TÜRKİYE VE DÜNYADA SON GÜNLERDEKİ GELİŞMELERE KISA BİR BAKIŞ

 

Mart Ayında yapılan İTO Meclis toplantımızın ardından geçen bir aylık sürede,  öncelikle seçimlere daha 3 sene varken nereden çıktığı anlaşılamayan bir Cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışması gündeme geldi. Daha sonra savcılık tarafından yürütülen soruşturma neticesinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve beraberinde bazı kişiler tutuklandılar. Bu hadisenin ve sonrasında gelişen olayların Türkiye’nin dikkatlerini birdenbire çok farklı yönlere doğru taşıdığına hep birlikte şahit olduk

Bu konudaki gelişmelerin hukuki boyutları ile ilgili herhangi yorumda bulunmak yakışık almaz  lakin sonrasında gündeme gelen boykot çağrıları Türkiye’nin en büyük odasının bir sorumlusu olarak bizleri ziyadesiyle üzmüştür. Bu çağrıları ve bu çağrıların zamanla sokak eylemlerine ve farklı protesto şekillerine dönüşmesini de esefle karşıladığımızı ifade etmek istiyorum.

Hepimizin dikkatle izlediği gibi burada boykota konu olan firmalar yerli ve milli firmalarımızdır ve boykot konusu da esasında iç politik tartışmalar ile ilgili bir meseledir. Boykot listeleri ilan edilirken bazen spontane gelişen bir tarzda mevzu ile en ufak alakası olmayan bazı firmaların bile olayların içine dahil edilmesi, gelişmelerin provokasyona ne kadar açık olabileceğini göstermesi bakımından ilginçtir. Bu konuda adeta kendi kendimize çelme takar bir hale geldiğimizi üzülerek müşahede ediyoruz.

Bu tür teşebbüsler ülke insanını birleştirmek yerine bölebilecek, aramızda olabilecek fikir ayrılıklarını keskinleştirebilecek davranışlardır. Bunlardan şiddetle kaçınılması gerekir.

Son günlerdeki boykot çağrılarını yapan kesimleri ve bu işleri köpürtmeye çalışanları sağduyuya davet ediyoruz. Bu tür davranışlar yarın maazallah karşı dalgaları da harekete geçirebilir ve gelişmeler istenmeyen noktalara varabilir. Allah muhafaza eylesin

Bu tür dalgalanmalar maalesef ülke ekonomisini de olumsuz etkilemekte ve bu etkiler genel olarak hepimize tesir etmektedir. Ülkenin dış ekonomik ilişkileri yara almakta, geçen yılın ortalarından itibaren büyük gayretlerle ve fedakarlıklarla ekonomik dengelerde sağlanan iyileşmelere de direk veya dolaylı bir şekilde sekte vurmaktadır.

Yerli ve millî markalarımız bu ülkenin değerleridir. Bunlara zarar gelmesi hepimizi olumsuz etkiler.

Güçlü ve büyüyen bir ekonomi olmak istiyorsak, bu ülkenin refahını hedefliyorsak üretimimize, iç ve dış ticari dengelerimize ve markalarımıza sahip çıkmamız gerekmektedir. Hep berber bu hususlara özel bir dikkat göstermeliyiz..

TRUMP’IN SON BEYANATLARI VE ÜLKEMİZİN ÇEVRESİNDEKİ GELİŞMELER

Şu an bizim odaklanmamız gereken çok daha önemli gelişmelerin olduğunu esasında hepimiz biliyoruz.

ABD Başkanı Trump’ın başlattığı ticaret savaşları, dünya ekonomisinde nasıl bir etki meydana getirecek; bu önemli bir soru işareti önümüzde duruyor.

Hemen herkesin dikkatle takip ettiği üzere ABD Başkanı Trump, 3 Nisan’da ABD’ye giren tüm mallara yönelik kapsamlı yeni ithalat vergileri getirme planlarını açıklamıştı.

