TÜRKİYE’DE GİRİŞİMCİLİK ZORDUR KARDEŞİM…

 

Televizyonlarda yayınlanan bazı dizilerin başlangıcında ‘Bu hikayede ismi geçen kişi ve olayların gerçek hayatta karşılıkları yoktur ‘ kabilinden bir yazı yazıyorlar. Bunun herhalde bir hikmeti vardır diyerek biz de aynı lafı edelim bu yazıya başlarken.

‘Burada zikri geçen olaylar gerçek hayatta aynen yaşanmamıştır’.

Hikayemizde adı geçen kişiler ve yaşanan olaylar tamamen hayalidir, uydurmadır, olamaz, olabilemez…

Bu yazımızda, bu gün artık yaşı kemale ermiş bir girişimcinin her bölümü ayrı bir film konusu olabilecek hayatından bir kesiti aktarmaya çalışacağız. Girişimcilik ( eski tabirle müteşebbislik) ülkemizde son yıllarda çokça kullanılan bir söz olduğundan ve gayet sevecen bir tarzda anlatıldığından, bu sözün büyüsüne kapılarak, aman ben de girişimci olayım diye pattadanak bir işler yapmaya kalkışacak genç arkadaşların, kulakları için küçük bir küpe mesabesindedir bu anlatılacak olanlar, aman dikkatli okusunlar…

Hikayemiz 1997 yılında başlar. Gerçi bahse konu girişimci kardeşimizin film gibi iş hayatının başlangıcı 1980’lere kadar uzanır ama, biz dedik ya bir kesit diye, işte o kesitin başlama zamanı 1997’ler. İmalat işlerinde kullanmak ve küçük ebatlı malzeme taşımak üzere panel van tipi minibüslerin bir ufağı, hani o genelde mahalle aralarında su taşıyan firmaların kullandığı cinsten küçük bir araç alırlar. Bir yandan hafif eşya taşıyorlar bir yandan da firmanın bir yöneticisi sabah akşam bu vasıta ile evden işe, işden eve gidip geliyor.

Yıllar yılları kovalıyor, araç ufak tefek arızalar yapmaya başlıyor, işin niteliğinde bazı değişiklikler oluyor, filan, derken artık bu aracı elden çıkaralım diye karar alınıyor. Son bir bakım ve tamirat yapılıyor ve gazeteye ilan veriliyor. Birkaç kişi geliyor, bakıyor, inceliyor, tamirciye götürüp baktırıyor ve sonuçta bir alıcı ile el sıkışılıyor ve hikayesi anlatılan araç ile 8 yıllık birliktelik sona eriyor.. Yıl 2005

Tabii sona eriyor gibi görünmekle birlikte hiç de sona ermiyor, hala devam ediyor ve belki de uzun yıllar devam edecek gibi görünüyor.

Minibüsü alan kişi parayı oracıkta nakit olarak sayıyor. İki taraf arasında bir kağıda anlaşma şartları yazılıyor; Alan, veren, şahit, imza ve sair gibi ayrıntılar belirtiliyor. Notere gidilmeden, tamamen güvene dayalı bir tarzda işlem yapılıyor ve hayırlı olsun duaları ile araç yeni sahibi ile yola koyuluyor.

Noter işlemi ve ruhsat devrinin bir hafta sonra buluşulup yapılması noktasında mutabık kalınıyor. Buraya kadar her şey tamam gibi görünüyor fakat çok önemli bazı noktalar eksikmiş ki bu alış veriş hikayenin ilk kaleme alındığı 2012 Mayısında bile hala bitmiş değil..

( Hikayemizi bloğumuza koyduğumuz 2021 yılı Mart ayında bu trajikomik olayın neticelendiği ile ilgili bir bilgiye sahip değiliz..)

Günler günleri, aylar ayları kovalıyor minibüsün hala devri mümkün olamıyor. Yeni alan şahıs ha bugün ha yarın derken biraz isteksiz davranıyor. Bu arada minibüsün sürekli arıza çıkardığı lafları dolaşmaya başlıyor karşılıklı telefon görüşmelerinde. Satıcı ben size satarken tüm kontrolleri yaptırdınız, tamircinize gösterdiniz ve kalbiniz mutmain oldu ki aldınız. Sonrasında bir arıza olduysa benim günahım nedir? Diye mütemadien soruyor. Alıcı ise evet haklısın ama ne yapayim araçta problemler var filan diyerek gönülsüzlüğünü ifade etmeye çalışıyor. Devir sırasında yapılacak bir miktar daha masraf bu süreci uzatıyor gibi bir şüphe akıllara düşmeye başlıyor.

