ATEŞ ÇEMBERİNİN ORTASINDA YARINLARA ÜMİTLE BAKABİLMEK

YİRMİBİRİNCİ YÜZYILIN BAŞINDAN GÜNÜMÜZE

Türkiye’de sınai, ticari ve hizmet ile ilgili alanlarda faaliyet gösteren iş insanları olarak coğrafyamızdaki her türlü gelişme, bizim üretim hacmimizi, ihracat kapasitemizi ve dünya ekonomisindeki yerimizi birinci elden etkilemektedir.

21. yüzyılın başından itibaren coğrafyamızdaki gelişmelere baktığımızda gördüğümüz tablo, bir yönü ile 20. yüzyılın başındaki yani 1900’lerin başlarındaki manzaraya benziyor

Nasıl ki savaşlarla başlamış bir 20. yüzyıl varsa 21. yüzyıl da farklı coğrafyalarda ortaya çıkan savaş ve kıyımlarla başladı.

Birkaçını hatırlarsak…

2003’te Irak, Amerika ve koalisyon güçleri tarafından işgal edildi.

2011’de yani tam 1911’de Trablusgarp’ı kaybettiğimiz savaşın 100. yılında Tunus, Mısır ve Libya’da başlayan “Arap Baharı” adı verilen ayaklanmalar Suriye’ye kadar sıçradı.

Suriye’deki istikrarsızlıklar çeşitli şekilde bizim güvenliğimize yönelik tehdit oluşturunca sınır ötesi operasyonlar yapmak zorunda kaldık. Güney bölgemizde ciddi mücadeleler içine girdik. Hali hazırda coğrafya ile ilgimiz yoğun şekilde sürüyor ve sanırım daha uzun süre de devam edecek…

2020’de başlayan Libya İç Savaşı’nda Türkiye olarak çeşitli seviyelerde pozisyon almak durumunda kaldık

2008’deki Gürcistan-Rusya çatışmalarından sonra 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı, Avrupa ve Karadeniz dengelerini kökten değiştirdi.

Ve kuzeyimizde cereyan eden bu savaş bizi her yönü ile etkiledi ama biz burada her iki ülke ile münasebetimizi devam ettirme becerisini gösterdik.

7 Ekim 2023’de başlayan ortadoğudaki olaylar, İsrail-Filistin Gazze Çatışmalarını doğurdu. Ve İsrail hükûmetinin başlattığı 21. yüzyılın bu iğrenç soykırımı hâlâ devam ediyor.

Yazıya son şeklini verdiğimiz sıralarda ( 9 Ekim Perşembe öğle saatleri) aldığımız güzel bir haber ile sevindik. Gazze’de ateş kes ilan edildi, diye öğrendik. İnşallah bu hâl kalıcı olur da bölgedeki katliamlar sona erer ve sükünet sağlanır…

Tüm bunların yanı sıra bu yıl İsrail hem Tahran’ı hem de Yemen’i vurdu. Suriye’ye yönelik saldırılarını da dur durak bilmeden sürdürüyor..

Kısaca sözünü ettiğimiz bu kronoloji, tam anlamıyla ateş çemberinin içinde bulunduğumuzu gösteriyor.

Bir de bunlara 2020’de yaklaşık 2 yıl etkisi süren pandemiyi de ilave ettiğimizde ekonomik olarak bu kadar problemin ortasında yine de sağlam bir şekilde ayakta durabilme becerisini göstermemiz hakikaten çok önemli…

Zaman zaman girdiğimiz bu ateş hattında; daha üstesinden gelmek zorunda olduğumuz birçok sorunumuza rağmen yine de dünyanın ilk 20 ekonomisi içinde, Avrupa’nın ise 6. büyük ekonomisi olabilmeyi başarabildik.

Bulunduğumuz bu nokta, eminim ki ancak Türk ekonomi dünyasının azmi, cefakârlığı, çalışkanlığı, sağlam ekonomik altyapısı ve ufku ile açıklanabilir.

Diğer bir yönü ile bakıldığında ise tüm bu gelişmeler İslâm dünyasının çok önemli bir kısmı için ciddi sorunları  beraberinde getirmiş ve birçok İslam ülkesinin iç yapılarını da derinden etkilemiştir..

