TEMMUZ VE MUHARREM AYLARINDA HATIRLAMAMIZ GEREKENLER

 

Tarihte vuku bulmuş hadiselere, olmuş bitmiş hatıralar diye bakmak yerine onların bugüne tesirleri ve tarihi süreç içinde ne tür önemli etkiler meydana getirdikleri tarzında bakmanın yararlı olduğuna inanmaktayız. Bu sebepten bugün vuku bulan olayları daima geçmişten günümüze gelen bir seyir içinde anlamlı bir yere oturtabilmeye çalışmak bizlere daha geniş bir anlayış kazandıracaktır.

Bu genel çerçeve içinde Muharrem ve Temmuz aylarında cereyan etmiş hadiselerden bir bölümünü ele almaya çalıştık.

MUHARREM AYI VE HİCRET

Malumunuz olduğu üzere içinde bulunduğumuz ay HİCRİ takvime göre Muharrem ayıdır. Ayın hareketlerine göre düzenlenen ve diğer adı da KAMERİ ay olan bu takvim, adından da anlaşıldığı üzere Hz Peygamber’in (as) Mekke’den Medine’ye hicretini başlangıç olarak ele almış bir zaman ölçme türüdür. Bilindiği gibi iki takvim arasında bir yıl içinde yaklaşık 10 gün fark bulunmakta ve 33 yılda bir bu fark bir seneye çıkmektadır. Hicri takvimin ayları bu sürede mevsimler arasında dolaşmaktadır.

Bu takvimin özelliği İslam Dini’nde ibadetlerin bir bölümünğn hep takvim içinde yer alan aylara göre düzenlenmiş olmasıdır. Oruç tuttuğumuz Ramazan ayı, Hacc mevsimini ve Kurban Bayramını belirleyen Zilhicce ayı bunlardan bir bölümüdür. İşte Hicri yılın ilk ayı da Muharrem’dir.

Muharrem ayında en başta Hicretin gerçekleşmiş olduğunu zikretmiştim. Her kültür dairesi için önem verilen hassas noktalar olduğu gerçeğinden hareketle mesela Hristiyan Kültüründe Hz İsa’nın doğumu çok önemli olduğundan onun doğumu Miladi takvimin başı kabul edilmiştir. Bizde de Hicret çok önemli neticeler doğurduğundan o hadise Hz Ömer tarafından takvim başı olarak tesbit edilmiştir.

HZ HÜSEYİN VE ARKADAŞLARININ ŞEHADETİ

Yine bu ayda İslam tarihinin en hazin olaylarından biri olan Hz Hüseyin’in Kerbela’da şehid edilmesi hadisesi vuku bulmuştur. Bu çok üzücü olay İslam toplulukları arasında maalesef birçok ayrışmaya vesile olmuştur.

Peygamber Efendimizin (as) çok sevdiği iki torunu Hz Hasan ve Hz Hüseyin’i bizler de çok severiz. Onlardan birinin şehid edilmesi hadisesinden derin bir üzüntü duyarız.

İşte Muharrem ayının onuncu günü vuku bulduğu ifade edilen bu günde de başta Hz Hüseyin olmak üzere tüm şehid olanları Rahmetle anar ve bir daha bu tür siyasi ayrışmaların ve acıklı olayların meydana gelmemesi için uyanık olmamız gerektiğini hatırlarız ve birbirimize de hatırlatırız.

Bu vesile ile başta Hz. Hüseyin efendimiz olmak üzere tüm Kerbela Şehitlerine Rahmet diliyoruz.

 10 MUHARREM AŞURE

Tabii bu arada tarihte vuku bulduğuna inandığımız Nuh tufanından sonra da AŞURE yemeğinin yapıldığı ve bu geleneğin işte bu olaya dayandığı ifade edilir.

Bu olayın tarihi olarak 10 Muharrem’de, İslam dünyasının geniş bir bölgesinde halk arasında ve özellikle de tasavvufi gruplarda aşure pişirilip dağıtılır. Bu hadise özellikle İstanbul sosyal kültüründe de çok önemli bir yer edinmiştir.

( Eski İstanbul geleneğinde ilk aşure Sümbülefendi tekkesinde yapılır, Son aşure de Karagümrük Cerrahi Dergahından kaynatılırmış)

 15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ

Hepimizin üzüntüyle hatırlayacağı üzere 15 Temmuz 2016 tarihinde çok can sıkıcı bir kalkışma hadisesi yaşamıştık. Allah’a şükür ki devlet ve millet el ele verilerek bu hadise bertaraf edildi. Fakat maalesef 250 civarında vatan evladımız şehid oldu, 1000’in üzerinde insanımız yaralandı. Bu kalkışmayı tetikleyenler ülkemize ve insanımıza büyük zarar verdiler. Binlerce insanın telef olmasına sebep oldular. Bunların yatacak yeri yok maalesef.