Buna göre tüm ülkelere en az yüzde 10’luk asgari gümrük vergisi geliyor. Ancak Avrupa Birliği üyesi ülkeler ve Çin ile Vietnam gibi ülkelere çok daha yüksek vergi tarifeleri uygulanacak.

Yüzde 10’luk vergi 5 Nisan’da uygulanmaya başladı. Daha yüksek vergiler ise 9 Nisan’da yürürlüğe girecekti.

Çin de bunun üzerine yaptığı açıklamada, 10 Nisan’dan itibaren ABD’den ithal edilen mallara yüzde 34 ek gümrük vergisi uygulayacağını duyurmuştu. ABD de buna karşı yeni bir misilleme yapıp vergi rakamını olağanüstü bir seviyeye yükseltti..

10 Nisan günü ise Trump bu vergilerin uygulamasının belli bir süre ertelendiğini duyurdu. İzleyebildiğimiz veya tün dikkatlerimize rağmen izlemekte zorlandığımız üzere kararlar süratle değişebiliyor. Her gün veya her saat yeni bir sürprizle karşılaşmak mümkün

Bu hamlelerin ne tür etkiler ortaya çıkaracağını dikkatle takip etmek gerektiği çok açık.

Ülke olarak ABD’nin en az gümrük vergisi dilimi olan yüzde 10’luk orandaki ülkeler arasında yer alsak da, etrafımızdaki bu gelişmeler ve oluşmakta olan anaforun dolaylı yoldan bizleri de ciddi oranda etkileyebileceğini ön görmek durumundayız. İş dünyası olarak tüm bu değişimler karşısında alternatif planlar yapmak, stratejiler geliştirmek ve bunları gerek karar vericilerle gerekse de üyelerimizle paylaşmak göreviyle karşı karşıyayız.

Bununla birlikte Türkiye olarak, sadece ticarî gelişmeler açısından değil bölgesel ve uluslararası ilişkiler açısından da ciddi sıkıntılar yaşanması muhtemel bir zaman dilimine girmekteyiz.

Suriye’de olumlu gelişmeler görsek de, İsrail’in Şam’a kadar sarkan saldırı çemberi gittikçe yayılıyor. Artık sınırlarımızda hissettiğimiz bu tehlikeyi her açıdan bertaraf edebilecek tedbirler üzerinde odaklanmak kaçınılmaz bir mecburiyet olarak görünüyor.

Gazze hattında maalesef ateşkes artık yürürlükten kalkmış durumda. İsrail’in vahşeti sürmeye devam ediyor. Bir kere daha buradan tüm dünyayı bu vahşete artık bir dur demeye çağırıyor ve zalimleri huzurunuzda bir kere daha tel’in ediyorum

Bunlara ilaveten, ABD ve İsrail’in İran ile ilişkileri, Orta Doğu ülkelerinin İsrail’in vahşeti karşısında belli bir noktadan sonra daha fazla devreye girmeye yönelik eğilimler içine girmesi, Türkiye’nin zaten başından beri bu vahşete karşı tüm dünyayı ayağa kaldırmaya çalışan siyaseti, bölgemizde çok farklı patlamalara sebebiyet verecek bir manzara arz ediyor.

Bunlar sadece tek bir ülkenin üstesinden gelebileceği yükler olmaktan çıktı. İnşallah zaman içinde uluslararası siyasette sağ duyu hakim olur. Politikalara tesir edebilecek güçteki ülkeler ve Uluslararası kurumlar inşallah daha insani çözümler noktasında harekete geçerler ve şu insanlık için utanç verici durum biraz daha iyi bir noktaya gelir.  Tüm bu cümleleri bir iyi niyet ve dua cümleleri olarak sarf etmek istiyorum.

TÜM BU TEHLİKELİ GÜNDEMLERE RAĞMEN HAYAT DEVAM EDİYOR

Tüm bu sıcak gelişmelerin ötesinde hayatın farklı yanları ve farklı renkleri de var. Hayat başka bir taraftan da akmaya devam ediyor.

