İbrahim Ethem Gören’in İttifak Gazetesindeki ŞEHİR VE MEDENİYET başlıklı yazı dizisinin dördüncü bölümü 03.05.2020
Erhan Erken: Bizim Fatih’ten gitmemizi istiyorlar.
Ve bizim de sanki buralardan gitmemizi istiyorlar. Niye gitmemizi istiyorlar? Mesela burada evlerimizi yenileyemiyoruz. Bizim evimiz şu anda beş katlı. Bunu yıktığımız zaman üç katlı yapabiliriz ancak. Bu durumda kimse de yıkmıyor evini. Yıkmayınca bu evlerin içerisinde kalorifer tesisatı döşüyorsunuz, içini düzeltiyorsunuz ama nefes alacak yeriniz yok. Kayınpederin evi var bizim altı katlı. Oturulmaz içinde. Hanımın babasından kalan bütün kardeşlerin evi. O evi yıktığınız zaman size üç kat için inşaat ruhsatı veriyor. Düzenleyemiyorsunuz orayı. Yani size adeta diyor ki “Sat burayı, git.” Şimdi bu bir komple teorisi tabii ki, biraz abartılmış bir komplo teorisi. Ama ben şunu düşünüyorum. İstanbul’un yaşayan, bizim öykündüğümüz tarihi burada. Ben Hırka-ı Şerif Camii’nin hemen yanı başında oturuyorum. Efendimizin (sav) Veysel Karani Hazretleri’ne bıraktığı mübarek hırkası burada. Akşemseddin Camii var hemen burnumuzun dibinde! Bali Paşa Caddesi’nde oturuyoruz. Bali Paşa Mohaç Savaşı’nda bulunmuş Budin Beylerbeyiliği yapmış bir adam. Onun bulunduğu sokakta oturuyorum. Evime beş yüz metre mesafede Mehmed Akif Ersoy 61 numaralı evde oturmuş Sarıgüzel’de. Hemen yanı başımda yine. Biraz ileriye gittiğimizde İskender Paşa Camii var, Rahmetli Mehmed Efendi’nin hatıraları hâlâ orada. Rahmetullahi aleyh. Bizim önümüzdeki cadde Keçeciler Caddesi. Sardırdım geçenlerde “Bu Keçeciler nedir?” diye. Biraz araştırdım, Edirnekapı’dan kervanlar girdiği zaman burası kara gümrük bölgesi. Şehre girişte gümrük işlemlerinin yapıldı yerler. İstanbul’un kara gümrüğü orada. Ve oradan gelen insanlar atlarına, develerine keçe satın alıyorlar, yükleri keçelerden yapılmış malzemelerle taşıyorlar. Burası eksiden keçeci zanaatkârlarının bu keçeleri yapıp sattıkları bir merkez imiş.
“Etrafımız tekkelerle dolu.”
Etrafa şöylece bir bakıyorum, etrafımız tekkelerle dolu. Burada oturanların da bundan haberi yok. Kendi gayretlerimle etrafı hareketlendiriyorum, mahalle bakkalına resimler gönderiyorum, oradaki çaycıya bir şeyler söylüyorum “Haberiniz olsun burası eskiden vakıfmış, işte burada bir zamanlar cami varmış.” Mesela Mimar Sinan’ın İstanbul’da yaptığı ilk mescitlerden biri hemen İstanbul Emniyeti’nin arka tarafındaki Mimar Sinan Mescidi’dir. Çok orijinal bir minaresi olan bir yer. Pek çok kimsenin bunlardan haberi yok! Ve bu şehirde, bu şehrin muhafazakâr yöneticileri Nefs-i İstanbul’un en hayati bölgelerini tamamen devlet kurumlarıyla doldurdular. En büyük vergi dairesi burada, Çevik Kuvvet teşkilatının merkezi, İstanbul’un en büyük polis kuvveti burada. Valilik ve İl Özel İdare’nin bütün binaları burada. Bütün devlet binaları burada. Nasıl kalabalık! Burada adeta insanların oturmasına uygun bir yer yok esasında. Benim bu şehre sahip çıkmam lazım. Biraz da bunun için duruyorum burada. Ama durmam bir şey ifade etmiyor. “Farklı bir zihniyet oluşturabilir miyim?”in derdindeyim. Adeta haykırıyorum: “Burası Nefs-i İstanbul’dur, burada tarih var. Hiç olmazsa burasını mevcut haliyle yerli yerine oturtalım. Ha! Burasını taşıyacaksak, içerisindeki doğrularla birlikte yeni şehirleri nasıl kurarız? Buradan bir bilgi, fikir, kültür edinelim. Şehir bakışı elde edinelim. Yeni şehirleri de böyle kuralım.” Benim dediklerim özetle bu. Bu saatten sonra imkânı var mı? Çok da ümitli değilim. Çünkü yer kalmadı bir daha İstanbul’da nerede ne kuracaksınız! Böyle bir noktadayım.