Derken yeni sahip, aracı yeğenime verdim o kullanıyor, devri ona yaparız diyerek yeni bir parantez açıyor.

Yahu tamam da alın şunu üstümüzden, yeğenin kaza yapar, başına bir iş gelir, birine bir zarar verir, aracı biri alıp uygunsuz bir iş yapar sonra fatura bizim üstümüze kesilir gibi türlü türlü dil dökmelere rağmen bir türlü aracı üzerinden çıkaramıyor bizim girişimcimiz.

Derken 2011 yılına kadar geliniyor. Artık olay neredeyse unutulmaya yüz tutmaktadır. Fakat insanlar unutsa da tarih unutmaz, kayıtlar unutmaz, maliye unutmaz, resmi kayıtlar hiçbir zaman unutmaz.

Girişimcimiz o aracın üzerine kayıtlı olan şirketinde yeterli bir ticari aktivite yapamadığını düşünerek o şirketi tasviye etmeye karar veriyor. Bir yıllık bir süre içinde prosedüre ait tüm işlemler yerine getiriliyor. Türkiye’de şirket kuranlar ve şirket tasviye edenler bu iki kelimeyle ifade ettiğimiz işlemlerin ne kadar uzun ve meşakkatli olduğunu bilirler. Bir şirket tasviye işlemi bile başlı başına bir hikaye konusu olabilir ama şimdilik o detaya girmeden kısaca değinip geçmekte yarar var.

Sıra, firmanın mal varlığı varsa onun da tasviyesine gelmiştir. Minibus hala şirketin kayıtlarında gözükmektedir. Bu kayıtlardan çıkmalıdır ki şirket kapanabilsin.

Bunun üzerine alıcı olan kişi yeniden aranıyor; Kardeşim biz firmayı artık kapatıyoruz gel şu aracı üstümüzden al, sen de kurtul biz de kurtulalım diye söyleniyor.

Karşıdaki ses; Arkadaşlar ben o aracı başkasına sattım, işlerim de bozuldu, firmamı kapattım ve ticareti bıraktım. Alış verişi yaptığımız şehri de terk ettim…

Eeeee, ne yapacağız?

Valla bilmiyorum, benim sattığım adam da şu an bilmediğim bir konudan dolayı hapse düştü ona nasıl ulaşırım bilemiyorum…

Pekiyi sonra?

Galiba onun bir yeğeni vardı, duyduğuma göre araç ona geçmiş o da biraz kullandıktan sonra araç eskiyince ve bozulunca bir küçük sanayi sitesinin parkına bırakmış. Ben onu sizin için bulmaya çalışayım.

Eh hadi bir umut doğdu diye hafif bir sevinç ile karışık buruk bir gülümseme yayılır müteşebbisimizin yüzüne..

Diğer yanda firmanın tasviye sürecinin devamıyla ilgili işlemler sürdürülüyor.

Firmanın tasviyesi sürecinde bir diğer safha da kapatılacak firmanın maliye ve diğer resmi kuruluşlarla ilgili borçları varsa onların öğrenilip ödenmesi. Bu niyetle maliyeye gidiliyor. Bu sıralar da maliyenin borç yapılandırması dönemidir. Vergi dairesinden borç dökümü isteniyor.

Bir miktar eski borcun varlığı bilinmekte ve onların kapatılması konusunda hazırlık yapılmışsa bile aniden yeni bir şey ortaya çıkıyor..

Zikri geçen araçla ilgili ciddi bir taşıt vergisi gözüküyor kayıtlarda…

Aracı alan kişi aldığı günden itibaren maliyeye hiçbir şey ödememiş. Üstüne üstlük trafik cezaları da ilave olmuş.

Ortaya çıkan rakamın aracın değerinden daha fazla bir seviyeye gelmiş durumda olduğu görünüyor…

Yeni bir kriz hali. Bu arabanın derdi ne zaman sona erecek Allah’ım diye başını elleri arasına alıyor bizim girişimci dostumuz.

