11 TEMMUZ 1995, SREBRENİTSA KATLİAMI
Temmuz ayı içinde çok sayıda zikredilmesi gereken tarihi olay bulunmaktadır.
Bu yazımızda birkaç tanesini ele alarak günümüzle ilgili boyutlarıyla beraber bazı noktalara temas edeceğiz.
Öncelikle yirmibeş yıl önce yaşanmış ve acısı ilk günkü gibi canlı duran bir olayın yıldönümü ile başlamak istiyoruz.
1991 ile 1995 yılları arasında tüm şiddetiyle süren Bosna Savaşı’nın en karanlık günlerinin başında gelen 11 Temmuz 1995 Srebrenitsa Katliamından söz ediyoruz.
Bu tarihte Sırplar tarafından Birleşmiş Milletler koruması altındaki “güvenli bölge” ilan edilmiş Srebrenitsa’da, yaklaşık 8.400 Müslüman Boşnak — erkek, kadın, çocuk — katledilmişti.
Birleşmiş Milletler adına bölgede görev yapan Hollandalı askerler, ne yazık ki bu katliamı engelleyemediler veya engellemediler, diye de ifade edebiliriz. Diğer batılı ülkeler de bu olaya maalesef sadece seyirci kaldılar. O bölgedeki Müslümanların silahları toplandı, Sırpların adeta önü açıldı ve bu insanlık dışı kıyım göz göre göre yaşandı.
Bu soykırım, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yaşanan en büyük insanlık suçu olarak tarihe geçmiştir. Ne yazık ki Srebrenitsa’da yaşanan soykırım Bosna Savaşındaki tek vahşet değildi.
Örneğin, 1993 yılında Ahmići kasabasında 116 kişi bir camiye doldurulup yakılmıştı. Binlerce Boşnak Müslüman kardeşimiz keskin nişancıların ateşleriyle vurulmuştu. Onların izlerini hala Saraybosna sokaklarında görebilmek mümkün…. Bu savaş sırasında Saraybosna, tam 44 ay işgal altında kaldı.
Bosna Savaşı’nın hatırlattığı acılar, insanın içine adeta bir hançer gibi saplanıyor. Ama ne yazık ki bu olay zulümler zincirinin son halkası olmadı.
Zalimlik, her çağda, farklı kılıklar ve isimler altında kendini göstermeye devam ediyor.
ZULMÜN GÜNÜMÜZDEKİ UZANTISI GAZZE KUŞATMASI
Bugün de benzer bir tablo, ne yazık ki Gazze’de yaşanıyor. 7 Ekim 2023’ten bu yana 2,5 milyon insanın yaşadığı Gazze’de, siyonist güçler sivilleri hedef alıyor. Evleri, iş yerlerini, hastaneleri, okulları yani aklınıza ne gelirse ayırt etmeden ateş altında tutuyorlar. Bu nasıl bir zulüm! İnsan olanın havsalasının alamayacağı bir olay. Abluka sürüyor, yardımlar engelleniyor, bir insanlık trajedisi gözlerimizin önünde yaşanıyor.
Yazıklar olsun ki zalimler değişiyor ama zulümün biçimi değişmiyor.
KERBELA VAK’ASI
Geçtiğimiz günlerde yıldönümünü hüzünle andığımız bir başka acı olay da Kerbela faciasıdır
Bu yıl Hicri takvimde 10 Muharrem günü, miladi 5 Haziran’a denk geldi.
Bu tarih, Peygamber Efendimizin (as) çok sevdiği torunlarından biri olan Hz. Hüseyin’in, o dönemin halifesi Yezid’in ordusu tarafından Kerbela’da şehit edilişinin yıldönümüdür.
Susuz bırakılan, kuşatma altına alınıp katledilen Hz.Hüseyin’in başı kesilmiş ve saraya götürülerek teşhir edilmiştir.
Bu hazin olay, İslâm tarihinde siyasi ayrışmaların nelere mal olabileceğinin çarpıcı ve çok hüzünlü bir örneğidir.
Tesiri yüzyıllar boyu devam eden ve edecek olan ibretli bir vakıa olarak tarihteki yerini almıştır.