İSRAİL’İN GAZZE’YE YÖNELİK SALDIRI VE KATLİAMLARI

İsrail’in 7 Ekim 2023’den bu yana Gazze bölgesinde çoluk çocuk demeden 2.5 milyon sivili adeta soykırıma tabi tutması ikinci yılını geride bıraktı.

Gerçi siyonist terör örgütlerinin bu bölgedeki saldırıları İsrail Devleti’nin kuruluşu öncesinden başlamıştı. Yani zulmün başlangıç tarihi, iki yıl değil çok daha gerilere uzanıyor.

1948 yılında İsrail’in kuruluşu ile birlikte yeni devletin saldırgan tavrı bugüne kadar hiç hızını kesmedi. O tarihte bölgede bir de Filistin Devleti kurulacaktı fakat bu devlet bir türlü tayin edilen sınırlara sahip olamadı ve çok sonraları adeta ölü bir şekilde doğdu.

Bugün, Filistin Devleti için düşünülen topraklar siyonist işgali altında. O bölgede yüzyıllardır yerleşik olarak bulunan insanlar yerlerinden yurtlarından edilmiş durumdalar. Büyük bir kısmı kamplarda ve zor şartlarda yaşıyorlar, daha doğrusu yaşamıyorlar sürünüyorlar…

6 Aralık 2017’de ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray’da yaptığı açıklama ile “Kudüs artık İsrail’in başkenti olarak tanınmıştır.” diyerek ABD’nin resmi politikasını değiştirdi.

Kutsal kent Kudüs de büyük bir pervasızlıkla İsrail’in başkenti olarak tanındı. Ve İsrail yönetimi buradaki halka da sürekli zulüm ediyor.

Yani son iki yıldır olay biraz daha Gazze’ye odaklansa da esasında Gazze bu zulmün ve soykırımın son versiyonu… Ama nerdeyse en şiddetli versiyonu.

İsrail’i BM dizginleyemiyor, BM Genel Kurulunun aldığı kararlar dizginleyemiyor. Çünkü ana karar verici olan  BM Güvenlik Konseyinde hamileri var. Bunların en istikrarlısı da ABD.

İki yıldır yaptığımız gibi bu toplantımızda da yine İsrail’in Filistin’deki ve özellikle de Gazze’deki soykırımlarını şiddetle tel’in ediyoruz.

KÜRESEL SUMUD FİLOSUNA KARŞI YAPILANLAR

İki aya yakındır neredeyse her gün Gazze konusunda orada yaşayan halka insanî yardım götürmek ve oradaki ablukayı kısmi de olsa gevşetebilmek için tamamen sivil insiyatif olarak kurgulanan Küresel SUMUD filosunun Akdeniz’deki yolculuğunu heyecanla izledik.

44 ülkeden yüzlerce aktivistin 50 civarı gemi ile başlattığı bu sivil insiyatifin Gazze’ye gemilerle yardım gönderme çabalarını İsrail, maalesef şiddet uygulayarak önledi. Dünyanın farklı ülkelerinden toplanan gemilere el koydu, aktivistleri derdest etti.

Tüm bunları dünyanın gözü önünde yaptı. Şükür ki aktivistler bu zalim insanların ellerinden büyük zarar görmeden sağ salim kurtuldular…

Fakat bu son davranışları İsrail’in dünya milletleri gözündeki algısını daha da çok yıprattı. ABD ve Trump bile sanırım bu imaj kaybı sonrası Gazze konusunda sanki bir çaba içine girme zorunluluğunda kaldı.

Ortaya konan ilk plan esasında bir barış planı gibi görünse de 1990’larda Boşnaklara Serebrenitsa katliamı öncesi sunulan BM planına benzer bir plandı.

Diplomatik müzakereler neticesi plan daha insaflı bir noktaya doğru evrilme istidadı gösterdi. Yazının başında da belirttiğim üzere metnin son şeklini almak üzere olduğu saatlerde ( 9 Elim Perşembe öğle vakitleri ) bir ateş kes ilanı haberi aldık. İnşallah bu haber en iyi şekilde tahakkuk eder ve peşinden kalıcı bir sükünet sağlanabilir. Bakalım ilerleyen günler neler gösterecek.

