İstanbul Ticaret Odası her ayın ikinci perşembe günü Meclis üyeleri ile bir toplantı yapar. Bu toplantıda rutin konuların görüşülmesi dışında, üyeler gerek sektörleri ile ilgili gerekse de genel konuları ele alarak, kürsüde görüşlerini ifade ederler. 2019 Ağustos ayı Meclis toplantısında ben de söz aldım.
Konuşmamın ana hareket noktası Temmuz ayında Türkiye’de, bir ay içinde yayınlanan kitap sayısı adedi olarak bir rekor kırılmış olmasıydı. Bu gelişme ile ilgili meclis üyesi arkadaşlarımı bilgilendirmek ve bu noktadan hareketle yayın dünyası, kitap, kültür, düşünce konularında hem iş dünyası hem de bu konuşmaya muhatap olacak kişiler nezdine bir farkındalık oluşturmayı hedeflemiştim.
Konuşmama yıllar evvel Sedat Kaya adlı bir gazetecinin kendi köşesinde yayınlanan bir yazısından alıntılar yaparak başladım. Yazı özetle şöyle idi.
1905 Yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Theodore Roosevelt, kendi dönemindeki Kızılderili liderleri ile bir toplantı düzenlemiş.
O dönemin Kızılderili şefleri trenle New York’a getirilmişler. Bir heyet kendilerini karşılamış ve şehri gezdirmeye başlamış.
Sokaklardaki insan seli, arabaların, iş makinalarının gürültüsü Kızılderili şeflerini bir hayli şaşırtmış.
Derken bir aralık Kabilelerden birinin şefi olan Kara Geyik dikkat kesilmiş, yanındakilere bir Ağustos böceğinin şarkısını duyduğunu söylemiş.
Yanındaki diğer reisler de onu onaylamışlar fakat diğer beyaz adamlar böyle bir şey olamayacağını, olsa bile onun sesinin bu gürültü içinde duyulabilmesinin mümkün olmadığını ifade etmişler.
Kara Geyik ısrar etmiş, bindiği arabayı durdurmuş ve ileride bir parka doğru gitmeye başlamış. Derken orada bir ağustos böceğinin görmüş. İşte demiş ses buradan geliyor.
Herkes hayretler içinde kalmış.
“Olamaz” demişler, “Sende doğaüstü güçler var.”
“Hayır” demiş Kara Geyik,
“Ağustos böceğinin sesini duymak için doğaüstü güce ihtiyaç yok. Bu sizin ilginiz ile bağlantılı bir şey.
Bakın demiş şimdi size bir şey göstereceğim:’
Hemen cebinden metal bir 50 sent çıkarmış ve kaldırımda yürüyen insanların arasına yuvarlamış… Para metal gürültüsü çıkararak belli bir yol almış.
Bir anda sesi duyan herkes “acaba benden mi düştü.” diye paraya bakmaya başlamışlar.
Kara Geyik yanındakilere sormuş.
‘Benim ne demek istediğimi şimdi anlayabildiniz mi?’
“Anlamadık” demişler
Bakın demiş;
“Bir insan için önemli olan nelere değer verdiğidir. Çünkü her şeyi ona göre duyar, ona göre görür ve ona göre hisseder. Siz doğaya değer verseydiniz, Ağustos böceğinin şarkısını duyardınız. Paraya değer veren insanlar en küçük bir metal sesinde hemen dikkat kesiliveriyorlar’…
Daha sonra beni dinleyenlere şu soruyu yönelttim.
Bu hikâyeyi niye anlattım? Şimdi bunun üzerinde biraz konuşalım müsaade ederseniz…
Cevap sadedinde ise aşağıdaki tarzda sözlerime devam etim.
Biz tanım olarak iş adamıyız. Ticaret odasında 400 binin üzerinde tüccar ve sanayiciyi temsil ediyoruz.
Bugün gündemimizin en önemli yerlerine para, çek, karlılık oranı, ebita (favök), ihracat, ithalat, gayrisafi milli hâsıla, geçinme endeksleri gibi maddi değerler oturmuş vaziyette. Gündemimizi haddinden fazla doldurmakta olan bu başlıkların arasında bizi insani olarak yücelten değerlere yeterli oranda yer ayırabiliyor muyuz?
