2017’den hatırımızda kalanlar

Bir takvim yılı daha bitiyor. Her biten yıl, içinde yaşanılan olaylarla birlikte tarih sayfalarında yerini alırken yeni başlayan yıl ile ilgili beklentiler de gündeme geliyor.

Geçtiğimiz yıl içinde nereden bakıldığı ile bağlantılı olarak önem sırasına göre dizilebilecek çok sayıda olay gündeme geldi. Bunların hepsini bir yazı çerçevesinde bir araya getirmek takdir edersiniz ki imkan dışı. Fakat genel bir bakış ile gözümüze çarpan olayları okuyucularımız ile beraberce hatırlamanın yararlı olduğunu düşünmekteyiz

Geçtiğimiz 2017 yılı Ocak ayı kanlı bir olayla başlamıştı. Kuruçeşme’deki bir eğlence mekanına eli silahlı olarak girdiği kameralarda görünen bir kişi 39 kişinin ölümüne sebep olmuştu. Olayla ilgili ana fail olarak resimlerde görünen kişi daha sonra yakalandı. Fakat hadise üzerinde örtülü olarak duran sis perdesi hala tam manasıyla aydınlanmadı. Bu konuda hukuki süreç de tam olarak sona ermediğinden zamanla belki daha doyurucu bilgiler edinebiliriz sanırım.

Şubat ayı içinde bir süre önce oluşturulan Varlık Fonu’nun yapısıyla alakalı haberler dikkatleri çekti. Milli Piyango, şans oyunları ve at yarışlarının devredildiği Varlık Fonu‘na kamunun dev şirketleri de aktarıldı. Başta Ziraat Bankası olmak üzere, Borsa İstanbul gibi kuruluşlar Varlık Fonu’na devredildi. Varlık fonununun nasıl bir şekil alacağı ve hangi alanları kapsayacağı zamanla daha da netleşecek gibi görünüyor

varlık fonu

Mart ayına damgasını vuran en önemli olay Hollanda ile yaşanılan kriz idi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya referandum ile ilgili bir program için gittiği Hollanda’nın Rotterdam şehrinde, Hollanda polisi tarafından diplomatik teamüllere uymayan nezaketsiz bir tavırla karşılandı ve sınırdışı edilmek istendi. Bu olay iki ülke ilişkilerinin önemli ölçüde gerilmesine neden oldu

Mart ayını diğer bir önemli olayı da 7 ay süren Fırat Kalkanı Harekatının sona ermesi oldu. Türkiye son yıllarda görülmediği büyüklükte bir sınır aşırı  askeri harekat yaparak Suriye topraklarında belli bir bölgeyi kontrolu altına aldı.

fırat kalkanı

Nisan ayının başlarında Suriye’de İdlib’e kimyasal bomba atıldı ve burada 100’den fazla insan öldü. Savaşın sivil insanlar üzerindeki acımasız yüzünü göstermesi bakımından çok hüzünlü bir olaydı

16 Nisan’da Türkiye çok önemli bir referandum yaşadı

başkanlık sistemi

Türkiye Cumhuriyeti’nin 30 Ekim 1923’te kurulan ilk hükümetinden bu yana uygulanan ‘Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar Kurulu şeklindeki parlamenter sistem, 94 yıl sonra 16 Nisan 2017’de yapılan referandumla ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ olarak adlandırılan başkanlık sistemiyle değiştirildi. AK Parti ve MHP ‘nin uzlaşarak TBMM gündemine getirdiği yeni sistem, kılpayı bir farkla ve yüzde 51,41 oy oranıyla kabul edildi. Bu referandumda ortaya çıkan yüzde 49’luk ‘Hayır’ oyu ise bundan sonraki seçimler ile ilgili üzerinde çokça tartışılabilecek bir oran olarak zihinlerde yer etti.

Mayıs ayının ikinci yarısında Dünya Bülteni’nde uzun yıllar yayın yönetmenliği yapmış olan arkadaşımız Akif Emre’nin vefatı bu yılın hüzünlü bir olayı olarak hepimizi üzdü. Merhum Akif Emre’nin vefatı üzerinden onunla ilgili yazılan yazılar ve yapılan paylaşımlar ülkede insanların Akif’in şahsında kendilerinin duruşlarını yeniden gözden geçirmelerine fırsat verecek bir fikri zemin oluşturdu. Allah Rahmet eylesin.

akif emre

Mayıs ayının diğer hüzünlü bir hadisesi de Kabil’deki İntihar Saldırısı idi. Bu saldırıda da 100 kişi öldü.

Haziran ayının başlarında ve Mübarek Ramazan ayının ilk günlerinde sevgili babam Necdet Erken ahiret alemine göç etti. Bu vesile ile hem babam hem de tüm ölmüşlerimiz için bir Fatiha okumanızı istirham ediyorum

babam

Haziran ayının diğer önemli olayı CHP Genel Başkanının Kılıçdaroğlu’nun, Ankara’dan İstanbul’a yürüyüşü idi. İktidar ve muhalefet çevrelerinde farklı farklı mütalaa edilse de bir siyasi liderin 450 kilometrelik bir yolu yürüyerek katetmesi ve bu yürüyüşün nisbeten sakin bir şekilde geçmesi bizce önemli bir olaydı

Haziran ayı Türkiye’deki gelişmelerin yanı sıra dünyada yaşanan olaylarla da dikkat çekti. Petrol ve doğalgaz zengini Körfez’de son yılların en büyük krizi patlak verdi. Önce Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn, sonra Yemen, Maldivler ve Libya’daki Tobruk yönetimi doğalgaz zengini Katar ile tüm diplomatik ilişkilerini askıya aldıklarını duyurdu.

Sadece Suudi Arabistan ile sınırdaş olan Katar adeta karadan abluka altına alınırken gıda gibi temel ihtiyaçların deniz ve havayoluyla temin edilmesi gündeme geldi. Türkiye bu olay karşısında hemen devreye girdi Katar’a olan desteğini hem sözlü hem de fiili olarak ortaya koydu.
Tabii bu olayın arka planında etkili olan büyük güçlerin tavırları da orta doğu da yeni dengelerin oluşmakta olduğunu göstermesi bakımından ilginç idi.

trump ve selman

İlave olarak bu ay içinde Suudi Arabistan’da veliaht prensin değişikliği de Suudi Arabistan’ın hem iç dengeleri, hem de uluslarası ilişkileri açısından üzerinde önemle durulacak bir olay olarak gündeme geldi. İlk bakışta Katar krizi ile birlikte değerlendirilen bu olay esasında daha derinden bir değişikliğin sinyali olarak ortaya çıktı

Ağustos ayının sonlarında İslam alemini derinden sarsan bir olay vuku buldu. Arakan‘daki Müslümanlara yönelik olarak yapılan katliam ciddi boyutlara ulaştı. Dünyanın büyük diye nitelenen güçleri bu olaya adeta seyirci kalırken Türkiye bu hadise karşısında da insiyatif aldı ve ciddi girişimlerde bulundu. Siyasi olarak olayı dünya gündemine taşıdı ve yardım kampanyaları bu bölgede yaşayan insanların yardımına koştu

Yine bu ayda Trabzon Maçka’da PKK’lileri görüp jandarmaya haber veren 15 yaşındaki Eren Bülbül PKK’liler tarafından vuruldu. Gözü dönmüş katillerin gencecik bir yavruyu katletmesi bu yılın ibretle ve nefretle hatırlanması gereken bir olayı olarak tarihte yerini aldı.

Eylül ayında o tarihe kadar üzerinde uzunca bir süredir konuşulan Türkiye ile Rusya arasındaki S-400 Füze Savunma Sistemi anlaşmasında imzalar atıldı. Bir NATO üyesi olan Türkiye’nin yaptığı bu anlaşma Türkiye’nin savunma tercihlerindeki köklü değişikliği göstermesi bakımından önemliydi. Rusya ile bu yakınlaşmanın zaman içinde nasıl bir seyir takip edeceği de üzerinde en çok tartışılan bir konu olarak gündemde yerini korumakta

Yine Eylül ayında Diyanet İşleri Başkanlığı görevi sırasında başarılı bir devre geçiren Prof. DrMehmet Görmez, hakkında oluşan menfi bir hava sonrasında görevinden ayrıldı. Bu ayrılış Türkiye’deki ve dünyanın farklı bölgelerindeki Müslümanları ciddi bir şekilde üzdü. Onun yerine Diyanet İşleri Başkanlığı’na Prof. Dr. Ali Erbaş Atandı

mehmet görmez

Mehmet Görmez hoca devrinde Diyanet İşleri Başkanlığının yükselen çıtası yeni başkan döneminde nasıl bir seyir izleyecek onu inşallah hep birlikte göreceğiz.

Eylül ayının diğer bir önemli olayı Milli Eğitim Sistemi içerinde liselere geçiş sırasında uygulanan TEOG sınavlarının ani olarak kaldırılmasıydı. Öncesinde ciddi bir hazırlık yapılmadan kaldırıldığı intibaını veren bu sınavlar sonrasında Bakanlık bünyesinde uzun bir hazırlık dönemi geçti ve yeni bir sistem devreye girdi. Yeni sistemin nasıl işleyeceği merakla bekleniyor. Bu değişiklik öğrencileri, velileri ve kitap üreticilerini derinden etkiledi.

Eylül ayında uzun yıllardır İstanbul’da Belediye Başkanlığı yapmış olan Kadir Topbaş istifa etti. Topbaş kelimelerinin arasına kimseyi kırmamaya çalışarak gizlediği kırgınlığını düşük bir tonda ifade ederek görevi bıraktı ve tartışmalara meydan vermeyerek köşesine çekildi.

Bu ayda Kuzey Irak’ta Bağımsızlık Referandumu yapıldı. Öncesi ve sonrası bir hayli tartışmalı geçen bu referandumda Bağımsızlık kararı çıkmasına rağmen gerek Türkiye gerekse hem bölge hem de Dünyanın bir çok ülkesi ciddi bir karşı koyuş gösterdiler. Bu muhalefet sonucunda karar yürülüğe giremedi ve uzun yıllardan sonra Mesut Barzani görevini bıraktı.

Ekim ayında bu sefer İspanya’da Katalonya, referandum sonrasında Bağımsızlığını İlan Etti. Katalonya bağımsızlığı dünya siyasetinde önemli bir yer işgal eden bağımsızlık ve özerklik tartışmalarında ciddi bir yer aldı. Uluslararası sistem bu karara da ciddi bir tepki gösterdi ve karar uygulamaya giremedi. Fakat dünyadaki bu teşebbüslerin bundan sonra da nasıl devam edeceği ile ilgili beklentiler devam etmekte

barzani talabani

Ekim ayının diğer önemli bir olayı da Irak Bölgesel yönetiminin diğer önemli bir aktörü olan Celal Talabani‘nin vefat etmesi oldu. Bu şekilde orta doğuda uzun yıllar siyasi hayatı etkileyen iki önemli lider birer ay ara ile farklı sebeplerle de olsa devreden çıkmış oldu.

Yine Ekim ayında ABD, Türkiye’den gelecek vize başvurularını askıya alma kararı aldı. Bu karara Türkiye ciddi bir tepki gösterdi ve misilleme yaptı. Görüşmeler sonrasında vize kararı tamamen kalkmadı fakat sağlık ve eğitim gibi özel durumlar için kısmi bir yumuşamaya uğradı

Ekim ayının bir diğer önemli başlığı ise Meral Akşener önderliğinde İyi Parti’nin kurulması oldu.”Türkiye İyi Olacak” sloganıyla kurulan partinin kamuoyu anketlerinde belli bir oy oranı görünse de Türk siyasi hayatında ne tür bir karşılığı olacağı üzerinde tartışmalar devam ediyor

Ekim ayında İslam dünyasını derinden sarsan bir saldırı olayı vuku buldu. Somali’nin başkenti Mogadişu’da düzenlenen bombalı saldırıda 300’ün üzerinde kişi vefat etti

Ekim ayında, Türk Ordusu önemli bir hazırlık devresi sonrasında çatışmasızlık bölgesinin güvenliğin sağlamak gayesi ile İdlib’e Girdi. Bu harekatın bir diğer sebebi de Afrin bölgesindeki PKK/PYD/ YPG unsurlarının etkisiz hale getirilmesi ve buradan gelecek tehditlerin kontol altına alınması idi. Bu gelişme sonrasında Afrin bölgesine yapılacak muhtemel bir harekatın da yaklaşmakta olduğu yolundaki beklentiler gün geçtikçe artıyor..