Türkiye’miz, potansiyelini göz önüne getirdiğimizde çağını aşmayı hedefleyen bir ülke. Tarihten gelen iddialarımız var, yaşadığımız zamanın bize getirdiği sorumluluklar var.

Bunları gerçekleştirebilmemiz için yalnızca ekonomik ve siyasal gelişmişlik yetmez.

Aynı zamanda kültürel olarak da gelişmiş bir ülke olmak durumundayız..

Bil­gi top­lu­mu ol­ma­nın yo­lu da kül­türel gelişmişliği daha da artırmaktan  geçmektedir.

Tarih boyunca insanlığın en temel ihtiyaçlarından biri bilgiyi üretmek, muhafaza etmek ve aktarmak olmuştur.

Kütüphaneler işte bu bilgilerin muhafaza edildiği ve paylaşıldığı mekanların başında gelmektedir. Bu açıdan kütüphaneler çok önemlidir…

MART SONU VE NİSANIN İLK GÜNLERİ KÜTÜPHANELER HAFTASI

Türkiye’de her yıl Mart ayının son haftası ile Nisan ayının ilk başları Kütüphaneler Haftası olarak kutlanmaktadır. Bu yıl da bu hafta 26 Mart 6 Nisan arasında çeşitli etkinliklerle kutlandı

Kütüphanelerin en kıymetli misafirleri bildiğiniz üzere kitaplardır.

Kitap, yalnızca bilgi taşıyan bir nesne değil, aynı zamanda düşünsel gelişimin, kültürel birikimin ve toplumsal ilerlemenin de taşıyıcısıdır.

Kitap sayesinde bilgi edinilir, zihin yapılandırılır, düşünce gelişir ve ifade becerisi artar.

Bu yönüyle kitap, bireyin kendi potansiyelini gerçekleştirmesine olduğu kadar, toplumların kültürel ve entelektüel seviyelerinin yükselmesine de katkı sunar

(Rami Kütüphanesi)

Kütüphaneler Kitapların sistemli bir şekilde erişime sunulduğu, bilginin korunarak gelecek nesillere aktarıldığı kurumlar olarak, yalnızca birer arşiv değil; aynı zamanda bilgiye dayalı bir kamusal alan, kültürün yeniden üretildiği bir merkez ve demokratikleşmenin de önemli araçlarındandır.

Kütüphanelerin tarihi sürecine kısaca bakarsak,  İlk kütüphane örnekleri tesbitlere göre, milattan önce Mezopotamya’da kil tablet arşivleri olarak ortaya çıkmış, zamanla Antik Mısır’daki papirüs koleksiyonlarına, İskenderiye Kütüphanesi gibi entelektüel merkezlere ve Orta Çağ’da ise manastırlarda ve medreselerde kurulan kütüphanelere doğru evrilmiştir. Daha sonra  Matbaanın icadıyla birlikte kitap üretimi hız kazanmış, insanların kitaplarla münasebetleri artmıştır.

19 ve 20. yüzyıllarda da halk kütüphanelerinin yaygınlaşmasıyla, bilgiye erişim bir ayrıcalık olmaktan çıkarak kamusal bir hak haline gelmiştir. Böylece kütüphaneler, eğitimde fırsat eşitliğini destekleyen, toplumsal dönüşüme katkı sunan kurumlar olarak öne çıkmıştır

Çağımızda ise dijitalleşmenin gelişmesi ile birlikte kütüphanelerin yapısında da önemli değişmeler ortaya çıkmaktadır.

Kütüphaneler bu dijital çağda sadece bilgiye erişim noktası olmaktan öte; aynı zamanda bireylerin dijital becerilerini geliştiren, teknolojiyi doğru kullanmayı öğreten ve dijital eşitsizlikleri azaltmayı hedefleyen sosyal öğrenme merkezlerine dönüşmektedir.

ULUSLARARASI KÜTÜPHANE VE TEKNOLOJİ FESTİVALİ ÖNEMLİ BİR ORGANİZASYON

Nisan ayının ilk haftasında Rami Kütüphanesinde Kütüphaneler Haftası dolayısıyla çok önemli bir etkinliğe katıldık. 2. Uluslararası Kütüphane ve Teknoloji Festivali adıyla gerçekleşen bu etkinlik bu anlamda son derece değerli bir çalışmaydı ve bizleri ziyadesiyle ümitvar etti. Kültür Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü bu etkinliğin düzenleyicisiydi.  Sayın Valimiz de bu açılışa huzurlarıyla güç verdiler. Bu anlamlı faaliyeti organize eden ve gerçekleştiren Değerli Kültür ve Turizm Bakanımız Mehmet Nuri Aksoy’u çalışkan ve ufku açık bir bürokratımız olan Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürü Taner Beyoğlu ve emeği geçen bakanlık personelini kutlamak istiyorum.

Bu çalışma bir taraftan kütüphane ve teknoloji dünyasını bir araya getirirken diğer taraftan da bilgi ekosisteminin geleceğine ışık tutacak etkinliklere sahne oldu.

Ancak en önemli boyutlarından birisi de kütüphanelerin dijital dönüşümdeki rolünün tartışılması idi.

En son teknolojik yenilikler ve yenilikçi hizmet modelleri gündeme alındı.

Sektöre yön veren yenilikçi yaklaşımları ise girişimciler ortaya koydu. AR-GE, inovasyon ve kuluçka merkezleri de festivalde yer aldı.

Fuar alanında kodlama, dijital hikâye anlatıcılığı, akıllı kitap, robotik, animasyon, yapay zekâ, algoritma gibi konularında çalışan 40’tan fazla teknoloji firmasının yer alması ülkemiz açısından son derece değerliydi.

Tarihsel süreçte kütüphaneler, bir medeniyetin bilgiyle kurduğu ilişkinin aynası niteliğinde olmuştur. Hangi toplumun nasıl bir kütüphane yapısı geliştirdiği, o toplumun bilgiye, öğrenmeye ve kültüre verdiği değeri de ortaya koymaktadır.

Bu nedenle kütüphaneler, yalnızca fiziksel yapılar değil, aynı zamanda bir zihniyetin ve toplumsal vizyonun da göstergesidir.

Dolayısıyla Kütüphanecilik açısından ortaya konan bu çalışmayı ve kütüphaneciliğin dijital gelişmelerle harmanlanmasını çok önemli bulmaktayız.

İŞ DÜNYASI OKUYOR ETKİNLİĞİNİN BU YIL İKİNCİSİ GERÇEKLEŞİYOR

Kitaba ve kütüphaneye verdiğimiz değeri sözle ifade etmenin yanında bu konuda bazı adımlar atmanın önemli olduğuna inanmaktayız.

Bu çerçevede geçen yıl birincisini gerçekleştirdiğimiz İŞ DÜNYASI OKUYOR adlı organizasyonun bu yıl ikincisini yapmayı planladık. Meslek komitemiz olarak düşündüğümüz bu çalışmaya sağ olsunlar yönetim kurulumuz ve Başkanımız da büyük destek sağlıyor.

15 Nisan Salı Günü saat 10.00’da İstanbul Ticaret Üniversitemizde buluşarak, okulumuzun o güzel kütüphanesinde, kamu yöneticilerimiz, İTO’nun Yönetimi, Meclis Üyeleri, iş dünyamızın çeşitli kesimleri, hocalarımız, kitap dostları ve öğrencilerimizle birlikte bir miktar kitap okuyacağız. Bu çalışma, bir nebze de olsa,  kitap okuma eyleminin önemine insanımızın dikkatine çekebilme gayesi taşımaktadır.

Geçen yıl Rahmetli Yahya Kemal üstadımızın “Aziz İstanbul” kitabını okumuştuk.

Bu yıl benim Galatasaray Lisesinden okuldaşım hem de kadim bir dostum olan Rahmetli Ahmet Haluk Dursun hocamızın artık Türk klasikleri içine girmiş olan “İstanbul’da Yaşama Sanatı” kitabını okuyacağız.