Türkiye bu süreçte büyük bir diplomatik gayret gösterdi. Gerek ABD gerekse de Hamas nezdinde müzakere gücünü ortaya koyarak izlediğimiz kadarıyla önemli bir mesafe alınmasına zemin hazırladı.

Tüm bunlara rağmen gönlümüz arzu etse bile maalesef İsrail’in müzakereler ile durması pek mümkün değil gibi görünüyor. Çünkü bu güne kadar bu ateş kesler çek kere delindi…l. Onun anladığı tek yol güç gibi görünüyor. Bakalım ilerleyen zamanda bu önleyici güç ortaya çıkabilecek mi?

Bu konuda son söz olarak SUMUD filosuna karşı İsrail’in tavrını, aktivistlere uyguladıkları gayri insanî muameleleri şiddetle protesto ediyorum.

Hepimiz bu gayri insanî tavırlara karşı elimizden gelen ne varsa ortaya koyabilmeli ve mazlum Filistin halkının yanında yer almalıyız.

KUDÜS’ÜN FETHİNİN YILDÖNÜMÜ

2 Ekim tarihi Kudüs için çok önemli tarihlerden birisidir. Selahaddin Eyyûbi, bu şehri 2 Ekim 1187’de Haçlılardan geri almıştı.

Kudüs-i Şerif, tarihî süreçte Müslümanlar tarafından farklı dönemlerde birkaç defa fethedilmiştir.

En çok bilinen ve tarihî dönüm noktası olan fetih; Hz. Ömer döneminde, 637 yılında Bizans’tan alınarak gerçekleşmiş olan fetihtir.

Hz. Ömer, şehre bizzat gelerek şehrin teslim anlaşmasını yapmıştır.

Daha sonraki dönemlerde Haçlı Seferleri sırasında Kudüs, 1099’da yeniden Müslümanların kardeş kavgaları yüzünden Haçlıların eline geçmiştir.

Tarihte okumuşsunuzdur; 1096 yılı ile 1270 yılları arasında 8 büyük Haçlı seferi düzenlenmiştir.

Bu seferler Avrupa’ daki Papalık tarafından desteklenen, Katolik krallar ve derebeylerinin oluşturduğu silahlı güçler tarafından Kudüs ve çevresindeki kutsal bölgeleri ele geçirmek için yapılmış seferlerdi.

Bu seferler Balkanları, Anadolu’yu ve bugün Orta Doğu adı verilen bölgeyi derinden etkilemiştir.

Büyük komutan Selahaddin Eyyûbi, 1099’da Haçlılar tarafından ele geçirilen Kudüs’ü 88 yıl sonra 4 Temmuz 1187’deki Hıttin Savaşı’nı kazanarak yeniden Müslümanların hâkimiyeti altına almanın yolunu açmıştır.

Selahaddin Eyyûbi’nin bu fethinin tamamlandığı tarih ise 2 Ekim 1187 olarak kayıtlara geçmektedir.

2 Ekim 2025 tarihi işte bu ikinci fethin 828’nci sene-i devriyesi idi.

Daha sonra Kudüs’ün hakimiyeti belirli dönemlerde farklı yönetimlerin elinde bulunmuş ancak Yavuz Sultan Selim döneminde bu kutsal şehir,Osmanlıların eline geçmiştir.

Osmanlı döneminde bu kutsal şehirde diğer dinlere mensup olanlar da özgürce varlıklarını sürdürebilmişlerdir.

Bu süreç 1917’de Kudüs’ün İngilizlerin hâkimiyeti altına girdiği tarihe kadar devam etmiştir.

Daha sonra çeşitli devreler geçiren Kudüs-i Şerif bugün maalesef İsrail’in kontrolündedir. Burada yaşayan Müslüman halka İsrail yönetimi direk ve indirek ciddi baskılar uygulamaktadır.

OLAYLARA TARİH GÖZÜYLE BAKABİLMEK ÖNEMLİ

Esasında bugün yaşanan olaylara daima tarih gözüyle bakabilmeliyiz.

Yaşanan olayların hemen hepsinin tarihi derinliği var.

Batılıların farklı kimliklerle de olsa Kudüs ve çevresi üzerinde her daim emelleri olmuştur.