Bu aydaki diğer bir önemli gelişme de Irak Hükümet Güçleri’nin, Kerkük’ü kontrol altına alması idi.. Bölgedeki siyasi ve demografik yapının değişmesi tehlikesine yönelik olarak bu bölgedeki durum hassasiyetini muhafaza ediyor

Ekim ayı bir başka önemli olaya sahne oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ErdoğanSırbistan’a yaptığı ziyaret sonrasında Novi Pazar’a da gitti. Türkiye’den Novi Pazar’a Cumhurbaşkanlığı düzeyinde yapılan bu ilk seyahat Sancaklılar ve Boşnak Müslümanları için büyük bir moral oldu.

sancak ve erdoğan

Yine Ekim ayında, Türkiye siyasi hayatının en önemli simalarından biri olan Deniz Baykal beyin kanaması geçirdi. Deniz Baykal’ın şu an tedavisi Almanya’da sürdürülüyor

Ekim ayının iç poltikadaki diğer önemli olayları arasında Bursa Belediye Başkanı Recep Altepe ve Ankara Belediye Başkanı Başkanlık Melih Gökçek’in görevlerinden istifa etmelerini sayabiliriz.

Kasım ayında, Balıkesir Belediye Başkanlığından istifa etmesi istenen Edip Uğur ise diğer başkanların tavrının dışında hem başkanlıktan hem de partiden istifa ederek kırgınlığını yüksek sesle ifade etti.

Bu ayın diğer üzücü bir olayı da Mısır’da Camiye yapılan saldırı idi: Bu saldırıda da 305 Kişi öldü.

Daha önce Haziran ayında veliaht değişikliği yaşayan Suudi Arabistan’da kral Selman üst yönetiminde çok önemli değişiklikler yaptı.. Mevcut yönetim ile anlaşmazlık yaşadığı ifade edilen bir çok prens, bakan ve silahlı kuvvetler komutanı bu değişiklik çerçevesinden yönetimden uzaklaştırıldı. Suuddaki bu değişiklikler daha önce de ifade edildiği gibi bu ülkenin hem kendi iç yapısı hem de uluslarası arenada aldığı konum ile yakından alakalı olarak değerlendirilmekte.

Kasım ayının diğer önemli olayı ABD’de Reza Zarrab Davasının başlamasıydı. Zarrab’ın sanıklıktan tanıklık durumuna geçmesi ile davanın seyri de değişti ve sanık sandalyesinde sadece Halk Bankası Genel Başkan yardımcısı Mehmet Hakan Atilla kaldı. Dava, Zarrab’ın güvenilmez tavırları, davanın savcısı ve hakimi üzerinde kamuoyuna yansıyan FETÖ bağlantıları dolayısıyla Türkiye’ye yönelik suçlamaların etkisini yitirdiği bir düzleme kaydı.

Bu arada savcını davanın içine devrin bakanlarını da dahil ederek olayı Türkiye’nin üst yönetimini asılsız suçlamalarla itham etmeye yönelik zorlamaları da dikkatleri çekti. İlk başlangıcında önemli bir sansasyon uyandırmaya çalışan ve zamanla tutarsız hareketlerle inandırıcılığını yitiren bu mahkeme bakalım ilerleyen günlerde nasıl bir seyir gösterecek

Kasım ayında savaş suçlusu Hırvat General duruşmada zehir içerek intihar etti. Bu olay da ciddi bir ilgi uyandırdı. Balkanlarda ihtilaflı dönemlerde sivil halka ve bilhassa Müslümanlara karşı gaddarca davranan insanların farklı sebeplerle de olsa bir bir devreden çıkması İlahi Adaletin tecellisi olarak zihinlerde yer etti.

Bu ayda uzun zamandır gündemde olan yerli otomobilin Türk markası ile tamamen milli bir yapıda üretilebilmesi için önemli bir adım arıldı. 5 ortaklı oluşumun, 2018 başında şirketi kurup prototipleri 2019’da, ilk otomobili 2021’de üreteceği yönünde hedefler açıklandı.

ABD’de dava devam ederken Aralık ayı başlarında Reza Zarrab ve 22 Yakınının Mal Varlıklarına el konuldu.

iit

Yılın bu son ayında Trump, seçim döneminde vaadettiği üzere ABD İsrail büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’ e taşıyacağını ilan etti. Bu olay üzerine hem İslam Dünyası hem farklı mezheplerdeki Hristiyan dünyadan büyük tepkiler geldi. Bu karara karşı Türkiye’nin dönem başkanlığında İslam İşbirliği Teşkilatı İstanbul’da olağanüstü toplantı yaptı. Toplantı sonrasında Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak ilan etti. Yine bu gelişmeler üzerine toplanan BM Genel Kurulu ABD’nin bu teşebbüsünü kabul etmediğini karar haline getirdi. Tabii Genel kurul kararı bir yaptırım getirmese de bundan sonra olayların gelişmesinde atıf yapılacak önemli bir gelişme olarak uluslararası sistemde yerini aldı.

11 Aralık günü iş dünyası için önemli bir vefat haberi daha geldi. İTO Başkanı değerli arkadaşımız İbrahim Çağlar ani bir kalp krizi neticesi vefat etti. İbrahim Çağlar’a da Allah’dan Rahmet diliyoruz.

ibrahim çağlar

Bu ayın son günlerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Sudan’dan başlayarak gerçekleştirmekte olduğu Afrika gezisi de büyük bir ilgi uyandırdı. Sudan parlementosunda Allah-u Ekber nidalarıyla karşılanan Cumhurbaşkanı’na karşı yapılan bu  merasim, onun İslam ümmeti nezdinde ne derecede hüsn-ü kabul gördüğünün önemli bir göstergesi olarak değerlendirildi.

erdoğan sudan

Sonuç olarak

Binlerce olay arasından seçilerek özetle sıralanan bu olaylarla beraber bir yıl daha sona eriyor. 2017 yılı içinde İslam Dünyası yine çok sayıda insanın savaş, bombalama, intihar saldırılarıyla beraber vefat ettiği bir yıl oldu. İslam Dünyasında çok farklı kutuplaşmalar ortaya çıktı. Şii Sünni ayrımı yine geçtiğimiz yıl da özellikle İslam dışı güçler tarafından çok fazla kaşınan bir ihtilaf konusu oldu. Tabii Müslümanlar da iç sorunlarını gereğinden fazla abartarak adeta kendi ayaklarına kurşun sıkmayı sürdürdüler. Bu çerçevede özellikle Suriye, Irak ve Yemen’deki mücadelelerde sunni-şii ihtilafının somut tezahürlerini beraberce görüp üzüldük.

ABD’nin yeni başkanı Trump, seçim sırasında gösterdiği kontrolsüz tavrını seçim sonrasındaki fiili davranışlarıyla adete pekiştirdi. Ayrıca ABD’nin kendi iç yapısı içerisindeki mücadelelerinin de, bu olaylarda hadiseleri tırmandırıcı yönü dikkatli gözlerden kaçmadı.

İsrail her zamanki gibi İslam dünyasınının içinde tehlikeli bir ur gibi karıştırıcı ve düşmanca tavırlarını sürdürmeye devam etti. Hem İsrail içinde hem de başta Filistin bölgesi ve orta doğu merkez olma üzere dünyanın farklı yönlerinde özellikle Müslümanlara yönelik düşmanca tavırlarını her durumda ortaya koymaktan çekinmedi. Üstelik bu tavrılarında da ABD’yi daima en büyük destekçi olarak yanında gördü.

abd israil

Türkiye 2017 yılında her alanda çok farklı kuşatmalarla karşı karşıya kaldı. Bu kuşatma girişimlerine karşı her daim onurlu bir duruş göstermeye gayret eden Türkiye, bu tavrılarının karşılığını özellikle mazlum coğrafyalarda bir ümit olarak ortaya çıkmasıyla almış oldu. Son İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısı ve BM Genel Kurulu oylamaları, bu çerçevede önemli göstergeler olarak dikkatleri çekti.

Türkiye’nin FETÖ konusundaki mücadelesi de geçtiğimiz yıl içinde kesintisiz olarak devam etti. Bu çerçevede uzayan davalar, gözaltına alınan, vazifeden el çektirilen ve mahkum edilen geniş kitleler içinde oluşan bazı mağduriyetler hükümeti ciddi oranda zorluklarla karşı karşıya bıraktı. Mağduriyetleri giderebilmek için kurulan komisyonun henüz istenen bir verimde çalışmaya başlayamaması ve mağduriyetlerin iç ve dış muhalif çevrelerce sürekli gündemde tututlması bu sahadaki önemli bir sıkıntı olarak 2018’e devroldu.

Tabii bu arada Olağanüstü hal şartlarında çıkarılan KHK’ların hızlı hareket mecburiyeti gerekçesiyle bazen gerekli hassasiyet gösterilmeden gündeme gelmesi neticesinde ortaya çıkan hatalar da idareye yönelik memnuniyetsizliklerin artmasına sebep oldu. İnşallah ilerleyen zaman içinde acele davranma ve konuların gerektirdiği hukuki hassasiyeti sağlama dengesi hızlıca yerli yerine oturtulur ve yapılan kısmi hatalar telafi edilirse vatandaş nezdinde ortaya çıkan sıkıntılar da hafifletilir diye umuyoruz.

2018 Yılının hayır ve bereket getirmesini diliyoruz.

Dünya Bülteni, 27.12.2017

Kudüs krizi aslında daha büyük bir davanın parçası

Kudüs üç büyük din için de kutsal olarak kabul edilen bir kent. Fakat Müslümanlar için çok daha ayrı bir öneme sahip. İlk kıblemiz olan ve Miraç mucizesinin gerçekleşmesi sırasında İsra suresinde anlatılan Peygamber Efendimiz’in (a.s) Mescid-i Haram’dan ilk durak olarak gittiği mekan diye zikredilen Mescid-i Aksa’yı içinde barındıran çok önemli bir şehir.

Kudüs yüzyıllar boyu Müslümanların hakimiyetinde kalmış olan bir belde. Lakin bundan yüzyıl kadar önce İngilizlerin eline geçmiş ve o zamandan beri de bir türlü üzerinde eskisi gibi hakimiyet kuramadığımız bir yer.

Daha sonra Siyonistlerin gayretleri ile yoğun Yahudi göçüne uğramış ve bu gün İsrail Devleti’nin kontrolünde olan bir bölge

Son yüzyılda Kudüs her dönemde içimizi kanatan hadiselere sahne oluyor.

İsrailliler yıllardır burayı kendi devletlerinin başkenti olarak ilan ediyor. Müslümanlar olarak itiraz ediyoruz. Batılı ülkelerin bir bölümü de bu oldu bittiye razı olmadıklarını ifade ediyorlar. Birleşmiş Milletler bir kaç defa Kudüs’ün İsrail’in başkenti olamayacağını beyan eden kararlar alıyor.

Tüm bunlara rağmen son günlerde ABD Başkanı Trump seçimler sırasında vadettiği üzere ABD’nin de Kudüs’ü İsrail’in başşehri olarak kabul ettiğini belirten bir karar aldı ve bunu uygulamaya çalışıyor.

Yine itiraz ediyoruz. İçimiz tekrar acıyor. Beyanatlar veriyoruz, sosyal medyada tag’lar oluşturuyoruz, toplantılar yapıyoruz, Müslümanların çeşitli organizasyonları olarak deklarasyonlar yayınlıyoruz.

Tüm bunlar bir şeyi açıkça gösteriyor ki güçlü isek ve bu gücümüzü ustalıklı bir şekilde kullanabilirsek Kudüs’ün bizimle olan irtibatını sağlam bir şekilde sürdürebiliriz. Değil ise bu hal bizleri üzmeye devam edecektir.

İnşallah bu son krizde de muvaffak oluruz ve tam manasıyla kontrol edemesek bile yine de bu kutsal şehir ile anlamlı birlikteliğimizi muhafaza edebiliriz. Belki bir gün yine Kudüs sokaklarında o eski dönemlerde olduğu gibi rahatça dolaşabilir, ibadetlerimizi yapabilir ve bu şehri kutsal olarak bilen diğer kavimlerin de serbestçe ibadetlerini yapabilmelerine imkan veririz.

eyyübi

Allenby

Selahattin Eyyübi’nin 1187 yılında Hıttin savaşında Haçlı kuvvetleri mağlup edip Kudüs’te hakimiyet kurmasını temsili olarak anlatan tablodaki manzara ile, 1917‘de İngiliz General Allanby’ın Yafa kapısından şehre girişini belgeleyen resim bu önemli şehirdeki git gelleri gösteren iki ibretlik sahne. Allah Müslümanlara tekrar Kudüs’de hakimiyet kuracakları günleri nasip etsin.