Fakat bu hadise bir yönüyle de milleti birbirine daha fazla kenetledi. Kötü ve sapık fikirlere karşı teyakkuz kabiliyetimizi arttırdı. Eskiler bazı şer hayır getirir derler ya, bu kötü olayın da inşallah bu tür faydaları olmuştur diye düşünmekteyiz.

NURETTİN TOPÇU’NUN VEFATI

Temmuz ayında tarihte neler olmuş diye hatırlamaya çalışırken, 49 sene önce ( 10 Temmuz 1975) Hakkın Rahmetine kavuşan Nurettin Topçu’yu da zikretmek istiyorum. Topçu Türk düşünce hayatı içinde gerek fikirleri gerek duruşu gerekse de yetiştirdiği öğrencileri itibariyle çok ciddi katkıları olan bir değerimizdi. Ülkemizin gelişimi için Anadoluyu merkeze alan bir kültürün oluşmasını önemserdi. Onun için Mektep ve Muallim çok önemli iki kavramdı.

Bakınız Merhum Topçu Mektep ile ilgili özetle şöyle der: Millet bünyesinde inkılaplar, mektepte başlar ve her milletin kendine özel olan mektebi vardır. Milli mektep, zihniyet ve örfler ile, metodları ve müfredatı ile, terbiye prensipleri ve psikolojik temeller ile, hatta binasının yapı tarzıyla kendini başka milletlerinkinden ayırır.

Muallim yani öğretmeni ise şöyle tarif eder: Her şeyden evvel muallim, hayatımızın sahibi olmaktan ziyade sanatkârıdır. Kullanıcısı değil, yapıcısıdır. Seyircisi değil, aktörüdür. O, en doğru, en güzel hayat örneğini yapar, hazırlar ve bize sunar; biz yaşarız. Bizim vazifemiz, bu hayata anlayış katmaktır, anlayışla ona iştirak etmektir. Balını yemeyip yaptıktan sonra bize bırakan arının bu hareketini şuurlandırıp bir ideal haline getirirseniz, onda muallimi bulursunuz. O, ruhunuzdaki kat kat fetihlerin kahramanı ve şerefli sahibi olduğu halde, bu hayatı yaşamayı değil, ona hizmeti tercih ile seçmiş fedakâr varlıktır.

Topçu, Fransa’da Sorbonne’da “İsyan Ahlakı” anlamına gelen “Confirmisme et Revolte” isimli doktora çalışmasından dolayı üniversiteden bir altın saat, Amerika’nın çeşitli bölgelerine  seyahat gibi ödüller almaya hak kazandı. Ancak bu ödüllerin hiçbirini kabul etmeyen Topçu, üniversitenin giriş ve çıkış kulelerinde 24 saat ay yıldızlı Türk bayrağının dalgalanmasını istedi. Topçu’nun bu isteği üniversite yönetimi tarafından yerine getirildi.

Onun hayatını daha detaylı öğrenmek isteyenler TDV İslam ansklopedisinde onunla ilgili maddeye bakabilirler, kitaplarına baş vurabilirler…Allah Rahmet eylesin

KIBRIS BARIŞ HAREKATI

Temmuz ayında hatırlamamız gereken önemli bir diğer olay da 20 Temmuz 1974 tarihinde Türk Ordusu’nun Kıbrıs’a yönelik Barış Harekatı düzenlemesidir. Kıbrıs’ta 1960 yılında kurulan ve Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın garantör olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti dengeli bir yönetim sağlayamıyordu. Adadaki Türklerin hakları korunamaz olmuştu. Tüm bunlara ilave olarak Yunan cuntasının desteğini arkasına alan EOKA lideri Nikos Sampson, 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak amacıyla başlatılan Enosis hareketinin önderlerinden Makarios’a karşı darbe yapıp iktidarı ele geçirmişti.

15 Temmuz 1974’de yaşanan iç darbe sonrası, Türkiye süreci yakından izlemeye başlamıştı. Dozu gittikçe artan insanlık dışı katliamlar karşısında askeri harekâta karar verildi. Bu konuda İngiltere ile ortak hareket edilme yolları araştırıldı. Bunda muvaffak olunamayınca tek çare olarak 20 Temmuz 1974’de askeri harekata başlandı.