Bekir Cantemir
Şunu vurgulamak istiyorum. Süleymaniye Bölgesi’ni bilirsiniz. Orası için bir rehabilitasyon projesi üretilmişti. Hatta yanlış bir tercihle KİPTAŞ gitti binaları aldı. Ben şahit olmuştum. Namaz kılan, bir milyon doları olan kişileri arıyorlardı: “Gelin bu binaları ihya edelim. Süleymaniye’de de sabah namazında buluşalım.” Proje yattı. Çünkü bir milyon doları olan hiç kimse arabasız Süleymaniye’de gitmeyi tercih etmedi. Yani Range Rover’ını oraya sokmayan adam o sokaklarda yürümezdi. Başakşehir’deki bir villanın fiyatı Süleymaniye’deki bir konaktan hâlâ pahalı. Diğer taraftan başka bir örneğe bakalım. Kandilli bugün restore edildi. Devlet hiç müdahale etmedi. Kandilli’yi gidip gezerseniz… Anadoluhisarı sivil ellerde restore edildi. Oralarda oturanlar birer ev aldı ve restore etti. Yapanların çoğu da eğer ideolojik bir açıklama yaparsak seküler insanlar, bunu muhafazakâr insanlar yapmadı. Şimdi ben buradan komplocu teorinin bizleri gerçeklerden kaçmak için biraz rahatlattığını düşünüyorum.
Bekir Cantemir: Paris’te insanlar 300 yıllık evlerde ikamet ediyor.
Paris’te üç yüz yıllık evlerde ben misafir oldum. İnsanlar hâlâ kalıyor. Bu evlere hiçbir Türk kadınını sokamazsınız! Türk kızlarımız maalesef Kuzguncuk’ta otuz beş metrekare bir yerde evlenemez! Çünkü mobilyaları sığmaz. Ben de giremem. Bunu birilerine kızlara, erkeklere suçlama olarak söylemiyorum. Bunu şunun için söylüyorum. Biz konuşurken, düşünürken az önce anlattığımız büyük bir felsefeden falan bahsediyoruz. Siz ısrarla, inatla Fatih’in en sıkıntılı bölgesinde yaşıyorsunuz. Dimitri Ağabey’le karşılaştık geçenlerde.
Cantemir: Lykos deresi kanlı akarmış!
Kendisi Arnavut Rum. Lykos deresi tam o emniyetin olduğu yerden sonra kanlı akarmış. Orada Arnavutların bir kahvehanesi varmış. Çok kanlı bir kahvehane imiş. Zaten emniyeti de kasıtlı olarak oraya kurmuşlar. Kurmasalar o bölgeyi kurtaramıyorlarmış. Dimitri Ağabey de hâlâ topuğunun sırtına basan, eski bir İstanbul kabadayısıdır. Şimdi burada şunun için bunları söylüyorum Erhan Ağabey. Komplolar… Hani bir dönem Fener için de söyleniyordu ya “Fener’i satın alıyorlar.” Fener’de bir tane Rum Okulu var. Ve arkasına İsmail Ağa bir tane yurt yaptı. Mesela İsmail Ağa o yurdu kiremitten yapmadı, taştan yapmadı. Medreseler kitabını hazırlarken Esad Efendi Medresesi’nin fotoğrafının çekmek için zar-zor izin açılıp içeriye girmiştim. Ne gördüm: Medresenin duvarını yıkmışlar. Yurda giriş yapmışlar.
Bekir Cantemir: Medreseye saygı duymuyor adamlar.
Medreseye saygı duymuyor adamlar. Ama diğer taraftan da medrese geleneğini anlatıyorlar. Ama hiç kimse o medresenin duvarına sahip çıkmıyor. Bu adamlar medreseleri ihyaya talip. Yeni medrese binaları inşa ediyorlar.
Erhan Erken
Araya gireyim Bekir Bey. Burada biz buna ehemmiyet vermediğimiz için bu nimetten mahrum vaziyetteyiz. Esasında sebebi bu. Yani derinlemesine kendi mefkûremize ilgi duymadığımız için Allah bizim elimizden bu nimetini alıyor. Parantezi kapatıyorum, buyurunuz.
Bekir Cantemir
Bir arkadaşım aktarmıştı, Mehmed Şevket Eygi’nin en büyük problemlerinden biri, koleksiyonundan bir esere ulaşmak için gelen kişi; kitabın ihtiyacı olan sayfasını kopartıp almasıydı. Bunu şunun için söylüyorum. Aslında neye önem veriyorsanız Allah size onu veriyor. Ama şu anda verdiğimiz önemin neyle ilgili olduğuna dair uzlaşıp yüzleştiğimizde komploculuk bizi sadece rahatlatıyor. Sözü çok uzattım kusura bakmayınız.
Erhan Erken
Ben var olduğum müddetçe kendimden sorumluyum. Aldığım nefesten ve bana bu emaneti verene vereceğim hesaptan sorumluyum. Bütün millet tersini söylese, hepsi bununla ilgili olarak kötü hareket etse de tek başıma isem de ve bir şeyi fark ettiysem o fark etiğim şeyi yaşamak ve anlatmak derdindeyim. İstanbul’la ilgili bir şeyi fark ettiysem, neyi fark ettim ben… Birada bir hayat yaşanmış ve bir zihniyete dayalı olarak birileri bir şeyler yapmış ve bugün burada biz şehri yenilerken ya da yeniden düzenlerken o zihniyeti anlamamız lazım. Nasıl yapmışlar bu adamlar! Hangi muharrik güç bu adamları bu işleri yapmaya sevk etmiş. Bu camileri nasıl yapmışlar, medreseleri nasıl oluşturmuşlar? Nasıl bir inanç bağı onları böyle bir noktaya getirmiş? Bunu arayıp bulmalıyım ve bugünün anlayışı çerçevesinde bunu bugüne nasıl uyarlayabilirim? Nasıl modernize edebilirim? Postmodernize edebilirim? Yani bugünün insanının anlayabileceği bir şekle sokabilirim? Neyse o! Ben bunun derdindeyim. Ve bu noktada bir aksaklık gördüysem de söylemek durumundayım. Burada inat ediyorum, belki yeri geldiğinde de ilgilileri rahatsız ediyorum. Geçenlerde Fatih’le ilgili bir toplantı yapılmış. Tweet attım oraya. Dedim ki “Ben doğma büyüme Fatihliyim. Hiçbiriniz Fatihli değilsiniz. Ve ben bu toplantıda yokum!
Erken: Burada bir tuhaflık yok mu?
Burada bir tuhaflık yok mu?” “Sen kimsin!” diyecekler belki. Ama ben rahatsız etmek için yazdım onu! Neden? Ben burada yaşıyorum. Hiç biriniz dün burada yoktunuz burada, yarın da olmayacaksınız. Ama burayı yönetiyorsunuz! Ve ben burada yaşıyorum ve direniyorum. Çoğunuz da burada oturmuyorsunuz.