Zarrab davası aslında daha büyük başka bir davanın küçük bir parçası

ABD’deki Zarrab davası yine son günlerde gündemimizi meşgul eden önemli bir olay. Güya Zarrab’ın ABD’nin İran’a bir zamanlar uyguladığı ambargoyu delmesinin sorgulanması diye başlayan fakat daha sonra gerçek hüviyetinin açığa çıktığı bu dava, Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir şekilde kuşatılması ve itibarının dünya nezdinde zedelenmeye çalışılmasına yönelik bir hale dönüştü. Zarrab’ın dava sırasındaki sözleriyle de belgelendiği üzere çok rahat yalan söylediği ve olayın bütününün kurmaca olduğu açığa çıktığı bu sürecin sonunda ne tür bir karar çıkarsa çıksın etkisinin başlangıçta tahmin edildiği gibi çok da fazla olmayacağı anlaşılıyor. Fakat dikkatle farkedildiği gibi Zarrab davası ile Trump’ın ve İsrail’in Kudüs’ü başkent olarak ilan etmeye çalışmaları arasında ciddi bir bağ mevcut.

Aynı bağı Türkiye’nin güney sınırlarının taşeron ve ayrılıkçı sözde Kürt gruplarca çevrelenmeye ve Ortadoğu ile bağlantısının kesilmeye çalışılması ile de kurmak gerekiyor. Keza Ortadoğu’ya denge getirmek için buraya onlarca askeri üs kuran ve tonlarca silah yığan başta ABD ve Rusya olmak üzere diğer batılı güçlerin varlığını da aynı başlık altında değerlendirmek icap ediyor.

DAEŞ adlı nevzuhur örgütün son 5 yılda bu bölgede uyguladığı strateji, Irak Özerk Kürt Yönetimi’nin referandum hamleleri, PKK/PYD/YPG güçlerinin hem dahildeki hem de hariçteki faaliyetlerini de adeta bu puzzle’n parçaları gibi yerli yerine oturtmak gerekiyor.

İlave olarak sözde bir hizmet hareketi gibi ortaya çıkan ve daha sonra hem yurt içinde hem de yurt dışında adeta bir terör ve düşmanca davranışlarda bulunan bir istihbarat örgütü gibi çalışan FETÖ yapılanması da bu denklem içinde çok önemli bir rol oynuyor. Darbe yapmaya çalışıyor, dışarda ve içerde şer güçlere belge taşıyor, düşmanca algı oluşturuyor, insanların güven duygularını zedeliyor ve Türkiye’nin yetişmiş insan gücünün önemli sayıdaki bir bölümünün telef olmasına sebep oluyor.

Türkiye’nin kendi tarihsel kimliğini yeniden farketmeye başlaması ve bir bölge devletinin ötesinde küresel anlamda var olan potansiyelini tekrardan harekete geçirmeye yönelik hamleler yapması ile paralel olarak harekete geçen tüm bu unsurlar, tek tek bakıldığında bağımsız gibi görünen ama dikkatlice incelendiğinde ise organize imiş intibaını kuvvetlendiren bir mahiyet arzediyor.

İlave olarak bu şer unsurları destekleyen ekonomik kararlar ve uygulamalar, içerde ve dışarda bilerek veya bilmeyerek bu değirmene su taşıyan yardımcı öğeleri de resmi daha iyi anlayabilmek için gözden uzak tutmamak gerekiyor.

Hak ile batıl mücadelesi hiç bitmeyecek

Hakkın hakim olması için uğraşıyorsanız ve yeryüzünde Allah’ın adının daima yücelmesi için gayret sarfediyorsanız karşınızda daima şeytanın işbirlikçileri olacaktır. Bu Hz. Adem’den itibaren var olan ve kıyamete kadar devam edecek bir mücadeledir. Bu aynı zamanda dünya hayatının imtihan olmasının da bir gereğidir.

Yeter ki Hak davanın savunucusu olduğunu iddia edenler hakikaten istikamet üzere olsunlar. Hak davalarının içine onu bozucu başka dünyevi hastalıkları bulaştırmasınlar. Samimiyetlerini kaybetmesinler. Hak davada beraber olduklarını söyleyip de şeytanın taşeronları ile işbirliği yapanları ve Hak davayı kendi kişisel hesaplarına alet edenleri aralarında barındırmasınlar.

Ancak o zaman Hak davanın müntesipleri Allah’ın yardımını yanlarında bulabilirler.

Böyle davranamazlarsa şikayet etmeye ve gereksiz bir şekilde sızlanmaya hakları yoktur.

Allah hem bireysel hem de toplumsal olarak istikamet üzere daim olmamızı ve bu çizgide sebat etmemizi nasip etsin.

Dünya Bülteni, 07.12.2017

Baş döndüren bir gündem

Suudi Arabistan’daki gelişmeler

Geçtiğimiz günlerde Ortadoğu’da birbiri ardına çok önemli gelişmelere şahit olduk. Suudi Arabistan’da Kral Selman ve oğlu Veliahd Muhammed Bin Selman’ın inisiyatifinde bir dizi görevden alma ve gözaltı hadisesi vuku buldu. Bu arada mevcut iktidarın karşısında olarak görünen güçlü prenslerin bazılarının çeşitli sebeplerle ölümleriyle ilgili haberler geldi. Vuku bulan olayların geri planında mevcut iktidarın durumunu daha da kuvvetlendirmek ve muhtemel rakiplerini bertaraf etmek gibi bir niyetin olduğu tarzında yorumlar ağırlık kazandı. Göründüğü kadarıyla Suudi Arabistan’da bu süreç henüz tam anlamıyla sona ermedi ve önümüzdeki günlerde bu çerçevede muhtemel bazı gelişmelerin de yaşanabileceğine yönelik beklentiler devam ediyor.

Suudi Arabistan’ın Yemen ile ilişkilerindeki gerginlik de gittikçe artıyor. Tabii bu gerginliğin arkasında Suudilerin İran ile var olan problemleri daha da belirginleşiyor. Lübnan Başbakanı Hariri’nin kendi can güvenliğine yönelik özellikle İran’ı işaret ederek gündeme getirdiği tehdit  ve bu tehdidi gerekçe göstererek istifa etmesi, üstelik bu istifasını Suudi Arabistan’a yaptığı bir ziyarette açıklaması Ortadoğu denklemini daha da karışık bir hale getirdi. Bir taraftan bakıldığında Lübnan da adeta barut fıçısına döndü.

Ayrıca mevcut gelişmeler Suudi Arabistan ile İran’ın bir çatışmaya doğru sürüklenmesi tehlikesini de  kuvvetlendirdi. Bu hadiseler üzerine İsrail ve ABD cephesinden gelen yorumlar havayı daha da ısıttı. Ortadoğu’da bu tarz bir çatışmanın telafisi mümkün olmayan sonuçları da beraberinde getireceğini tahmin etmemek mümkün değil. Allah muhafaza etsin

Kuzey Irak’da sular durulmuyor

Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetiminin referandum kararı, bu kararın uygulamaya konulması ve sonrasında da vuku bulan olaylar sonuçta Mesut Barzani’nin görevi bırakmasına kadar vardı. Kürt  bölgesinde yıllardır en etkili iki aktör olan Talabani’nin vefatı ve Mesut Barzani’nin görevi bırakması bölgede yeni bir dengenin kurulmakta olduğunu gösteriyor. Bu süreçte dış aktörlerin de desteği ile Irak merkezi hükümetinin ülkenin kuzey bölgelerinde hakimiyetini daha da arttırmakta olduğuna şahitlik etmeye başladık. Türkiye de bu süreçte Irak merkezi hükümetinin hamlelerini destekliyor ve ortaya çıkan gelişmeler şimdilik PKK unsurlarının da rahat hareket etmesini engelleyen neticeler doğuruyor. Çok hızlı değişen Ortadoğu denkleminde süreç nereye doğru gidecek bunu zamanla göreceğiz.

Türkiye’nin hiç bitmeyen sınavları

Türkiye tüm bu hadiseler sırasında bir yandan Suriye cephesinde İdlib bölgesindeki çatışmasızlık alanlarının kontrolü, Afrin’deki PKK/PYD hakimiyetindeki alanların  çevrelenmesi faaliyetleri ile ilgilenirken, Irak’ın kuzeyindeki çatışma bölgelerinde PKK unsurlarının etkinlik sağlama isteklerine karşı da müteyakkız durumunu muhafaza ediyor. Güney sınırlarımızın dışında Türkiye’ye tehdit oluşturabilecek özellikle ABD’nin de destek olduğu bir Kürt askeri varlığının tahkim edilmeye çalışılması ciddi bir rahatsızlık konusu. Üstelik bu varlığın Türkiye’yi adeta güneyden çevreleme niyeti taşıması, yarın öbür gün sınırlarımızın içine yapılabilecek muhtemel saldırılar için de tehlike oluşturuyor.

Geçen haftalarda Hakkari bölgesinde yapılan saldırıda çok sayıda askerimizin şehit olması ve bu saldırıda sınırlarımızın dışında ABD’nin  gerek Irak’da gerekse de Suriye’de PKK/PYD  güçlerine, sözde DEAŞ ile mücadelede kullanılması için verdiklerini söyledikleri silahların kullanılması,  tehlikenin boyutlarını net bir şekilde göstermiş oldu. Bahse konu saldırılarda şehit düşen evlatlarımıza Allah’dan, Rahmet ailelerine de sabırlar diliyoruz.

Son hadisede göründüğü üzere, bir NATO üyesinin verdiği silahlarla, ayrılıkçı ve bölücü unsurlar başka bir NATO ülkesinin askerlerine saldırdılar ve onları şehit ettiler. Bu gelişme sadece Ortadoğu’da değil dünyada kurulmuş olan genel dengelere de çok aykırı bir hareket. ABD hegemonik bir güç olarak dünya dengelerini temelden sarsıcı bu tip tavırlar göstererek çok riskli bir yola girdi ve bu yolda yürümeye ısrarla devam ediyor. Umarız ki bu hatalarından tez zamanda dönerler. Tabii bir diğer dileğimiz, uluslar arası siyasette etkin olan devletlerin de bu fiili durumlar karşısında sessiz kalmamaları ve daha vahim gelişmelerin ortaya çıkışına zemin hazırlamamaları.. Sonuç olarak  bu olay tarihe çok önemli bir uluslar arası skandal olarak geçecektir kanaatini taşımaktayız..

Türkiye bir yandan Irak ve Suriye’deki kaos ortamında tansiyonun düşürülmesi ve bölge dışı güçlerin bölücü ve parçalayıcı müdahalelerinin kontrol altına alınabilmesine çalışırken,  diğer yandan da DEAŞ adlı örgütün bahane edilerek bölgenin demografik yapısıyla oynanması ve adı geçen ülkelerin adeta kontrolsüz bir silah deposu haline getirilmesi gayretlerine de elinden geldiği ölçüde engel olmaya çalışıyor. Üstüne üstlük, buralarda yerlerinden edilen ve bu sıcak ortamın tüm yükünü çeken masum kitlelerin insani dramlarının hafifletilmesi konusunda da gücü nisbetinde çok ciddi gayretler gösteriyor. Özetle çok yönlü bir çaba içinde.

Türkiye’nin dış münasebetleri de adeta baş döndürücü bir hızla devam ediyor. Geçen haftalardaSayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Belgrat ve Novi Pazar ziyaretleri bölgede çok büyük bir etki uyandırmıştı. Bu hafta da Başbakan Yardımcısı  Hakan Çavuşoğlu’nun Batı Trakya ziyaretleri Balkan coğrafyasında yeni bir mutluluk halkası oluşturdu. Rusya Devlet Başkanı Putin’in Türkiye’ye gelişi ve hemen akabinde Başbakan Yıldırım’ın ABD’ye gitmesi  çok yönlü dış politikanın önemli hamleleri olarak göze çarpıyor. İnşallah tüm bu ziyaret ve kabul trafiği umulan yararları sağlar.