Bu harekat sonrası adadaki Türkler ayrı bir varlık olarak kendi devletlerini kurdular. Türkiye garantörlük hakkını kullanarak sürece müdahale etmişti. O günden bu yana Türkiye adaki gelişmeleri yakinen takip etmekte ve Kıbrıslı Türklere ciddi oranda destek sağlamaktadır.

11 TEMMUZ 1995 SIRPLARIN SREBRENİTSA KATLİAMI

Yugoslavya’nın dağılmasından sonra patlak veren Bosna Savaşı sırasında 1992-95 yılları arasında Bosna’nın doğu tarafı sistematik olarak yürütülen büyük çaplı bir etnik temizliğe maruz kalmıştır. Burada tüm dünyanın gözleri önünde, Sırp kuvvetleri Boşnaklara karşı maalesef her türlü savaş suçunu işlemişler dünya da bunu seyretmiştir.

Srebrenitsa Katliamı

Sırp saldırılarından kaçan binlerce Boşnak, BM tarafından “güvenli bölge” ilan edilen ve 400 Hollandalı barış gücü askeri tarafından korunan Srebrenitsa’ya sığınmışlardı. Sığınmacılardan yaklaşık 25.000’i, barış gücü askerlerince Srebrenitsa’ya birkaç kilometre mesafedeki Potaçari’de bulunan bir fabrikaya yerleştirilmişlerdi.

Fabrikadaki savunmasız binlerce Boşnak, Hollandalı askerlerce 11 Temmuz 1995’te Sırp Kasabı adıyla maruf Ratko Miladiç komutasındaki Sırp askerlerine teslim edildiler. Askerler 12 yaş üstü tüm erkekleri bir yana, kadınları da diğer yana ayırdılar. Kadınlara tecavüz edildi, erkekler ise kamyon ve otobüslere doldurularak ölüme götürüldü.

 

Srebrenitsa’daki kıyımdan Tuzla’ya kaçmaya çalışan 12.000’i aşkın Boşnak, Müslüman, dağlık yol üzerinde pusu kuran keskin nişancı Sırp askerleri tarafından âdeta tek tek avlandılar.

Dağlardaki bu zorlu kaçış yolundan yaklaşık 3.000 kişi sağ olarak Tuzla’ya ulaşabildi. Srebrenitsa’dan Tuzla’ya uzanan yolda 10 gün içerisinde 10.000’den fazla kişi katledildi.

Srebrenitsa’da yaşanan bu katliam Avrupa’da hukuksal olarak belgelenen ilk soykırım olarak tarihe geçti. Bu soykırımı Avrupalı güçlerin silahsız Müslümanları Sırplara göz göre katlettirdikleri utanç verici bir hadise olarak tarihte yerini almıştır.

Tarihi süreçte vuku bulan bu olay maalesef sadece tarihte kalmamış kötü bir örneği de 2023 yılı Ekim ayından bugüne kadar Gazze’de Siyonist güçlerin silahsız halka yönelik saldırılarıyla adeta tekrar yaşanmış ve yaşanmaya devam etmektedir. Yine dünyanın büyük güçleri bu olaya etkili bir şekilde müdahale etmemektedirler.

Sonuç olarak, Temmuz ve Muharrem ayları içinde geçmiş dönemlerde meydana gelen bir kaç hadisede de görüldüğü üzere bugün olduğu gibi de dün de zalimler fırsat buldukları zaman zulüm ve adaletsizliklerini tatbik etmektedirler. Hakkın ve adaletin yanında olanların vazifesi de zulme ve zalimlere karşı ellerinden geldiği ölçüde karşı koymaları, engellemeye çalışmaları ve mazlumun yanında yer almalarıdır. Tarih bu ve buna benzer çok sayıda örneklerle doludur.

Merhum Nurettin Topçu’nun verdiği ders ise nitelikli insanların daima iz bırakmaları ve bırakılan izlerin de yıllar geçse de müsbet tesirlerini devam ettiriyor olmasıdır.

Allah (cc) merhum Nurettin Topçu gibi güzel örneklerin sayılarını arttırsın.

15 Temmuz’un yıldönümü üzerine bazı düşünceler

( Bu yazı ilk olarak 15 Temmuz 2017 tarihinde kaleme alınmış ve o dönem Dünya Bülteni’nde yayınlanmıştı. Tekrar okuduğumuzda buradaki fikirler ve yorumlar büyük ölçüde bugün için de geçerli olduğu düşünülerek çok ufak bazı düzeltmeler ve eklemeler dışında aynen muhafaza edilmiştir.  )

Tarihimizde önemli kırılma anlarından biri olan 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana tam bir yıl geçti.  Daha önce 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat post modern darbesi ve 27 Nisan e- muhtıra gibi olayları geçiren bu millet 15 Temmuz 2016’da yeni bir darbe girişimini topyekun bertaraf etti.