Bekir Cantemir
Erhan Bey, İstanbul’da belediye başkanlarının hangi semtlerde oturduğu çalışması yapılsa çoğunun yönettiği ilçede oturmadığı ortaya çıkacaktır. Çoğu başkan yönettiği ilçede oturmuyor. Beyoğlu Belediye Başkanı Sarıyer’de oturuyordu, öbürü başka bir yerde oturuyor. Adam kendi ilçesinde oturmuyor ya hu!
Erhan Erken
Zihniyete takılmış vaziyetteyim. Zihniyetiniz bulunduğunuz yere şekil veremiyorsa, ona uygun bir iz bırakamıyorsanız, nakşedemiyorsanız vebal altındasınız. Biz Müslümansak bu zihniyetimiz bulunduğumuz yerlere nakşedilmeli. Bir iz bırakmamız lazım. Benim evimin yapısı karınca kararınca buna uygun olmalı. Evimdeki eşyam buna uygun olmalı. Evimin mahremiyeti buna uygun olmalı. Komşularımla ilişkim buna uygun olmalı. Bu sokağa bakışım buna uygun olmalı. Camiye bakışım buna uygun olmalı. Şehre bakışım buna uygun olmalı. Ve tüm bu ilişkiler de birbirleriyle tutarlı olmalı. Neden? Çünkü tutarlı olursa kalıcı oluyor. Tutarlı olmazsa haliyle kalıcı olmuyor. Herkesin bireysel olarak vazifesi bu. Bireysel olarak yeter mi bu? Yetmez. Bunu topluluk vazifesi haline getirmemiz lazım. Bunun için de uğraşacağız. Ne kadar becerebiliriz? Bugünkü maddi şartlarda beceremeyebiliriz. Çünkü para imkanı olanlar bahsettiğim mefkureyi dertlenmiyor. Ve onun için başarılı olamıyorsunuz. İmar planlarını onlar değiştiriyor. Siz düzenleyemiyorsunuz. Neden? Çünkü güç onu değiştiriyor. Ama sen uğraşıyorsun, didiniyorsun. Uğraşman ve didinmen lazım.
Bekir Cantemir
Erhan Ağabey, arkadaşlara sözü verirken şunu söylemek istiyorum. Türkiye’de gayrimenkul rantları dönemi bitti. Ekonomi politik olarak da bitti. Artık şehrin imarını artırarak para kazamayacak gayrimenkulcüler. Çünkü artık bu şehirde nüfus oranları düşüyor. Göç bitti. Gelecek yeni bir Arap yok. Yeni bir sermaye akışı nedeniyle de Türkiye’ye gayrimenkul almaya gelecek yabancı yatırımcılar görünmüyor önümüzdeki yıllarda. Dolayısıyla şehri imar etmek için yeni bir fırsat doğdu. Fatih’te bina bazlı kentsel dönüşüm yerine ada bazlı dönüşümü zorunlu tutsanız. Parselleri iki dönüm olarak değerlendirseniz size yeşil alan da çıkar otopark alanları da. Rehabilitasyon böyle başlayabilir. Buradan soruları alabiliriz arkadaşlar.
Mustafa Erdoğan
Suriçi’nin korunması için neler yapabiliriz?
Bekir Cantemir
Bizim kentsel dönüşüm kanunumuz bina malzemelerini güçlendirmek üzerine kurulu. 1848 Ebniye Nizamnamesi çıktığında da ahşap evlerden kârgire, taşa geçiş öneriliyordu ve bina bazlı dönüşüm öneriliyordu. Bina bazlı değil ada bazlı, şehri dönüştürmek bazlı düşünmeliyiz. Tarlabaşı buna çok önemli bir örnektir. 2006’da Tarlabaşı’na kentsel dönüşüm projesini 20 dönüm alana uyguladılar. Hâlâ proje bitmedi, hiç kimse de para kazanmadı. Dikkat ederseniz Sulukule projesi de yürümedi.
Roman vatandaşlarımızın âhı milleti yaktı bence Sulukule’de.