Dünya Bülteni görev başında

Dünya Bülteni olarak bir yandan yanı başımızdaki olaylarla ilgilenirken, diğer yandan, geniş anlamıyla Türkistan bölgesindeki haberleri, Balkanlardaki gelişmeleri, Afrika’da vuku bulan hadiseleri ve tabii ki Avrupa’daki sıcak olayları sizlere duyurmaya, bu olaylarla ilgili elden geldiğince sağlıklı yorumları ve analizleri nakletmeye gayret sarf ediyoruz. Bu çerçevede Balkan Dosyası başlığıyla yayınladığımız iki adet DÜBAM raporuna da özellikle dikkatinizi çekmek istiyoruz. Bu tarz raporların kalıcı çalışmalar olarak sitemize değer kazandırdığına inanmaktayız. İnşallah ilgi duyan okuyucularımız için yararlı olur.

Sitemizde özgün analiz yazılarının yanında farklı kaynaklardan makaleleri tercüme ederek veya hadiseleri daha iyi anlamaya yarayacak gerek Anadolu Ajansı,  gerekse de yorumlarına güvendiğimiz kişi ve kurumların analizlerine de yer vermeye çalışıyoruz. Sonuç olarak niyetimiz bizi takip eden siz değerli izleyicilerimize daha berrak bir düşünce platformu sunabilmek.

Kızılay yine göğsümüzü kabarttı

Bu arada geçtiğimiz günlerde yapılan seçimlerde Türk Kızılayı ’nın Uluslar arası Kızılay-Kızılhaç Dernekleri Federasyonu (IFRC) ‘nun Avrupa Kıta Başkanı seçilmesi son yıllarda  büyük gayret gösteren ve mazlum durumdaki milyonların imdadına yetişen bu nadide kurumumuzun başarısının uluslar arası camiadaki göstergesi oldu. Bu başarıdan dolayı başta Kızılay Başkanı Dr. Kerem Kınık olmak üzere tüm ekibini canı gönülden kutluyoruz.

Dünya Bülteni ailesi olarak sizlerin karşısına daha güzel ve iç açıcı haberlerle dolu bir içerikle çıkabilmek en büyük dileğimiz.

Allah’a emanet olun

Dünya Bülteni, 09.11.2017

Komşu coğrafyamıza ve dünyaya özet bir bakış

Türkiye’nin güneyinde yine çok önemli olayların cereyan etmekte olduğu günler geçirmekteyiz. Bir tarafta İdlib’e yönelik başlatılan operasyon diğer yandan da 25 Eylül’de Irak Kürt Özerk Bölgesinde yapılan referandum sonrasındaki gelişmeler bu olaylardan en dikkati çeken iki tanesi.

İDLİB OPERASYONU VE MUHTEMEL TEHLİKELERİ

Astana’da yapılan anlaşma sonrası İdlib’de çatışmasızlık alanının devamını sağlamak üzere Türk askeri gücü İdlib’e doğru harekete geçti. Türkiye’nin  burada üzerine aldığı görev, Esed rejimine muhalif gruplar içinde özellikle Batılılar tarafından kara listeye alınmış Nusra cephesinin devamı olduğu düşünülen güçleri sakinleştirmek ve onları bu bölgeden uzaklaştırmak olarak görünüyor.

Rusya da zikri geçen bölgenin dış tarafını kontrol edecek. Türkiye için bu konunun önemi, öncelikle Nusra devamı guruplar veya kısaca Heyet-i Tahrir eş Şam ve benzerlerinin Rusya, İran veya Esed güçlerine karşı bu bölgeden yapılacak muhtemel saldırılarını önleyebilmek. Çünkü bu tip bir saldırı karşısında ortaya çıkacak ilk netice, bu ülkelerin silahlı güçlerinin İdlib bölgesine saldırmaları ve bunun sonucunda da masum insanların zarar görmeleri.

Üstüne üstlük böylesi  bir saldırı sonrasında muhtemelen o bölgeden yüzbinlerce sivil insanın hemen yanıbaşındaki Hatay’a doğru akın edecek olmaları da diğer korkulan bir gelişme. İnşallah korkulan bu gelişmeler tahakkuk etmez.

idlib

İdlib operasyonunun Türkiye açısından ikinci muhtemel hedefi de Afrin bölgesinde hakim durumda olan ve orayı kanton tarzında idare eden PYD güçlerinin İdlib’e yönelik Türkiye’yi rahatsız eden emelleri. PYD unsurlarının bulabildikleri ilk fırsatta İdlib üzerinden bir koridor açarak buradan Akdeniz’ e bağlanmayı hayal ettikleri bilindiğinden Türkiye İdlib’e askeri kuvvet göndererek bir yandan da bu hedefe yönelik niyetleri etkisiz bırakmayı düşünmekte. İdlib konusunda diğer ilave bir  nokta da  Afrin bölgesinin doğu tarafının Fırat Kalkanı harekatı sonrası orada konuşlanan Türkiye’nin desteklediği askeri güçler tarafından çevrelendiği de hatırlanmalı. Yani son durumda Afrin bölgesi güneyinden ve doğusundan Türk Silahlı güçleri ve onun desteklediği Özgür Suriye Ordusu güçleri tarafından kuşatılmış durumda. Afrin’in batı tarafı da Hatay şehrimiz ile sınır halinde.

Türk Silahlı kuvvetlerinin düzenleyici ve denetleyici niyetlerle İdlib bölgesine gönderdiği kuvvetlerin bu bölgelerde bulunması ile ilgili birkaç yönlü tehlike mevcut. Bir tanesi, Nusra veya HTŞ  tarafından Türk askerine yönelik bir saldırı karşısında Türk askerinin hiç de arzu etmeyeceği bir mücadele içine çekilmesi. Diğeri de Afrin’deki PYD / YPG güçlerinin İdlib’e yönelik yapabilecekleri bir hamle karşısında olayın silahlı bir mücadeleye dönüşmesi ve bu mücadelenin PYD/YPG’yi bölgede destekleyen ABD güçleriyle de bir karşı karşıya gelişe sebep olması. ABD ile bir çok alanda direk veya endirek devam eden karşıtlıklara bu bölgede bir yenisinin eklenmesi Türkiye açısından pek de arzu edilen bir durum değil.

İdlib’e yönelik operasyonun başladığı günlerde ABD’nin Türk vatandaşlarına yönelik vize başvurularını iptal etmesi diğer bir sıkıntılı hal olarak ortaya çıktı. Türkiye de aynı şekilde mukabele etti ve olay bir anda ciddi bir kriz boyutuna yükseldi. Daha kısa bir süre evvel Sayın Cumhurbaşkanının ABD ziyareti sırasında Trump ile sıcak bir resim vermesinin sağladığı ilişkilerdeki kısmi bahar havası bir anda ortadan kalkmış oldu. Bir NATO üyesi olan ve ABD ile bütün sorunlarına rağmen birçok alanda müttefik olan Türkiye, tam Rusya ve İran ile bir harekata girişirken ABD tarafından ortada bırakılması ile ciddi bir uluslararası denge sorunu ile karşı karşıya kaldı. Şu ana kadar İdlib operasyonu korkulan bir çatışma olmadan gayet yavaş ama kontrollü olarak sürüyor.
IRAK KÜRT BÖLGESEL YÖNETİMİ (İKBY), REFERANDUM VE KERKÜK OPERASYONU

Aynı zaman dilimi içinde ikinci sıkıntılı durum da  Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ( İKBY) sınırları dahilinde yaşanıyor. Türkiye referandum kararı alan Barzani’ye karşı çok sert bir tutum takınmıştı. Bu referandum kararının, peşinden çok sayıda başka sorunu tetikleyeceğini düşünen Türkiye’nin karşı çıkışı belki anlaşılabilir ama bu kadar şiddetli ve Barzani tarafı ile köprüleri neredeyse tam atmaya kadar varacak bir tepki göstermesi gerekli miydi?

Bu soru üzerine çok farklı yorumlar yapıldı. Bu tepkinin sadece Barzani cephesi değil  Türkiye’deki Kürt kökenli vatandaşların belli bir kesimi tarafından da pek sıcak karşılanmadığı yüksek sesle ifade ediliyor.. Bu noktada Irak Merkezi Yönetimi ile beraber hareket eden Türkiye, Irak askeri güçlerinin özellikle Kerkük ve çevresi üzerine yaptıkları harekatı destekliyor.. Hatta Irak askeri güçleri ile Türkiye sınırları dahilinde bölgeye bir ölçüde göz dağı verir mahiyette ortak tatbikatlar bile yapıyor.

Irak Merkezi hükümetinin askeri harekatının daha evvel Türk kamuoyunda ve Irak’taki özellikle Sünni Türkmen çevrelerinde hiç de tasvip edilmeyen Haşdi Şabi güçleri ile yapılması da ayrı bir sıkıntılı durum olarak karşımıza çıktı. İlave olarak yeni vefat eden Celal Talabani’nin aşireti ve Goran‘ın, Irak merkezi güçlerine karşı koymaması ve çekilmesi çok stratejik bir bölge olan Kerkük’ün bu bahsi geçen güçlerin kontrolüne girmesine yol açtı.

PEŞMERGENİN YAPISINA KISA BİR BAKIŞ

Bu noktada Peşmerge diye ifade edilen kuvvetlerin yapısını biraz açmakta yarar var: Peşmerge bir bütün değil; parçalı bir yapı ama temel olarak üç ana grup olduğunu söyleyebiliriz.  Biri KDP’ye bağlı Peşmergeler yani Barzani’nin özel milis gücü olarak ifade edebileceğimiz kuvvetler. DiğeriKYB’ye bağlı Peşmergeler, yani Talabani aşiretine bağlı silahlı kuvvetler. Üçüncü kesim de Irak Kürt Bölgesel Yönetiminin (İKBY) Erbil’deki hükümet merkezine doğrudan bağlı Peşmergeler. Bugün için bu yapıyı Barzani kontrol ettiği için bu merkezi hükümete bağlı Peşmergeler de Barzani’ye bağlı olarak hizmet veriyorlar. Her birinin sayısı da yaklaşık 50 binin üzerinde. Çeşitli kaynaklardan derlenen bilgilere göre sayısı açıklanmayan özel birlikleri de nazar-ı itibare aldığımızda toplamda 200 bini bulan bir silahlı güçten bahsediyoruz.. Ancak yukarıda da kısmen ifade edildiği gibi Kerkük’tekiler Talabani’nin KYB’sine bağlı Peşmergelerdi. Barzani’nin iddialı çıkışına rağmen KYB Peşmergelerinin  aldıkları talimata göre direnmeden Süleymaniye‘ye çekilmeleri her iki kesim arasında ciddi bir güven bunalımına neden oldu.

barzani

Bu arada KYB’nin İran destekli gruplarla anlaşarak Kerkük’den çekildiği yönündeki iddialar da tartışılıyor. Bu durum zaman içinde Kuzey Irak’ta Barzani’nin hakim olduğu Erbil ve Talabani aşiretinin hakim olduğu Süleymaniye merkezli iki yapının ortaya çıkmasına yol açabilir. Ortaya çıkacak gerilim de hiç arzu edilmese de 1990’ların başında olduğu gibi KYB-KDP çatışmasına dönüşebilir.

Tüm bunlara ilave olarak Barzani’nin referandum sonrası varmayı hedeflediği bir Bağımsız Kürdistan’ın Kerkük olmadan ekonomik olarak ayakta kalması da zor olduğundan referanduma rağmen bağımsızlık ilanı artık güçleşmiş görünüyor. Süleymaniye Merkezli GORAN ve KYB de meseleye mesafeli durunca Barzani’nin işi bir hayli zorlaştı.

Türkiye birkaç zamandır Kuzey Irak politikasını daha çok Barzani üzerinden götürürken, ayrıca Türkiye sınırları dahilindeki Kürt vatandaşlarla münasebetlerinde Barzani ile ılımlı duruşun müsbet tesirlerini görürken, bir anda çok sert bir Barzani karşıtlığı noktasına gelmiş oldu. İlave olarak da daha önce Irak’da mezhebi bir bağnazlıkla ülkedeki diğer kesimlere haksızlık yapmakla itham ettiği Irak merkezi hükümetiyle onların askeri operasyonlarını onaylayarak kısmen ortak bir hareket içine girdi. Ayrıca Kerkük ile ilgili içinde yaşayan Arap, Kürt ve Türkmen halkların eşit şekilde temsil edildikleri bir sistemi şiddetle önerirken, bağnaz bir Şia etkisi altındaki Haşdi Şabi güçlerinin Irak ordusu şapkası altına Kerkük ve çevresinde hakimiyet kurmasına ses çıkarmaz bir durumda kaldı.