27 Nisan e- muhtırası sonrasında o dönemin Başbakanı ve hükümetinin gösterdiği dik duruş askeri vesayet sisteminin devamını isteyen güçlere karşı ilk ve önemli bir karşı koyuş idi. 17-25 hukuki darbe girişimi de bir tür kalkışma olarak değerlendirilebilir. O da ciddi bir karşı duruş ile bertaraf edildi
15 Temmuz’da 251 Şehidimiz  ve binlerce yaralımız olmasına rağmen bu kanlı süreç de Allah’a şükür püskürtüldü

Ölenlerimize Rahmet yaralılara şifalar diliyoruz. Bu olayın yıl döneminde hepsini saygı ile anmaktayız.

15 Temmuz’un etkilerinin bir kısmını özetle şu şekilde sıralayabiliriz:

1/ Toplumda tedirginlik hali bazen abartılı seviyelere ulaştı.

Bu menfur olay inşallah şimdilik atlatıldı fakat meydana getirdiği tedirginlik bir dönem daha üzerimizde kalacak gibi görünüyor. Bu hal bir yandan bakıldığında, toplum için daima dikkatli olma duygusunu diri tutmaya yaradığından kısmen müsbet bir durum olarak nitelenebilir. Diğer yandan ise tedirginlik, ayarı iyi tutulmazsa bir çok kalıcı işin yapılmasının ertelenmesine de yol açabilir.

Sürekli gerginlik insanlarda yapılması düşünülen bir çok faaliyet için onları daha sonraya bırakma duygusunu tetikleyebilir. Bu da toplumsal açıdan faydalı çalışmalar için zaman kaybını beraberinde getirebilir.

Ayrıca tedirginlik hali ekonomik açıdan da toplumda ileriye yönelik beklentileri menfi etkileyebilir. Bu halden çok kısa bir sürede çıkabilmenin gerekli olduğunu düşünmekteyiz.

Bu sebeplerden toplum olarak kısmi bir teyakkuz halini ve tedbirleri maksimum seviyede tutmayı önemsemekle birlikte toplumsal tedirginliği sürekli tetikleyici abartıcı yayınlardan kaçınmanın da önemli olduğunu zikredebiliriz

2/ Takiyye sebebiyle insanlar arasında güvensizlik oluştu

Bozguncu FETÖ hareketi, maalesef toplumda fertler arasına ciddi bir güvensizlik tohumu attı. Bu grubun çokça kullandığı bir yöntem bilindiği üzere tedbir ve takiyye. Yani olduğu gibi görünmemek, duruma göre görüntü vermek ( Adeta bukalemun). Takiyye öyle kötü bir şey ki bu halin neticesinde insanlar birbirlerine güvenemez hale geldiler.

Oysa, ‘özüyle sözünün bir olması’, ‘ya olduğu gibi görün ya da göründüğün gibi ol’ öğütleri toplumumuz için temel dinamiklerden biri olarak hiçbir zaman ihmal edilmemelidir.

3/ Şahsiyetsizliğin bu hareketin önemli bir özelliği olduğu ortaya çıktı. Bu noktayı vurgulamak önemli

Tarihi süreçte yukarıda özetle sıraladığımız darbeleri yapanlar veya darbeye kalkışanlar kendi çaplarında, bir yönüyle bakıldığında mert kişilerdi. Başarsalar da başaramasalar da bugüne kadar yaptıkları eylemlerin arkasında yer aldılar.

Kenan Evren bile son günlerine kadar, neredeyse toplumun çok önemli bir kısmı 12 Eylül sürecinde işledikleri fiilleri onaylamasa da kendi yaptığı işin arkasında durdu.

Geçen gün bir yazıda rastladığım Talat Aydemir örneği de bunu net olarak ortaya koymakta. Talat Aydemir darbe teşebbüsü sonrası çıkarıldığı mahkemede şöyle diyor. ‘Ben serbest kalırsam ve fırsat bulduğumda tekrar darbe yaparım’. Bu sebepten kendisini asıyorlar.

Fakat FETÖ hareketi kaçak güreşen bir yapı. Bir yandan “bizim darbe ile alakamız yok” yalanını rahat bir şekilde söylüyor, yakalananlar mazlum rolünü oynuyor, en tepede yer aldığı neredeyse gün gibi açık olanlar bile “hayır benim alakam yok” diyor, fakat alttan alta hala melanetleri işlemeye devam ediyorlar.