Sadece bunun şekli değişiklik göstermektedir. Buraya saldıran güçlerin şapkaları değişir, kostümleri değişir. Ama hiçbir zaman amaçları değişmez.

Nedir bu amaç? Burayı ele geçirmek ve buralarda Müslümanlara hayat hakkı tanımamak. Ya uzaklaştırmak ya ezmek ya da imha etmek…

Bugün bu bölgede ileri karakolluk görevini siyonist İsrail yapıyor.

ABD de onun hamisi olarak 21. Yüzyılda modern bir haçlı seferini beraberce sürdürüyorlar.

İsrail bölgede bir ur gibi duruyor. Sürekli etrafına saldırıyor ve herkes için huzursuzluk kaynağı oluyor.

Ve konuşmamızın başında 21.yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan İslâm dünyasının yıkımından da bu aktörlerin sorumlu olduğunun herkes farkında olmalı.

Sonuç olarak Selahaddin Eyyûbi’nin fethinin 838’nci yılında Kudüs’ün yeniden tarihi kutsiyetine uygun bir yönetim anlayışı içinde varlığını sürdürebilmesini tüm kalbimizle arzuluyor ve bunun tahakkuku için Yüce Rabbimize dua ediyoruz.

İTO ARALIK MECLİSİNDEKİ AÇILIŞ KONUŞMASI

   

BÖLGEMİZDEKİ SON GELİŞMELER

Son günlerde güney komşumuz Suriye’de çok önemli değişimler yaşanıyor. Kasım ayının son haftasında başlayan Heyet Tahrirü’ş Şam liderliğindeki muhalif grupların Halep, Humus hattında ilerlemeleri ve 7 Aralık günü de Şam’a girmeleri ile birlikte 61 yıllık Baas Partisi iktidarı sona erdi.

Cumhurbaşkanı Esad’ın ülkeden ayrıldığı açıklandı. Esad’a en önemli desteği sağlayan Rusya ve İran’ın kendi problemleri ile uğraşıyor olmaları, ABD’de başkanlık değişiminin oluşturduğu geçiş dönemi, Lübnan Hizbullah’ının son İsrail saldırıları ile sıkıntılı durumlar yaşaması muhalif güçlerin bu tarz bir başarı kazanmalarının arkasındaki sebepler olarak gösteriliyor.

Suriye’de yaşanmakta olan otorite boşluğu ve istikrarsızlıklardan uzun yıllardır rahatsız olan Türkiye son gelişmeleri dikkatli bir şekilde takip ediyor.

Çünkü Suriye’deki mücadeleler bizleri birinci elden etkiliyor. Gerek Türkiye’ye düşman güçlerin ülkemize zarar verebilecekleri mesafelerde konuşlanmaları gerekse de Suriye’deki huzursuzlukların Türkiye’ye yönelik nüfus hareketliliğini tetikleyecek olması bizim için önemli sorunlar olarak önümüzde duruyor.

Bu arada Suriye’deki gelişmelerden cesaret alan İsrail’in Suriye sınırındaki Golan tepelerindeki tampon bölgeyi işgal etmesi, buna ilaveten Suriye’deki askerî ve stratejik hedeflere hava saldırıları düzenlemesi bu ülkenin alt yapısını ve gücünü ciddi oranda etkileyecek bir gelişme olarak endişe ile izleniyor.

Yine İsrail’in dünyanın dikkatleri Suriye’ye yönelmişken Gazze’de bir seneden fazla bir zamandır sürdürmekte olduğu ölçüsüz saldırılara ve vahşete devam etmesi de yine kabul edilemeyecek bir durumdur.

İnşallah Suriye’de en kısa zamanda dengeler yerine oturur, ülkemizde bulunan sığınmacıların önemli bölümü kendi ülkelerine döner ve güney sınırımızda daha problemsiz bir yapı ortaya çıkar. Bu arada dünya Kudüs, Gazze ve Filistin meselesine olan hassasiyetini eskiden olduğu gibi devam ettirir ve buralardaki zulmün ve işgallerin sona ermesi için gayret eder, diye temenni ediyoruz.

Ama görünen o ki bu bölgede bir süre daha sıkıntı ve karışıklık gündemimizde ciddi bir yer tutacak ve Türkiye bu süreçte çok önemli sorumluluklar almak durumunda kalacak.