Oysa biz iş adamı kimliğinin daha üstünde bir kimliğe sahibiz. Çünkü biz insanız.
İnsan için Şeyh Galip şöyle der:
‘Hoşça bak zatına zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen “
Biraz daha sadeleştirerek ifade edersek
“Kendine saygıyla muhabbetle bak, çünkü âlemin özü sensin.
Sen, kâinatın göz bebeği olan insansın.”
Buradan hareketle insan çok değerli bir varlık ve insan için paradan puldan maddiyattan daha önemli değerler var veya olmalı.
İnsan, âlemin özü, kâinatın göz bebeği…
Kültür, sanat, felsefe, köklü bir medeniyete ait olma, düşünce, tabii hepsinin en önünde iman bu değerlerden bir bölümü
Bunları elde edebilmek bilgi ile olur, öğrenmekle olur, öğrendiklerimiz üzerinde derinden derine düşünmek ile yani tefekkür etmekle olur
Düşünmek deyince hemen şöyle bir izahat yapayım. Bu kelime için, insanın kendi içine düşmesi yani kendini derinliğine tanıması kavramından gelir derler ki bu da benim çok hoşuma giden bir izah tarzıdır.
Bu özellikleri kazanmak için öncelikle okumak, kitaplarla haşir neşir olmak, âlim ve arif kişilerle sohbet etmek gerekir.
Düşünce hayatıyla ilgili konulara, okumaya ve kitaba ilgi duymak, bu noktalara dikkatini vermek ağustos böceğinin şarkısına kulak kabartmakla eş değer bir eylemdir. Çoğu kişinin para şıkırtısının peşinde koştuğu bir dünyada ağustos böceğinin namelerini önemseyen yani kendi insani değerlerinin farkına varmış bireyler olabilmeye çalışmak gerekiyor.
Bunun için de bizler okumalıyız, çevremizi de okumaya, öğrenmeye, ufkumuzu açmaya teşvik etmeliyiz
Bu gayretlerin sonuçları hem bizim üzerimizde kendinin gösterir, hem de çoluğumuzda, çocuğumuzda, torunumuzda, yani yakın ve uzak çevremizde müspet bir şekilde müspet bir tarzda dallanır ve budaklanır.
Bu tarz faydalı ortamlar ve ilgiler başkalarına da sirayet eder adeta bulaşıcıdır
Mesela bizler, yani topyekûn hepimiz, yapabildiğimiz ölçüde bu tarz bir yaklaşımı hayatımıza uygulayabilmeliyiz…
Bu noktaya gelmişken benim konuşmamdan biraz ayrılarak küçük bir ilave yapmak istiyorum:
İTO’NUN KİTAP FUARLARI NOKTASINDAKİ GAYRETLERİ
Frankfurt Kitap fuarında Türkiye’nin konuk ülke olduğu 2008 yılında biz de İTO olarak çok farklı şeyler yapmıştık.
Muhteşem bir Konser, Dünyanın en büyük ebrusunun, fuar bahçesinde Hikmet Barutçugil Hoca tarafından yapılması, paneller, sergiler ve daha birçok etkinliği o yıl İTO organize etmişti.
O sene faaliyetlerimizi anlatırken şöyle bir temel cümle kullanmıştık:
İş adamı dediğimiz kişi sadece para ile pul ile ilgilenmez veya ilgilenmemelidir Kitap, yayın ve çeşitli sanat etkinlikleri bizim için insanın olmazsa olmaz değerlerinin ortaya çıkmasını sağlayan unsurlardır. Bunun için bu fuarda ( Frankfurt’ta) İTO olarak aktif durumdaydık. Yeni bir iş adamı tipi oluşturmalıyız diyorduk. Bence bu nokta her dönemde geçerli bir husus olarak önümüzde durmaktadır.
İTO olarak bu ilgimiz devam ediyor ve yayıncılık sektörümüz de başarılı bir grafik çiziyor
Yeniden konuşmamıza dönersek…
Sözün geldiği noktada konuşmamızın ana ekseni olan temmuz ayı kitap adetleri ile ilgili bilgiyi de arkadaşlarımızla paylaştım.
Temmuz ayında Türkiye’de 55 Milyon kitap üretildi. Bu bir rekor olarak kayıtlara geçti. Bunun içinde eğitim kitapları oranı %70 olarak gerçekleşti.
Temmuz ayındaki nicelik olarak gelinen bu noktaya karşı yine bazı mecralarda bu sayısal artışın kalite olarak aynı seviyelerde olmadığı, yayıncılık alanında hala ciddi bir içerik ve nitelik sorunu olduğunu ifade eden açıklamalar da yer aldı.
Bu yorumlara kısmen hak vermekle birlikte elde edilen sayısal başarıdan sevinmenin önemli olduğu, nicelik başarısının zamanla nitelik artışını da beraberinde getireceğine inandığımızı da belirtmenin moral motivasyon olarak yararlı olduğunu öne sürmekteyiz.
Bizler hem yayıncılık yönümüz hem de her şeyin ötesinde insan olmamızın bir gereği olarak kitabı önemsiyoruz. En başta yüce kitabımız her şeyin üzerinde yer alıyor. Diğer tüm kitapların O’nu daha iyi anlamak için okunması gerektiğini ifade etmekteyiz. Tabii Kuran-ı Kerimin yanı sıra kâinat kitabı da çok önemli. Yaratılmış olan tüm güzelliklere ibret nazarı ile bakmak insanı yükselten bir eylem. Tıpkı Kara Geyik ’in tüm başka gürültülerin arasında Ağustos Böceğinin sesinin duyması ve onu arayıp bulması gibi.
Hem Kur’an sevgisi, hem O’nu daha iyi anlamaya yarayacak tüm kitapların önemini ve sevgisini yayabilmenin değerli bir şey olduğuna inanmaktayız.
Bu noktada kürsüde bir örnek hikâye daha paylaştım:
Asıl adı Samuel Langhorne Clemens olan ama daha çok Mark Twain takma adıyla tanınan Amerikalı yazar bir keresinde hocasıyla olan görüşmesini kısaca şöyle aktarıyor:
Hocam bir kitap okudum ama zihnimde kitaptan hiçbir şey kalmadı.
Hocası ona bir hurma uzatıyor ve bunu ağzında çiğne ve ye diyor
Yedikten sonra soruyor. Şimdi sen büyüdün mü?
Hayır diye cevap veriyor Twain..
Hocası devamla: Belki büyümedin fakat bu hurma senin vücudunda dağıldı, et, kemik, sinir, deri, tırnak, hücre ve daha ismini sayamayacağımız birçok şey oldu.
Okuduğun kitap da öyle. Bir kısmı kelime dağarcığını geliştirdi, bir kısmı bilgi ve irfanını arttırdı, bir kısmı ahlakını güzelleştirdi. Bir kısmı yazı üslubunu inceltti, bir kısmı hayata farklı bakmanı sağladı. Bu noktaları çok daha fazla arttırmak mümkün. Her ne kadar sen bunları çok somut olarak fark edemiyorsan da zaman içinde ve yeri geldiğinde hissedeceğinden eminim.
Özetle kitap okumak o kadar çok şeye yarar ki birkaç şey söyleyerek bunu anlatamayız.
Esasında bu örnek kitabın, okuma ve onun üzerine tefekkür etme eyleminin önemini gayet güzel bir şekilde ortaya koyuyor sanırım.
Bizler, fazlaca okumamız lazım. Çünkü biz okursak çocuklarımız okur, gençlerimiz okur.
Bugün birçok kişinin şu tarzda şikâyetlerini duymaktayız. Efendim gençlik okumuyor. Gençlik internetle, sosyal medya ile uğraşıyor, bu gençlik şöyle, bu gençlik böyle.
Peki şu soruyu kendimize soralım: Bu gençlik niye böyle?
Çünkü bu gençlerin büyükleri de böyle, anneleri böyle, babaları böyle. Gençlerin okumadığından şikâyet edeceksek öncelikle onların ebeveynlerinin okumadıklarından şikâyet etmek gerek. Şöyle bir misal anlatılır. Baba ile oğlu yürürlerken, babası oğluna evladım ayaklarını bastığın yere çok dikkat et oldu mu? Çocuğun cevabı çok düşündürücüdür. Baba demiş aman sen bastığın yere çok dikkat et çünkü ben senin adımını kaldırdığın yere basıyorum.