Bu kitap İstanbul’da yaşamanın lezzetini bize hatırlatan çok güzel bir eserdir. Umarım bu kitabı okurken İstanbul’u bambaşka yönleriyle yeniden keşfetmiş olacağız

SON OLARAK NİSAN AYININ İKİ ÖNEMLİ OLAYINI DA YENİDEN HATIRLAYALIM

Nisan ayı içinde inşallah iki önemli olayın yıl dönümünü yaşıyoruz. 17 Nisan 1993’de Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal vefat etmişti. Bu üzücü hadisenin üzerinden tam 32 sene geçti. Merhum Özal Türkiye tarihinde önemli dönüşümlere imza atmış bir kişi idi. Ekonomimizin dışa açılmasında ve serbestleşmesinde büyük katkıları olmuştu. Yine onun döneminde İstanbul’un merkezden çevreye doğru taşınmasında çok büyük bir hareket başlamış ve İstanbul’un Merkezi İş Alanları dediğimiz bölgesinin boşaltılması ve yer değiştirmesi ANAP Dönemi Belediye Başkanı Bedrettin Dalan zamanında başlamıştı. Hatasıyla sevabıyla Özal’ın tarihimizde çok önemli bir yeri olmuştur. Allah Rahmet eylesin

Diğer olay da 23 Nisan 1920’de Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisinin Ankara’da ilk olarak toplanması vuku bulmuştu. Bu olay sonrası Kurtuluş Savaşımız başlamış ve memleketimiz düşman işgalinden kurtulmuştu. Tüm şehitlerimiz ve gazilerimize de Allah’tan Rahmet diliyoruz.

Bu ülke için her şeylerini ortaya koyan şanlı ecdadımıza çok şey borçluyuz borçluyuz.

TRUMP SONRASI ABD TÜRKİYE İLİŞKİLERİ ÜZERİNE

”14 Temmuz 2024 tarihinde İTO Meclisinde yaptığım konuşmanın bir bölümünde Trump sonrası Türkiye ABD ilişkileri nasıl olabilir üzerine kısa bir analiz yapmıştım. Aşağıda bu analiz yer almaktadır”

ABD’de Trump’ın seçimleri kazanması ile birlikte dünya yeni bir döneme hazırlanıyor. Gerçi ABD gibi büyük ülkelerde liderlerin değişimi ile ülke politikalarında çok ani ve hızlı değişimlerin de beraberinde geleceği her zaman görülebilecek bir durum değildir. Ama yine de Trump’ın güçlü bir şekilde yeniden iktidar oluşu muhakkak ki bazı şeylerin değişmesine yol açabilecektir.

Bilindiği üzere Donald Trump, Biden öncesi 2017-2021 arası iktidarda bulunmuştu. Bu süreçte ABD-Türkiye ilişkilerinde karmaşık bir süreç yaşanmıştı. İki ülke arasındaki ilişkiler, özellikle Trump’ın kişisel diplomasi tarzı ve ABD-Türkiye ilişkilerini doğrudan etkileyen konular nedeniyle oldukça inişli çıkışlıydı. Bu dönemde iki ülke arasındaki ilişkiler, bazı alanlarda ciddi gerilimlere sahne olurken diğer alanlarda stratejik iş birliği devam etmişti

BİR KAÇ ÖRNEK VERMEK GEREKİRSE

S-400 Krizi:  Türkiye’ye verilmiş olan taahhütlerin gecikmesi ve sürüncemede bırakılması üzerine Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alması, ABD-Türkiye ilişkilerinde ciddi bir gerilime neden olmuştu. Sonuç olarak Türkiye F-35 programından çıkarılmış ve bize bazı yaptırımlar uygulanmıştı.