Dileğimiz, öncelikle komşumuz Suriye’de tüm kesimleri kucaklayıcı, hak ve hukuka saygılı bir yönetimin kurulması ve ülkede asayişin sağlanmasıdır.

İnşallah böylesi bir gelişme, sosyal yapıyı düzenleyecek ve ekonomik aktivitelerin de daha güvenli bir şekilde yapılmasını sağlayacaktır.Dileğimiz ve duamız budur.

TÜGİS GIDA ZİRVESİ İZLEMİMLERİ:

SAYIN MURAT ÜLKER’İN  SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ

Zaman zaman STK’ların davetlerine katılıyoruz. Ekonomi, kültür ve siyaset dünyasını değerlendiren çalışmaları takip ediyoruz.

Kasım ayı içinde Türkiye Gıda Sanayii İşverenleri Sendikası TÜGİS’in  Sürdürülebilirlik Akademisi’nin düzenlediği ve gıda sektörünün tüm paydaşlarını buluşturan 10. Sürdürülebilir Gıda Zirvesi’ne katıldım.

Zirvede gıda ekonomisinden inovasyona, yapay zekadan rejenaratif tarıma kadar birçok önemli konu masaya yatırıldı.

Seçkin konukları vardı ve gündemi de bir hayli dikkat çekiciydi.

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Sayın Fatih Kacır programın onur konuğu idi.

Ve gıda alanında önemli sanayicilerimizden Murat Ülker bey de uzunca bir konuşma yaptı.

Murat Bey konuşmasına başlarken benim de çok dikkatimi çekmekte olan bir konuya parmak basarak“İtiraf edeyim, benim bu “sürdürülebilirlik” lafına alışmam bir hayli zaman aldı.”   dedi.

“İnanın ben de niye bu kavramın seçilmiş olduğunu çok da iyi anlayabilmiş değilim ancak yine de insanlığın geleceğine dair endişeyi anlatan bir kavram olması hasebiyle ciddiye almamız gerekiyor.”, diye devam etti.

Ayrıca, Birleşmiş Milletlerin Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlı maddelere dikkat çekerek bu maddeleri, “işimize ve hayatımıza nasıl entegre edebiliriz” diye iyice düşünmemiz gerektiğini ifade etti.

“Çevresel, ekonomik ve sosyal alanlarda dengeyi sağlayarak bugünü ve geleceği güvence altına almalıyız.

Temiz enerji kullanan şehirler, geri dönüşümle yenilenen kaynaklar ve bilinçli bireyler geleceğimiz için son derece gerekli olan unsurlardır.” diyerek konuşmasına devam etti.

Murat Bey konuşmasında bazı rakamlar verdi ki burada nakletmeyi yararlı görüyorum: Dünyada iklim değişiklikleri, gıda verimini yaklaşık %21 oranında azaltmıştır.

Su kaynaklarının yaklaşık %70’i tarımda kullanılmaktadır.

Bugün Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım örgütü verilerine göre gıdanın %13’ü hasat sonrası, %17’si ise satış noktaları veya evde israf edilmektedir.

Daha büyük buzdolabı istiyoruz, içine daha çok şey koyuyoruz, korumak için bir sürü masraf ediyoruz, elektrik sarf ediyoruz, sonra da maalesef çıkarıp çöpe atıyoruz.

Gıda israfı neden önemli? Mesela elbiseniz var modası geçti, başkası giyebilir veya geri dönüşüme gidebilir ama gıdalar maalesef günü geçince çöp olmaktadır.

Üretilen toplam gıdanın %30’u israf oluyor. Üstelik gıda israfının çarpan etkisi büyüktür. Yani israf edilen her gıda aynı zamanda su,toprak, enerji, emek ve sermaye israfı demek.

Dünyadaki gıda israfı müstakil bir devlet olarak düşünüldüğünde yapılan harcama ile bugün Amerika ve Çin’den sonra üçüncü büyük ülke olurdu.

Bu noktada Murat Bey’in dikkat çektiği kavramı ben de çok önemli buluyorum: Bu da “İSRAF”: Bu açıdan “israf” iklim krizinin önemli nedenlerinden birisidir.