Hemen kendine geliyor. “Hayat devam ediyorsa sorunlar da sürüyordur “diye öğrendiği bir özdeyişi hatırlıyor ve bir daha telefona sarılıyor. Karşısında aracı ilk alan şahıs;

Kardeşim sen bu aracın vergileri ile ilgili hiçbir ödeme yapmamışsın, ne olacak şimdi bu iş? Borç bizim borcumuz olarak gözüküyor. Hazır maliye bir fırsat vermişken şunu ödeyiver ve bu iş bitsin..

Telefonun karşısındaki ses; benim 5 kuruş ödeyecek halim yok, aracı verdiklerim de ödeyemez, valla siz ne istiyorsanız onu yapın…

Eyvaaah, iş gittikçe büyüyor, girişimcimizi bir telaş alır.. Şimdi ne yapacak?

Hemen beraber olduğu arkadaşları ile düşünüyor taşınıyor ve şu kararları alıyorlar;

Aracın borcu taksitlendirme ile ödenmelidir. Araç bulunup her ne halde ise geri alınmalıdır. Bulunmazsa çalındı diye emniyete bildirilip yeri tesbit edilmelidir. Tamir edilecek gibi ise tamir edilmeli yoksa hurdaya teslim edilip bu sayede o sevgili minibüsten kurtulunmalıdır.

Bu minval üzere işlemlere başlanıyor. Aracın son kullanıcısı bin bir zahmetle bulunup görüşülüyor. Adam da araçtan ümidini kesmiştir. Muhtemel bulunabileceği yeri söylüyor ve aracı bulursanız hemen size vereyim ben de kurtulayım diyor.

Girişimcimiz artık bunalmıştır. Aracı gidip görecek hali bile kalmamıştır. İş yerinden müdürü ve bir yardımcısı gidip aracı aramaya başlıyorlar. ,

O da ne .. Tarif edilen yerde araç duruyor. Fakat içinde motoru ve sair aksamı yok. Bir kaporta, bir direksiyon, o kadar. Hemen resmini çekip hatıra olarak alıyorlar. İçine bakıyorlar.

Ruhsat bile aracın içinde duruyor. Plakalar üstünde. Sordukları kişiler aman ruhsatı ve plakaları alın ki kötü niyetli birileri onları kötü bir niyetle kullanmasınlar, verilmiş sadakanız varmış ki bu güne kadar kullanmamışlar diye onları teskin ediyorlar.

Eh, beterin de beteri var, en kötü durumda bile insan sevinecek bir şeyler bulmalı bu hayatta değil mi diye kendi kendilerine seviniyorlar.

Aracı hurdaya vermek ve trafikten kaydını sildirmek için bir araştırma yapılıyor. Şöyle bir cevap alıyorlar

Aracın hurdaya çıkması için hurda mahalline teslim edilmesinden sonra maliyeye borcunun tamamı ödenmelidir ki firmanın üzerindeki kayıt düşsün. Taksitlendirme kifayet etmiyor, defaeten borcun ödenmesi gerekiyor.

Eee ne olacak vergi borcu bir hayli fazla?

Vergi borç taksitlerinin sonunu beklese en az 1.5 yıl var. Girişimcimizin sinirleri artık iflas noktasına yaklaşmaktadır. Derken hayatında yapmadığı bir işi yapmaya karar veriyor.

Kredi alacaktır, vergiyi ödeyecektir ve bu işi bitirecektir. Şöyle de bir çıkarsama yapıyor ki; maliyeye taksitle ödeme yaptığında da bir miktar faiz ödemek durumundadır. Ha maliye ha banka diyor ve bir banka şubesine geçmişinden kalan alışkanlıkla sol ayağı ile girip terleye, bunala kredi alıyor.

Bu berbat işten kurtulmak için kendi iradesiyle krediye ve faize bulaşmıştır artık…

Arabanın borcu ödenmiştir. Şimdi gidip aracı bulunduğu yerden alıp hurda mahalline teslim etmek kalmıştır. Girişimcimizin yardımcısı yanına ilk gittiği kişiyi alıp daha önceki siteye gidiyorlar ve hayretle donakalıyorlar.

Araç yerinde yok. Oraya soruyorlar, buraya soruyorlar, belediyeye, çekicilere başvuruyorlar… Nafile..

Araç yok, yok yok…

Şimdi ne olacak? İstişareler başlıyorlar. Trafik muamele işi yapan kişilere soruyor.

Onlar diyor ki; çalıntı ihbarında bulunun, 40 -45 gün araç bulunmazsa trafik size bu araç bulunamamıştır diye belge verir.

Peki bu belge ile araba firmanın envanterinden düşer mi?

