İNSANIN BİR MESLEK SAHİBİ OLMASININ ÖNEMİ KONUSUNDA BAZI DÜŞÜNCELER

 

İnsanoğlu hayat sürerken belli kimliklere sahip oluyor. Bunların bazıları kendi iradesi ile gerçekleşmiyor. Mesela erkek veya kadın olması, herhangi bir yerde doğması, ailesi, ülkesi gibi hususiyetler bunlar arasında sayılabilir.

Başka kimlikler ve özellikler ise insanoğlunun tercihleri ve gayretleri ile ortaya çıkan hususiyetler. Mesela insanların meslekleri de bu cümleden sayılabilir. Belli bir mesleğe sahip olmak için muhakkak birçok emek harcanıyor. Okullara devam ediliyor, stajlar yapılıyor veya o mesleğin ustalarının yanında belli bir dönem geçirmek gerekiyor. Sonuçta bu meslek ile ilgili bilgi, beceri ve yetkinlikler elde ediliyor.

Bu ayki İTO Meclis toplantısında insanoğlunun sahip olduğu meslek ile ilgili ne tür bir ilişki kurması gerekir noktasında bazı hususları dile getirmeye çalıştım.

Aşağıdaki metin, bu konuşmanın yazı haline gelmiş şeklidir


Geçenlerde arabanın yağ değişimi için bir benzinciye gittim. Orada bir usta yanıma geldi ve işlemi yapmaya başladı. Adam çalışırken tavırları ilgimi çekti ve dikkatle izlemeye başladım..

İşini gayet ciddiyetle yapan bir arkadaştı. Yağı dikkatle boşaltması, hava ve yağ filtrelerini değiştirmesi, bu işleri yaparken gerekli alet ve edevatı dikkatle ve yerli yerinde  kullanması hepsi gayet ustacaydı. Ayrıca işini keyifle de yapıyordu..

Yağ ile ilgili işlemi bitirdikten sonra hala lift üzerinde durmakta olan benim arabanın altındaki kalın lastikten yapılmış muhafazadaki bazı yerlerindenayrılan parçalara baktığımı gördü. Onları da sağlamlaştıralım dedi. Yine büyük bir ciddiyetle onları da yaptı.

Genelde insanların işlerini; ciddiyetle, meslekîgerekliliklere ve iş ahlâkına uygun yapışları beni çok etkiler. İnsan hangi işi yapıyorsa yapsın o işin ve o kimliğin özelliklerine, gerekliliklerine ve ahlâkına vakıf olmalıdır, diye düşünürüm.

Malumunuz olduğu üzere bizler de İTO olarak meslek liseleri ile ilgileniyoruz. O okullarda hamilik yapıyoruz. Oralardan kendi mesleklerinde nitelikli gençler yetişmesini istiyoruz ve bekliyoruz. Senelerdir bu konuda arkadaşlarımız çok ciddi gayretler de gösteriyorlar. Fakat bu noktada;öğrencilerin mesleklerine sahip çıkmaları, meslek ahlâkının yaygınlaştırılması, insanların yaptıkları meslekler ne ise onunla mutlu olabilmeleri ve onun gerekliliklerini yerine getirmeleri konusunda sanki bir şeyler eksikmiş gibi geliyor bana

İlave olarak toplumun büyük çoğunluğunda gençlerin illa da yüksek okul mezunu olmalarının gerektiğigibi, ancak üniversite mezuniyeti sonrası insanların hayata atılmaya ve bir mesleği icra etmeye hakları olacakmış gibi yanlış bir algının ağırlıkta olduğunu hissediyorum.

Bu yanlış algı da üniversite bitirmeyen bir gencin sanki bir şeyleri eksikmiş gibi bir muameleye tabi olmasına yol açıyor. Veya illa bazı moda mesleklerin tercih edilmesi gerektiği ifade ediliyor. Bu da elinde başka yetkinlikler olanların da sırf bu moda işlere yönelmedikleri için bir yanlarının eksik gibi düşünüleceği yaklaşımını beraberinde getiriyor.

Şimdi şu can alıcı soruyu sorma zamanı geldi;

Bu doğru bir algı mı?  İsabetli bir yönlendirme mi?

Bence değil!

İnsanlar illa üniversiteye gitmeden gerek örgün eğitim gerekse de usta çırak yolu ile bir mesleği gereği gibi öğrenebilmeli ve bu mesleği, usulüne ve kurallarına uygun olarak yaparak hayatlarını sürdürebilmelidirler. Bu süreç de toplumda teşvik edilen bir yol olabilmelidir.

Mesela son örnekte olduğu gibi benim yağ değiştirirken izlediğim arkadaş gibi işini büyük bir maharetle yaparak hayatını devam ettirebilmelidir. Bu işi yaparken de bizim örnekte olduğu gibi kendisi ile barışık olmalı ve yaptığı işin hakikaten önemli ve kutsal olduğuna inanmalıdır. Tabii bu sadece mesleği yapan değil çevresi için de gerekli bir hususiyettir.

Mesleklere Bakışımızı Yeni Baştan Değerlendirmeliyiz

Burada mesleklere bakışımızı yeni baştan ele almakta yarar var, diye düşünüyorum. Ben yaklaşık 6-7 yıldır “Etkili Yaşam Becerileri” adlı bir ders veriyorum. Bu ders bana Nihat Bey’den intikal etti. Nihat Bey, İTO’ya Genel Sekreter olmadan evvel  Medipol Üniversitesi’nde bu dersi veriyordu. Sonra sağ olsun bana devretti ve ben de büyük bir keyifle devam ediyorum.

Bu dersi farklı fakültelerden öğrencilere seçmeli olarak veriyorum. Onları bir tür hayata hazırlamaya çalışıyorum. Dersin içinde insanın kimliği, kişiliği, hayat karşı duruşu, insanın sahip olması gereken hedefleri ve değerleri neler olmalı, meslek ahlâkının önemi gibi hususları konuşuyoruz.

Benim derste üzerinde durduğum en önemli nokta şu:İnsan oğlu hayatta üç önemli soruyu kendisine sürekli sormalıdır, diyorum. Birinci soru; ben nereden geliyorum. Bu hayatı bana bahşeden güç,benim neden bugün, bu şekilde, burada dünyaya gelmemi istedi ve sağladı?  İkinci soru ise ben elbet bir gün öleceğim. Peki ölünce nereye gideceğim. Toprak mı olacağım yoksa başka bir âlem var mı, bu işin bir hesabı kitabı olacak mı?

Bu iki önemli soruya bağlı olarak da üçüncü ve önemli bir diğer soru ise ben yaşadığım sürede bu hayatı nasıl anlamlı hale getirmeliyim? Yani bu yaşadığım hayatın bir anlamı olmalı ki yaptıklarım bir değer ifade etmeli. Yoksa insan bu hayatta tabir-i cazi ise ot gibi yaşar ve dünyada hiçbir iz bırakmadan çekip gider.

İşte din, insana bu noktada anlamlı cevaplar verir ve ona dayalı olarak tüm bu sorulara tatminkar cevaplar üretebilir ve kendinize anlamlı bir yol çizebilirsiniz. Bakın, diyorum; ben kendi açımdan bu sorulara şu açıdan şöyle şöyle cevap veriyorum ve bu benim hayatımı anlamlı hale getiriyor. Siz benim gibi yapabilirsiniz, ben bundan memnun olurum.

Fakat hayatı algılayışınıza bağlı olarak başka cevaplarınız da olabilir ki ben ona karışmam ve size bu noktada bir şey demek hakkına da sahip değilim.Ama benim önemli gördüğüm husus bu soruları kendinize muhakkak sormalısınız ve alacağınız cevaplara göre de hayatınıza yön vermelisiniz. Kafanıza, gönlünüze hangi meslek uyuyorsa onu yapın ama bu yapacağınız işin bir felsefesi olmalı, yapacağınız iş bir şeylere yaramalı. Mesela öğrencilerimin içinde seçtikleri bölüm olarak ebe olacaklar var, hemşireler var, eczacılar var, mühendisler var, doktorlar var. Diyorum ki herbirinizin mesleği, aynı kutsallıkta ve önemdedir. Hiçbirinin diğerine mutlak bir üstünlüğü yoktur. Ama sizler mesleğinizle barışık olmalısınız ve onu bu bahsettiğim sorulara vereceğiniz cevaplarla anlamlı hale getirmelisiniz. Sınavda da her yıl bir kere bu soruyu soruyorum ve kompozisyon tarzında yazın,diyorum.

Burada benim kanaatime göre toplum olarak her bir mesleğin kendine göre bir önemi olduğunu ve hepsinin bu dünyada anlamlı bir iz bırakabilmek için yeterli bir vasıta olabileceğini vurgulamalıyız, diye düşünüyorum.

Kendi Mesleklerimizin Felsefelerini oluşturmalıyız

İTO olarak diğer mesleki teşekkülleri olarak da bunları yapmalıyız. 81 Komitenin temsilcisi olarak bizler kendi mesleklerimizin liderleriyiz. En başta bizler mesleklerimizin anlamlı bir felsefesini, ne işe yaradığını; hayata, insana, evrene, tarihe vs ne tür katkı sağlaması gerektiği üzerinde ciddi ciddi kafa yormalıyız ve çalışmalıyız. Bunu iyi bir şekilde yapabilirsek belki bizim meslek liselerindeki, halk eğitimlerdeki, üniversitelerdeki çocuklara da önemli katkılarımız olabilir. Onların okullarına alacağımız araç gereçler, okullarının kapı pencere tamirleri, vereceğimiz burslar kadar hatta onlardan da değerli olacaktır bu tür katkılar, diye inanıyorum

Bir de bu meslek erbabının daha alt gruptakilerinin geçinebilmeleri için devlet seviyesinde tedbirler alınması yönünde de gayret sarf etmeliyiz ki bu meslekler yaşayabilsin. Gelir seviyesi düşük kesimlerin barınma, sağlık, eğitim ve beslenme gibi temel ihtiyaçlarını daha düşük giderlerle sağlayabilmeleri için devletin bu alanlara özel katkısağlamasının gerekli olduğunu da düşünmekteyim. Bu belki biraz iddialı bir görüş. Tahakkuk ettirilmesi çok kolay değil. Ama üzerinde düşünülmesinin önemli olduğu aşikar bir nokta.

Tabii biraz evvel bahsettiğim insanın bu hayatta yaşama gayesi üzerinde de derinlikli bir şekilde sorular sorulması fikrini de yaygınlaştırmak önemli.

Mesleklerin gayesi; insanların ihtiyaçlarını gidermek olmalı, insanlar kendi emekleri ile hayatlarını kazanabilmeli, gelir adaletine özel ehemmiyet verilmeli, özellikle toplumun ön kesiminde olanlar yaşayışlarına daha fazla dikkat sarf etmelidirler. Ancak bu şekilde kendilerinden sonra geleceklere örnek olabilirler…

Yüzbinlerce Ev Gencimiz Birer Meslek sahibi olmalı

Bu noktada İTO’nun son dönemlerde yaptırdığı ve Şekib Avdagiç Bey’in de birçok yerde paylaştığı dehşetli iki rakam var biliyorsunuz; İstanbul’da yaklaşık 700 bin Türkiye’de de yaklaşık 3 milyon ev genci varmış. Bunların hiçbir mesleği yok, işi yok,meşgalesi yok. Bu felaket bir durum. Bu çocuklar bizim çocuklarımız, bizim gençlerimiz. İşte bunlar için biz birçok mesleği cazip hale getirebiliriz. Odalar, borsalar, devlet ve millet el birliği ile bazı projelere kalkışmak gerekiyor.

Bir başka husus daha var ki ülkemizde nüfusun artış hızı çok düşmeye başladı. Gençler evlenmekten ve evlendikten sonra da çocuk sahibi olmaktan kaçıyor. Tabii bunun çok çeşitli sebepleri de var ki bunların üzerinde de ehemmiyetle durulmalıdır. Ama burada önemli sebeplerden birisi gençlerimizin hayatı algılamadaki eksiklikleri. O bahsettiğim üç sorunun sorulması ve onlara cevap bulunması noktasında ciddi eksiklikler mevcut, diye düşünmekteyim. İlave olarak evlenen gençlerin yaklaşık %20 si ilk birkaç sene içinde ayrılmaya başladı. Bunlar hiç iyi şeyler değil.

Bu çocuklara büyükleri iyi örnek olamıyor demek ki? Yaşayışlarıyla, oluşturdukları hava ile, toplum düzeni ile, dünyayı imar etmeye değil onu sadece sömürmeye bakmaları ile kötü örnek oluyorlar. Büyükler demek ki nerden geliyoruz, nereye gidiyoruz ve bu hayatı nasıl anlamlı hale getirebiliriz,orada nasıl iyi bir iz bırakabiliriz amacıyla anlamlı bir duruş gösteremiyorlar, diye düşünüyorum.

Bu Sorunları Bizler Mesele Haline Getirmeliyiz

Tüm bu soruları kendimize mesele etmek zorundayız. Enflasyon kadar, ekonomik büyüme kadar, faiz oranları kadar, döviz fiyatları kadar, şu ana kadar önem verdiğimiz ne kadar maddi değerler varsa en az onlar kadar hatta daha da fazla ilgi göstermeliyiz.

Bunu başkalarından bekleme lüksümüz yok maalesef. Devlet de biziz, millet de biziz. İTO’nun üyeleri olan  800 bin kişi bizi seçti ve buralara yolladı. Biz 6 ayda bir İstanbul’daki tüm odaların yönetim kurulları ile ortak bir zeminde toplanıyoruz. Yılda bir TOBB’da tüm Türkiye’deki oda ve borsaların delegeleri  ile toplanıyoruz. Müthiş bir netwörkümüz var. Hepsini böyle önemli bir gündem etrafında harekete geçirebilmeliyiz.

Bu konu, yufka gibi açıldıkça açılabilir. Ben bu kadarla iktifa etmek istiyorum. Bir yağ değiştiren arkadaştan başladık nerelere kadar geldik. Hatta çok daha ilerlere de gidebiliriz ama bu yazıyı okuyanların arif insanlar olduklarına inanarak bu konuya burada son vermek istiyorum.

Son cümle olarak omuzlarımızdaki yükün her saniye farkında olmak zorundayız.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir