SİYASETNAMELERLE ŞEKİLLENEN SİYASET

Siyaset en geniş anlamıyla yöneten ve yönetilenler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi olarak tanımlanmaktadır. Adil hükümdarlar, tecrübeli devlet adamları, bilgi ve hikmet sahipleri siyaseti, daha erdemli bir topluma erişme sanatı olarak görmüşlerdir.

Tarihimizde siyaset adamlarına ve hükümdarlara yönelik olarak devrin ilim adamları tarafından siyasetname adıyla bilinen metinler kalem alınmıştır. Bu belgeler içinde siyasi düşünce ve uygulamalara yönelik olarak çeşitli tavsiyeler, nasihatler yer almıştır. Mesela bu siyasetnameler içinde en meşhurlardan biri olan Koçi bey risalesi Dördüncü Murad’a hitaben kaleme alınmıştır.

Büyük ilim adamı İbn-i Teymiyye’nin de bu tarz bir eseri meşhurdur. İmam-ı Gazali’nin Nasihatü’l Mülük adlı eseri de bu kabildendir. Mesela İtalyan Machiavelli’nin kitabı da bu kabil bir siyasetnamenin batılı versiyonudur.

Eski Başbakanlık Müsteşarı ve çeşitli bakanlıklarda vazife almış olan Prof. Dr. Ömer Dinçer beyin  siyasi alandaki görünür işlevleri yanında diğer önemli bir yönü de İşletme hocası olmasıdır. Ömer hoca 2018 yılında bir kitap yayınladı. Bu kitapta bizim tarihimizdeki 45 siyasetnameyi incelemiş. Kitabın adı: Siyasetnameleri Yeniden Okumak.

Bu yazımızda sizlere bu kitaptan bazı bölümleri kısaca nakletmek istiyorum:

Ömer Dinçer’in incelediği bu 45 siyasetnamede gördüğü ve kitapta da altını çizerek naklettiği bir husus var: Siyasetnamelerde politika ve yönetim hiçbir zaman ahlaktan ayrı düşünülmemiştir. Bu anlamda siyasetnameler aynı zamanda birer ahlak kitabıdır. Bu kitaplarda öne çıkan en önemli konu da ERDEMLİLİK olmuştur. İbn-i Teymiye erdemliliği emanet (güvenilirlik) olarak vasıflandırmıştır. Şeyzeri adlı alim buna edep demiştir. Yusuf Has Hacip ise haya ve utanma duygusu olarak açıklamıştır…

Kınalızade Ali Efendi erdemi ‘eşyayı layıkı ne ise öyle bilmek, ef’ali ( yani fiilleri, eylemleri) layıkı ne ise öyle kılmaktır. ( yapmaktır.)  diye tanımlamıştır. (Dinçer 2018, s.47)

Siyasetnamelerde liderlerin, siyasi yöneticilerin sahip olması gereken özellikler zinciri bir çok yerde küçük farklılıklar gösterse de genelde şu temel başlıklarla anlatılmıştır.

AKIL, BİLGİ, GÜZEL AHLAK,(EDEP) CESARET, DOĞRULUK, SİYASET VE ADALET

Bu çember öncelikle akıl ile başlıyor, bilgi ile aydınlanıyor, edeple güzelleşiyor, cesaretle güçleniyor, ve istikamet buluyor son olarak da gayretle süreklilik kazanıyor.

Doğru siyaseti seçmek için akla, siyaseti doğru yapmak için bilgiye, yapılan siyasetin halk tarafından kabul edilmesi için ahlak ölçülerine uymak gerekir. Hükümdarın doğru ve samimi olması ise ADALETİ sağlar. Adalet aklın gereğidir. Yusuf Has Hacip dermiş ki. ADALET beyle ( yönetici ile) halk arasında uyumu sağlar

Yöneticinin edepli olabilmesi için gerek şart onun bilgi sahibi olması yani işinin gereği olan bilgiyle donanmış olmasıdır. Aynı zamanda kendi nefsi arzularına uyup dilediğini yani her istediğini de de yapmaması gerekir.

Orhun Abidelerinde de lider için şu vasıflardan bahsedilmektedir:

Lider (bey) bilgili, töreye bağlı, doğru ve cesur olmalıdır.

Kutadgu Bilig ise liderin altı vasfı olmalıdır der. Adalet, doğruluk, iyilik, erdem (akıl ve bilgi) cesaret ve haya

Görüldüğü gibi birçok özellik farklı farklı metinlerde ortak olarak ele alınmıştır.

AHLAKLI olmanın yanında diğer önem verilen nokta ise sizin de dikkatinizi çekmiş olduğunu düşündüğüm ADALET

Bu noktada birkaç cümle ile Adalet Dairesi üzerinde durmak istiyorum.

Adalet dairesi bir ülkede iktidarın devamın sağlayan fonksiyonlardan oluşan bir dairedir. Bu dairenin amacı devlet ve toplum düzeninde birlik, refah ve sürekliliğin sağlanmasıdır.

Yunanlı düşünür Aristotales Adalet dairesinden ilk defa bahseden kişi olarak ifade edilir. Şöyle der:

Alem bir bahçedir, çifti (duvarı) devlettir. Devlet iktidardır onun koruyucusu kanundur. Kanun siyasettir. Yürütücüsü hükümettir. Hükümdar bir tür çobandır, destekçisi ordudur. Orduyu geçindiren Maldır. Mal rızıktır ve bunu biriktiren ise Halktır. Halkı yönetime itaat ettiren ise ADALETTİR.

