunlara ilaveten, mesleki eğitim, mesleklerin tanımlamaları, meslek elemanlarının yetiştirilmesi, onların kariyer planlamaları, kademeler aralarındaki geçişler, sektörlerin eleman planlaması ve buna uygun olarak bir eğitim ve denetim sistemi geliştirilmesi gibi hususlar da 21. yüzyılda ülkemizde henüz tam rayına oturmamış konulardan bir diğeri

Gerek merkezi hükümet, gerek yerel yönetimler, gerekse de iktisadi ve sosyal hayatın düzenlenmesi için oluşturulmuş olan kurumlar ve bunların içinde vazifeli olan kişiler, ülkemizdeki bu meseleleri çözmek zorundalar.

Bardağın boş tarafından bakıldığında görülen bu manzaranın yanı sıra, bardağın dolu tarafına da bakmak gerekirse bazı kıpırtılar ve ümit ışıkları görebilmek de mümkün.

Sanayi Bakanlığının son dönemlerde yapmaya çalıştığı sanayi ve iş gücü envanteri çalışmaları, refahın kesimler arasında daha adaletli dağıtılabilmesi için alınmaya çalışılan bazı kararlar, odalar, borsalar ve mesleki birliklerin daha verimli çalışabilmesi için gerek kanun gerekse onu tamamlayan yönetmelikler düzeyinde yapılan değişiklikler, mesleki eğitim alanında atılan bazı adımları bu cümleden müsbet gelişmeler olarak zikredilebilir

Örnek olarak mesleklerin yeniden organize olabilmelerine imkan sağlayabilmek, yukarıda zikredilen birçok probleme cevap verebilmek  ve ülkemizdeki Mesleki Eğitimi tek elden yönlendirmek amacıyla özerk bir yapı olarak kurulan Mesleki Yeterlilik Kurumu,  Avrupa Birliği normlarına göre meslek standartlarını ve ölçme mekanizmalarını oluşturmak üzere çalışmalara başladı. Bu çalışma gerek mesleki hiyerarşi, gerek mesleki disiplin ve gerekse de mesleki eğitim konusunda teorik bazda önemli bir atılım olarak göze çarpmakta.

Bu çabanın bürokratik çarklar içinde verimliliğini yitirmeden ve hızlı bir şekilde işlerlik kazanabilmesi çok önemli sonuçlar doğuracaktır.

Tabii bu çalışma yapılırken tarihimizde yüzyıllar boyu uygulanmış ve  kendi dönemlerinde başarılı örnekler göstermiş olan.ahilik ve lonca sistemlerinden ve onların oturduğu değerlerden ciddi manada faydalanmak icap etmektedir. Karar verici konumda olan insanların, iktisadi ve sosyal tarihimizi, ahilik haftalarında tiyatro oyunu formatında göstermelik olarak tatbik edilen şed kuşanma törenleri veya başarıyla uygulanmış bir sistemin rituelleri olarak siyasi malzeme tarzında kullanılmaktan öte, ders alınması gereken hususlar olarak değerlendirebilmeleri beklenmelidir.Bu husus ülkemizin maddi ve manevi kalkınması için olmazsa olmaz unsurlardan birisidir..

Üyelerinin mesleki ve ahlaki sorunlarını gereği gibi çözemeyen onun için de bu alanlarda sektörel derneklerin sayılarının çığ gibi artmasına sebep olan ticaret ve sanayi odalarının yönetimleri ve meslek komiteleri de, geçmiş dönemlerdeki uygulamalardan önemli dersler çıkarmak zorundadırlar.

