“İTO’nun 2 Kasım 2024 tarihinde gerçeklrştirdiği 21. Dönem ikinci Meclis üyeleri istişare toplantısında yaptığım konuşmada belirttiğim hususları burada da paylaşıyorum”
Öncelikle şu noktaya dikkat çekerek başlamak isterim ki hepimizin üzülerek izlediğimiz gibi 1 yılını dolduran bir vahşet Gazze’de devam ediyor.
İsrail’in insanlığı ayaklar altına alan saldırıları neticesi şu ana kadar çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 50 bine yakın insan katledildi.
Bu resmen açık bir soykırımdır. Orada Filistinli kardeşlerimiz resmen hedef tahtasına oturtulmuş bir şekilde katlediliyorlar.
Ve bütün dünyada sanki eli-kolu bağlıymış gibi olanı biteni seyrediyor. Tam bir acizlik panoraması.
İsrail’in bu ateşi bölgenin farklı taraflarına doğru da kaydırmak istediğini görmekteyiz ve bundan dolayı endişeliyiz.
2 Kasım 1917’de Balfour Deklarasyonu yayınlanmıştı.
2 Kasım aynı zamanda çok önemli bir tarihî olayın yıldönümüdür.
Balfour Deklarasyonu denen olay tam 107 yıl evvel bugün vuku bulmuştu.
2 Kasım 1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Arthur Balfour, uluslararası Siyonist hareketin liderlerinden olan Lord Rothschild’e bir mektup göndererek Filistin topraklarında bir Yahudî devleti kurulması konusunda İngiliz hükûmetinin destek vereceğini bildirmişti.
İşte bu tarihî deklarasyonla başlayan süreçin üzerinden 107 yıl geçti. Balfour Deklarasyonu Yahudileri Orta Doğu’nun bağrına bir hançer gibi sokmuştur ve bugün bu hançer maalesef farklı yönlere doğru harekete geçmektedir.
Türkiye olarak sürekli teyakkuz halinde olmak zorundayız ve geçen Meclis toplantısında altını çizmeye çalıştığım gibi “Hazır ol Cenge istiyorsan sulhu salah” lafzına uygun olarak her alanda donanımlı olmak zorundayız.
Ama biz saldıran olmamalıyız. Biz zalim olmamalıyız. Her durumda adaletten ve insan olma özelliğimizden ayrılmamalıyız. Bize de bu yakışır…
Geçen günlerde savunma sanayimizin kalbi durumundaki TUSAŞ’a yapılan saldırı, ülkemizin bu alandaki gelişmesine karşı bazılarının çok rahatsız olduklarını gösteren bir hamle olarak dikkatimizi çekmiştir.
Bu saldırıyı nefretle lanetliyoruz. Şehit düşen kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza şifa diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun.
Devletimiz ve milletimiz ile birlikte terör örgütlerinin ve uzantılarının alçakça emellerine fırsat vermeyeceğimizi bu saldırıdan sonra güvenlik birimlerimizin yürüttüğü karşı operasyonlarla gösterdiğimize inanıyorum.
Aynı zamanda İstanbul Fuar Merkezimizde düzenlenen 4. SAHA EXPO Savunma, Havacılık ve Uzay Sanayi Fuarı da ülkemizin savunmasına verdiğimiz önemi ve bu alandaki gelişmeleri göstermesi açısından çok önemli bir olaydır.
Savunma sanayimizde geliştirilen silah ve araçlarla teknolojide gelinen nokta resmen dosta güven düşmana korku veriyor.
Ülkemizin yerli ve milli sermayesinin katkılarıyla üretilen bu savunma sanayi ürünleriyle gurur duyuyoruz.
İTO Meclisinin iki yılı özetle nasıl geçti?
Bu çalışma toplantısıyla birlikte İTO’nun 21. Meclisi 2. yılını doldurmuş oluyor.
Bu süre zarfında deprem gibi çok önemli bir tabii afet ve hâlâ etkisinden kurtulamadığımız ekonomik dengesizliklere rağmen yine de İTO olarak verimli bir çalışma dönemi geçirdiğimiz kanaatindeyim.
Bu süreç zarfında her zamanki gibi Türkiye ve dünya gündemini sıcağı sıcağına takip eden komite ve Meclis üyelerimizin fikirleri yâni sizlerin katkıları son derece değerliydi.
Arkadaşlarımızın tesbitlerine göre sizlerle bazı rakamlar paylaşmak istiyorum
21. dönemde Meclisimizde son toplantıya kadar 90 arkadaşımız söz almış.
183 Arkadaşımız kürsüyü hiç kullanmamış. 29 Komitemizin sorunlarını ve görüşlerini Meclis kürsüsünden hiç duymamışız maalesef.
Mecliste konuşan ve fikirlerinin bizlerle paylaşan arkadaş sayımızın çok daha fazla olmasını arzu ediyorum. İnşallah yeni dönemde bu arayı kapatırız.
Seçimlerden sonra 31 arkadaşımız değişmiş ve yeni isimler Meclisimize gelmişler. Görev süresi bitenlere teşekkür ediyor, yeni gelenlere hoşgeldiniz diyorum.
21. Dönemde komitelerimiz kendi üyeleri ile 9 adet büyük zümre yapmışlar. Buna ilaveten yemekli istişare toplantısı sayısı 95 olmuş. Sanki format biraz daha bu yöne kaymış gibi görünüyor.
Odamız fuarlar programında 15 Kasım 2022’dan bugüne kadar toplam 92 fuara iştirak edilmiş. 59 bin856 m2 alanda 2760 iştirakçi bizim organizasyonlarımız dâhilinde fuarlara gitmişler.
15 Kasım 2022’den bugüne kadar odamızın üyelerinden 82 heyet odamız dışında çeşitli temaslar yapmışlar. Yine bu süre zarfında odamıza yurt dışından 70 adet heyet çeşitli görüşmeler yapmak üzere gelmişler.
İki yıl zarfında odamızda B2B tabir edilen 12 organizasyon yapılmış. Tüm bu organizasyonlara 960 firma katılmış.
Bir de URGE dediğimiz Uluslararası Rekabetçiliğin Geliştirilmesi Projesi çerçevesinde 4 program düzenlenmiş ve buralara 53 firma katılmış.
Tabii bu arada bireysel ziyaretler, başkanlık nezdindeki temaslar bu rakamlara dâhil değil. Bunlar Oda içi birimlerimizin organize ettiği toplantılar.
Tüm bunlara ilave olarak yönetim kurulumuz ve başkanımız, gerek iş çevreleriyle gerek kamu idarelerimizle ve gerek hükûmetimizle temaslarını son derece dikkatli bir şekilde yürütmeye devam ediyor. Kendilerine teşekkür ediyoruz.
Bu buluşmayla birlikte yeni çalışma dönemimizin de iş dünyamız, vatandaşlarımız, milletimiz, memleket ve devletimiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Şimdi de genel ekonomik durum ile ilgili bazı görüşlerimi dile getirmek istiyorum
Zaman zaman “Devlet” ve “Millet” kavramları siyasetin ve anayasa tartışmalarının içinde mesele olmuştur ve olmaya da devam etmektedir…
Siyaset bilimi içinde yer alan bu “Devlet mi millet için yoksa millet mi devlet için vardır. ” tartışması çok kadim bir konudur.
Fakat tüm bunların gerisinde esasında aslolan insandır. Tüm mekanizmalar insanın daha iyi bir hayat yaşaması içindir.
İnsanoğlunun beş önemli değeri vardır ki bunların korunması daima esas olarak değerlendirilmiştir. Bunlar; Can, mal, akıl, nesil ve dinin korunmasıdır.
Millet belli değerler etrafında toplanan insanlardan müteşekkildir. Devlet, insanın ve insanlardan müteşekkil milletin bu değerlerini korumakla mükelleftir.
Vatan ise insanların yâni milletin üzerinde var olduğu, yaşadığı, medeniyetler kurduğu topraktır. İnsan önemlidir, onun üzerinde var olduğu bu vatan da o sebepten önemlidir.
Peki bu devletin yönetimi nasıl ve kimler tarafından yapılır?
Kuruluşunun 101. yılını kutladığımız Cumhuriyet rejimi gereğince millete en iyi hizmeti yapacağını iddia edenler arasından vatandaşlarca seçilen siyasetçiler bu devleti yönetirler.
Yâni siyasi otoriteyi meşru kılan ve devletin idare mührünü onun eline veren bu milletin yâni insanların seçimidir, tercihidir.
Bürokrasi de bu seçilmişlerin işlerini uygulayan nitelikli kadrolardır.
Hem siyasi hem de bürokratik kadrolar milletten güç alırlar. İşlerinin millet adına yaparlar. Bu kadroların tüm harcamalarını , maaşlarını, özlük haklarının bedelini bu yönetilen insanlar yâni millet vergileri ile sağlar. İş dünyası dediğimiz kesim yani bizim de temsil ettiğimiz kesimler ayrıca milyonlarca insanımıza iş alanı sağlar ve devletin üzerinden önemli bir yükü alırlar. Bu da diğer önemli bir husustur.
Yönetici kesime düşen de devlet mekanizmasınının doğru kararlarla, tam isabetli bir şekilde, israf yapmaksızın çalışmasını sağlamaktır
Hiçbir yönetici milletin adına verdiği kararlarda kendisini “lâyüs’el” yâni sorumsuz ve hesap sorulamaz mevkide göremez.
Hiç kimse yönetim sırasında yaptığı yanlışların ve sorumsuzlukların bedelini günü geldiğinde gelecek nesillerin ödeyeceğini unutma hakkına sahip değildir.
Bu konuda izninizle birkaç misal vereyim;
Mesela 1990’lı yılların başında emeklilik yaşının düşürülmesi şeklinde verilen bir karar neticesi sosyal güvenlik sistemi çökmüştü. Kendine gelmesi için çok uzun yıllar gerekti.
Son senelerde EYT konusunda alınan karar da belki siyasi bazı mecburiyetlerden alındı ama hem işletmeleri buün için çok zora soktu hem de önümüzdeki yıllarda bütçede büyük gediklere yol açacak gibi görünüyor.