Bu sürekli olarak pozisyon değiştiren münasebetler bundan sonra hangi yöne doğru evrilecek ve bölgede daha hangi tür hiç olmazmış görünen ittifaklar veya karşıtlıklar ortaya çıkacak bunu da zamanla göreceğiz sanırım.

Tabii bu karışıklıktan istifade ile PKK unsurlarının Irak’ın kuzey bölgesinde özellikler Sincar’damevzi kazanıp Suriye’deki kanton yapıları ile bağlantı kurmaya çalışma gayretleri de bu arada ciddi bir şekilde izleniyor. Türkiye her fırsatta böyle bir gelişmeye izin vermeyeceğini belirtiyor ki bu çok haklı bir endişe.

ABD’NİN DURUMU

Burada diğer zor bir pozisyon da DEAŞ (IŞİD) adlı ortaya çıkışı, münasebetleri ve politikaları çok karmaşık olan bir yapıya karşı mücadeleyi birinci hedef olarak gördüğünü söyleyen ABD’nin, Türkiye’nin can düşmanı olan PKK’nın uzantısı PYD ve YPG kanalıyla bu mücadeleyi yürütme kararı.

ABD bugüne kadar hemen her pozisyonda olduğu gibi bu olaylarda da bölgedeki Müslümanların birliğini bozucu ne kadar atraksiyon varsa onları denemekte, müttefiki dediği Türkiye’yi her durumda açığa düşürmekten çekinmemekte. Ama tüm bunlara rağmen resmi söylemde de Türkiye ile müttefik ve stratejik ortak olduğunu ifade etmekte. Yıllık yaklaşık 600 milyar dolarlık bir askeri yatırım gücü olan ve ayrıca gerek finans gerekse de siyasal etkileri itibariyle alınacak stratejik tüm kararlarda ciddi şekilde hesaba katılması gereken ABD ile karşı karşıya kalınan bu durum Türkiye’yi bir çok adımında derin derin düşündürmekte.

Tabii bölgede Müslüman toplumların hiçbir şekilde tek vücut halinde olmasını tercih etmeyen, onları olabildiğince parçalara ayırmaya gayret eden İsrail’in mevcudiyetini de her zaman göz önüne almak gerekiyor. İsrail tüm bu gelişmelerde bazen görünen bazen de görünmeyen tarzda etkin rol oynuyor. Aynı zamanda ABD ile de bir çok alanda ortak politikalar yürüten İsrail’in varlığı ve etkisi de Orta Doğu denkleminde önemli bir aktör olarak ortada duruyor.

HAMAS – EL FETİH UZLAŞMASI

Ekim ayının ortalarında gerçekleşen El Fetih ve Hamas arasındaki uzlaşma orta doğuda meydana gelen diğer önemli bir gelişme olarak dikkat çekti. Filistin Devlet Başkanı Abbas’ın yorumuyla “Uzlaşının gerçekleşmesi, İsrail işgalinin sona ermesi ve 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulması için gerekli.” Biz de bu dileklerin gerçekleşmesi için umut beslediğimizi ifade etmek istiyoruz. Tabii bu sürecin çok da zorlu olduğunu da belirtmekte yarar var.

BALKANLARDA ÖNEMLİ GÜNDEM SEÇİM VE CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN BELGRAD -SANCAK GEZİSİ

Bu arada Makedonya’da belediye seçimleri yapılıyor. Bazı bölgelerde sonuçlar belli oldu bazılarında ikinci turlar yapılacak. Makedonya seçimleri çerçevesinde dikkatlice baktığımızda özellikle etnik kimliklerin fazlaca öne çıktığını görmekteyiz. Bu durumun uzun dönemde Balkanlarda toplumsal bazda ayrışmalara yol açacağını düşünmekteyiz. Geldiğimiz noktada. aşırı milliyetçilik eğiliminin her zaman zararlı olduğunu bir kere daha ifade etmekte yarar var. Üstelik mevzubahis olan Balkanlar gibi bir coğrafya ise.

Bu arada Kosova da seçime hazırlanıyor. Kosova seçimlerini de ilerleyen günlerde dikkatle izlemeye devam edeceğiz.

Geçtiğimiz hafta Balkan tarihinde son dönemlerde yaşanan en önemli olaylardan biri vuku buldu. Sn. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Belgrat gezisi ve daha sonra gittiği Sancakbölgesindeki halkla buluşması çok dikkat çekiciydi. Bu ziyaret Sancak veya Novi Pazar bölgesine bugüne kadar Türkiye’den Cumhurbaşkanlığı düzeyindeki ilk ziyaret olması bakımından çok önemliydi. Ziyaretin bıraktığı izlenime baktığımızda Balkanlarda Türkiye’nin halklar nezdinde ne kadar derin bir ilişkisi olduğu çok net olarak görülmekte.

sancak

Ayrıca Balkanlarla ilgilenen Avrupalı ülkelerin de bu noktayı özellikle izlediklerini ve bundan sonraki politikalarında daha fazla dikkate alacaklarını tahmin etmekteyiz.. Sn. Cumhurbaşkanının Sırp mevkidaşı ile kurduğu seviyeli dialog, ayrıca Belgrad ve Sancaklılara verdiği mesajlar da dış politika açısından çok başarılıydı.

AVUSTURYA SEÇİMİ

Avusturya da yapılan seçimlerin sonuçları da bu ülkede de diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi aşırı sağın oy oranlarının yükseldiğini gösteriyor. Sonuçlara bakıldığında İslam karşıtı görüşleriyle dikkat çeken Dışişleri ve Entegrasyon Bakanı Sebastian Kurz liderliğindeki Avusturya Halk Partisi (ÖVP), yüzde 31,6 oy oranıyla birinci parti oldu. Kurz, muhtemelen Avusturya’nın en genç Başbakanı olacak gibi görünüyor.

kurz

Avusturya’da seçim sonuçlarına göre İslam ve Türkiye karşıtı kanadın kuvvetlenmesi Türkiye ile ilişkileri menfi etkileyecek bir durum olarak ortaya çıkıyor.

SOMALİ’DE HÜZÜNLÜ GÜNLER

Somali’de meydana gelen patlamada 300’ün üzerinde insanın ölmesi çok acı. Bu tür gayri insani eylemler kim tarafından yapılır, bunu yapan ve yaptıranlar bu kadar Müslüman kanını akıtmaktan nasıl bir zevk alırlar? Sosyolog İsmail Öz’ün ifade ettiği gibi, Somali’deki terör saldırıları İslam coğrafyasındaki ortak akla ve birlik ruhuna yapılmıştır. “Bunun şapkası, terör örgütü şapkası da olsa, bunun şapkası sömürgeci bir Batı ülkesi de olsa topyekun olarak İslam coğrafyasına yapılmıştır. İslam coğrafyası olayları böyle okuyamadığı zaman en büyük yanlışı yapar, gücünü kaybeder.” Bu hain saldırıları yapanları ve yaptıranları Allah’a havale ediyoruz.

somali patlama

Türkiye her zaman olduğu gibi en üst düzeyden başlamak üzere Somali’deki kardeşlerinin yaralarını sarmak için hemen aksiyon aldı, yaralılarla ve mağdurlarla ilgilenmeye devam ediyor.

SONUÇ OLARAK

Dünya Bülteni olarak her zaman olduğu gibi, tüm bu girift dengeler içerisinde okuyucularımıza olabildiğince sağlıklı bir bakış açısı sağlamaya yarayacak yazı, haber ve yorumları aktarmaya çalışıyoruz.

Gündelik haberlerin yanında onlara olabildiğince tarihi derinlik de katmaya gayret ediyoruz. Haber analiz bölümünde yayınladığımız 1892 yılında Halep ve İdlib başlıklı yazımız da bu çerçevede ilginç bir analiz olarak sitede yer aldı.

Yurtiçinden yazı ve yorumlara yer verdiğimiz kadar yurt dışından da önemli bulduğumuz yazıları tercüme ederek siteye aktarmaya gayret ediyoruz.  Genel bakışımız öncelikle doğru ve çarpıtılmamış haberleri vermek. Bazı bölgelerden haberleri bizzat kaynağından elde edip okuyucuya sunabilmek. Balkanlar ve Orta Asya’dan gelen bu tip haber ve yorumlar muhakkak ki dikkatlerinizi çekiyordur

Ayrıca, Müslümanların kendi aralarında doğabilecek tüm tartışma, ihtilaf ve kavgaların dışında ve karşısında durmaya çalışıyoruz. Hangi mezhep ve meşrepten olursa olsun, Kıble ehlinin bölünüp parçalanmasına yol açacak davranışları olumlamıyoruz.

Birliği ve beraberliği daima teşvik ediyoruz. Bölücü, yıkıcı bir haber veya yorum olursa bunları olabildiğince görmüyoruz. Daima mazlumun yanında ve zalimin karşısında durmaya özen gösteriyoruz.

Belki bu yazıyı okuyan bazı kardeşlerimiz sizin gücünüz ve kuvvetiniz nedir ki bu devasa problemler karşısındaki tavırlarınızın bir tesiri olsun diye düşünebilirler. Fakat bizim her durumda Hz İbrahim’in içine atıldığı ateşin sönmesi için oraya damlayla su taşıyan karınca misali safımızı belli etmemizin, en azından zihinsel olarak çok büyük bir tesir icra edebileceğine inanıyoruz.

Bu yolda sizlerle de beraber olabilmeyi diliyoruz…

Dünya Bülteni, 19.10.2017

1892’de Halep ve İdlib

Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında oryantalistler Osmanlı ile ilgili yaptıkları araştırmalarda bu önemli ama yorgun ülkeyi farklı yönleriyle daha iyi anlamaya ve tanımaya çalışıyorlardı.

Erhan Erken

Vital Cuinet isimli bir Fransız oryantalistin La Turquie D’Asie adlı önemli bir çalışması var. Balkanlardan başlayarak Orta Doğuya kadar Osmanlı coğrafyasını ele alan bu kapsamlı incelemenin hazırlanış tarihi 1892. Son gelişmeler üzerine Halep ile ilgili maddeye bir daha göz attım. Bazı bölümleri ve özellikle de İdlib ile ilgili olan kısmı özetleyerek nakletmek istiyorum

kitap kapağı

HALEP VİLAYETİ

Halep o dönemler Osmanlı idari yapılanmasına göre bir vilayet. Vilayetin nüfusu 995,758 olarak tesbit edilmiş. Nüfusun 792,449’u Müslüman, 183,309’u Hristiyan ve 20000 kişisi de Musevi.

Halep Vilayetinde 3 sancak, 23 Kaza, 60 nahiye ve 4,541 köy bulunuyor. Sancakların adları ilginç. Biri Merkez Sancağı Halep, diğeri Maraş Sancağı üçüncüsü de Urfa Sancağı. Birisi bugün Suriye sınırlarında iken diğer ikisi ise şu an Türkiye’mizin sınırları içinde bulunuyor.

Halep vilayetinin batısında Adana, kuzeyinde Sivas ve Mamurat-ul Aziz, kuzey doğusunda Diyarı Bekir, güneyinde ise Beyrut Vilayeti bulunuyor. Halep’in güney doğusunda ise Zor Mutasarrıflığı var

Birinci Dünya savaşının hüzünlü neticesi ve sonrasındaki Lozan anlaşması ile çizilen sınırlarla eskiden bir arada olan bu bölgeler adeta birbirlerinden kopartılmış ve farklı ülkelerin şehirleri haline gelmişler.

Araştırmada çok detay rakamlar verilmiş. Hangi sancakta, hangi kazada hangi ürünlerden ne kadar üretiliyor, kaç cami, kaç okul, kaç ev var, her birinin enlem ve boylamları nasıl, tarım ve hayvancılık alanında detaylı rakamlar ve daha bir çokları, en ince ayrıntısına kadar belirtiliyor.