Aslında İstanbul’un göbeğinde sıfır binalar yapılmasına rağmen ne rant elde edilebildi ne de bir değer üretilebildi. Roman vatandaşlarımızın âhı milleti yaktı bence Sulukule’de. O yüzden ben Erhan Bey’in düşüncelerini, duruşunu destekliyorum. Suriçi’ni korumak istiyorsak önce tapu üzerinden, herkesin kendi binası üzerinden değil ada bazlı bir düşünce geliştirmeliyiz.
Mehmet Erken
Ada bazlı dönüşüm projeleri için hep konuşuruz ya, bizim Fatih’teki evin hemen arkasında her adanın ortasında bir bahçenin, boşluğun olması, İstanbul’un ilk kent planlarının yapıldığı zamanlardaki düşünce…
Erhan Erken
Bizim bu bölgelerde hakikaten öyle bir şey var. Evlerin arkasında bir orta boşluk var. Hem bahçeler oraya doğru geliyor hem de orta bir boşluk oluşturmuşlar. Fakat zaman içerisinde herkes oraları, genişlete, çala-ede falan duman etmişler. Aslında iyi bir düşünceyle evlerin arka kısımlarında boşluk bırakmışlar. Ama maalesef bu yürümemiş. İnsanlar hak, hukuk meselelerine dikkat etmeyince gasbedile gasbedile kuşa dönmüş o alanlar.
Bekir Cantemir
Burada bir soru daha var ama isterseniz vakit uzadı, şöylece bitirelim. Ben imar siyaset ilişkileri üzerine bir doktora tezi yazdım. 1945-60 arası. Hem CHP’ye hem de Demokrat Parti’ye baktım. İstanbul’da 12 bin imar dosyası inceledim. Bir mühendis olarak da bunları okuduğum için neler döndüğüne baktım. İstanbul’da ilk imar affını, gecekondu affını kim çıkartıyor biliyor musunuz? İnönü. İstanbul’da ilk gecekonduları İsmet İnönü affediyor. İlk gecekondu da Zeytinburnu’nda yapılıyor. Adama soruyorlar, “Niye yapıyorsun bu gecekonduyu” diye. “Ya hu” diyor adam, “Bakırköy’de çalışıyorum. Konut krizi var.” Konut krizi niye var Çünkü bizim inşaat malzememiz Avrupa’dan geliyor. İkinci Dünya savaşı çıkınca Avrupa’dan inşaat malzemesi gelmediği için İstanbul’da konut krizi çıkıyor. Tek Parti döneminde yeterli arsa üretilemediği için insanlar gidip vakıf arazilerine yöneliyor. Soruyorlar “Niye bu araziyi seçtin?” “Vakıf arazisiydi, vakıf arazisi olunca kimse benimle uğraşmaz diye düşündüm” diyor. Adamdaki devrimci ekonomi politiğe bakınız! Sonra da İstanbul gecekondulaşıyor.
İlk gecekondu affını İnönü çıkartıyor.
İlk gecekondu affını İnönü çıkartıyor. İkinci gecekondu affını kim çıkartıyor? Adnan Menderes. 1956 yılında diyor ki “Geçmiş İktidar dönemlerde arsa üretmediği için gecekonduları affediyoruz.” Sizce üçüncü gecekondu affını kim çıkartıyor? Üçüncü affı 1960 yılında askerler çıkartıyor. Askerler diyor ki “Sabık iktidar insanların inşaat haklarını vermediği için bu yapılan gecekonduları affediyoruz.” Aslında burada sorun ne? Ulufeyi kimin dağıttığı önemli. Şimdilerde “İstanbul’un çarpık yapılanmasına askeri darbelerin etkisi” üzerine bir makale hazırlıyorum. Darbeyle hep bu bir şekilde öteleniyor. İkinci bir şeye rastladım. Tezimi hazırlarken 1945-1950 arası inşaat ruhsatlarına baktım. 1945-50 arasında 100’ü geçmiyor. 1950’den sonra 300’ü, 500’ü, 1000’i buluyor en iyi yıllarda. 27 Mayıs 1960 döneminde belge araştırması yaptım. Araştırmam bitince “tamam araştırma bitti” dedim. Sonra gördüklerime inanamadım. 27 Mayıs-31 Aralık 1960 tarihleri arasında kaç adet inşaat ruhsatı alınmış? Bir baktım ki 3500 ruhsat alınmış. Darbeden sonra bu kadar ruhsat alınamaz. Benim tezim çöktü! Canım sıkıldı. Pis bir gerçek tüm teorimi mahvetti! Geri döndüm, nasıl oldu, sorun ne! Bulamadım hiçbir şey. Sonra gazete küpürlerini tararken gördüm ki İmar Müdürlüğü’ne bir Albay geliyor. Albaya diyorlar ki “Efendim, sabık iktidar, Fahrettin Kerim Gökay şöyle bir karar alıyor. Cephesi dört metrenin altındaki binanlar yıkılıp yerlerine apartman yapılınca apartmanlar dar oluyor, merdiven boşluğu konulunca da kullanışı zor apartmanlar oluşuyor. Cephesi dört metrenin altındaki binalar yan binalarla birleştirilerek, tevhid edilerek yapılsın” diyor. Bundan dolayı da insanlar inşaat yapamıyor. Albaya gidip diyorlar ki “Menderes döneminde bizlere böyle bir zorluk çıkarttı!” Albay da bu uygulamayı kaldırıyor. Bizim “Necip Türk Milleti” gidip cephesi dört metrenin altında bulunan parsel sahipleri ruhsatlarını alıyor. Ruhsat alıyor ama inşaatı yapmıyor, inşaat yapma hakkını elde ediyor. Bunları şunun için söylüyorum. Aslında pratikten baktığınızda, inşaat ruhsatlarından bunu incelediğinizde herkesin çok devrimci, çok uyanık olduğunu görüyorsunuz. Kimse saf değil! Çünkü burada tapunun sahibi olduğunuzda bireysel haklarınızı marjinal bir şekilde kullanıyorsunuz. Bizde sorun ne? Tanzimat Fermanı’ndan itibaren ilan edilen bir şey var ya. Tanzimat Fermanı özetle “Son 150 yıldır her şey kötüye doğru gidiyordu” diyor. Geçenlerde Alparslan Türkeş’in, Necmettin Erbakan’ın bir de Hikmet Kıvılcım’ın ayrı ayrı metinlerini buldum, 1969-70’lere ait. Diyorlar ki “Son 150 yıldır her şey kötüye gidiyor. Biz bu ülkenin yerli kaynaklarını kullanarak kalkındıracağız.” Üç farklı ideolojik kurucunun çözümlemesi aynı. Bence sorunumuz kamu otoritesini koruyan sistemi kaybetmemizde. Tanzimat’ta da kaybettiğimiz ifade ediliyor. Şimdi de kayıp. Kamuyu koruyan sistem olmadığı için bireysel çabalarımızla imarı, yolu, kamuyu, mahremiyeti koruyamıyoruz. Bunu özellikle vurgulamak isterim.
Erhan Erken
Bitirirken şunları söyleyeyim. İş dönüyor, dolaşıyor, insanda düğümleniyor sanki. Bizim hakikaten Allah’tan korkan, nitelikli, derinlikli, derdi olan insan üretmemiz lazım. Ve güçlü insan üretmemiz lazım. Hakikaten inançlı olacağız, inançlı ve derdi olan insan sayısını artıracağız, hayalimiz geniş olacak. Bir medeniyet tasavvurumuz olacak. Bunu dünyaya uygulamakla ilgili bir derdimiz, iz bırakmak derdimiz olacak. Ve meydanı da kimseye bırakmayacağız. Yani kötü niyetlilere alan bırakmayacağız. Meydanı bıraktığın zaman senin önüne geçiyor ve seni bozukluğun içine mahkûm ediyor. Kenara çekilmeyeceksin ama geçmişten hangi doğrular varsa alacaksın. Dünyada, etrafında doğru namına ne varsa bakacaksın ve bu dünyada bir iz bırakmak, nakşetmek derdinde olacaksın. Bunun derdinde olmazsan sana bu şehirde yaşamak için en ufak bir yer bile kalmaz! Dünyada yaşayacak yer kalmaz! Her gittiğin yerde bunlarla karşılaşırsın. Buradan gittin Bilecik’e, aynı insanlar orada da var! Gittin Samsun’a aynı insanlar orada da var! Burada yapılacak olan hakikaten derdi olan insanların sayısını artırmak.