4/ Tepe ekibin önemli kısmının yurt dışında olması tehlike oluşturuyor. Bu konu çözülebilmeli.

En tepedeki ekibin büyük bölümü çeşitli şekilde yurt dışına kaçabildi ki bu da önemli bir tehlike. FETÖ hareketinin en tepesindeki bu melanetin başı ve yakınında yer alanların bir an evvel etkisiz hale getirilmesi şart ki daha alttakiler daha rahat çözülebilsinler. Bu da yöneticilerimizin önemli bir sınavı. Tabii bu sınavın hiç de kolay olmadığını belirtmemız gerektiğine de inanıyorum

Bu hareketin dış güçlerin maşası olmuş kesimi yurt dışında sürekli ülke aleyhinde tezviratyapıyorlar. Bunlar mazallah ülke yönetimini ele alsalardı demek ki vatanı tamamen satacaklardı. Kendi halkından bu kadar kopabilen ve onları gafiller olarak niteleyen bir lider kadrosunun bu halka ne verebileceğini de özellikle görmek ve gösterebilmek zorundayız.

5/ Bu hareket milletin 25-30 yılda yetiştirdiği önemli sayıdaki genç nüfusu belli bir dönem için de olsa kullanılamaz hale getirdi.

Bu hareket ülkenin 25-30 yılda yetiştirdiği önemli bir insan unsurunu telef etti ve onların bir daha uzun süre ülke için çalışabilmelerini adeta engelledi. Dış güçler uzun yıllar uğraşsa ülkemizin insan unsuruna bu kadar zarar veremezlerdi. Bu zararı, içimizden yetişen ve adeta toplumun tüm zerrelerine nüfuz eden bir faaliyet eliyle kısmen de olsa başarabildiler. Bu olay üzerinde çok dikkatli analizler yapılması hayati bir zaruret olarak önümüzde duruyor.

6/ Bu teşebbüs ekonomik gücümüzü de kısmen zayıflattı. Firmaların ve öz sermayelerin kaybolmasına neden oldu

Bu hareket ülkenin sermayesini, firmalarını ve ekonomik gücünü de kısmi anlamda baltaladı. Firmalar kapandı, sermayeleri eridi. Büyük bir kısmı ise yurt dışına kaçtı. Bunlar bu ülkenin sermayesi değil miydi?

İyi niyetlerle bu firmalara ortak olan kişilerin de emekleri heba oldu. Bir dönem Devletin bir çok imkanını kullanan bu harekete bağlı organizasyonlarla temas kuran kişiler ve firmaların bir çoğu, aslında bu yapının müntesibi olmasalar da bu menfi gelişmeden büyük yara aldılar. Bu yara kümülatif olarak ülke zenginliğine bir darbe olarak yine bize geri döndü.

7/ Türk Ordusunun imajı yara aldı.

Türk ordusu hem ülkemiz, hem bölgemiz, hem de mazlum halkalar için bir güven unsuru ve bir umuttur. Bunu yaralamaya kalktılar.

Ülkenin ve bölgenin önemli bir gücü olan Türk Ordusu bu teşebbüsle birlikte ciddi bir yara aldı. 200’ün üzerine general sistem dışına çıktı. Şüphe hala devam ediyor. Bu zafiyet hem ülke içinde hem de dışında büyük ümit beslenen ordumuzu zayıflatama potansiyeli olan bir durumdu. İnşallah az bir zararla atlatıldı. Ama hasar yapmadığı söylenemez.

8/ Cemaat kavramı yara aldı.

İnancımıza göre cemaat olmak önemlidir. Namaz kılarken bile cemaatle kılmak 27 kat fazla sevabı olduğu kaynaklarımızda ısrarla ifade edilir.

Bu hareket neticesinde ülkede cemaat olgusu da bir ölçüde yara aldı. İnsanların içinde kısmen güven duydukları cemaat yapılanmalarına karşı bunu menfi olarak hızlandıran kesimlerin de çabalarıyla soru işaretleri oluştu.

Tabii yıllardır bu gelişmelerden rahatsızlık duyan kesimler de adeta ellerini oluşturuyor ve boşalan yerlere nüfuz etmeye çalışıyorlar. Bu noktaya da özellikle dikkat etmek önemli.

Bu hareketin yapmaya çalıştığı faaliyetleri yıllardır farklı niyetlerle yapmakta olan ve ipi dışarı bağlı guruplar bu ortamdan sütten çıkmış ak kaşık gibi sıyrılma çabası içindeler. Onlardan da dikkatlerimizi bir an bile ayırmamalıyız. FETÖ bir gün gider ama onun yerini daha zararlıları gelip ülkemizin başına yeni dertler açabilirler

9/ Hoca imajını kirlettiler.