Fransız oryantalist Cuinet ( tabii diğer batı ülkelerinin o dönemdeki oryantalistlerinin birçoğunun bu tip çalışmalarının olduğunu da belirtmekte fayda var) onların deyimi ile hasta adam Osmanlı’nın her bir köşesini en ince ayrıntısına kadar araştırıyor ki daha sonraki dönemde bu topraklar üzerinde siyasetçilerin yapmayı tasarladıkları hamlelere bir alt yapı teşkil edebilsin. (Tabii bu arada Cuinet’in bu araştırmasını Duyun-u Umumiye müfettişliği çerçevesinde Osmanlı’nın tam anlamıyla bir resmini çekebilmek gayesiyle hazırlamış olduğunu da belirtmekte yarar var)

Yine bilindiği gibi Birinci Dünya savaşı sonrasında kurulan Kavimler Cemiyeti döneminde şimdiki Suriye bölgesi Fransız manda yönetiminin kontrolüne verilmişti.

HALEP VE İDLİB’DE TARIMSAL ÜRETİM

Halep vilayetinin kuru gıda cinsi ürünlerinin ( buğday, arpa, yulaf, susam vs) toplam üretim hacmi Merkez Sancak Halep; 7,598,538, Urfa Sancağı; 1,887,740 ve Maraş Sancağı; 1,278,996 kile olmak üzere toplam 10,765,265 kile olarak tesbit edilmiş. Dipnotta da 1 Halep kilesinin 37 litreye eşit olduğu not edilmiş.

Tütün, pamuk, kenevir, yer elması, kavun, karpuz, patates, meyankökü, üzüm, zeytin gibi bazı ürünlerin rekoltesi  ise okka ile verilmiş. Halep Vilayetinin tüm sancaklarından toplam olarak  26,142,982 okka ürün alınıyormuş bu kitapta yazan bilgilere göre. ( Okka için de 1 Okkanın 1,282 gr’a eşit olduğu ifade edilmekte)

İDLİB’İN KONUMU

İdlib ile ilgili bölüme geldiğimizde araştırmada yer alan bilgiler şu şekilde. Başta da belirttiğim üzere İdlib bir kaza. Kuzeyinde Harem ve Samandağı (Samaan dağı diye de kullanılıyor), doğusunda El bab, güneyinde Maara ve batısında Cisr-el Şuğur ve Antakya yer alıyor. Cuinet’nin tesbitine göre İdlib kazası, 33,58 derece ve 34,37 derece doğu boylam ile 35,43 derece ve 36,70 derece kuzey enlemleri arasında bulunuyor.

Dikkatimizi çeken bir husus da şu ki bugün ismi sürekli olarak İdlib ile beraber anılan ve İdlib’in kuzeyinde PYD’nin kantonlarından biri olan Afrin adıyla o dönemde bir idari yapı bulunmuyor. Sadece Harem kazasının kuzeyinde doğu batı yönünde akıp Amik gölüne dökülen bir nehrin adı olarak geçiyor Afrin

Enlem ve boylam ölçülerinin nerelere tekabül ettiğini tesbit edemediğimden dün ile bugün arasında bölgenin sınırlarını tam olarak maalesef mukayese edemiyorum. Bu mukayeseyi, enlem ve boylamlar konusunda ince ölçümlemeyi yapabilecek olanlara bırakarak diğer bilgileri nakletmeye devam edelim

İDARİ YAPI , NÜFUS VE EĞİTİM DURUMU

İdlib bir kaymakam ve 4 müdür tarafından yönetiliyor. Kendisine bağlı 4 Nahiye ve 238 köy var. İdlib’in o dönemki nüfusu 47,754. Bunun 45,500’ü Müslüman, 2,254’ü Hristiyan. Kazada 104 eğitim kurumu var ve buralara 2082 öğrenci devam ediyor.

Dağılımı şu şekilde verilmiş:

75 talebenin devam ettiği 9 Medrese

85 talebenin devam ettiği 2 Rüşdiye

1892 talebenin devam ettiği 91 sıbyan mektebi

30 Hristiyan talebenin devam ettiği 2 Hristiyan okulu

İdlib’in kaza merkezi için de şöyle bir bilgi paylaşılmış. Öncelikle Kaymakamın ve idari kadronun bulunduğu makamın konumu verilmiş. Halep’in 60 km güney batısı, Antakya’nın 34 km güneydoğusu, Harem’in 30 km güneyi, Cisr-el Şuğur’un 33 km kuzeyi ve Maara’nın 33 km kuzey batısı. Bugünkü haritalara bakıldığında birkaç tane Maara bölgesi karşımıza çıkıyor. Fakat burada ifade edilen sanırım bugün Maara el Numan diye adlandırılan bölge.

İdlib’in kaza merkezinde 13,400 kişi yaşıyor . Bunun 11,400’ü Müslüman, 2000’i Hristiyan. Anlaşılan o ki Hristiyanlar büyük bir çoğunlukla merkezde yaşıyorlar.

Araştırmanın ne kadar detaylara indiğini göstermek açısından rakamlara devam edelim. Kaza merkezinde idari binaların dışında bir Askeri depo, 14 camii, 34 mescid, 1 kilise bulunuyor. Kaza merkezinde 2138 ev, 700 dükkan ve mağaza, 12 otel hizmeti gören han, 11 fırın, 1 eczane, 3 Türk hamamı,  5 sabun imalathanesi, 48 kumaş boyama tesisi ve 20 adet de atlarla çekilen değirmen bulunuyor

İDLİB’DE TARIM, HAYVANCILIK VE ENDÜSTRİ

İdlib’de en fazla üretilen tarımsal ürünleri arasında, 1,885,000 okka zeytin, 302,500 okka pamuk, 650,000 okka kavun ve karpuz, 150,000 okka üzüm, 70,000 okka inciri zikredebiliriz. Kuru gıda cinsi ürünler arasında 330,000 kile buğday, 193,000 kile arpa, 42,000 kile burçak ve 44,000 kile mercimek ve 22,500 kile susamı sayabiliriz.

Hayvancılık konusunda Halep Vilayetinde büyükbaş, küçükbaş ve binek hayvanlarının tümü için 3,722,311 gibi bir rakam tesbit edilmiş. İdlib de bu rakam 89,597 adet.

İdlib’de en fazla bulunan hayvanlar olarak ; 25,294 koyun, 28,635 keçi, 12,000 tavuk, 6,800 sığır, 2200 inek ve 1200 atı sayabiliriz.

Hammadde dışında İdlib’de o dönemlerde zeytinin işlenmesi ve sabun üretilmesi için presler bulunuyordu. Ayrıca pamuktan da iplik üretimi ve boyahaneler yoluyla şehirlerin ihtiyacı olan pamuklu ürünler ve pamuklu bez imal ediliyordu.

SU YOLLARI

İdlib kazasından iki tane nehir geçmekteydi. Bir tanesi batıdaki diğeri de güneydoğudaki dağlardan doğup biri Cisr-el Şuğurun sebze bahçelerine, diğeri de Halep ve Maara arasına doğru devam etmekteydi. İdlib sınırları içerisinde bir tane de küçük göl olduğu kitapta zikredilmektedir.

SONUÇ OLARAK

Vital Cuinet’in  kitabından hareketle Halep ve İdlib üzerine 1892 yılında yapılmış bu tesbitler muhakkak ki  o dönemdeki  Osmanlı kayıtlarında da bulunmaktaydı. Osmanlı çok daha önceleri de kendi hakimiyet kurduğu alanlarda bu tesbitleri yapmakta ve kayıtlara geçirmekteydi. Başta Tahrir defterleri olmak üzere ilgili kayıtlar incelendiğinde bunları görebilmek mümkün. Fakat burada ilginç olan bir Fransız araştırmacının Osmanlı mülkü ile ilgili bu kadar detaylı bir incelemeyi yapmış olması. O dönemki Duyun-u Umumiye insiyatifiyle yapılmış bu araştırma daha sonra kitap olarak basılmış ve Osmanlı araştırmalarında önemli kaynaklardan biri olarak kullanılagelmiştir..

O dönemin sömürgeci zihniyetli  batılı güçleri özellikle Osmanlı mülkü ve hakimiyet kurmayı hedefledikleri diğer bölgelerde bu tarz çok detaylı araştırmalar yapıyorlardı. Bu araştırmaları Fransızca dışında farklı dillerde de görmek mümkün. İlmi faaliyetler, iktisadi ve idari niyetler dışında özellikle sağlık ve eğitim alanlarında da hedef olarak tesbit edilen bölgelerde bu devletlerin farklı kurumlarının yoğun gayretlerini görmekteyiz.. Burada hayati nokta batılıların ve 19’ncu yüzyılın başlarından itibaren Amerikalıların, hakimiyet kurmayı arzu ettikleri topraklardaki faaliyetlerinin Cuinet’in çalışması örneğinde olduğu gibi detaylı araştırmalar üzerine bina edilmesidir.

Türkiye olarak son yıllarda, bir dönem çok köklü bağlarla bağlı olduğumuz ve gönül coğrafyamız olarak nitelediğimiz bölgelerle bugün yeniden ilişki kurmaya veya zayıflayan münasebetleri kuvvetlendirmeye çalışmaktayız. TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Dış Türkler, Kızılay ve son zamanlarda da Maarif Vakfı kanalıyla bu ilişkilerimizi belli başlıklar altında topluyoruz. Batılılar gibi emperyalist bir niyet taşımasak da sağlıklı münasebetlerin ancak sağlam bilgiler ve veriler üzerine bina edilebileceği çok açıktır.

Bu vesile ile ilgilendiğimiz ve ilgilenmeyi düşündüğümüz  tüm bölgelerle ilgili derinlikli araştırmaların yapılmasının çok önemli olduğunun bir defa daha altını çizmek istiyoruz..

Dünya Bülteni, 14.10.2017

Dünya Bülteni 10 yaşında

Dünya Bülteni ve İngilizce kardeş sitesi World Bulletin, 2007 yılı Eylül ayının son günlerinden itibaren Küresel İletişim Merkezi’nin bünyesinde yayınlanmaya başladı. O tarihten bu güne tam 10 yıl geçti.

On yılda dikkat edilen en önemli noktalardan birisi gerek yurt içi gerekse de yurt dışında ana akım iletişim merkezlerinin görmezden geldiği veya eksilterek, çarpıtarak yayınladığı haberleri doğru olarak insanlara ulaştırmak oldu. Bununla birlikte sadece haber değil o haberlerle ilgili sağlıklı analizleri de okuyuculara iletmeye gayret etti.

Rahmetli Akif Emre’nin yayın yönetmenliği ile başladığımız bu çalışmada dünyanın farklı köşelerinden özgün haber analizlerle okuyucularımızın karşısına çıkmak ilk başlarda internet yayıncılığı için çok yeni bir gelişmeydi. Dünya Bülteni Türkiye’de bu işi ilk başlatanlardan oldu. Bugün bir çok site ve haber ajansının çok gelişmiş imkanları ile bu alanlara kaymasından dolayı memnuniyet duymaktayız. Tabii böylesi bir hayırlı gelişmeye öncülük etmenin verdiği hazzın ayrı bir yeri olduğunu da ifade etmeden geçemeyeceğiz. Dünya Bülteni’nde geçtiğimiz 10 yılda 2500’ün üzerinde haber analiz yayınlandı

Dünya Bülteni 10 yıl boyunca Türkiye’den haberlerin yanında yurt dışından ve özellikle de İslam Dünyası’ndan haberlere özel önem vermeye çalıştı. On yılda sitemizde yer alan toplam 375 bin haberin 175 bininin dış haberler kategorisinden olması bu yaklaşımımızı bir nebze açıklamaktadır sanırım. Türkiye’den de bu süre zarfında 155 bin haber sitemizde yer aldı.

Dünya Bülteni olarak önem verdiğimiz ve siteyi emsallerinden ayıran diğer bir nokta da Dünya Bülteni Araştırma Masası (DÜBAM) olarak isimlendirdiğimiz bölümümüz. Gerek sitede yayınlanan yazılar, tercümeler, gerekse de konulara uygun olarak seçilmiş çalışmaların derlenmesi ile ortaya çıkan dosyalar, araştırmacılar ve belli konularda daha detaylı okumalar yapmak isteyenler için yararlı bir kaynak oluşturmakta. DUBAM bölümünde şu an için 500’ün üzerinde yazı bulunmakta.

Dünya Bülteni her gün saat 01.00’de yayına giren o günün tarihi ile ilgili haberleri ve çoğu zaman da o haberlerle ilgili detaylı yazıları, özgün röportajları, nitelikli kültür haberleri ile izleyenlerine derinlikli bir bilgilendirme hizmeti sunmaya çalışıyor.