Kendisi de tüccar olan ve uygulamalara baktığımızda da adeta ilk muhtesib olarak iktisadi hayatta piyasa kuralları, tüketici hakları, denetim, tahkim gibi çok önemli mekanizmaların ilk örneklerini uygulayan bir Peygamberin ümmeti olan bu coğrafyanı insanları, hakça ve adilce bir dünya kurulabilmesi için ciddi bir gayret sarfetmeye adeta mecbur olmak gerçeği ile karşı karşıya bulunmaktadırlar

Gözünü, ırzını, dilini kötülüklere kapayıp, kapısını, sofrasını ve elini iyiliklere ve güzelliklere açan insanlardan olarak tarihte iz bırakmak isteyenler,  girişimci bir ruh ile, yanlışların karşısına dikilip, bozuk mal üretenleri piyasa dışına, bozuk fikir ve eylem sahiplerini de topluma etki edemeyecekleri bir konuma yerleştirmek zorundadırlar.

Son cümle olarak, ailelerimizi, nesillerimizi, insanlarımızı daha iyi yarınlara hazırlayabilmemiz için geçmişimizden ibret alabilmek, bugünü iyi analiz edebilmek, yarını da iyi tahmin edebilmek mecburiyetindeyiz

ERHAN ERKEN

EĞİTİM DERGİSİ 2010

 

YARARLANILAN KAYNAKLAR

 

Ahi Evren, Tasavvufi Düsüncenin Esaslari, Çev., Mikail Bayram, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfi Yay., 1995, 212 s.

Ahilik Maddesi; Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,  Cilt 1, S. 540, İstanbul

Anadol, Cemal, Türk-Islam Medeniyetinde Ahilik Kültürü ve Fütüvvetnameler, Ankara: Kültür Bakanligi Yay., 1991.

Baskanligi Yay., 1987, 415 s.

Bayram, Mikail, Ahî Evren ve Ahî Teskilati’nin Kurulusu, Konya, 1991, 192 s.

Bayram, Mikail, Baciyan-i Rum (Anadolu Selçuklulari Zamaninda Genç Kizlar Teskilati), Konya: S.Ü. Yay., 1987, 62 s.

Çagatay, Neset, Ahilik Nedir, Ankara: Kültür Bakanligi Yay., 1990.

Çagatay, Neset, Anadolu’da Ahilik ve Bunun Kurucusu Ahî Evran, Ankara: TTK Yay., 1982.

Çagatay, Neset, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, 2.b., Ankara: TTK Yay., 1997, 269 s.

Çagatay, Neset, Fütüvvetçilikle Ahiligin Ayrintilari, Ankara: TTK Yay., 1976.

Dursun, Davut, Osmanli Devletinde Siyaset ve Din, Istanbul: Isaret Yay., 1989, 445 s.

Ekinci, Yusuf, Ahîlik ve Meslek Egitimi, Istanbul: MEB Yay., 1989, 111 s.

Ekinci, Yusuf, Ahilik, 3.b., Ankara, 1991, 192 s.

Er, Tülay, Simav Ilçesi ve Çevresi Yaren Teskilati, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanligi Yay., 1988, 151 s.

Erken, Erhan, İktisat, Tarih ve Zihniyet Dünyamız, Müsiad Yayınları, İstanbul 2006

Erken, Veysi, Bir Sivil Örgütlenme Modeli Ahîlik, Ankara: Seba Yay., 1998, 102 s.

Fütüvvet Maddesi; Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,  Cilt 13, S. 260, İstanbul

Fütüvvetname Maddesi; Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,  Cilt 13, İstanbul

Güllülü, Sabahattin, Ahî Birlikleri, Istanbul: Ötüken Nesriyat, 1977.

Güllülü, Sabahattin, Sosyoloji Açisindan Ahî Birlikleri, 2.b., Istanbul: Ötüken Nesriyat, 1992, 190 s.

Gündüz, Irfan, Osmanlilarda Devlet-Tekke Münasebetleri, Istanbul: Seha Nesriyat, 1983, 288 s.

Gürata, Mithat, Unutulan Adetlerimiz ve Loncalar, Ankara, 1975, 151 s.