YPG/PKK Sorunu: Bilindiği üzere ABD’nin Suriye’de PKK’nın kardeş gücü YPG ve bunun farklı uzantıları ile iş birliği, Türkiye tarafından büyük bir tehdit olarak algılanmakta ve biz ABD’den bu bölücü ve düşman kuvvetlere desteğini durdurmasını talep etmekteydik. Halen de ediyoruz. Trump yönetimi, Türkiye’nin Suriye sınırına yönelik güvenlik endişelerine bir ölçüde destek vermişti  fakat buna rağmen ABD’nin YPG’ye desteği sürmeye devam etmişti.

Ekonomik ve ticarî alanda Türkiye ile ABD arasında ticaret hacminin artırılması hedeflense de bazı ekonomik yaptırımlar ve ek vergiler, iki ülke arasındaki ilişkileri zorlamıştı. Özellikle Türkiye’nin ABD’ye yönelik çelik ihracatına uygulanan ek vergiler, ekonomik ilişkileri olumsuz etkilemişti.

Rahip Brunson Krizi: Rahip Andrew Brunson’ın Türkiye’de tutuklanması ve ardından ABD’nin yaptırım tehditleri, iki ülke arasında büyük bir diplomatik krize neden olmuştu. Trump, Brunson’ın serbest bırakılmasını açıkça talep etmiş ve bu durum Türkiye’nin ekonomisine menfi bir tarzda etki eden döviz dalgalanmalarına yol açmıştı. Brunson’ın serbest bırakılmasıyla bu kriz nispeten çözülmüştü.

Trump yeni yaptığı bir konuşmada da bu konuya atıf yapmış ve problemi canlı tuttuğunu göstemişti.

Trump’ın iktidarda olduğu dönemde Cumhurbaşkanımız ve Trump arasında kişisel dostluk mesajları ön plana çıkmıştı. Tabii bu arada ABD başkanının kendi mizacının da etkisiyle bazen maksadını çok aşan beyanlarına da şahit olduk. Trump’ın diplomatik meselelerde doğrudan Erdoğan’la iletişime geçmesi, iki ülke arasındaki bazı krizlerin hafifletilmesine katkı sağlamıştı. Ancak bu kişisel ilişki her iki ülke için stratejik sorunları çözmekte yeterli olmamıştı.

Yine aynı dönemde Trump, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki doğal gaz arama faaliyetlerine yönelik zaman zaman eleştirilerde bulunsa da Türkiye’ye karşı çok fazla katı bir tutum izlememişti.

Trump’ın yeni döneminde geçmişteki yaklaşımları da referans alarak muhtemel ilişkiler nasıl olabilir üzerinde bazı tahminler yapmak istersek şunları söyleyebiliriz:

Trump’ın yeni bir döneminde ABD-Türkiye ilişkilerinin seyrinin, Trump’ın kişisel diplomasi tarzı, ekonomik iş birliği vaatleri ve Türkiye’nin güvenlik kaygılarına yönelik yaklaşımıyla şekillenmesi beklenebilir.

Geçen döneme göre bazı sorunlar hala devam ediyor. S 400 meselesi , PKK/YPG ve uzantıları ile ilişikler yine sorunlu alanlar.

Trump’ın ilk dönemi ile bugün arasında uluslararası ilişkilerde yeni meseleler ortaya çıktı. Çin faktörü  ve ABD Çin rekabeti daha da ciddi bir hale gelmeye başladı.

Rusya Ukranya savaşı sonrası Avrupa’daki müttefik ülkeler ciddi sorunlarla karşılaştılar. ABD’nin üzerindeki yükler arttı.

Geçen döneme ilave olarak yeni dönemde İsrail’in 7 Ekim 2023 tarihi itibariyle Gazze’de ölçüsüz bir güç kullanarak adeta bir soykırıma başlaması gündeme yeni giren bir madde olarak ortaya çıktı. İsrail’in bu saldırlarını şiddetle kınadığımı da bu vesile ile beyan etmek isterim.