Burada A’raf suresinin 31. ayetindeki “Yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” şeklindeki ayetin mesajını iyi anlayabilmeliyiz..

Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v.), akarsu kenarında bile suyu israf etmemeyi öğütlemektedir.

Bu ilahi mesajlar bize, dünyayı harap etmek değil, onu daha güzel bir şekilde gelecek nesillere bırakmak görevini yüklemektedir.

Murat bey şöyle bir dilekte bulundu: “Yetkililer karar alırken gıda sistemlerine bütünsel yaklaşmalılar. Çünkü gıda sistemi; tohumdan toprağa, tarladan sofraya, hammaddeden tedariğe ve hatta geri dönüşüme kadar giden döngüsel bir süreçtir. Tüm paydaşlarla iş birliği yaparak ortak sorumluluklar üstlenmek gerekmektedir…”

Özetle birlikte harekete geçerek daha sağlıklı, adil ve sürdürülebilir bir gıda sistemi oluşturabileceğini kaydetti.

SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI SAYIN FATİH KACIR’IN TARIM, GIDA SANAYİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ 

Daha sonra söz alan Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fatih Kacır Bey de attıkları uzun soluklu adımlarla tarım ve sanayi sektörleri arasında bağları güçlendirdiklerini ülkemizin yüksek tarım potansiyelinin ekonomik değere dönüşmesini temin etmek için çabaladıklarını vurguladı.

Bu anlayışla 2002 yılından bugüne kadar gıda ürünleri imalatına yönelik 8 bin 589 yatırıma teşvik belgesi düzenlendiğini, 708 milyar lira sabit yatırımın ve 252 bin nitelikli istihdamın önünün açıldığını ifade etti.

11’i “gıda ihtisas organize sanayi bölgesi” olmak üzere toplam 203 organize sanayi bölgesinde gıda ürünleri imalatının başladığı bilgisini paylaştı.

Kalkınma Ajansları eliyle gıda sektörüne yönelik yürütülen 773 projeye 2,6 milyar lira destek sağlanmış.

Bunların sonucunda gıda sanayimizin yalnızca iç talebi karşılamakla kalmayıp aynı zamanda son yıllarda ihracatta da önemli bir atılım gerçekleştirdiğini  vurguladı.

Sayın Bakan; geçtiğimiz yıl 18,9 milyar dolar ihracata ulaşan sektörün önümüzdeki dönemde daha da büyüyeceği öngördüklerinin ifade etti.

Yakın zamanda da “Yerel Kalkınma Hamlesi Teşvik Programı”nı başlatacaklarını  aynı zamanda üreticiler ve sanayiciler için daha yüksek katma değer oluşmasını sağlamak için kalite zincirini uçtan uca takip edecekleri bir mekanizma kurmayı planladıklarını belirtti.

Böylece gıda zayiatlarının azaltılması, birincil üretimde şekillenen üretim kayıplarının minimize edilmesi, üretim kapasitesinin kullanılmamasına bağlı kayıplarla depolama ve lojistik aşamalarındaki kayıpların azaltılması; gıda üretim aşamalarında ortaya çıkan yan ürün veya artıkların değerlendirilmesi anlayışıyla “Gıdada sıfır atık, sıfır israf” hedefiyle çalıştıklarını ifade etti.

Daha sonra Sanayi Bakanı Fatih Kacır, Murat Bey ve birkaç TUGİS yetkilisi ile birlikte özel bir görüşme yapma imkanı bulduk. Burada ülkemizde tarım yapılacak arazilerin daha iyi değerlendirilmesinin çok önemli olduğu vurgulandı

.

Bakan bey, devletin bu noktada verimli projeleri ciddi oranda desteklemek hedefinde olduklarını belirtti. Köylerimizin ve tarım yapacak nüfusumuzun bu alanda eğitilmesinin önemi üzerinde duruldu. Topraklarımız parçalanmamalı, köylerimiz boşalmamalı, özellikle endüstriyel tarıma önem verilmelidir cümlelerinin altı çizildi.

ÖZETLE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİKTEN NE ANLADIM?

Ben bu görüşmelerden genel olarak şu kanaate sahip oldum.

İngilizce orijinal deyimiyle SUSTAİNABİLİTY, Türkçe karşılığı olan SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK kelime olarak daimi olma yeteneği anlamında bir kavramdır
Sürdürülebilir gelişme ise gelecek neslin ihtiyaçlarını karşılama yetisine zarar vermeden günümüzdeki ihtiyaçları karşılayabilen gelişmedir
Bazı kaynaklarda izah edildiği üzere sürdürülebilirlik hedeflerine şu yedi boyutta ulaşabilmek mümkündür:

Bunlar : EKONOMİ, TOPLUM, MESLEK GRUPLARI, HÜKÜMET, ÇEVRE, KÜLTÜR VE FİZYOLOJİ
“Sürdürülebilirlik” başka bir yönüyle de israfın önlenmesi, insanoğlunun tabiatı ve çevresini kendi menfaati için sömürmemesi ve en iyi şekilde değerlendirmesi anlamında bir kavramdır. Bunun sonuçları hem bugünü hem de yarını kapsamaktadır. Burada önemli husus özellikle çocuklarımızın ve gelecek nesillerin haklarına riayet edilmesidir.

İnsanoğlu bugüne kadar maalesef bu hususta dikkatli davranmadı ve bugün çok sayıda sorun yaşıyoruz. Bundan sonra Murat Bey’in deyimi ile “Bundan sonra herkes kendi kapısının önünü süpürmelidir.”

Tarım ve hayvancılık alanındaki sözümüzü bitirirken sürdürebilirlik konusunda özetle şunu söyleyebiliriz:

Sürdürülebilir tarım ve hayvancılık, Türkiye’nin hem ekonomik kalkınması hem de çevresel denge açısından kritik öneme sahiptir. İklim değişikliği, kaynak kıtlığı ve ekonomik zorluklarla mücadele ederken sürdürülebilirlik odaklı politikaların benimsenmesi, Türkiye’nin tarımsal potansiyelini artırabilir.

Uzun vadede ekosistem dengesini gözeten ve sosyal refahı artıran bir tarım ve hayvancılık sistemi oluşturulmalıdır….

ARALIK AYINDAN ÖNEMLİ GÜNLER

Yazımıza son verirken Aralık ayı içindeki bazı önemli tarihleri de paylaşmak istiyorum.

11 Aralık; dostumuz, eski başkanımız İbrahim Çağlar’ın aramızdan ayrılışının yıldönümüydü. Değerli dostumuzu Rahmetle anıyoruz.

17 Aralık Mevlâna Hazretlerinin 751. Vuslat Yıldönümü. Âşıklar sultanı, marifet nurunun aynası Hazretin, Şeb-i Aruzunu tebrik ediyoruz, ruh-u şâd olsun.

Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma

Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?

Çağrısına kulak verip 27 Aralık 1936’ta Hakk’ın rahmetine kavuşan Millî Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u da bir kez daha rahmetle anıyoruz. Mekân-ı cennet olsun.

Son hatırlatacağım nokta 21 Aralık bir yıl içindeki en uzun gecedir. Bu geceye en uzun gece manasına ŞEB-İ YELDA da denmektedir.

Bu gece ile ilgili çok bilinen ve tekrarlana bir beyit ile yazımıza son vermek istiyorum

“Şeb-i yelda’yı müneccimle muvakkit ne bilir. 

Müptela-i gama sor kim geceler kaç saat”. 

Günümüz Türkçesiyle; Uzun geceyi ne müneccimler ( yıldız ilmiyle uğraşanlar) ne de zaman ölçenler bilemez.

Onun kaç saat sürdüğünü gam çekenlere sor”anlamına gelir.

ŞEB-İ YELDA Farsça bir terkiptir. Gerek Fars kültüründe gerek Osmanlı’da önem bu geceye önem verilmiş ve edebi metinlerde de çok kullanılmıştır. Bu geceyi  “Sevgililer gecesi “diye tanımlayanlar olmuş. Bazıları da karanlıktan aydınlığa çıkışın başlangıcı diye de ifade etmişler

İnşallah tüm gece ve gündüzlerimiz gamsız, kedersiz huzurlu bir şekilde geçer ve istikamet üzere emaneti teslim ederiz.

 

* Bu yazı 12 Aralık 2024 tarihinde İTO Meclis toplantısında yaptığım konuşmanın metin haline gelmiş şeklidir.