Bu ülkenin insanlarının önemli bir bölümü bir zamanlar ‘vurun kahpeye’ türü filmler ile hocalardan nefret eder bir hale gelmişti. Bu imaj yeni yeni ortadan kalkıyordu. Bunların hıyaneti yüzünden hocalara da şüphe ile bakılır hale geldi. Bu vebalin hesabını nasıl verecekler?

Bizim Peygamberimiz (a.s) Hicrete giderken bile Mekke müşriklerinin güvendiği ve emanetlerini teslim ettiği bir kişiydi. (El Emin)

İnsanlar FETÖ organizasyonlarına onları samimi zannederek evlatlarını teslim ettiler. Zekatlarını, sadakalarını verdiler. Fakat bunlar bu değerleri maalesef ülkemize karşı kullandılar. Emanete hıyanet ettiler.

10/ Yurt dışında uzunca bir dönem daha ülkenin aleyhine kullanılmaya müsait önemli sayıda bir kalabalık bulunuyor.

Bunların bir bölümünü bir şekilde tekrar kazanmaya çalışmak gerekiyor. Bu süreçte gizli ve açık zararlarına karşı uyanık olmak, iflah olmayacak olanları ise zarar veremez hale getirmek boynumuzun borcu olmalıdır.

11/ Bu darbe teşebbüsü neticesinde uluslararası sahada ülkemizin hakiki dostları ve düşmanları açık bir şekilde bir defa daha ortaya çıktılar.

Yabancı güçler, eskiden sütre gerisinden yaptıkları ülkemiz aleyhindeki faaliyetlerini bu sefer çok açık bir şekilde uyguladılar. Başarılarından emin oldukları için hiçbir sakınmada bulunmadan pervasız bir şekilde ortaya çıktılar. Başta Cumhurbaşkanımızın kararlı tutumu, güvenlik güçlerinin sağ duyulu kesiminin gayretleri ve halkımızın kahramanca direnişi ile bu hadise bertaraf edilince açıkta kalan bu dış güçler daha sonra farklı şekillerde yeniden güven tazelemeye çalıştılar. Tüm bu kesimlerin dikkatlice not edilmesi bizce çok önemli

Bu hıyanetler bize bazı şeyleri bir daha hatırlattı

1/ Kişilere bağlı hareketler değil ilkelere, sahih bilgilere dayalı hareketler önemli olmalıdır.

Bir kişi “Müslümanım” diyorsa ve kendini bu çerçevede alim, bilgin, lider veya önder görüyorsa muhakkak bu durumunu sahih kaynaklarımıza göre izah edebilmek zorundadır.

İslam Akaid’inde de altın kural kitaba ve sünnete bağlı olmayan bilgi kaynaklarının geçerli sayılmamasıdır. Yok “bana ilham geldi, rüyada Peygamber’i (a.s ) gördüm, bana şunu dedi” türünde ifadeler sadece göreni bağlayabilir. Diğer kişiler için bağlayıcı değildir. Bu hükmün ne kadar hayati olduğunu bu olaylarda bir defa daha açıklıkla öğrendik

2/ Herkes ve özellikle toplum önderleri ve onların oluşturduğu hareketler denetlenebilmelidir.

Hz. Ömer bir gün hutbede sorar. Ben yanlış yaparsam nasıl davranırsınız ?
Sahabeden biri kalkar ve şöyle der: kılıcımızla düzeltiriz.
Hz. Ömer gibi sert bir adam bu cevaptan çok memnun olur…

Bu yaklaşım çok önemlidir. Denetleme mekanizması kendinden ve istikametinden emin kişiler ve guruplar için çekinilecek bir durum değildir. Aksine mekanizmaların sıhhatli çalışması için elzemdir. En küçük birimden Devlet gibi en büyük organizasyona kadar her alanda çok sıkı bir denetleme mekanizması oluşturmak zorundayız

Eski dönemlerde başarılı bir şekilde uygulanmış. Ahilik yapısı içinde ‘yanlış yapanların pabucunu dama atabilme yaklaşımı’ bugün de titizlikle uygulanabilmeli, konumu ne olursa olsun hiç kimse bu hayati kuralın dışında değerlendirilmemelidir.

3/ Akleden, düşünen, sorgulayabilen, mukayese edebilen ve özgüvene sahip insanlar yetiştirebilmeliyiz.