İsrail’in bu şiddet gösterisine karşı başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin önleme yönünde bir aksiyon göstermemeleri, Türkiye ABD ilişkilerini bekleyen önemli bir sorun olarak ortadadır. Trump’ın bu hususta farklı bir tavır göstermesi beklenmemekle birlikte gerek ülkesinde gerekse de dünyanın çok farklı yönlerinde ölçüsüz saldırılara karşı bir reaksiyonun gelişmesi pragmatik bir politikacı olan Trump’ın davranışlarını acaba etkileyebilir mi diye düşünmekteyim.

İnşallah böyle bir gelişme ortaya çıkar. Bazen bu çerçevede bazı ümitlerin ortaya çıktığını gözlemlemekteyiz.

İsrail’in  bir yıldır sürekli arttırdığı bu ateşi tüm OrtaDoğu’ya sıçratma tehlikesi var. İran ile ciddi bir savaş tehlikesi gündemedeki yerini koruyor maalesef.

Türkiye nerede durmalı?

Bu dengeler içinde Türkiye’nin de Orta Doğu’da daha güçlü olması gerekiyor. Özellikle Güneydoğu’da sınırların hem bizim tarafta hem de sınır ötesinde her daim dikkatli olunması lazım.
İran ile İsrail’in muhtemel bir çatışmaya girmesini engellemeye yönelik ciddi gayrete ihtiyaç var.

Suriye ve Mısır ile bozulan ilişkilerin de düzeltilmesi için diplomasi çalışıyor.  

Türkiye, NATO ve AB ile ilişkilerini sıcak tutarken BRICS ülkelerini de ilgi alanında bulundurmaya çalışıyor ki uluslararası alanda alternatiflerini artırabilsin.

Türkiye yakın dönemde sürdürdüğü gibi Rusya ile işbirliğini de belli bir düzeyde tutması  gerekiyor ki denge sağlanabilsin.

Trump daha önceki iktidarında olduğu gibi ABD’yi içine kapanan bir tercihe sürüklerse Türkiye ve gelişmekte olan ülkeler bu noktada finansal olarak etkilenebilir.

Suriye’den asker çekme niyetini yine ortaya koyarsa Türkiye bu politika ile Orta Doğu’da belki daha da rahatlayabilir. Tabii Trump’ı saran derin ABD merkezleri, ona bu imkanı verir mi? Onu ilerleyen zamanlarda hep beraber göreceğiz
Tüm bu kısa uluslararası ilişkiler turunda gördüğümüz üzere bu anlamda dünyanın 4 yıllık yeni bir döneme hazırlandığını gözlemliyoruz. Ve bu süreçte en sıcak noktalarda bulunduğumuzu vurgulamamız gerekiyor.

Bu bahsi kapatmadan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı paylaşımda “Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan başkanlık seçimini büyük bir mücadelenin ardından kazanarak yeniden ABD Başkanı seçilen dostum Donald Trump’ı tebrik ediyorum.” ifadesini kullanması üzerinde de aklıma gelen bir hikayeyi sizlere aktarmak istiyorum

Biliyorsunuz kültürümüzde çok önemli ibret öykülerinin yer aldığı kitaplar vardır. Bunlardan birisi de Beydaba’nın Kelile ve Dimne’sidir.

Çeşitli öyküler üzerinden insanlığa ibretlik halleri gösterir.

Bunlardan birisinde Kelile, Dimne’ye stratejik bir öğüt verir;  

“Akıllı ve mert insanlarla birlikte ol, onlara yaklaş ve onlardan ayrılma. Bir kimse akıllı ve mert ise onunla dost ol. Çünkü akıllı ve mert kişi, olgun kişidir. Akıllı olup mert olmayan kişiyle kötü huylu olsa bile dostluk kur. Kötü huyundan uzak durarak onun aklından yararlanabilirsin.

Akılsız olup mert olan insanla da dost ol; aklını beğenmesen de onunla ilişkini kesme, onun mertliğinden yararlan ve ona akıl ver. Ama hem aptal hem de kötü olandan ise kendini koru.”

Sayın Cumhurbaşkanımızın Trump’a yönelik bu demecini Kelile ve Dimne’deki hikaye ışığında sanırım bir daha değerlendirmemiz gerekiyor.