BOSNA HERSEK SEYAHATİMİZ VE AYVAZ DEDE ŞENLİKLERİ
Bu iki trajik olaya birazdan yeniden döneceğiz.
Şimdi sizlere kısa süre önce ailece yaptığımız Bosna seyahatinin bir bölümünden bahsetmek istiyorum.
Haziran ayının son haftasında birkaç günlüğüne Bosna-Hersek’e gittik.Orada bizi çok derinden etkileyen bir organizasyona katıldık: Ayvaz Dede Şenlikleri.
Ayvaz Dede, Osmanlı’nın Bosna’yı fethetmeden önce bu topraklara İslâm’ı anlatmak için gelmiş, Manisa Akhisarlı bir derviştir.
Rivayete göre kuraklık çeken Boşnaklarla birlikte yağmur duasına çıkar ve çevresindekilerin inanışına göre duası kabul olur: Çünkü anlatıldığına göre bir kaya yarılır ve içinden su fışkırır.
Bu hadise, Ayvaz Dede’yi halkın gönlünde çok özel bir yere taşır.
Bosna halkının İslâm ile müşerref olmasına etki eden en önemli figürlerden biri olmuştur Ayvaz Dede. Ve onun anısına 515 yıldır bu şenlikler düzenlenmektedir.
28 Haziran günü, Donja Vakuf adlı kasabada Bosna’nın çeşitli şehirlerinden ve bölgelerinden gelen binlerce insan, geleneksel kıyafetleriyle, mehter takımları ve izci grupları eşliğinde atlar üzerinde geçit töreni yaptılar.
Ertesi sabah, Prusaç kasabasından başlayan yaklaşık 8 km’lik yürüyüşle Ayvaz Dede’nin suyu bulduğu tepeye çıktılar.
Burada Dualar edildi, beraberce öğle namazı kılındı.
Bölgenin saygın din adamları, kanaat önderleri, sancaktarlar hep birlikte bu yürüyüşe katıldılar.
Biz de ailecek bu törenin ilk günlü kısmına iştirak ettik. Geçit resmi yapanların ve onları izleyenlerin coşkusu muhteşemdi. Çok etkilendik. Boşnak kardeşlerimiz bizlere büyük bir misafirperverlik gösterdiler.
Bu tören, manevi ve kültürel değerler etrafında şekillenen milli birliğin en güzel örneklerinden biriydi.
2001 yılında da bu yürüyüşün ikinci kısmına; Prusac’dan Ayvazoviça’ya yani tepeye giden 8 km’lik güzergaha katılmıştım.
Bu sene yeniden orada olmak, bende derin etkiler bıraktı. Zihnimde bazı şeyler daha berrak bir şekilde yerli yerine oturdu.
Bu şenlik, Boşnak halkının manevi bağlarla nasıl birbirine tutunduğunu ve bu bağların da onları nasıl ayakta tuttuğunu gösteriyor.
Onlarca katliama, savaşa ve yıkıma rağmen benliğini muhafaza etmiş ve dimdik durabilmiş bir toplumdan söz ediyoruz. Burada dayandıkları temel; maneviyat, geleneksel değerler, imana dayalı bir bakış açısı…
MADDİ VATAN MANEVİ VATAN
Şimdi, bu noktada Osmanlı’nın son dönem sadrazamlarından Sait Halim Paşa’nın “Vatan” tanımına değinmek istiyorum.
Paşa, birbiriyle sıkı sıkıya bağlı olması gereken iki vatan tanımı yapıyor: Maddi Vatan ve Manevi Vatan.
Maddi vatan; ülkenin sınırları, askeri gücü, ekonomik durumu gibi somut unsurlardır.
Manevi vatan ise bir toplumu ayakta tutan, onu millet yapan değerlerdir; din, ahlâk, kültür ve gelenekler gibi…
Paşa der ki:
“Eğer manevi vatana sahip çıkmazsanız maddi vatan ne kadar güçlü olursa olsun sonunda mazallah yıkılabilir. Her ikisine de aynı oranda önem vermek gerekir.”
Bosna’daki Ayvaz Dede şenliklerinde gördük ki manevi vatan orada hâlâ çok güçlü.
Belki de bu yüzden onca acıya rağmen hâlâ ayaktalar.