Peygamberimizin (as) şu sözü çok önemlidir. ‘Dininizi kimden aldığınıza dikkat ediniz’. Bu kuralı her yere uygulayabilmeliyiz.

Bunun için de sorgulayıcı bir eğitim sistemi önemlidir. Sürekli araştıran, kendine güvenen, Allah’ın kendine bahşettiği akıl nimetini doğru bilgiyi daha iyi yorumlayabilmek için kullanan, aklını inancının emrine veren ama hiçbir zaman dışarıda bırakmayan bir yaklaşımın toplumda hakim olmasının gerektiğine inanmaktayız.

4/ Adalet duygusu, Adaleti her şeyin üstünde tutmak ve ona bağlı hareket etmek çok önemlidir.

Topluma karşı silah sıkanların merhamet dilenmeye hakları yoktur. Fakat bu hain kesimler hedef şaşırtmaya çalışıp kurunun yanında yaşın da yanmasına yol açmak istiyorlar. Bu konuda hem yönetici kadrolar hem de halkımız teyakkuz halinde olmalıdır. ( zaten oluyorlar ama burada bir daha altını çizmek için bu cümleyi sarf ediyoruz.)

At izi it izine karışırsa ve adalet duygusu kaybolursa bu mazallah uzun dönemli tahribat yapar.
Hainler para ve nüfuz güçlerini kullanarak bu işten sıyrılamamalı adalet herkese denebilmelidir. Bu noktaya dikkat çok önemli. Ortaya çıkan bir kısım emareler bu konuda bazı sıkıntılar olduğunu gösteriyor. İnşallah zaman içinde bu durumun da düzeleceğine inanıyoruz.

5/ Bu olayla birlikte gençlerimize güvenmemiz gerektiği bir defa daha ortaya çıktı.

Geçmiş dönemlerde bir çok yerde gençlerimizle ilgili bazı menfi kanaatler ileri sürülüyordu. Bu gençlik çok kalite kaybetti, çalışmıyorlar, gayret göstermiyorlar diye eleştiriliyordu.

Başımızdan geçen hadise bize beğenmediğimiz (!) gençlerimizin içlerinde ne büyük bir vatan sevgisi ve şehadet ruhunun olduğunu gösterdi. Eskilerin deyimiyle bazı şer hayır getirir kuralı burada net olarak bir daha ortaya çıktı.

Çocuklara ve gençlere; ailede, sosyal hayatta ve eğitim sistemi içerisinde yıllarca sürecek bir dönemde kazandırılması arzu edilen vatan sevgisi mefhumunun, esasında onların genlerinde evvel emirde var olduğunun bu olayla birlikte berrak bir şekilde ortaya çıkmasına neden oldu.

15 Temmuz ruhu doğru ve faydalı noktalara nasıl kanalize edilebilir?

15 Temmuz direnişi ve başarısı ile ortaya çıkan bu ruhun doğru yerlere kanalize edilmesi çok önemlidir. Toplum belli bir süre hamasetle diri tutulabilir. Fakat bu ilanihaye süremez. İnsanımızın çok iyi bir şekilde eğitilmesi önemlidir.

Bu noktada zikredilebilecek bazı hususları şu şekilde sıralayabiliriz.

Araştırıcı ve sorgulayıcı bir eğitim anlayışı büyük önem taşımaktadır.

İnançlı ve ideal sahibi

Sahih kaynaklardan elde edilecek bir din bilgisine sahip,

Tarih şuuruna vakıf

Kültür ve sanat alanında belli bir kaliteye ulaşmayı amaçlayan

Stratejik düşünebilmeye çalışan

Sadece ülke sınırlarıyla değil Dünya çapında düşünebilmeye gayret eden

Bunun için de hem genel bilgisini hem de dil seviyesini yükseltebilmeye uğraşan bir insan unsuru gereklidir.

Ayrıca;

Yüksek öğretimde kaliteli doktoralı eleman seviyesi hızla arttırılmalı.

Sahip olmaya çalıştıkları meslek için gerekli olan bilgi, beceri ve yetkinlikler gençlerimize ve çalışanlarımıza kazandırılmalı.

Çalışan nüfusun eğitimi çok hızlı bir şekilde geliştirilmeli. ( Bugün maalesef 27 milyonluk iş gücümüzün yaklaşık 16 milyonu orta okul tahsili düzeyindedir)

Yarıştığımız batılı güçlerin insan unsuru ile her alanda boy ölçüşecek nesiller yetiştirmek zorundayız.
Orta gelir tuzağı ancak bu şekilde aşılır. Arzu edilen ve çokça dillendirilen kültür ve medeniyet hamleleri ancak bu şekilde gerçekleştirilebilir.