Peki siyasi mercilerin ve bürokratların aldığı bu kararların ceremesini kim çekiyor? Büyük ölçüde bizler yâni iş dünyası. Devlet sıkıştıkça vergileri artırıyor değil mi?
Bir diğer örnek ise enflasyon muhasebesi konusudur. Ne kadar tedirgin edici bir süreç yaşadığımızı hepimiz gayet iyi hatırlıyoruz değil mi?
Sonra baktık ki işi kurgulayanlar olayın boyutunu çok da iyi tahmin edememişler.
Tüm bunlara rağmen biz yine de iş dünyası olarak enflasyon muhasebesi konusunda hatadan dönülmesini müsbet karşıladık.
Bu işte yapılan ciddi öngörü hatalarının üzerine pek gitmedik. Bizim maksadımız üzüm yemekti, bağcı dövmek değil ki?
Bu örnekleri daha da fazla arttırabiliriz ama şimdilik bu kadarla iktifa etmeyi yeterli buluyorum.
İTO Meclis olarak görevimiz takip etmek, uyarmak ve öneri getirmektit
İstanbul Ticaret Odası Meclisi olarak bizler bu konularda yapılacak muhtemel hataları da hesaba katarak çalışmalarımızı hızlandırmamız gerektiğine inanıyorum.
Ve bunların içinde Türk ekonomisine yön veren mahfilleri ve yöneticileri her konuda bilgilendirmek ve uyarmak da var bunu unutmayalım.
Son yıllarda ülkemizin yaşadığı ekonomik sıkıntılarda iş dünyasının payının ne kadar olduğunu hesap ettiğimizde her hâlde bu payın ülke yöneticilerinden daha fazla olduğunu kimse iddia edemez.
Enflasyon-faiz ve kur cenderesinde çıkış yolu arayan ülke olarak geçmişte yapılan hatalara düşülmemesi için siyaset-iş dünyası-üniversite-basın dünyası ve çeşitli halk kesimlerini temsil eden sivil toplum örgütlerimizle birlikte el ele, gönül gönüle ve kafa kafaya birlikte çalışma zorunluluğumuz var.
Bu mesuliyetten hiç kimse kaçamaz.
Zaman zaman sektörler bazında uğraştığımız birçok konu oluyor. Çoğu zaman yönetim mekanizmasındaki karar alıcılar tarafında dirençle karşılaştığımız da aşikar.
Devlet ricâlinin iş dünyasını dikkate almak ve sorunlarını çözmek anlamında daha dikkatli çalışması gerektiğini bu vesileyle ifade etmek istiyorum.
Tabii bizlerle çok uyumlu çalışan ve sağlıklı ilişkiler kuran siyaset erbabı ve bürokratları da buradan kutluyor ve teşekkürlerimizi iletiyorum.
Hiç kimse bu anlamda iş dünyasının ürettiği katma değeri, istihdamı, vergiyi değersiz olarak farzetmemeli ve hafife almamalıdır.. Ayrıca maalesef bazı zamanlar yapıldığını üzüntüyle gördüğümüz gibi iş dünyasının ekonomik dengesizliklerin tek suçlusu gibi gösterilmesi de büyük haksızlıktır
Bu anlamda iş dünyası olarak gücümüzün kıymetini bilmeliyiz. Evvel emirde psikolojik açıdan kendimizi güçlü hissetmemiz çok önemlidir.
Biz bu ülkenin değer üreten önemli bir kesimiyiz. Üstelik herkesten daha fazla ülkesinin ve devletini seven bir topluluğuz.
Moralimizi bozmayalım, umudumuzu kaybetmeyelim
Mensup olduğumuz Türk milleti büyük ve köklü bir devlettir, tarihî derinliği vardır. Tarihte bir çok devlet kurmuştur. Nice problemin üstesinden gelmiştir.
Bugün zor bir dönemden geçtiğimizin herkes farkında. Ancak umudumuzu ve kendimize güvenimizi kaybetmemeliyiz.
Yöneticilerimizi ve bürokrasiyi gerektiğinde ikaz etmeli, doğru bildiklerimizi müzakere masasına yatırabilmeliyiz…
Şu an İstanbul Ticaret Odası olarak takip ettiğimiz iştişare yolunu devam ettirmek hatta daha da genişletme ihtiyacımız olduğu görülüyor.
Geçen dönemlerde olduğu gibi yine yönetim kadroları ile çok yakın ilişki içinde olmalıyız.
Bunu gerçekleştirmek için bundan sonra da başta sayın bakanlarımız olmak üzere yetkin insanları Meclisimizde ağırlayacağız, bilgi alacağız.
Yani “ticarî diplomasimizi” son derece etkin kullanacağız ve daha da güçlendireceğiz.
Sorunlarımızın çözümü için somut teklifler içeren dosyalarımız hazırlayacağız ve onları yetkili makamlara sunacağız.
Bizler girişimci ruha sahip insanlarız. Bugüne kadar yılmadık inşallah yine yılmayacağız
Bu zor ama önemli yolda hepinize başarılar diliyor, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Cenab-ı Hakk yâr ve yardımcımız olsun.