İTO TUSAŞ TEDARİKÇİ ORGANİZASYONU
Geçtiğimiz hafta İstanbul Ticaret Odamızda bu düşünceleri başka bir zeminde yeniden hatırlatacak mahiyette bir organizasyona iştirak ettik..
Burada TUSAŞ ( Türkiye Uzay Sanayii AŞ) Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan ve ekibiyle bir araya geldik.
Bizlere, Türkiye’nin havacılık ve savunma sanayisinde geldiği noktayı anlattılar.
Kendi uçağını, kendi helikopterini, kendi mühimmatını üreten bir Türkiye’nin somut işaretlerini görmek bizleri gururlandırdı.
Bu organizasyonla İTO olarak bu alanda çalışan üyelerimizin TUSAŞ ile verimli bir iş birliği kurmaları için zemin oluşturmaya çalışıyoruz.
Yerli ve millî üretimin artması, savunma sanayimizin güçlenmesi hepimizin ortak hedefi.
Ben de hoş geldiniz, konuşmamda şunları ifade ettim: Biz, başka ülkelere saldırmak için değil kendi vatanımızı ve huzurumuzu korumak için güçlü olmalıyız. Çünkü asıl olan kendi ülkemizde huzur ve güven içinde yaşamaktır. Başka ülkelerin topraklarına göz koymamaktır. Lakin güçlü olup düşmalara caydırıcı etki etmek de çok önemlidir.
Bu bağlamda hekim ve şair Abdülhak Molla’nın şu beytini sizlere hatırlatmak istiyorum:
“Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz ü felâh,
Hazır ol cenge eğer ister isen sulh u salâh.”
Yani:
“Bütün devletler şu ibretlik söze uyarak zafer ve selâmete ererler.
Eğer barış ve huzur istiyorsan daima savaşa hazır olmalısın.”
Eğer maddi gücümüz ve savunma ekipmanlarımız yeterli değilse Bosna’da olduğu gibi, Gazze’de olduğu gibi, Kerbela’da olduğu gibi birgün özgürlüğümüz tehlikeye girebilir.
Topraklarımız elimizden alınabilir, çocuklarımız yetim kalabilir.
SONUÇ OLARAK SÖZLERİMİ ŞÖYLE TOPARLAYABİLİRİM
Bosna seyahatimiz, manevi değerlerin bir toplumu nasıl ayakta tuttuğunu bize bir kez daha gösterdi.
Srebrenitsa katliamını hatırlarken , zalimlerin kötülük yolunda nasıl organize olabileceğini ve acıma duygularının nasıl körelebildiğini açık seçik müşahade ettik
Kerbela faciası, zalimliğin ne denli ileri boyutlara varabildiğini göstermesi açısında ibret verici bir olay.
TUSAŞ ile yapılan toplantı da ülke olarak Elhamdülillah kendi savunma araçlarımızı üretebilme konusunda ümitvar olmamız gereğini bize bir defa daha hissettirdi
Unutmayalım,
Ekonomik ve askeri güç, manevi değerlerle birleşirse ancak o zaman güçlü bir millet olabiliriz.
Sait Halim Paşa’nın tarif ettiği gibi:
Maddi ve Manevi Vatan birlikte yaşarsa millet yaşar, devlet yaşar..
Son olarak şu dua ve dileklerle sözlerimi tamamlamak istiyorum:
İnşallah zalimlerden olmayız, inşallah zulme direnenlerden oluruz. Zulüm görenlere yardım edenlerden oluruz..
Yezid’in sarayında şehit ağabeyi Hasan için hakkı savunan Hz. Zeynep annemize,
Bosnalılara, Gazzelilere, tüm şehit ve gazilere selam olsun…
Ülkemiz için katma değer üreten işlerde hep birlikte yer almayı ve yöneticilerimizin bu birlik ve beraberliğe katkı sunacak kararlar almasını temenni ediyoruz.
Son olarak birkaç gün sonra 15 Temmuz kalkışmasının dokuzuncu yıldönümünde bu meş’um olayı hatırlayacağız. Bu noktada duamız odur ki bu ülkenin kötülüğüne çalışanların Allah (cc) iki yakalarını bir araya getirmesin. Amin