Yine istişare, araştırma; el cevap hayır düşmez. Bu durumda firmayı yine kapatamazsınız. Araba trafikten düşer fakat şirketin envanterinden düşmez.

Peki ne olacak?

Siz bu aracı bir kişiye kağıt üzerinde satın, firma envanterinden düşsün, sonra o kişi çalıntı şikayetinde bulunsun. Araç trafik kaydından da düşsün, emniyet arasın, bulunursa hurdaya verir tam kayıttan silinir, bulunamazsa dosya bulunana açık kalır ama şahıs olduğu için bir mahzur teşkil etmez..

Eh bu da bir yol. Peki hadi o zaman satalım bu aracı.

Yakın bir arkadaşa rica ediliyor bu aracı sana satalım deniyor. O da kabul ediyor. “Dostluk peki demekle kaimdir “ derdi bir bilge kişi. Bu sözün hatırlanmasına vesile olacak bir hareket yapıyor girişimcimizin arkadaşı.

Trafik muamelesi yapan bir firmaya vekaletler veriliyor. İşlem başlıyor

Derken bir aksilik daha:

Muameleci noterden arıyor. Beyler bu işlem olmuyor.

Peki niye?

Adı geçen aracın ruhsatında yazan firmanın hakiki ismi.

Eeee problem nedir?

Bu firma şu an tasviyeye girdiği için ismi değişti ve ‘Tasviye Halinde……. A.Ş’ oldu. Onun için bu aracı önce tasviye halindeki firmaya satacağız, onun adına yeni ruhsat çıkaracağız, sonra Tasviye Halinde….. A.Ş’ olarak aracı gerçek kişiye satacağız.

Peki ortada araba yok bu işlem nasıl yapılacak?

Burası Türkiye, olmayan arabayı kayıttan düşemiyoruz fakat olmayan arabaya yeni ruhsat çıkarabiliriz ve satabiliriz diye alınan bir cevap üzerine, tamam kardeşim ne olur bu işi halledin de kurtulalım diyor bizim girişimcimiz….

Birkaç gün sonra girişimcimizin yakın arkadaşının elinde yepyeni bir ruhsat vardır. Meşhur aracımız artık onun olmuştur. Güle güle kullansın…

Aracın satışı sırasında noterdeki satış değeri üzerinden yüklü bir miktar da KDV ödenmiştir. Aracın belki hurda değerinden fazla bir KDV..

Girişimcimiz bu acınası durumda bile espri yapmayı sürdürür. Aracın yeni sahibi arkadaşına takılır: “Kardeşim yepyeni bir aracın oldu. Bize bir baklava al da ağzımız tatlansın. Bır de sakın çocukların bu ruhsatı görmesin. Baba hadi şunu kutlayalım, beraberce bir Boğaz turu atalım veya bak ne güzel minibüs almışsın hadi pikniğe gidelim diye sana baskı yaparlar…”

Hepsi birden acı acı gülerler…

Firmanın tasviye işlemi için gerekli tüm safhalar tamamlanmıştır.

Bu arada son bir detayı daha vermek gerekiyor. Bu aracın trafiğe çalıntı bildirimi yapılması için işlem gerekmektedir.

Bunun için bir ilçenin Emniyet Müdürüne danışalım diye düşünürler, girişimcimiz ve arabanın yeni sahibi(!) olan kişi. Emniyet Müdürüne olayı tüm çıplaklığı ile anlatırlar. Emniyet Müdürümüz düşünür taşınır şu veciz yolu gösterir onlara. Arkadaşlar, bu çok karışık bir iş. Siz bu işi bir trafik muamelecisi ile görüşün. Ben bu işlemi yapamam fakat onlar bu işi becerirler…

Girişimcimiz ve arkadaşı bu hikayenin sonunda kararsız kalmışlardır. Ya artık iyice kontrolden çıkıp gözlerini karartacaklar; Sırasıyla Şehrin Emniyet Müdürüne, Valiye, olmadı İç İşleri Bakanına veya Başbakana kadar çıkarak bu komedinin boyutlarını büyütecekler veya muameleciye başvuracaklar ve araca çalıntı belgesi alarak kayıttan düşürecekler ve sessizce meseleyi halledecekler.. (tabii halledebilirlerse)

Sizce ne yapsınlar?

24 Mart 2021

( İlk olarak 2012 yılında Caf Caf dergisinde yayınlanmıştır)