Siyasetnamelerde adalet halkın üzerinden zulmü kaldırmak, güçlünün zayıfı ezmesine meydan vermemek, tebaanın (halkın) can ve malını güven altında tutmak şeklinde tanımlanmaktadır

Aristotales’in adalet dairesinden hareketle Kınalızade’nin de detaylı bir Adalet dairesi tarifi vardır:

Adl’dir mucibi salah-ı cihan (Adâlettir dünya düzen ve kurtuluşunu sağlayan)

Cihan bir bağdır dıvarı devlet (Dünya bir bahçedir, duvarı devlet)

Devletin nazımı Şeriattır (Devletin nizamını kuran Şeriattır)

Şeriata olamaz hiç haris illa Melik (Mülk) (Allah kanunu ancak saltanat ile korunur).

Melik zapt eyleyemez illa Leşker (asker) (Saltanat, ancak ordu ile zaptedilir)

Leşkeri cem edemez illa Mal (Ordu , ancak mal ile toplanır ve ayakta kalır)

Malı cem eyleyen Raiyettir ( Reayadır Halktır). (Malı sağlayan  halktır)

Raiyyeti kul eder padişah-ı aleme Adl. Halkı Cihan Padişahının idaresi altında tutan da ancak adalettir ) ( Dinçer 2018, s51)

Bu metni günümüz anlayışı ile şöyle de çevirebiliriz

Dünyanın kurtuluşu için adalet gereklidir

Dünya bir bahçedir ki onun duvarı Devlet mekanizmasıdır

Devletin nizamını sağlayan hukuktur

Hukuk ancak siyasi bir sistem ile işler hale gelir

Siyasi sistemin bekası için askeri ve güvenlik gücü çok önemlidir

Bu sistemi kurmak için illa ciddi bir gelir kaynağı gerekir

Bu gelir kaynağını sağlayan Halktır

Halkı siyasi sisteme bağlı hale getirecek yegane güç ise Adalettir.

Siyasetnamelerde tavsiye edilen önemli nokta şu ki: siyasi düşünce iki merkezi kavram etrafında şekillenmelidir. Bunlar birbirlerinden ayrılmaz. Bunlar: Birbirlerinin üzerine kurgulanması gereken Siyaset ve Ahlaktır.

Ahlaka dayalı bir siyaset anlayışı da o ülkede Adaletli bir düzenin tesis edilmesini sağlar.

14 ve 28 Mayıs tarihlerinde Türk milleti olarak sandığa gidip hem Cumhurbaşkanını hem de parlamento için vekilleri seçtik. İnşallah bu seçim sonrasında Ahlak ve Erdemlilik üzerine oturan bir siyasetin oluşması mümkün olur. Hem seçilenlerin hem de seçenlerin bu konuda ellerinden gelen gayreti göstermeleri gerekir ki arzu edilen bu netice tahakkuk edebilsin.

Allah hakkımızda hayırlısını nasip etsin

  • Bu metin 13 Nisan 2023 tarihinde İTO Meclisi’nin açılış konuşmasında kullanılmak üzere kalem alınmıştır. Erhan Çardaklı bey ve grafikleri hazırlayan arkadaşlara da katkılarından dolayı teşekkür ederim

Dinçer Ö; Siyasetnameleri Yeniden Okumak, Klasik Yayınları, İstanbul, 2018

Erdemli insan olabilme yolculuğu

 

VAROLUŞ VE BİLGİ KAYNAKLARI İLE İLGİLİ SORULAR

İnsanoğlu hayatının anlamını ararken öncelikle kritik mahiyetteki bazı soruları sorabilmeli ve sonraki adımda da onların cevaplarını bulmaya çalışmalıdır. Ancak bu sayede hayat bir mana ifade edebilir. Dinler ve felsefi ekoller de bu süreçlerde insana büyük oranda destek sağlamaktadırlar.

İnsanoğlu için cevabını aradığı birinci önemli soru genellikle ben kimim sorusu olmaktadır.

Tabii bu konunun tamamlayıcı unsurları olarak insanoğlunun bu hayata gelişi nasıl olmuş, onun varlığının gayesi nedir, onun var olmasına karar veren irade ondan neler istemektedir gibi sorular da beraberce cevaplanması gereken hususlar olarak öne çıkmaktadır.

Diğer bir önemli soru da insan öldükten sonra ne olacaktır? Bu kadar önemli bir varlık olan insan için ölüm bir yok oluş olmamalı ve hayatta var oluşun ölümden sonra da devam eden bir anlamı olmalıdır. Dolayısıyla bu noktada da varoluşa anlamlı cevaplar bulabilmek tabiidir ki çok büyük önem arz etmektedir.

Zikri geçen iki soru felsefi literatürde ‘mebde ve mead’ yani ‘başlangıç ve son’ meselesi diye ifade edilmektedir. Bu iki soruya cevap bulabilme aynı zamanda çok önemli bir başlık olan varlığın anlamını kavrayabilme arayışıdır.

Bu alana Ontoloji, yani varlığın incelenmesi veya Varlık Nazariyesi adı verilmektedir.

İkinci olarak, insanın bilgisinin kaynağı nedir sorusunun cevabını aramak da bir başka önemli ve tamamlayıcı bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır

Bilgini kaynağı nedir? Bilgiye ulaşmada akıl ne kadar etkilidir, vahiy nerede durmaktadır? İnsanoğlu varoluşu ve benliği ile ilgili soruların cevabını hangi bilgi kaynaklarına başvurarak bulacaktır veya bulmalıdır. İşte buna da Epistemoloji veya Marifet Nazariyesi adı verilmektedir. .

Bu çerçevede üzerinde önemle durulan üçüncü önemli başlık da Ahlak veya etik diye tanımlayabileceğimiz insan davranışlarının mahiyetinin incelenmesidir. Ahlak bir açıdan “hulk” kelimesinin çoğuludur ve huylar, seciyeler anlamına gelmektedir. Dolayısıyla gerçek anlamıyla ahlak, insanın “hulk” üzere, yani yaratılışındaki genel özellikleri üzere olmasıdır.  Burada şu soru karşımıza çıkmaktadır:

İnsanoğlunun yaratılıştan gelen özellikleri nelerdir?

Bizim inancımız insanoğlunun temiz bir fıtrat üzere yaratıldığını öngörmektedir. Bu noktadan hareketle şunu söylemek mümkün hale gelir ki ahlak, kişinin yaratılışındaki İslam fıtratı üzerine olması demektir.

Bu noktada  özellikle, “Sen yüzünü Hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona çevir” (er-Rûm 30/30) meâlindeki âyetle, “Dünyaya gelen her insan fıtrat üzere doğar; sonra anne ve babası onu yahudi, hıristiyan, Mecûsî (farklı bir rivayete göre hatta müşrik) yapar” (Buhârî, “Cenâʾiz”, 79, 80, 93; Müslim, “Ḳader”, 22-25) meâlindeki hadisler konumuzla uygun olarak değerlendirilebilecek kaynaklardır.

Özetle İnsan, İslam fıtratı üzere yani iyilik ve güzelliklere meyyel olarak yaratılmıştır. Ahlak başka bir ifadeyle, fıtrata uygun güzel huylara sahip olmak anlamına gelmektedir.

İnsanoğlunun, varlığını anlamlandırması, bilgi kaynaklarını seçmesi ve bunlara dayalı olarak sahip olduğu ahlaki anlayışı ile vardığı nokta, onun bu hayatta nasıl bir istikamet alacağını da belirlemektedir. Diğer bir ifade ile bir insanın ameli ve aldığı aksiyonu, kendisinin varoluşu ile ilgili sorduğu sorular, bulabildiği cevaplar ve bu süreçte başvurduğu bilgi kaynaklarına göre şekillenmektedir.

DOĞRU BİLİNCİN OLUŞUMU

İnsanoğlunun kendi iç dünyasında, yukarıdaki temel sorulara verilen cevaplar çerçevesinde, her şeyi gözlemleyen bir BEN’lik duygusu ortaya çıkmaktadır. Buna bazı uzmanlar tarafından GÖZLEMLEYEN BEN adı da verilmektedir.

İlave olarak insanın kendi ihtiyarı, yani kendi seçimi dışında edindiği çeşitli kimlikler bulunmaktadır; Mesela kadın veya erkek oluşu, içinde doğduğu ve yetiştiği kültür ve medeniyet dairesi, bulunduğu ülke, yaşadığı şehir, mahallesi ve ailesi bu tarz kimlik unsurlarıdır.

Bunların da insanın benliğinin teşekkülünde önemli oranda etkileri bulunmaktadır.

İşte tüm bu unsurların karşılıklı etkileşimi ile İnsanın GÖZLEMLEYEN BEN’İ şekillenmektedir.

İnsanın ilave olarak GÖZLEMLENEN BEN adı verilen bir BENLİK daha vardır. Buna da kısaca insanın egosu veya nefsi de denebilir.

İnsanın anlam dünyasındaki keşifleri ve sonrasında buna dayalı olarak hayatına verdiği/vereceği yön sürecinde HAKİKİ BİLİNCİ ( yani gözlemleyen beni) onun GÖZLEMLENEN BENİNİ sürekli kontrol altında tutmaktadır/tutmalıdır.

Sonradan oluşan kimliklerin, bilincin, duyguların, sosyal kimliklerin, mesleklerin de gerçek manada anlamlı olabilmesi için öncelikle hakiki benliği ( bilinci) ile ilgili TEMEL SABİTELERİN  yerli yerine oturmuş olması önemlidir..

Peki Oturmasa ne olur? O zaman insan yaşadığı hayat içinde gerçek yerini bulamaz ve kendini gerektiği şekilde anlamlandırmaz. Mesleğini doğru seçemez, aile ve sosyal hayatını üzerine oturtacağı zemini isabetli bir şekilde belirleyemez, amelleri sağlıklı olamaz..

BİR MÜSLÜMANIN BU BENLİK OLUŞUMU SÜRECİNDE SABİTELERİ NELERDİR VEYA NELER OLMALIDIR?

Bir İnsan İslam Dini ana penceresinden baktığımızda öncelikle ALLAH tarafından yaratılmış olan evrenin bir parçasıdır, kendisine çok önem verilen insandır ve yine önemli bir değer olarak Allah’ın kuludur.

‘ Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım’(Zariyat suresi ayet 56) ayeti bu konuyu açıkça ortaya koymaktadır.

İnsan dünyada belli bir süre yaşar ve bu süre kendisi tarafından tayin edilmiş bir zaman değildir

Dolayısıyla kendisine bu hayatı bahşeden Allah’ın kendisinden neleri beklediğini iyi anlamak, bilmek ve hayatını ona göre düzenlemek durumundadır

Yukarıda da belirttiğimiz üzere, kendi çabasıyla seçmediği ama hikmet-i ilahi üzere içinde yer aldığı bir ülkeye, bir millete, bir şehre, bir mahalleye ve bir aileye ait olması da onun benliğinin gelişmesinde belli düzeyde bir yere sahiptir.