Erhan Erken: İnsan unsuru çok mühim.
Burada insan unsuru çok önemli. Ve bu insanlarında meydanı, alanı boş bırakmamaları. Boş bırakmadığın zaman biiznillah hâkim olabilirsin. Dediğiniz gibi kamu otoritesi bunun bir aracıdır. Hepsi bir araç olarak kullanılabilir ama insan unsuru çok önemli burada. Burası niteliksiz insan unsuru yetiştirme mekanizması haline geldi. Biz bile yeterli değiliz! Biz burada varken Fatih’te hiç kimse yanlış bir şey yapmaması, yapamaması lazım! Yapacaksa, ben burada olmamam lazım. Ben varken yapabiliyorsa ben adam değilim demek ki! Ben ona bakarım! Kabahat bendedir! Burada ben doğma büyüme oturuyor muyum! Oturuyorsam Fatih’te birileri yanlış yapamamalı! Yapacaksa da korkmalı! Sen hangi semtte oturuyorsan, İbrahim Bey Başakşehir’de oturuyorsa İbrahim Bey tek kişi bile olsa ondan korkmalılar! Korkmalı dediğim bizim varlığımız yanlış yapan muhataplarımıza bir rahatsızlık vermeli. Ha, engelleyemeyebilirsin, ama yapan adam senden çekinir. Dikkat eder. Der ki “Ben yamuk yaparsam bu adam karşıma teziyle çıkar, düşüncesiyle çıkar, networküyle çıkar…” Bence bu lazım. Bu insan unsuru özelliğimizi kaybediyoruz. Yoksa benliğimizi kaybediyoruz, bir kenara çekiliyoruz. Bazen ümidimi kaybediyorum, sonra kendi kendime kızıyorum. Ne zaman emr-i hak vaki olacak bilmiyorsun. Son dakikaya kadar mücadele lazım. Mesela Mehmet Torun arkadaşımız… Emr-i Hakk vaki oldu, vazifesi bitti onun. Bu tenden canımızın çıkacağı ana kadar nakış yapmak zorundayız.
Erken: Hayra motor şerre fren olmak önemli.
Kötüye fren, iyiye motor. Necmettin Erbakan’ın çok hoşuma giden büyük bir sözüdür. “Hayra motor, şerre fren.” Bunu olmadığınız müddetçe herkes her şeyi yapar. Çünkü şeytanın işi yok ki! Çalışıyor.
Bekir Cantemir
Siz bir Arnavut olarak, Arnavut kabadayılığınız salikiyle raconu hemen kesiyorsunuz! Ben 1975 doğumluyum ama burada 1980 ve 1990 doğumlularımız da var. Yeni nesil olarak, herkes sizin kadar rahat racon kesemiyor!
Erhan Erken
Sizin kıyafetiniz bir racon! Bunu unutmayınız! Herkes sizin gibi bir sakal bırakamaz. Siz duruşunuzla da racon kesiyorsunuz!