Kitap ve okuma sevgisini yayma noktasında en önemli hususlardan birisi ziyarete gittiğimiz kişilere onların hoşuna gidebilecek bir kitap götürmekten geçer. Bu noktada isabetli kitap seçimini yapabilmek için bilgisine güvendiğimiz dostlarınıza da danışmakta yarar olduğunu düşünmekteyim. Ayrıca bayramlarda ve özel günlerde çocuklara da özellikle onların yaş seviyelerine göre kitap hediye etmek çok yararlı.
Üniversitelerde kütüphane önemlidir
Konuşmanın sonlarına yaklaşırken üniversite kütüphaneleri ile ilgili de birkaç noktaya temas ettim.
Toplantının olduğu tarihlerin kısa bir süre öncesinde yani 2019 Temmuz ayında dünyadaki en önemli üniversitelerin listesi yayınlanmıştı. Bu üniversitelerin başında Harvard Üniversitesi yer almaktaydı. Bizim üniversitelerimiz 500’lerden sonra başlıyordu. Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi bu seviyelerde listeye girmişlerdi. Ondan sonra, binlerden itibaren bizim üniversitelerden bazılarının isimleri yer almaktaydı. Burada dikkat çekmeye çalıştığım nokta bu sıralama ile o üniversitelerin kütüphaneleri arasındaki ilişkiydi. Tabii kütüphane tek kıstas olmamasına rağmen kütüphaneler üniversitedeki hoca ve öğrenci kalitesine olumlu tesir eden mühim faktörlerin başında gelmektedir. Harvard Üniversitesi dünyanın en önemli kütüphanelerinden birinin olduğu bir yerdir. Türkiye’de de Boğaziçi Üniversitesi bu özelliği bünyesinde barındırmaktadır.
Dolayısıyla üniversitelerin başarısında kütüphaneler önemli bir yer tutar ve sistemin merkezinde yer alır.
Biz de görevde olduğumuz dönemde İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin Sütlüce kampüsünü yaparken onun en güzel yerlerinden birini kütüphane olarak düzenlemiştik. 3 bin 500 metrekare alanı olan güzel bir kütüphane mekânı oluşturulmuştu. Oranın içerik olarak da sürekli beslenmesi ve geliştirilmesi gerekiyor. Burada İTO Meclis üyelerine ve diğer iş adamlarına da önemli bir iş düşüyor. Üniversite kütüphanesinin daha da büyütmesine katkı sağlamak. Mesela İTO’nun tüm yurt dışı fuar aktivitelerine katılan üyeler ellerinden geldiği ölçüde üniversite ile irtibatlı olarak bu seyahatlerinde acaba ben üniversite kütüphanesi için hangi kitapları alabilirim diye sorabilmeliler. Bu belki tüm meseleleri çözmez fakat tahminlerin ötesinde bir sinerji oluşturur…
Bu yazıyı tasarladığım tarihlerde yani Ekim ayının başlarında yayın dünyası yeni bir rekora daha imza attı. Eylül ayında 56 milyon 450 bin gibi bir sayıya ulaşan yayıncılar tüm zamanların kitap yayınlama rekorunu kırmış oldular.
Bunun yanı sıra Ekim ayının başında Yenikapı’da Arapça Kitap Fuarı kapılarını açtı. Bu yıl beşincisi düzenlenen Arapça Kitap Fuarı, Türk yayıncılığının uluslararası düzeydeki önemli bir başarısı olarak her yıl gelişerek devam ediyor.
İTO Meclisi’ndeki konuşmamız şu sonuç cümleleri ile nihayete erdi:
Sonuç olarak insanı insan yapan önemli değerlerin daha fazla gündemde olabilmesi ve toplumsal hayatın merkezine yerleşebilmesi için yayın dünyası ve kitabın önemli olduğunu bir kere daha ve altını çizerek ifade etmek istiyorum. Yayın dünyasının son aylardaki başarılarının hepimize ilerisi açısından umut vermesi gerektiğini de ilave etmeyi bir görev biliyorum.
İktisadi gelişmenin insan ve toplumun kültürel gelişmesi olmadan çok da büyük bir önemi olamayacağı da açıktır. Bunun için kitaplarla dost olmak, bilgi ve tefekkürü daima hayatımızın merkezine oturtmak durumundayız.