İlave olarak kendimiz ve diğer insanlarımız için şu noktaların önemini sürekli vurgulamalıyız.

Şeffaf olmalıyız,
Gizli gündemler taşımamalıyız,
Hayırda yarışmalıyız
‘Yaradılanı severiz Yaradandan ötürü anlayışı bizim temel felsefemiz olmalı.

Hak anlayışını toplumda hakim bir yaklaşım olarak daima önde tutmalıyız. İnsanlar sadece kendi menfaatlerini değil mutlak manada hakkı üstün tutmayı gözetmelidirler. ( kul hakkına ve kamu hakkına tecavüzden şiddetle kaçınmalıdırlar)

Unutulmamalıdır ki bu alanlarda ortaya çıkan arızalar başka insanların da yapacakları haksızlık ve hukuksuzluklara zemin ve gerekçe hazırlarlar.

Ekonomik yapı ile ilgili bazı noktalara temas etmek gerekirse;

Darbe girişimi ve onun bir üst kurgusu olan ülkemizi cenderenin içine alma planı, ancak nitelikli insan unsuru yanında güçlü bir ekonomi ile bertaraf edilebilir. Güçlü bir ekonomi de tüketime yönelik değil üretime yönelik bir ekonomik yapı ile gerçekleşebilir. Ülkemizde hüküm sürmekte olan mevcut ekonomik yaklaşım maalesef istenen reel anlamda gelişmişlik düzeyine bir türlü erişemedi. Bu alanda da ciddi bir seferberlik yapılması gerekiyor, hatta geç bile kalındı.

Devlet yatırımları ekonomik sistemde ancak tetikleyici bir rol oynayabilir.( veya oynamalıdır)

Asıl olan girişimci ruhu canlandırmak, fertlerin ve ortaklıkların oluşturduğu ekonomik yatırımları arttırmaktır. Bu ekonomik yatırımların ise daha stratejik sektörlere ve alanlara kaydırılması şarttır.

Ülke girişimcilerinin kolay para kazanmak yerine ülkeyi düşünen daha zor ama katma değeri yüksek alanlara yönlendirilmesi esastır.

Yüksek faizin, yıpratıcı bürokrasinin ve girişimciye şüphe ile bakan bir devlet mekanizmasının değişmediği bir ülkede bu alanlarda çok verimli faaliyetler yapılması ne kadar mümkündür onun üzerinde ciddiyetle eğilmemiz gerekmektedir.

Bunun için Devletin teşviği şarttır ama yeterli değildir. Fertlerin de hakikaten önünün açılması gerekmektedir. Bugün bu alanda hala istenen düzeyi yakalayamadığımızı dikkatli gözler fark etmektedir.

( 2020 Yılının Temmuz ayına gelindiğinde Mart ayının ortalarından itibaren etkili olan COVİD 19 salgınının ülke ekonomisi üzerindeki menfi etkisini de özellikle zikretmemiz gerekiyor. Bu zor süreci atlatabilme gayesiyle hükümet çok sayıda tedbiri hayata geçirmiş durumda. Kriz uluslararası boyutta olduğu için sadece yerel tedbirlerle bu işin üstesinden gelmek de pek kolay değil. Bu arada faizlerde ciddi bir düşüş görülmekte. Fakat ekonomik anlamda ortaya çıkan önemli kaybın nasıl bir süreçte geri dönebileceğini inşallah zaman için de göreceğiz. Ayrıca son salgın ile birlikte dünya üzerinde ortaya çıkan yeni trendleri hem devlet hem de sivil toplum olarak iyi okuyup her alanda gerekli pozisyonları da alabilmek gerekiyor. ( 15 Temmuz 2020 günü yapılan ilave)

Özetle bu temel yaklaşımları öne alan bir eğitim sistemi, insan unsuru ve ekonomik yapı toplumumuzun daha iyi bir düzeye yükselmesine imkan sağlayabilir. İnsanlarımız hayır yolunda yarışır hale gelirler.

Büyük düşünmeli, bu düşünceye uygun bir sistemle ve bu yükün altına girecek fertlerle dolu bir topluma ulaşabilmeliyiz. Ancak o zaman sürekli tekrar ettiğimiz ve toplumun önüne koyduğumuz hedefleri yakalayabilmek mümkün olabilir.

Allah toplumumuza bir daha böyle acı günleri yaşatmasın.

Dünya Bülteni, 14.07.2017 (Bu yazıya 2019 ve en son 2020 Temmuz aylarında küçük ilaveler yapılmıştır.)