Bekir Cantemir
Ağzınıza sağlık, çok teşekkür ediyorum. Benim için özellikle sohbetin şu tarafı keyifli oldu. Sizin düşüncelerinizi hayata aktarma biçiminizle daha çok ilgileniyorum. Muhafazakâr aklın şehir ve medeniyet güzellemesi yaparken bugünü kaçırmasından rahatsız oluyorum… Sizin bugüne müdahale etmek için kökü geleneğe dayanan bir düşünce biçiminiz var. Bu bence çok verimli ve bereketli bir durum. Ben İstanbul tarihini az çok okuyorum. Karşılaştırmalı şehir tarihi metinleri okuduğumda da bizim yasa yapıcılarımızı ve kamu otoritemizi sistematik bir şekilde değiştiremediğimizde toplu bir değişime sebebiyet veremeyeceğimizi düşünüyorum. Bireysel olarak bunu çok etkileme imkânımız yok. Çünkü hikâye farklı bir yere geliyor. Mesela bizim imar uygulama modelimiz Almancadan çevrilir. Ama Almanya’da imar uygulaması yapılırken kamuya o bölgedeki evlerden bir miktar bırakılır. O bölgedeki memurlar öğretmenler için evler daha makul bedellerle kiraya verilir. Mesela Üsküdar merkezde kaliteli okul kalmadı. Niye? Çünkü Üsküdar merkezde öğretmenler öğretmen maaşıyla yaşayamıyor. İyi öğretmenler Üsküdar merkezde kalamıyor. Çekmeköy’den gidip gelmesi gerekiyor. Çekmeköy’den geldiği zaman da yorgun oluyor. Bu yüzden Üsküdar merkezde hem nüfus nedeniyle hem de ekonomi iyi öğretmenin yaşayacağı yer bırakmıyor. Fatih de bu hale geliyor. Aslında Başakşehir ya da burada Bulgurlu niye ön plana çıkıyor? Çünkü orada öğretmen maaşıyla yaşanabiliyor. Öğretmenin maaşıyla yaşayabileceği yerde de iyi öğretmen bulabiliyorsunuz. Mesela ben bunun ekonomisi, hukuku, siyaseti bütünlüğünde değerlendirdiğimde çıkış yolları bulacağımızı düşünüyorum. Sizi de tebrik ediyorum. Fatih’le ilgili her türlü kavganızın yanındayım! En azından racon kesmek için Dimitri Ağabey’i de çağırabiliriz! Şehir haklarını savunuruz hemşehrinizle birlikte!
İbrahim Ethem Gören
Ergün Bakar kardeşimizden bir soru var.
Ergün Bakar
Bizler yaş olarak çok hâkim değiliz konuya. Ama yerel yöneticilerin neredeyse anket bile yapmadan, hiçbir görüş almadan imar planı yaptıkları şehirlerde veya mahallelerde özellikle İstanbul kökenli olmayıp bu şehri veya oturduğu mahalleyi korumak isteyen bizler de ister istemez çaresiz kalıyoruz. Bu bir öğrenilmiş çaresizlik midir merak ediyorum açıkçası.
Bekir Cantemir
Halkın katılımı önemlidir ama bence halkın katılımından ziyade planın yapımındaki ana kurguyu değiştirmezseniz halkın katılımının çok bir etkisi olmuyor. İstanbul’un ilk imar planı nerede asılıyor arkadaşlar? Gezi Parkı’nda. 1948 yılında. Prost ilk planı bitiriyor. 10 yıl sonra Gezi Parkı İmar Planı asılıyor. Plan asıldıktan bir hafta sonra o Gezi Parkı’nın ucunda dikkat ederseniz Ağa Ceylan Oteli var. Yedi dönümlük bir parseldir o. Ağa Ceylan Oteli’nin sahibi o dönem sabık İmar Vekili Zeki bey. İstanbul belediye yönetimi buranın yeşil alan olan planını turizm olarak değiştiriyor.
İmar planları Mekke dönemi müşriklerinin helvadan putları gibi. İlk plandan günümüze yemek için yapılıyor. Dolayısıyla bu iş salt kanun düzenlemesi ile, salt halkın katılımı ile çözülmez. Kamu otoritesi ile kamuyu koruyan bir sistem kurmak gerekiyor.
İbrahim Ethem Gören
Arkadaşlar teşrifiniz için teşekkür ediyoruz. Oldukça verimli ve derinlikli bir şehir ve medeniyet okuması oldu. Erhan Erken’e ve Bekir Cantemir’e teşekkürlerimizi arz ediyoruz.
İttifak Gazetesi 03.05.2020
https://www.ittifakgazetesi.com/erhan-erken-in-gozuyle-sehir-ve-medeniyet-iv-m1718.html