Haksever, Hamit, Tasavvufî  Esnaf Teşkilatı, Ahilik, İlkadaım Dergisi, Ekim 2004

Hisbe Maddesi; Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,  Cilt 18, S.133, İstanbul

Ibn Hüseyin es-Sülemi, Tasavvufta Fütüvvet [Metin-Çeviri], Çev., Süleyman Ates, Ankara: A.Ü. Ilahiyat Fakültesi Yay., 1977, 212 s.

İbn Teymiye, Bir İslam Kurumu Olarak Hisbe, Çev., Vecdi Akyüz, İstanbul: İnsan Yay., 1989, 179 s.

Kallek, Cengiz, Asr-ı Saadet’te Yönetim-Piyasa İlişkisi , İz yayıncılık;

Kavakçı, Yusuf Ziya, Hisbe Teşkilatı, Erzurum, 1975.

Kazıcı, Ziya, Osmanlılarda İhtisab Müessesesi, İstanbul, 1987.

Koraltürk, Murat (Haz.), Ahmet Hamdi Başar’ın Hatıraları, İst. Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007
Bayram, Sadi, Ahilik ve Loncalar—Milli Kültür Temmuz 1977.
Parmaksızoğlu ,İsmet, İbn Batuta Seyahatnamesinden. Seçmeler.—Kültür Bakanlığı.Yayınları, .Ankara,.1981

Köprülü, Fuat, Osmanli Devleti’nin Kurulusu, 3.b., Ankara: TTK Yay., 1988, 122 s.

Köprülü, Fuat, Türk Edebiyatinda Ilk Mutasavviflar, 6.b., Ankara: Diyanet Isleri

Lonca’dan Oda’ya, İTO’nun 125.yıl anısına, İTO yayınları, İstanbul, 2007

Ocak, Ahmet Yasar, Türk Sufiligine Bakislar, Istanbul: Iletisim Yay., 1996, 264 s.

Önes, Edhem Ruhi, Osmanli Imparatorlugunda Devlet ve Esnaf, Istanbul: Esnaf ve Sanatkarlar Dernekleri Birligi Yay., 1985, 112 s.

Refik, İbrahim, Fütüvvet ve Ahilik, Sızıntı Dergisi, Kasım 1988

Seyh Esref b. Ahmed, Fütüvvet-Nâme, Haz., Orhan Bilgin, Istanbul, 1992, 51 s.

Soykut, Refik, Ahi Evran, Ankara, 1976, 19 s.

Soykut, Refik, Esnaf Kimdir, Esnaflikta Ahilige Yaklasim, Ankara, 1978, 109 s.

Soykut, Refik, Orta Yol Ahilik, Ankara, 1971, 181 s.

Sungur, Necati, Ahî Divâni (Inceleme-Metin), Ankara: Kültür Bakanligi Yay., 1994, 223 s.

Şeyzeri, A. Nasr, İslam Devletinde Hisbe Teşkilatı, Çev., Abdullah Tunca, İstanbul: Marifet Yay., 1993, 178 s.

Tabakoğlu,.Ahmet, Prof.Dr. Osmanlı İktisat Sistemi Maddesi, , Osmanlı Ansiklopedisi; Cilt 5, İz yayıncılık, 1996, İstanbul.
Tabakoğlu,.Ahmet, Prof.Dr, Türk Çalışma Hayatında Füt. ve Ahilik Geleneği. Kaynaklar Dergisi 2/1984.

Tarus, Ilhan, Ahiler, Ankara: Çalisma Bakanligi Yay., 1947, 52 s.

Torun, Ali, Türk Edebiyatinda Türkçe Fütüvvet-nameler, Ankara: Kültür Bakanligi Yay., 1998, 526 s.

Turan, Kemal, Ahilikten Günümüze Mesleki ve Teknik Egitim Tarihi Gelisimi, Istanbul: M.Ü. Ilahiyat Vakfi Yay., 1996, 168 s.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir