MUSTAFA ÖZER KÖSE AĞABEYİMİZİN ARDINDAN

18 Ocak 2021 akşamı bizleri çok üzen bir vefat haberi aldık. Ocak ayının ilk haftasından bu yana korona tedavisi dolayısıyla hastanede yatan Mustafa Özer Köse ağabeyimizin üzüntü verici haberi idi bu.
En son Aralık ayı ortalarında bir vesile ile telefonla görüşmüştük. Hal hatır sorup birbirimizle ve çoluk çocuklarla ilgili haberleri güncellemiştik. Son dönemlerdeki görüşmelerimizin ana noktalarından biri olan dünürü Abbas Tuğlu ağabeyin rahatsızlığı ile ilgili de konuşmuştuk. Benim de çok sevdiğim Abbas Tuğlu ağabey uzun bir süredir evinde hasta yatıyordu.
Yaptığımız bu uzun görüşme meğerse son sohbetimiz imiş.
Mustafa Özer ağabey ile ben henüz liseye gittiğim günlerde ki sanırım 1978 veya 1979 yılları idi, onun evine gittiğimiz bir gün tanışmıştık. Özer ağabey, yakın dostumuz Dr. Mehmet Köse’nin ağabeyi idi ve o ziyaretimizde bizleri evinde gayet hoş bir şekilde ağırlamıştı. Hatırladığım kadarıyla 12 Eylül öncesinin o karambol günlerinde bir büyüğümüz olarak bizlere bazı nasihatlerde bulunmuştu.
Kendisi ile ilgili ilk izlenimlerim şöyle idi: Mustafa Özer Köse, güler yüzlü ve yumuşak huylu bir insandı. Sohbet ettiği kişilere gayet kibar bir şekilde davranıyor ve onları incitmemek için azami gayret gösteriyordu Bu halleri benim çok hoşuma gitmişti ve onu kalben çok sevmiştim. ( Onunla ilgili ilk intibalarım geçen 40 küsür yıl boyunca hiç değişmedi)
Daha sonraki yıllar içinde de belli vesilelerle görüşmüştük. Mehmet’ler bekarken annesi ile Aksaray’da otururlardı. Mustafa ağabey ile birlikte o dönemde Horhor’daki Kızıl Minare Camiinde imamlık yapan Rahmetli Mahmut Bayram hocanın sohbetlerine katılırlardı. Bizler de kendisi ile ya Mehmet’in anneleri ile beraber oturdukları evde ya da Kızıl Minare Camii civarında görüşürdük.
Fakat en yoğun temaslarımız, 1982 yılının son dönemlerinden itibaren olmuştu. O yıllarda Cağaloğlu’nda bir reklam ajansı kurmuştuk ve o süreç 1990’lı yııların başına kadar devam etmişti.
Mustafa Özer ağabeyin grafikerlik yaptığı dükkanı Sultanahmet’te Firuzağa Camii’nin karşısında, Divanyolu üzerindeki Sağlık Müzesinin hemen arkasındaki Sevilmiş Han’da idi. O devirlerde o bölge matbaaların, yayın evlerinin ve ajansların yoğun olduğu bir yerdi.
Mustafa ağabeyin iş yerinde, yakın arkadaşlarımdan olan Salih Pulcu da grafikerlik yapmaya başlamıştı. Dükkana girildiğinde sağ kenarda Salih oturur, ileriye doğru da Mustafa abinin masası bulunurdu.
Ben o dönemlerde yeni evlenmiştim. Rahmetli babamın benim adıma düşündüğü toptan iplik işinden pek hoşlanmamıştım ve başka bir iş arayışında idim.
Salih’e yaptığım bir iki ziyaret sonrasında beraberce bir ajans kurmaya karar vermiştik.
Derken biz o yıl firmalara takvim vs türü promosyon işleri yaparak Salih’le beraber reklamcılığa başladık. İlk iş yerimiz de Mustafa abinin mekanı oluvermişti. Dükkana sıkça girip çıkıyor, işle ilgili birbirimizle konuşuyor, bazen küçük de olsa tartışıyorduk. Eh tabii olarak gelenimiz gidenimiz de oluyordu. Tüm bu hadiseler hep onun dükkanında cereyan ediyordu. Adeta adamcağızın iş yerinin bir köşesini işgal etmiştik. O ise hiç ses çıkarmıyordu. Arada sırada bizlere tatlı tatlı öğütler veriyor, işlerimize göz ucuyla nezaret ediyor fakat tüm bu kaynaşmaya karşı yüzündeki gülümseme hiç kaybolmuyordu.
Biz bir iki ay orayı bir hayli işgal etmiştik. Mustafa abi bir şey demese de müstakil bir yer bulmamız gerektiği açık idi.
Allah lütfetti, o sıralarda Sevilmiş Han’ın üst katında bir büro boşaldı. Biz o zamanın şartlarında küçücük dükkana bir hayli hava parası verdik ve orayı tuttuk. Artık Mustafa abi ile komşu olmuştuk.
Bu süreçte diğer bir arkadaşımız Fikret Işık da bize ortak olmuştu. Firmamızın ismini ilk başta Salih ve benim isimlerimizin baş harfleri olarak Es Ajans koyduğumuzdan, Fikret’in adını bir yerlere ilave edemedik ve firmanın ismini ilk hali ile öylece bıraktık. Mustafa abi bazen bizlere takılır “ Fes Ajans, ah pardon Es Ajansdı değil mi” diye söyler ve gülüşürdük.
1986 Yılına kadar Es Ajans olarak Sevilmiş Hanın üst katında faaliyetimize devam ettik. Daha sonra ise Piyerloti Caddesi’nde Kadırga’ya inen yokuşun sonlarına doğru daha genişçe bir mekana taşındık.
Salih Pulcu’ya ve bir dönem de bana ağabeylik eden, bir şekilde ustalığımızı yapan Mustafa ağabeyin dükkanına bizden sonra Mehmet Aktaş gelip gitmeye başladı. Mehmet Aktaş da o güzel mekanda kendi adına grafikerlik yapıyor aynı zamanda Mustafa ağabeye yarenlik ediyordu. Biz Kadırga’ya giderken Mehmet de bizimle beraber geldi ve onunla iki ayrı firma olarak aynı mekanı kullandık. Salkım Ofset ve Es Ajans olarak güç birliği yapıyorduk. O mekanda gayet güzel günler geçirdik.
Görüldüğü üzere Mustafa ağabeyin iş yeri mesleğe yeni giren gençlere bir tür ilk çalışma mekanı hizmeti görüyor, onları bir şekilde tatlı tatlı piyasaya hazırlıyordu.
Es ajans maceramız kendi içinde bazı fırtınalar atlattıktan sonra 1989 yılında sona erdi. Diğer arkadaşlar başka firmalar altında mesleğe devam ettiler, ben ise bir dönem Peyami Gürel ile Divanyolu üzerinde ve Sevilmiş Han’a yakın bir bölgede Sultan Kuyumcu adıyla beraber oldum. O dönemde de arada sırada Mustafa ağabeye uğruyor ve her gittiğimde onun mütebessim yüzü ve tatlı muhabbeti ile karşılanıyordum
İlerleyen dönemlerde Mustafa ağabeyde, doktorların, çok yoğun çalışma ve zihnini fazla yormasından olduğunu söyledikleri ani baş ağrıları ve kendi deyimi ile voltaj düşüklükleri olmaya başlamıştı. Kendisi bu halini tevekkülle karşılıyordu lakin bizler içten içe üzülüyorduk.
Yıllar yılları kovaladı. Benim Cağaloğlu dönemim sona erdi. Topkapı, Merter, Haramidere ve İkitelli’de çeşitli mekanlarda devam eden matbaacılık, ambalaj ve kağıtçılık serüvenim 2007-2008’e kadar sürdü. Bu süre zarfında Mustafa ağabey ile uzaktan da olsa dostane ilişkilerimiz devam etti. Bir grafik işine ihtiyacım olduğunda onun desteği hep yanımızda oldu.
Ben onu, hep bir ağabeyim, bir mesleki büyüğüm ve saygı duyduğum bir kişi olarak gördüm. Çünkü geriye dönüp baktığımda kendisi bize en hayati anlarımızda hiç bir karşılık gözetmeden kucağını açmış, her haliyle yön gösterici olmuştu. İlerleyen yıllarda bazen kendisine bunları hatırlattığım zamanlarda da hep ‘yahu yapma canım kardeşim’ deyip kendi katkılarını hep küçük göstermeye çalışmıştı
Son yıllarda yaz aylarında belli dönemlerde gittiğimiz Yalova Esenköy’de kendisi ile buluşup kısa da olsa sohbetler yapmaktaydık. Bu muhabbetler benim için geçmişle kurduğum çok hoş bağlantılardı. Sanki onun da bu görüşmelerden hoşnut olduğunu farkediyordum. Bu da bana özel bir keyif veriyordu.
Aralık ayının ortalarındaki o telefon konuşmamız da bu muhabbetlerin demek ki son halkası imiş.
Değerli ağabeyimiz artık Rahmet-i Rahmana kavuştu.
Mustafa Özer Köse ağabeye Allah’dan Rahmet, ailesine ve sevenlerine de sabırlar niyaz ediyorum.

CAN SIKICI VE İBRET ALINMASI GEREKEN BİR SOSYAL OLAY YAŞADIK

10 Nisan cuma akşamını cumartesiye bağlayan gece saat 22.00 ile 24.00 arasında milletçe çok çarpıcı bir sosyal deney daha yaşadık. Sokağa çıkma yasağı lafı duyulunca bir çok şehrimizde insanların önemli bir bölümü kontrolsüzce sokaklara fırladı. Kararın detayını ve genelgenin bütününü beklemeden panik yaptılar.

Kitlelerin genel karakteridir zaten; bazen umulmadık anlarda umulmadık tepkiler gösterebilirler.

Geçen akşamki olayda ise bu sonuç belki tahmin edilebilecek bir şeydi ama yine de sanırım kararı alanlar bu tarz bir gelişmeyi beklemiyorlardı Bir aydan fazla bir zamandır gergin bir halde, hadiselerin içinde zor günler geçiren kitleler ani verilen ve detayları yeterince açıklanmayan kararı duyunca kendilerince tedbir almaya çalıştılar. Yasağın iki gün olduğunu bir an için unutuverdiler. Sanki aylarca içeride kalacaklarmış gibi ürktüler.  Her biri ile tek tek konuşulsa büyük çoğunluğu yapılan eylemin doğru olmadığını muhtemelen belirteceklerdir. Fakat kitle psikolojisi birbirini tetikledi ve olan oldu…

Bu nahoş gelişme üzerine hükümeti eleştirmek isteyenlere adeta gün doğdu. Her biri bir köşeden ahkam kesmeye başladılar. Bazıları direk olarak saldırıda bulundular. Bir kısmı işi karikatürize etmeye çalıştılar. Bir diğer kısmı ise olayı destekler gibi yaparken arada bu kararı alanlara yönelik alttan alta darbeler vurdular.

TV’lere ve sosyal medyaya da iş çıktı. Kimi bu kararın ne kadar kötü alındığını anlatmaya çalıştı. Kimisi her durumda olduğu gibi akıl vermeye kalktı. Hükümete yakın medya kuruluşları ve yazarların önemli bir kısmı çok zor durumda kaldılar. Eleştirseler bir türlü sıkıntı olacaktı, izaha kalksalar olayın tutulur tarafı yoktu.

Sosyal medya daha kontrolsüz olduğu için zaten olayın en çok tartışıldığı yer o mecra oldu…

Her olaya muhalif bir tarzda yaklaşan ve salgın gibi çok girift bir olayda da aynı duruşu gösteren kişileri gördüğümde bazen şunu düşünüyorum: Oturdukları apartmanı bile yönetemeyecek çapsızlıkta kişiler, bu ölçüde kendi sağlığını bile düşünmeyen bir milleti özellikle böylesi bir salgın sürecinde idare etmenin ne kadar zor olduğunu tahayyül edemiyorlar. Edememeleri normal da kendilerini bir şey sanıp büyük büyük laflar söylemeye çalışıyorlar. Yok şöyle yapılmalıydı. Yok böyle yapılmamalıydı diye.

Bu kesimlerin içinden daha farklı bir grup da fırsattan istifade etmeye çalışarak, ( daha evvel bazı olaylarda da yaptıkları gibi) ortadaki hareketliliği adeta köpürtmeye çalıştılar. Bu işi yaparken de muhtemelen buradan hükümeti nasıl boşluğa düşürürüz diye hesaplar yaptılar.

Bir başka kesim ise kötü niyetli kişilerin ekmeğine yağ sürdüklerini fark etmeden hayret duygusu ile bu köpürtme işine ortak oldular. Sonuçta olayın kendisi zaten önemli bir kargaşa kaynağı  iken bir de tüm bu kesimlerin gayretleri de üzerine tuz biber ekince ortaya dehşetli bir kaos çıktı.

Topu topu iki saat süren bu sosyal manzara maalesef çok üzücü ve sinir bozucu bir mahiyet kazandı..

Esasında hafta sonu sokağa çıkmayı yasaklama kararı bugün gelinen noktada mantıklı bir karar gibi görünüyordu. Şu ana kadar yapılan yorumlar, ifade edilen gelişmeler, halkı böyle bir kararı gönüllü olarak kabul edebilecek kıvama getirmişti de.

Arka tarafında yatan düşünce de muhtemelen hafta sonu havaların da güzel olacağı varsayılarak millete biraz daha sokağa çıkmamaları yönünde fren yapma isteği idi. Az evvel de belirttiğim gibi özünde doğru bir karardı.

Fakat böyle bir kararı halka biraz daha erken duyurmak veya sokağa çıkamayacak insanların ihtiyaçlarını temin edebilecekleri yolları aynı anda göstererek ilan etmek gerekirdi tarzındaki eleştirilere hak vermemek mümkün değil. Bu nokta hükümetin eksi hanesine yazılabilecek bir husus olarak kayıtlara geçti

Lakin bu kararın karşısında kendi sağlığını düşünmeden kontrolsüzce sokaklara fırlayan bizim insanımızı ne yapacağız? Bu insanların durumu karşısında, ‘çok yazık’ demekten başka bir şey söylenemiyor maalesef. Kendini düşünmeyen bir insan topluluğuna başka ne denebilir ki. Günlerdir sabırla evde otur. Sosyal hareketliliği İstanbul gibi bir şehirde neredeyse %7’lere, %6’lara kadar düşür. Fakat en ufak bir panikte düşüncesizce sokaklara çık. İki ekmek ve iki paket makarna için birbirini ye. Sonuçta da bir çuval inciri berbat et.

Ya sadece muhalefet etmek için muhalefet yapanlar ve kötü niyetli sosyal köpürtücülerle ilgili ne tür bir yorum yapacağız?. Ben onların bu milleti ve bu devleti düşündüklerine artık neredeyse inanamaz hale geldim. Herhangi bir konudaki itirazlarının iyi niyetine de pek güvenemiyorum. Maalesef tek gayeleri hükümet veya daha da netleştirirsek Tayyip bey bir şekilde darbe yesin ve halk nazarındaki desteği zayıflasın.

Milletin salgından etkilenme oranını düşürmeye çalışıcı gayretler, başka ülkelerle mukayese edildiğinde bizim öne çıkan bazı güzel özelliklerimiz, ülke ekonomisinin uzun soluklu sokağa çıkma yasakları ile durma noktasına gelmesini önlemeye yönelik alınan tedbirler bu kesimlerin hiç umurunda değil diye görüyorum. Yoksa insanoğlu bu kadar göz göre göre olayları içinden çıkılmaz hale getirmeye çalışmaz. Hatta bazen bu konu ile ilgili analizleri yorumlarken müsbet gibi görünen sonuçlardan bile rahatsızlık duyduklarını içten içe hissediyorum. Hep olayları en kötü haliyle yorumlama ve insanlara kötümserlik pompalama çabaları…

Bir de fırsattan istifade mevcut çalkalanmayı kullanmaya çalışarak, hükümetin kararı doğru ama yine yanlış yönettiler, yine yüzlerine gözlerine bulaştırdılar diyen müzmin muhalifler var. Onlar da bu nahoş olay üzerine hemen mevzuya girip bu toz duman içinde bir şeyler kapabilir miyiz diye arz-ı endam ettiler. Ülkenin ve dünyanın çok ciddi bir sıkıntılı süreçten geçtiği bir zamanda, bazen kısmi haklılığı olan muhalif görüşler umuma söylendiği zaman pek de hoş kaçmıyor. Dengeyi kaçırıyor, karamsarlıkları arttırıyor, top yekün yapılması gereken çalışmalardaki moral motivasyonu menfi etkiliyor.

En son olarak da bu karışıklığı hayret nazarıyla izleyip, ne olup bittiğinin arka planını değerlendirmeden her gördüğü konunun içine dahil olanlar var ki onların durumları da maalesef içler acısı: Bu insanlar belki kötü niyetli olmasalar da hadisenin sıcaklığına kapılarak her gördükleri videoyu/resmi paylaşıp, her karikatürü bir yerden başka bir yere naklettiler ve bu keşmekeşe menfi açıdan bir hayli katkı sağladılar.

İki saatlik bu yanlışlıklar ve aymazlıklarla dolu süreci çaresizlik içinde izleyen, üstelik hiçbir şey de yapamayan bir insan olarak kendimi adeta yedim bitirdim. Saat 24.00’den sonra ise dehşetli bir üzüntü ve yorgunluk hissettim. Kendi kendime hep şu soruyu sordum. Ben bu olayda kime kızıyorum? Neden kendimi bu kadar çaresiz hissediyorum? Sanırım bir çok kişi de bu olaylar karşısında kendisine aynı soruyu sormuştur. Cevabı ise tek boyutlu değil. Her bir etkenin burada kendi çapında bir katkısı var.. Çok yönlü ve birbirini tetikleyen fazla sayıda kaynağı olan bir kaos hali…

Sonuçta Millet olarak geçirdiğimiz bu kısa süren ama hayli yıpratıcı sosyal deneyden bir çok dersler alınmalıdır kanaatini taşımaktayım. İnşallah toplum olarak bizlere maliyeti çok ağır olmaz.

Allah bu acı olayın sonuçlarını hayırlara tebdil etsin ve bu milleti beterlerinden korusun diye dua ederek sözlerimi bitirmek istiyorum

Vesselam

11.04.2020