Zaman içinde kendi ihtiyarı ile sahip olduğu mesleğinden ve diğer uğraşlarından dolayı başka kimliklere de sahip olur. Öğrenci, öğretmen, iş adamı, işçi anne, baba vb

Tüm bu kimlikler ve aidiyetlerin de insana yüklediği belli mükellefiyetler bulunmaktadır

İnsanoğlunun sonradan edindiği tüm kimlikleri, en üst kimliğine uygun olarak yani kul olma bilinci içerisinde ve gözlemleyen ben’inin ( hakiki bilincinin) gözetimi altında değerlendirmek ve anlamlandırmak gibi çok önemli bir mükellefiyeti de bulunmaktadır. Bunu gereği gibi yapabildiği oranda yaşadığı hayat daha anlamlı olacak, sonradan kendi üzerine yüklenen diğer vazifelerin de daha rahat bir şekilde üstesinden  gelebilecektir..  Bunu başaramadığı oranda muhtemelen birçok iç sorun yaşayacaktır.

İnsan kendi rızası ile bu tercihleri yaptığı zaman üzerine yüklenen kimliklerle ilgili mükellefiyetler ona ağır gelmeyecek, herhangi bir iç sıkıntı yaşamayacaktır. Ancak böylesi bir durumda hayatını belli bir denge içinde sürdürebilecektir.

İnsanın etrafında bir çok kereler kendi dışında gelişmiş olan şeyler ( çevre şartları, pozisyonlar, içinde bulunan ortamlar, mesleklere ve alt kimliklere yüklenen değerler) onu yönlendirebilir ve bazen de adeta belli bir kıskaç içine alabilir.

Öncelikle bunları fark etmek ve buradan çıkmaya çalışmak önemli bir uğraştır. Bu gayret insanın kendini bulma, hakiki kimliğine ve benliğine ulaşma çabasıdır

Burada Doğan Cüceloğlu’nun Savaşçı adlı kitabında anlattığı bir örnek konuyu güzel ortaya koymaktadır. Bir adam beraber olduğu toplulukta kaç kişi olduklarını saymaya başlıyor. Bir çok deneme sonrası her seferinde ulaştığı sayı, olması gerekenin daima bir eksiği çıkıyor. O topluluğa ait başka birkaç kişiye de saymasını söylüyor. Ulaşılan rakamlar hep olması gerekenin bir eksiği çıkıyor. Sonuçta oradan geçen başka birisine saydırıyorlar. Bu sefer rakam olması gerektiği gibi çıktığı fark ediliyor. Dikkatlice düşündüklerinde hata yaptıkları noktayı buluyorlar. Topluluk içinde bulunan ve kendi içinde bulundukları gurubu sayanların hepsi aynı hatayı yapıyor yani kendilerini saymayı unutuyorlar.

İşte kendi hakiki bilincini kavrayamamış kişilerin düştükleri hatayı anlatan ilginç bir tespit.

Esas benliğinin ve BEN’inin farkına varamayan kişilerin aynen bu durumda olduklarını var sayabiliriz.

Buradan hareketle şöyle bir sonuca ulaşmak mümkün: İnsanoğlu kendisinin hakkıyla farkına varamadığı zaman,  gerçek kimliğiyle yaşamaya muvaffak olamıyor. Kendisini, gözlemleyen beninin, yani gerçek benliğinin kontrolü altında yaşadığını sanıyor. Oysa bu kişi gerçek kimliği ile yaşamıyor ve davranamıyor adeta yaşıyormuş gibi bir hayat sürüyor.

Peki bu halden kurtulmak nasıl mümkün olabilir?

İnsanın hakiki kimliğinin dışında bir şekilde yaşadığı halden uyanması veya en azından uyanmaya çalışması için ciddi bir gayret göstermesi ve adeta kendisi ile mücadele etmesi gerekmektedir. Burada önemli olan, insanın kendi özgün seçimini yapabilmesi, gerçek kimliğini bulma yoluna girebilme iradesi göstermesidir. Bu bir oluş ve tekamül sürecidir. Ciddi bir çaba sarf etmesi icap etmektedir.

İNSAN BU SEÇİMİ NASIL YAPABİLİR?

Bahsi geçen süreçte insanın atması gereken ilk ve önemli adım, CESARET sahibi olmak ve kendisi ile dış dünyayı iyi analiz edebilmektir. Öncelikle kendi  iç dünyasına derinlikle bakabilmeli, yukarıda belirttiğimiz ana soruları sorabilmeli, doğru ve  anlamlı cevaplar bulabilmelidir..

Burada kullanabileceğimiz en anlamlı fiil DÜŞÜNMEK, yani insanın adeta kendi İÇİNE DÜŞMESİ VE HAKKIYLA TEFEKKÜR EDEBİLMESİ’dir.

Doğru ve derinlikli düşünmek hedefe varabilme yolunda önemli bir vasıtadır.

Bu konuda kullanılan önemli bir diğer kavram da ‘afaki ve enfusi tefekkür’ diye ifade edilmektedir.

Fussilet suresi 53’ncü ayette geçtiği üzere ‘Biz onlara hem afakta ( kendi dışındaki dünyada) ve enfüste (hem kendi nefislerinde ) delillerimizi göstereceğiz ki, Kur’ân’ın hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Senin Rabbinin her şeye şahit olması kafi değil mi?’

Bu gayret içine giren kişi için önemli bir diğer nokta da NİYET’tir. Salih bir niyet, insanın  içinde bulunduğu ortamı nasıl anlayacağını, o ortamda bilincini nasıl organize edeceğini belirleyen önemli bir etkendir.

Ameller niyetlere göredir hadis-i şerifi niyetin önemini çok iyi anlatmaktadır

Ayrıca samimiyet ve içtenlik bunu tamamlayan bir başka özelliktir. Yani insanın her durumda sahici olabilmeyi başarabilmesidir.

Her olaydan alabileceği derslerin ve öğrenebileceğinin en fazlasını elde edebilmek de bir diğer önemli başlıktır. ( Tecrübe biriktirmek) Tecrübe, gözlemleyen bilinci daima canlı tutan çok önemli bir birikimdir

Tüm bunların sonucunda varılan nokta doğru bir KARARIN alınabilmesidir. Karar bir yanıyla bu sürecin son aşaması, bir yanıyla da çok önemli bir yolun başlangıcıdır.

KİŞİSEL BÜTÜNLÜK ÖNEMLİDİR

İnsan kendi içinde dengeli olabilmek ve kişisel bütünlüğünü sağlayabilmek için, bulunduğu halin dışında daha büyük bir gerçeğin parçası olduğunu idrak edebilmelidir. İnsanoğlu kendisini bir bütünün parçası olarak BEN şuuru içinde görmelidir.

Burada Allah tarafından yaratılmış tüm evrenin önemli bir değeri olduğu, insanın bu muazzam evrenin bir parçası olmakla ayrı bir değer kazandığı ve bu yaradılışa uygun bir davranış bütünlüğü içinde bulunmasının öneminin farkında olmasına dikkat çekilmektedir.

Bu noktada bakış açısının şöyle olması sıhhatli bir sonuca ulaşabilmeyi sağlayabilir. Mesela bir insanın herhangi bir meseleden dolayı ıstırap çektiğini var sayalım. Bu ıstırab çekme aslında büyük resim içinde ailesinin, milletinin ve insanlığın top yekün ıstırabı olarak düşünülmelidir. Keza bir insanın mutluluğu da halka halka tüm insanlığın mutluluğuna giden yolun ilk merhalesi olarak ele alınmalıdır. Bütünün parçası olabilmeyi becerebilmek ancak bu tip bir bakış açısı ile mümkün olabilir.

MUSİAD’ın bir dönem sıkça kullandığı şöyle bir sloganı vardı ki bence bu hakikati en güzel şekilde açıklamaktadır

Bütün insanlığın kurtuluşu olmayan bir kurtuluş bizim de ( benim de) kurtuluşumuz olamaz

İnsanın dışındaki varlıklara ( hayvanlar, bitkiler) baktığımızda onlarda hiç bir eksiklik göremeyiz. Fiziki açıdan kusursuz ve tamdırlar. ( Bazı özel istisnaların dışında)  Ayrıca onların hepsinde ayrı ayrı yönleri güçlü olan sevk-i ilahi ( iç güdüleri) ve kendilerine tayin edilmiş ve dışına çıkamayacakları görevleri vardır

İnsan da fiziki açıdan kusursuzdur. Hayvanlardan farklı olarak zihinsel kanatları, ayakları, ruhi kabiliyetleri vardır. Bunlar çocukluktan itibaren kendisine bahşedilmiştir. İlave olarak, insanı hayvandan ayıran en önemli özelliği irade-i cüziyesidir. İnsan kendi iradesini kullanarak farklı seçenekler arasında kararlar verebilir. Bu karar sürecinde de kendisine verilmiş özellikleri en iyi şekilde kullanabilmelidir. Bu özellik iyi kullanıldığında insan meleklerden de üstün olabilir. Aksi durumda ise hayvandan da aşağı bir seviyeye düşebilir

Çocuklara ve gençlere yetişme çağında verilen yanlış eğitim veya hatalı yönlendirmeler onların adeta kanatlarını veya ayaklarını zedeleyebilir, ruhi gelişimini engelleyebilir. O zaman da onlardaki kişisel bütünlük bozulabilir. (Kişiliğinin gelişmesini engelleyici etkiler, yönlendirmeler  v.s) Bunlar da zaman içinde insanın irade-i cüziyesini doğru ve verimli kullanmasını engelleyen unsurlar olabilir. Bu noktada insanoğlunun yetişme sürecinin önemi daha fazla ortaya çıkmaktadır..

KİŞİSEL BÜTÜNLÜĞÜN SAĞLANMASI

Kişisel bütünlüğün ilk şartı gerçeğe saygıdır. Gerçeğin çarpıtılmaması, insanların kendilerine ve başkalarına yalan söylememesi önemlidir.

İnsan algıladığı gerçek neyse ona uygun olarak yaptığı davranışların sorumluluğunu almalıdır. Doğru da olsa hatalı da olsa böyle davranması sorumluluk gereğidir. Burada önemli olan kişinin KENDİSİ olmasıdır

İçi dışı bir olmalıdır. Özü ve sözü aynı olmalıdır. Burada açık sözlülükle patavatsızlığı ayırabilmek önemlidir

“YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL” hükmü bu konuyu en iyi açıklayan bir deyimdir

İnsanın inandığı değerlerle ve ilkelerle uyumlu yaşaması kişisel bütünlük açısından gereklidir.

İnsanın kişisel bütünlük içinde hareket ettiğini en iyi değerlendirecek yer gözlemleyen benliktir, benliğin hakkaniyet adına gözlemleyen haline başka bir deyimle vicdan denir

Kişisel bütünlüğü olan insanın bakışı, oturuşu, duruşu ve davranışları kendine has bir gücü ifade eder. Kendisi ile barışıktır,  söylediklerini, savunduklarını kendi hayatında da uyguladığı için kendisi ile hiçbir durumda çelişmez.

Dolayısıyla erdemli bir hayat yolculuğu içindeki ferdin özü ve sözünün doğru oluşu, bunun yaşantısı yansıması etrafındaki insanlara da güven verir. Ayrıca kendisini daima dışındaki büyük alemin bir parçası olarak görmesi ve sadece kendisini değil içinde yer aldığı o büyük alemi de aynı oranda düşünmesi insanın hem çevresi hem de kendisi ile uyumlu bir hayat sürmesini sağlayacaktır.

Cesaret ve Gayret

İnsanın erdemli bir insan olabilme yolunda öncelikle cesaret ve gayret içinde olmalıdır.

Bunun için kendini değiştirmeye niyet etmelidir. Erdemli insan olabilme bir oluş ve terakki sürecidir.

Yunus Emre’nin ‘Hamdık piştik Elhamdülillah’ ifadesi bu süreci en iyi açıklayan sözlerden birisidir.

Doğru Karar Alma

İnsanoğlu bu değişim ve oluş sürecini başkaları istediği için değil kendi karar vererek yapmalıdır

Bir karar vermeden önce, iyice düşünmeli, olabilecek tüm alternatifleri masaya yatırmalı, bir kere karar verdikten sonra artık geriye bakmamalı ve bütün gücüyle o kararları eyleme geçirmeye çalışmalıdır

Düşünürken hislerini ve duygularını ihmal etmemeli fakat daima analitik düşünmeyi öncellemelidir ki daha rasyonel ve sıhhatli kararlar verebilsin

Karar öncesi şartları iyice incelemeli, alacağı kararın kendisine ne getirip ne götüreceğini tahayyül etmelidir. Kararlarını alırken hep ince eleyip sık tutmalı ve iyice tefekkür etmelidir. Bu arada gönlünün sesinin dinlemeyi ihmal etmemeli fakat hislerine de esir olmamalıdır. Burada önemli olan hislerini daima akıl süzgecinden geçirerek karar almaya çalışmalıdır. En sonunda, tüm bu şartlar altında kendini mecbur hissederek değil gönlünden o işi yapmaya karar vermelidir.

Ancak o zaman bu kararlar sıhhatli olur. Kararı özgür olarak almalı, etrafındaki şartlar onu belli kararlara zorlamamalıdır.

Böyle bir süreç sonrası verilen karardan dolayı da kesinlikle pişmanlık duymamalıdır. ‘Keşke sözü’ insanoğlu için zararlı bir düşünce şeklidir. Her işte hayır vardır prensibi bu noktada insanoğlunun en önemli yoldaşı olmalıdır.

Benliğinin farkına varma, başlangıç ve bitiş sorularını doğru cevaplayabilme

Bu düşünce ve karar sürecinde BENLİĞİNİ doğru bir şekilde oturtmaya öncelikle önem vermelidir.

Hakiki benliğinin farkına varmalı ve kendi alt benliklerine ve alt kimliklerine o gözle bakabilmelidir

Kişisel bütünlüğüne azami dikkat edebilmelidir ( gerçeğe saygı, yalandan kaçma, sahici olma, olduğu gibi görünme göründüğü gibi olma)

Kendini adadığı gelecekten, hedeflediği şeylerden ve kişiliğinden aldığı güçle hareket etmelidir

Başlangıç ve bitiş temasını ( mebde ve mead) hiç hatırdan çıkarmamalı bir gün öleceğini daima düşünmelidir. Bu iki önemli kavramı daima hatırda tutan bunun arasındaki hayatın öneminin de farkına varır. Kendine verilen hayatın bir gün biteceğinin idrakindedir. Yalnız bu bitiş bir son değildir. Dolayısıyla bu hal onda umutsuzluk oluşturmaz.

Hakikat yolunda kendini inşa etmeye niyet eden insan adeta bir çiftçi gibi tarlasını sürmeli, tohumunu ekmeli gerekli suyunu vermeli yani yapması gerekeni zamanında yapmalıdır. Fakat eyleminin ürününü alabilmesi için sabırla beklemelidir. Bu aşamada neyi, niçin beklediğinin bilincinde olmalıdır.

Bu durumu anlatan en doğru söz sanırım şudur: Gayret bizden başarı Allah’tandır

İnsan daima stratejik düşünmeye çalışmalıdır. Düşünceleri ve kararları rastgele olmamalı ve hepsi anlamlı bir yere oturmalıdır

İnsan,  hayatında kendisini genel eğilimlerinden ve kararlarından uzaklaştıracak, onlarla arasına mesafe koyacak hiç bir şeyin müptelası olmamalıdır. Özellikle kötü alışkanlıklardan şiddetle sakınmalıdır

Her şeye saygıyla yaklaşmalı, zorunlu olmadıkça kendisini ilgilendirmeyen işlere burnunu sokmamalıdır. Taşıyamayacağı yükün altına girmemeye çalışmalıdır

Anlamlı bir hayat sürme çabasında olan bir insan içinde bulunduğu duygusal durumu kendisi belirlemeye gayret etmelidir. Yine Doğan Cüceloğlu’nun verdiği bir örnekten hareket edersek: Mesela kişi hanımı ile tartışma yapıyor ve hanımı onu suçluyor. Burada tepki de verebilir. Fakat evliliğe saygı duyuyorsa ( ki duyması doğru bir harekettir)  ve bunun arızi bir durum olduğunu düşünüyorsa yapması gereken şey hemen karşı tepki göstermesi değil dinlemesi ve bu sayede iletişimi canlı tutmasıdır. Çünkü burada daha önemli olan evliliğinin değerini bilmesi, eşini kırmaması, onun niye böyle davrandığını anlaması ve sorunu çözmesidir. Burada en üstteki benliği, kişinin egosunu bastırabilmelidir. Başkasının davranışları onun duygusal durumunu belirlememeli  bunu kendi bilinçli seçimi ile yapmalıdır

İnsan alçak gönüllü olmalı, tüm evrenle ben değil biz bilinci içinde ilişki kurabilmelidir. Allah’la, insanlarla, bitkilerle, hayvanlarla özetle tüm evrenle dostça bir münasebet kurmaya çalışmalıdır. Ne başkalarını ezmeli ne kendini ezdirmelidir.

‘Sahip olmak’ yerine ‘olmak’ yaklaşımını tercih etmek

Erich Fromm’un kitabında belirttiği gibi “Sahip Olmak” yerine “olmak” onun için daha tercih edilir bir seçenek olmalıdır. Yani materyalist dünya şartları içinde insanlığın sürüklendiği noktada, insanoğlunun sahip olduğu maddi kazanımlarla bir değer ifade ettiği tarzındaki yanlış algıdan kurtulabilmelidir. Asıl olan başka varlıkların da mevcudiyetlerine saygı duyarak insanın kendi iç derinliğini keşfetme yolundaki gayretlerdir.

Kamil bir insan olma yolundaki kişi, her şeyi üstesinden gelinmesi gereken bir öğrenme fırsatı olarak görmelidir. Bilmelidir ki, sıradan insan bir olayla karşılaştığında ya pasif kalıp sonucu bekler  ya da ortaya çıkan sonuç ile ilgili ona buna kabahat bulmaya çalışır. Erdemli olma yolundaki insan ise kendisi sürekli emek harcar, meselelerin üstesinden gelmeye çalışır. Etkin ( girişimci) olmaya çalışır/ çalışmalıdır. Edilgen olmaktan kaçınır ( kaçınmalıdır)

İnsan nasıl güçlü olur?

İnsan niyetinin bilincinde, neyi niçin istediğinin farkında, istediği şeyi istediği için yapabilecek gücü kendisinde  görebiliyorsa güçlüdür. Bu arada içinde yaşadığı kültürel çevre de insanı etkileyen önemli bir unsurdur. Bunun etkilerini de iyi hesaba katmak gerekir.

İnsan egolarını dizginleyebiliyorsa güçlüdür. Zayıf ve kötü duygularını frenleyebiliyorsa güçlüdür.

İnsan  bazen hayatının  direksiyonunu tam olarak elinde zanneder ama içinde bulunduğu ortam da onu farklı yönlere sürüklüyor olabilir. Sürekli müteyakkız olmak önemlidir.

Güç korkudan elde edilirse sağlıklı mıdır? Bu soruya evet demek mümkün değildir. İnsanın içinden gelmeyen, dışarıdan bir etkiye, bir korkuya, bir çekinmeye dayalı bir çok husus için bu değerlendirme geçerlidir.

Mesela Otorite de korkudan öte Erich Fromm’un ‘Sahip Olmak veya Olmak’ kitabında bahsettiği gibi saygıya dayalı ise  daha kalıcıdır.

Disiplin için de aynı şeyleri söylemek mümkün. Öz disiplin sıhhatli bir kişisel bütünlük alametidir

Ayrıca insanlar arasındaki ilişkilerde de karşılıklı duyulan saygıdan dolayı oluşmuş bir disiplin varsa bunun da özel bir değeri bulunmaktadır.

 

Şükran duygusu

Hayatında kendisine bir şekilde katkıda bulunan her şeye ve herkese teşekkür duygusu beslemeli ve  “ şükran duygusu” içinde olmalıdır. (En başta Allah’a)

Unutulmamalıdır ki şükretmesini bilmeyen gönül gerçek huzuru bulamaz

Ayrıca bir nimete şükür kendi cinsindendir hükmünü akıldan çıkarmamalıdır. Sadece dille şükür yeterli değildir. Elde ettiği kazanımın aynı cinsinden kendisi de başkalarını istifade ettirmelidir. Nimete sahip olan en başta o nimeti veren Allah’a borçludur. Bu borcu da hem onun isteklerini yerine getirerek hem de onun kullarına hak yolunda hizmet ederek ödemelidir

Böyle bir süreç içinde olan insan daima programlı ve ciddidir.

Bu kadar programlı ve kesin çizgilerle çizilme iddiasında olan bir hayat kişiye sıkıcı gelir mi?

Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu bu konuda şöyle bir örnek veriyor: İnsanoğlu şayet oyun oynayan çocukların işlerindeki samimiyeti yakalayabilirse bu tarz programlı ve kurallı bir hayat ona hiç sıkıcı gelmez.

Nasıl ki çocuklar oyunun kurallarını kendileri koyuyorlar ve bu oyunu oynamayı gerçekten istiyorlarsa o zaman o oyun onlara sıkıcı gelmez ise, insan da kendi hayatı ile ilgili kuralları kendi inanarak ve içselleştirerek uyguluyorsa bu ona sıkıcı gelmeyecektir. Üstelik bu süreçte alacağı müsbet neticelerden de büyük bir keyif duyacak ve mutlu olacaktır

Alışkanlıklar, zaman yönetimi ve doğru iletişim

İnsanoğlu erdemli bir insan olma yolunda yürürken, alışkanlıklarını yeniden ele almalı, yanlış alışkanlıklarını değiştirmeye niyet etmeli ve o uğurda gayret göstermelidir. Yanlış alışkanlıkların değiştirilebilmesi için ilk adım insanın zihninde başlamaktadır.

Zamanını yönetirken daima bu zamanın kendine emanet olarak verildiğini hesaba katmalıdır. Kendisine verilen zaman nimetini en iyi şekilde değerlendirmenin önemli bir sorumluluk olduğunu hiç hatırından çıkarmamalıdır.

Bir hadis-i şerifte geçtiği üzere kıyamet günü ademoğlu beş şeyden hesap vermeden Allah’ın huzurundan ayrılamaz

Ömrünü ne yaparak tükettiğinden

Gençliğini nasıl geçirdiğinden

Malını nerede ve nasıl kazandığından

Malını ve gelirini nerelerde harcadığından

Öğrendikleri ile ne şekilde amel ettiğinden

Buradaki ilk iki madde zamanın kıymetini çok net olarak anlatmaktadır.

İnsanoğlu cemiyet içinde yaşayan bir varlık olduğundan İnsanlarla iletişim çok önemlidir. Doğru iletişim kurmak için öncelikle karşımızdakini iyi dinlemek ve anlamak gerekir. Ayrıca vermek istediğimiz mesajı doğru bir yolla, anlaşılır bir şekilde ve doğru zamanda vermek de verimli iletişim için önemlidir.

Bir insanın anlatabildiği karşısındakinin anlayabildiği kadardır. Bu özellik ihmal edilmemelidir

İletişim için kullanılan dil önemlidir. İnsanın her durumda kullandığı ifadeleri açık, yazı yolu kullanılıyorsa cümleleri anlaşılır olmalıdır. Verilen mesajın yerine ulaşıp ulaşmadığı ve doğru ulaştığı kontrol edilmelidir

İnsan kullandığı dilin inceliklerini bilmelidir. İlave olarak gönül dili de ihmal edilmemelidir.

Sonuç olarak şu nokta hiç hatırdan çıkarılmamalıdır: İnsanoğlu çok değerli bir varlıktır. Bu değerinin daima farkında olmalı her hareketini bu değerle uygun bir tarzda yapabilmelidir.

Yazımızı ŞEYH GALİB’in önemli beyti ile sonlandıralım

Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.

(Kendine güzelce bak çünkü alemin özüsün sen.

Varlıkların gözbebeği olan insansın sen. )

İnsan fıtratına uygun davranışlar içinde olabilirse erdemli bir insan olabilir. Bunun bir diğer adı da EŞREF-İ MAHLUKAT olabilmektir.

Fıtratına uygun davranmazsa maazallah hayvanlardan aşağı bir dereceye düşebilir ki bunun da bir diğer adı ESFEL-İ SAFİLİN derecesine inmektir.

Tüm bu tercihler insanoğlunun kendi elindedir.

Ne mutlu doğru tercihleri yapanlara…

Yararlanılan Kaynaklar

  • İhsan Fazlıoğlu (2015) KENDİNİ ARAMAK,4.Baskı, İstanbul: Papersense Yayınları.
  • İbrahim Kalın, (2017) BEN, ÖTEKİ VE ÖTESİ: İslam – Batı ilişkileri Tarihine Giriş, 9. Baskı, İstanbul: İnsan Yayınları
  • Nurdoğan Arkış, (2016) BEN KİMİM? Benlik ve Kimlik Bilincinin Temelleri, İstanbul: Final Yayıncılık.
  • Erich Fromm, (1997) SAHİP OLMAK YA DA OLMAK, İstanbul: Arıtan Yayınevi.
  • Daniel Kahneman,(2015) HIZLI VE YAVAŞ DÜŞÜNME, İstanbul: Varlık Yayınları.
  • Jonah Lehrer (2009) KARAR ANI, İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları
  • Jane Allen (1999) ZAMAN YÖNETİMİ, 1.Baskı, İstanbul: Hayat Yayınları.
  • Doğan Cüceloğlu (2001), Anlamlı ve Coşkulu Bir Yaşam İçin SAVAŞÇI, 13.Baskı, İstanbul: Sistem Yayıncılık.
  • Rolf Dobelli ; HATASIZ DÜŞÜNME SANATI Yapmamanız Gereken 52 Düşünce Hatası, İstanbul NTV Yayınları
  • Muhammed Öztabak, (2011) BAŞARIYORUM, İstanbul: Erbain Yayınları.
  • Charles Duhigg (2012) ALIŞKANLIKLARIN GÜCÜ: Özel ve İş Hayatımızda Davranışlarımızın Ardında Neler Yatar?, İstanbul: Boyner Yayınları.
  • Temel Hazıroğlu: Yüceliş, İnsanlığın Tekamülü, İstanbul, İz yayınları, 2019

www.dunyabizim.com; 17-19 Mayıs 2019