İlave olarak özel ilgi alanımız olan aile ve eğitim konularında gerek haber, gerekse de yazı ve yorumlarla on yıl boyunca takipçilerimize hizmet sunmaya gayret ettik.

Sosyal medya alanlarının gelişmesi ile birlikte Dünya Bülteni ve World Bulletin, oluşturduğu hesaplarla bu sahalarda da aktif bir çalışma içine girdi. Nitelikli haber ve yorumları hazırlama ve onları sitede yayınlamanın dışında sosyal mecra alanlarında da bu haberleri izleyicilere ulaştırmak ekibimizin diğer bir uğraşı oldu. İletişimin günden güne nitelik ve şekil değiştirmesi internet medyacılığını da bu farklı alanlarda aktif olmaya adeta mecbur etti. Dünya Bülteni ve World Bulletin bu alanlarda önemli mesafeler kat etti.

Dünya Bülteni’nde 10 yıllık süre içinde 100’ün üzerinde arkadaşımızla beraber çalıştık. Alanında çok tecrübeli ve yetişmiş olanların yanı sıra, sıfırdan başlayıp bizim bünyemizde çok iyi bir yetişme devresi geçiren ve bugün gerek yurt içinde gerekse de yurt dışındaki önemli yayın organlarında çalışmaya devam eden çok sayıda arkadaşımız ve kardeşimiz de oldu. Hepsine katkılarından dolayı ayrı ayrı teşekkür ediyoruz.

Rahmetli Akif Emre, Dünya Bülteni’nde yayın yönetmenliği yaptığı 8 yıl boyunca bu arkadaşlarımızın yetişmesine ciddi bir katkı sağladı ve onlara ağabeylik yaptı. Bu kardeşlerimizin büyük bölümüyle ilişkilerimizi canlı bir şekilde devam ettirmekteyiz. Geçen on yıl içindeki en büyük kazanımlarımızdan biri de herhalde bu olmuştur.

Özetle, hatasıyla, sevabıyla, yapabildiklerimizle ve yapamadıklarımızla beraber 10 yılı geride bıraktık. Geçen 10 yılda internet yayıncılığı alanında hoş bir seda, kalıcı bir iz bırakabildi isek ne mutlu bize. Bu süre zarfında bize maddi açıdan gerek sponsorluk gerekse de reklamları ile destek sağlayan gönül dostlarımıza hassaten teşekkür ediyoruz.

Bizi dikkatle takip eden, gerektiği zaman uyaran, bazen eleştiren ama daima daha iyi olmamızı arzu eden izleyicilerimize ve dostlarımıza da şükranlarımızı sunuyoruz.

Dünya Bülteni ve World Bulletin’in onuncu yılında, başta bu çalışmaya beraber başladığımız ve uzunca süre sitemizin yayın yönetmenliğini yapan Akif Emre olmak üzere gerek çalışan gerekse de takipçilerimizin yakın çevrelerinden vefat edenlere Allah’dan Rahmet diliyoruz.

Dünya Bülteni ve World Bulletin’in on yıl önce başladığı hizmetlerini başlangıç ilkelerine uygun olarak ve samimiyetle sürdürebilmesi en önemli hedeflerimizin başında gelmektedir.

Allah muvaffak eylesin ve bizleri utandırmasın.

Dünya Bülteni, 27.09.2017

Mesleki ehliyet, ahlaki ehliyet

Rahmetli Sabahattin Zaim Hoca bir sohbetinde benim zihnime adeta derinden kazınan şu sözü söylemişti. Bir vazifeye seçeceğiniz kişilerde şu iki hususiyetin olmasına özellikle dikkat etmelisiniz. ‘Mesleki ehliyet ve ahlaki ehliyet.’ Bu iki özellikten sadece birisi yeterli olmaz. İkisinin de aynı anda o kişide bulunması işlerin doğru yürümesi için elzemdir.

Mesleki ehliyet yani kişinin o vazifeyi hakkıyla yapabilmesi için gerekli olan bilgi, beceri ve yetkinliğe sahip olması. Ahlaki ehliyet; yani kişinin başta Allah’dan korkması, Hakkın menfaatini kendi menfaatinden daima önde tutması, kul hakkına özellikle dikkat etmesi, işlerini yaparken adaletten zerre miktarda ayrılmaması, insanlara lazım gelen saygı ve muhabbeti göstermesi.

Bu iki özellik hem özel işlerde hem de kamusal alanda çok önemli. Uygulanabildiği ölçüde işlerimiz muhakkak ki çok daha güzel ve verimli olacaktır.

Fakat uygulamalara baktığımızda bu hususlara her zaman riayet edilmediğini, hemşehrilik, cemaat kardeşliği, dernek ve vakıf mensupluğu, seçilecek kişilerin seçme mevkiinde olanlara kayıtsız şartsız itaati gibi hususların bazen bu iki hayati unsurun yerini aldığını üzülerek müşahade etmekteyiz. O zaman da ortaya çıkan neticeler herkesi üzmekte, işlerin doğru gitmemesi hem bireyleri hırpalamakta hem de toplumsal bazda telafi edilemeyecek boyutta zararlara sebebiyet vermekte.

İnsanların kendi özel işlerinde yapacakları bu kabil hatalar kişilerin sadece kendilerine ve özel işlerine zarar verse yani bu kararın oluşturacağı zarar kısmi olsa da, kamusal alanda yapılacak bu tarz hataların ceremesini çok geniş kitleler çekmekte.

Bu noktadan hareketle toplumsal alanlarda ilgili vazifeler için uygun kişileri seçme durumunda olanların sorumlulukları çok büyük. Mesleki ehliyeti belirleyebilmek için bu alandaki objektif kriterleri bihakkın göz önüne almak durumundalar. Bu kriterlerin neler olduğu ile ilgili doğru bir tesbit yapmak, kendisinin ihtisası olmadığı sahalarda bu alanların uzmanları ile istişarelerde bulunmak, işin ehlini sadece yakın çevresinde değil işin gereği ne kadar geniş ise o miktarda geniş bir alanda aramak da seçim yapacak kişilerin önemli bir sorumluluğu.

Özellikle çok kapsamlı ve sonuçları itibariyle çok fazla kişiyi ilgilendiren alanlarda bu yük daha da artıyor. Bizim kadim kültürümüzde bir vazifeye talip olmak artıdan ziyade eksi bir özellik. Fakat günümüzde maalesef bu alanda da kıstaslar tersine çevrilmiş durumda. İnsanlar bir göreve gelebilmek için objektif kriterlerin dışında subjektif yollarla kendilerini bir görev için aday olarak ortaya atmakta ve sonra da karar vericileri etkileyebilmek için Rahmetli Sabahattin Hoca’nın ısrarla vurguladığı ahlaki değerleri hiçe sayarak çeşitli direk ve dolaylı yollarla karar vericileri etkilemeye çalışmaktalar. Karar vericiler de bu noktada gerekli hassasiyeti göstermediği ve işin gereği olan istişareyi yapmadığı durumlarda da görevler maalesef ehil olmayan kişilerin uhdesine geçmekte. Sonrasında ise o konuyla ilgili hemen herkes bu yanlışın faturasını ödemekte.

Ahlaki ehliyet hususu da yukarıda bahsettiğimiz gibi diğer çok önemli bir alan. Özellikle kamusal görevlerde kişilerin bulundukları mevkiyi kendisinin ve yakınlarının menfaat elde edebilecekleri bir alan görmeyip sadece o işden hizmet alacak kişi ve kurumların menfaatlerini korumak için kullanmaları gerekiyor. Sorumlu olduğu alanlarda kesinlikle adaleti gözetmeleri, kendilerinin ve çevrelerinin bu alanlardan şahsi olarak nerdeyse hiç faydalanmamaları ahlaki yeterlilik ölçüsünün en başta gelen derecesi. Hz. Ömer’in devletin mumu ile devlet işlerini yaparken kendi özel işi için kendi özel mumunu kullanması örneği bu alanda çok basit ama o derecede hayati bir düstur.

İlave olarak, kamunun malı ne kadar önemli ise kamunun nüfuzu da o derecede önemli bir değer. Bugün, bazı kişiler somut değerler üzerinde hassasiyet gösterir gibi yaparlarken soyut gibi görünen ama neticesi itibariyle kamuya ait bir nüfuz alanını kendisi veya yakın çevresi için kullanarak bu kuralı maalesef çiğnemekte bir beis görmemekte ve bu kötü misal yaygın bir uygulama olarak toplumu içten içe kemiren bir ur haline gelmekte.

Karar vericilerin düştükleri bir diğer hata da özellikle geniş kesimleri ilgilendiren vazifelere aday ararken illa bilinen isimler üzerinde sabitlenmeleri. Daha önce yaptıkları bazı görevler dolayısıyla toplum nezdinde bir bilinirliliğe sahip olmak bahse konu vazifeler için o kişilerin her zaman en uygun isim olmalarını illa ki yeterli kılmayabilir. Zihinde aday olarak beliren veya yukarda bahsettiğimiz tarzda kendilerini o vazife için karar vericilere aday olarak gösteren kişiler daha evvel deruhte ettikleri işlerde yeterli bir ehliyet gösteremedikleri halde çoğu kereler daha fazla bilindikleri ve tanındıkları için söz konusu olan alanlarda seçilme durumuna gelebilmekteler. Buradaki genel hata da; ‘bu kişiyi hatasıyla sevabıyla nasıl olsa biliyoruz, eksikliklerini de onun çevresini tahkim ederek tamamlayabiliriz. Şu an yeni birisini ehliyet ve liyakat noktasında ölçebilecek zamanımız yok. O zaman hadi hemen kararımızı verelim ve vazifeyi bu kişiye verelim’ gibi bir acelecilik sonrasında yıllarca sürecek zararları beraberinde getirmekte.

Burada yapılan hataların diğer bir sebebi de karar vericilerin yanlarında bulunan kişilerin tutumları. Karar verici durumda olan kişiler başında bulundukları organizasyonların genellikle en güçlü kişileri olduklarından etraflarındaki kişilerin güce karşı Hakkı söyleyebilme performansları da çoğu kere maalesef yeterli olamıyor. Bu yetersizlik karar vericilerin yanlış karar vermeye doğru giderken gerekli uyarıları alamamalarını da beraberinde getiriyor. Oysa hakikati gördüğü halde söylememek, gerekli noktalarda uyarmamak da hatalara ortak olmanın bir başka çeşidi.

Ehliyetli, liyakatlı, hakkaniyetli, gerekirse güce karşı da lazım gelen uyarıları yapabilecek kişilerin vazife alacağı yapıların verimli olabilmesi için o sahada en uygun sistemlerin kurulabilmesi de diğer bir gereklilik. Bu gerekliliğin detaylarına girilmesi bu yazının hacmini aşacağından o noktaya şimdilik sadece temas ederek geçmeyi yeterli görmekteyiz.

Özetle ifade etmek gerekirse kişiler alanında ana sorun Hakkı üstün tutan, menfaatini hakkı olarak görmeyen, ehliyetli, liyakatlı ve istikamet sahibi insanların yetiştirilebilmesi sorunu. Bu özelliklere haiz ve kendi mesleklerinde en iyi noktalara gelebilme gayreti içinde olan fertleri yetiştirebilmek ve özellikle toplumsal görevlerde o işlere en uygun kişileri bulup ( mesleki ve ahlaki ehliyet açısından) vazifeleri onlara teslim edebilmek işlerimizin daha iyi bir hale gelebilmesi için başlangıç noktalarımızdan birisidir.

Bu hassasiyetlere sahip kişilerin seçme ve seçilme mevkiinde olacağı bir toplum, inşallah insanların içinde huzurla yaşayacağı bir toplum olacaktır diye ümit etmekteyiz.

Dünya Bülteni, 13.09.2017

Ah O Eski Bayramlar Derken Hatırlanan Bazı Güzellikler

”Bayram yemeğinin en önemli olaylarından bir diğeri de yemek sonrasında dedemin yaptığı dua faslı idi. Biz çocuklar dedemin duasına kim önce amin diyecek diye hazırda beklerdik.”

Kurban Bayramı ile ilgili ilk hatırladıklarım Fatih-Nişanca’daki aile evimizdeki Kurban kesme törenlerimizdi. O evde ikamet eden aile büyükleri içinde şu an hayatta olan Ahmet eniştem, rahmetli olan dedem, babam ve dayım bayramdan birkaç gün evvel beraberce kurbanları alırlar ve hayvanları o zaman kömürlük olarak da kullanılan giriş kattaki kapalı küçük bahçeye koyarlardı. O küçük bahçeye bizim mutfaktan da bir demir kapı açılır ve kurbanlıkların gelişi ile birlikte bizim evin içine kesif bir koku yayılırdı. O birkaç gün, ailenin küçük çocukları olan bizler yani ben ve benden yaşça büyük kuzenlerim için çok eğlenceli zamanlardı. Hayvanların samanlarını ve sularını kontrol eder, onlarla küçük oyunlar oynardık.

Bayram sabahı hep beraber namaza gidildikten sonra eve dönüldüğünde evin arkasındaki üstü açık dar uzun bahçede kesim başlardı. Babamların uzun süre hiç değişmeyen bir kasapları vardı. O da oğlu ile namaz sonrası gelirdi.

Kurban gününden evvel o dar bahçede rahmetli dedem daha önceki senelerden de hazır olan çukuru yeniden açar, onun üzerine kesilmiş hayvanların asılacağı demiri bahçe duvarı ile bizim katın pencere demirinin arasına yerleştirirdi. Ahmet eniştem genelde hayvanların kesimi sırasında gözlerinin bağlanması için ayrı ayrı beyaz bezler hazırlardı.

Biz giriş katta oturduğumuz için kuzenlerle birlikte bizim katın o bahçeye bakan odasındaki camın önüne içerden dizilir ve töreni izlemeye koyulurduk.

Önce rahmetli dedeminkinden başlamak üzere kurbanlar sıra sıra gelir, içeride gözleri bağlanmış olarak hazırlanmış hayvancıklar dedemin açtığı çukura başları gelecek şekilde yatırılırdı. Ve tekbir getirilmeye başlanırdı. Büyükler bahçede biz de içeride bu tekbir getirme sürecine hep birlikte iştirak ederdik.

Kesilen hayvanların etlerinin apartman içindeki katlara dağıtılması sürecine gücümüz nisbetinde biz çocuklar da katılırdık.

Kahvaltı edilmez, kurban eti beklenirdi

Dedemin unutamadığım en önemli hareketi kurbanı kesildikten sonra hemen kendi katına çıkıp iki rekat namaz kılması idi. Ayrıca rahmetli dedemin titizlikle uyguladığı (tabii o yaptığı için de bütün ailenin tatbik ettiği) usul, sabah kahvaltı edilmemesi ve kesilen ilk kurbanın hemen elektrikli ızgarada pişirilen yürek, ciğer ve böbreklerinden birer parça ile adeta oruç açılmasıydı. Rahmetli dedem bu olayı böyle izah ederdi. Bizler de büyük bir heyecanla o ilk pişen etlerle birlikte kurban etlerinden siftah ederdik.

Hatırladığım kadarıyla öğlene kadar evdeki 6-7 kurbanın kesimi tamamlanır, kasap yolcu edilir, açılmış delik kapatılır, etraf bir güzel yıkanır ve bahçedeki fasıl sona ererdi.

Katlara dağılan etler o katlardaki hanımlar yani annem, teyzemler, yengem tarafından belli bir şekilde hazırlanır ve öğlen civarından itibaren gelmeye başlayacak olan fakirler için naylon torbalara konurdu.

Etlerin gerekli kişilere dağıtılması dışında bayram gününün en önemli bir diğer olayı rahmetli dedemlerde bütün apartman sakinlerinin katıldıkları öğlen yemeği idi. Hanımların hazırladığı kavurma afiyetle yenilir ve apartman içi bayramlaşma yapılırdı.

Bayram yemeğinin en önemli olaylarından bir diğeri de yemek sonrasında dedemin yaptığı dua faslı idi. Biz çocuklar dedemin duasına kim önce amin diyecek diye hazırda beklerdik. Dedem de bunu bildiği için duasının sonunda okumasını yavaşlatır, bir türlü veleddaaalliiiin bölümüne gelmez, hepimizin yüzüne teker teker bakardı. Son anda hızlanır ve son “nun” telaffuz edilince hep birlikte amiiiin diye bağırırdık.

Rahmetli dedeciğim ailenin beraberce yediği tüm yemeklerde bu ritüeli özenle tatbik eder ve torunlarının hep bir ağızdan amin demesinden büyük bir haz duyardı. Nur içinde yatsın.

Bayram harçlıkları

Birlik apartmanındaki bu ilk bayramlaşmadan sonraki ikinci büyük toplaşma rahmetli babaannemlerin bizden 200-300 metre uzaklıktaki evinde gerçekleşirdi.

Genelde öğleden sonra biz ve amcamlar aşağı yukarı aynı zamanlarda babaannemlerin evinde toplaşır ve bayramlaşırdık. Babaannem en küçük amcam ile birlikte otururdu. Çocukları toplaştığı zaman hepsinin ortasına gelir, küçük gaz ocağını kurar ve keyifle kahve yapardı.

Babaannemlerin evininin biz çocuklar için en güzel yanlarından biri hem babaannemden hem de küçük amcamdan harçlık almaktı. Diğer evlerde tek olarak verilen bayramlık paralar bu evde çift olarak verilirdi. Rahmetli küçük amcam her para verişte, ‘bakın bugün ben size veriyorum, yarın büyüyünce siz amcanıza bakacaksınız, bunu unutmayın haaa’ diye hatırlatırdı. Rahmetli, bizlerin eli ekmek tutacağı zamanı görmeden vefat etti ve bizlerden alacağını bir türlü tahsil edemedi. Muhtemeldir ki büyüdüğümüz zaman da almayacaktı ama ben ona kendimi hep borçlu hissetmişimdir.

THK’ya kaptırılan deriler

Kurban bayramları yaz aylarına geldiği zamanlarda yani 80’li yıllarda rahmetli dedem vefat etmişti ve Nişanca’daki bu törenler Basınköy’deki o zaman yazlık olarak kullanılan evin bahçesine taşınmıştı. Bu sefer evin etrafında geniş bir bahçemiz vardı. Kurban adedi de artmıştı. Evin sakinleri dışında yakın akrabalardan bazı aileler de bu kurban kesim işine dâhil olmuşlardı. Kasap adedi ikiye çıkmıştı. Bir ara bahçemizde 15 adet kurbanın kesildiğini hatırlarım.

Tören yine aynı tarzda sürüyordu. Hayvanların alımı, gözleri için hazırlanan bağlar, tekbirler, rahmetli dedemin tabiri ile kurban eti ile ilk orucu açma ritüellerinde bir eksiklik yoktu. Yalnız 12 Eylül sonrası daha şiddetlenen kurban derilerinin o devrelerde Türk Hava Kurumu tarafından toplanması konusu çok canımızı sıkıyordu. Bir yanda can sıkıntısı diğer yanda da ceza verme korkusu aile büyüklerini adeta iki arada bir derede bırakıyordu. (bu deyim bizim ailede kararsızlık zamanlarında kullanılan bir deyimdir) Yıllar boyu bu gerilimi THK’ya çok az deri kaptırarak atlatmıştık.

80’li yılların sonu ve 90’ların başında ben biraz daha devreye girmiştim. Artık derilerin toplayıcısı bizdik. Hem bizim bahçede kesilen deriler hem de eşe dosta haber edilerek sağlanan derileri bahçenin bir köşesinde muhafaza ediyor, daha önce aldığımız tuzlarla onları ilk tuzlamadan geçiriyordum. Bunun için bayram öncesi yüklü miktarda kaya tuzu alarak bahçede stoklardım. Daha sonra gece vakti arkadaşlarımızdan birinin babasının kamyoneti ile şehir dışında bir akrabamızın fabrikasında bunları depoluyor, bir daha tuzluyor ve bayram sonrası bir dericiye satıyorduk. Bu meşakkatli işi çok da teşkilatlı olmayan bir ekiple yaptığımız için o yıllarda bayramlar bizim için bir hayli yorucu geçiyordu.

Bu gayretin sebebi ise o zamanlar yeni yeni başladığımız Elif Yuva adlı okul öncesi eğitim çalışmamız için az da olsa bir finansman elde edebilmekti. Meşakkatli, tehlikeli, heyecanlı ama bir o kadar da keyifli bir uğraştı. Bayram sonrası elimize geçen para ile imkanı olmayan birkaç ailenin eğitim masrafını çıkarmak, veya eğitim yaptığımız binanın birkaç aylık kira borcunu bir çırpıda ödemek tüm zahmetlere değiyordu. Fakat o dönemlerde Müslümanlara yapılan bu deri ve bağırsak zulmü ne berbat bir şeydi. İbadet için kestiğimiz kurbanının derisine bile göz dikmişlerdi. İnanıyorum ki yüce Allah bu zulümleri yapanlar ile bizleri ahirette yüz yüze getirecektir. O zaman o zalimlerin yüzlerindeki ifadeyi şimdiden merak ediyorum…

İlk kurban kesme deneyimi

Basınköy’deki kurban fasıllarında ben evlendikten ve kendim kurban kesme zamanım geldikten sonra ailede pek alışık olunmayan bir uygulama yapmaya başlamıştım. Okuduğum kaynaklarda insanın kendi kurbanını kendisinin kesmesinin daha eftal olduğunu öğrendikten sonra en azından kesimi ben yapmalıyım diye ısrar etmiştim. Daha evvel böyle bir pratiğim olmamasına rağmen hem ruhen hem de teknik olarak hazırlanıp bir sene ilk defa kendi kurbanımı kesmiştim. Büyüklerin kısmi muhalefetine rağmen bu denemeyi yapmış ve başarmıştım. Şimdi bile hatırladığım kadarıyla çok zor bir işti ama insanın sanki en kıymet verdiği şeyi Allah için kurban etme şuuru ile yapıldığı için Allah da kuvvetini veriyordu.

90’lı yılların ortalarında Basınköy’de bir cami ve Kur’an kursu yapıldı. Yıllarca konuşulan fakat bir türlü başarılamayan bu çalışmayı, bu faaliyetin içine dâhil olan Süleyman Efendi’nin talebeleri mahalleliyi ve bizimkileri de işin içine sokarak sonuçlandırmışlardı. Cami ve Kur’an kursunun ortaya çıkmasından sonra orada Kurban kesme faaliyetleri de başladı. Basınköy Camii’nde bu faaliyetin başlaması ile bizim bahçedeki kurban törenleri de artık camiye taşınmış ve bizim kontrolümüzden çıkmıştı. Şimdi işler tıkır tıkır yürüyordu ama önce Nişanca’daki küçük bahçede sonra da Basınköy’deki evin arka bahçesindeki o coşku kaybolmuştu. Biz de adeta kurumsallaşmıştık. Evde koyun kokusu kalmamıştı ama acaba o amatör ruhun bıraktığı boşluk nasıl doldurulacaktı?

Yıllar geçti, biz de bu hale alıştık. O tarihten sonra ben kurbanımı hiç kendim kesemedim. Vekaletimi verdim ve hayvanın sadece kesilişini izledim. Derileri toplamak, tuzlamak, gizli gizli depolayıp paraya çevirip yuvanın fonuna aktarmak zahmeti ve bunun karşılığında duyduğumuz manevi zevki bir daha hissedemedik.

Kurumsallaşan kurban kesimleri

Şu an biz, Basınköy’deki evde oturduğumuz katı satmış olmamıza ve o bölge ile akrabalarımızın o semtte oturmasından başka bir bağımız kalmamasına rağmen kurbanlarımızı hâlâ Basınköy Camii’nde kestirmekteyiz. Şu anki meşakkatimiz sadece bayram sabahı Fatih’ten oraya kadar gitmek, vekaletimizi vermek ve bir kaç saat bekleyip olayı izlemek ve dağıtılacak etleri almaktan ibaret. Kurban kesim yerindeki kalabalık ve zaman probleminden dolayı hayvanların artık gözleri o özel hazırlanmış beyaz patiskayla bağlanmıyor. Allahu Ekber sesi bir hoparlörden duyuluyor ve insanlar kısık bir sesle o tekbirlere katılıyor. Oruçlarımızı (!) artık kurban eti ile açamıyoruz.

Bunlar çok mu önemli? İbadetin ruhunu bozucu bir tesirleri var mı? Geçmişte yaptıklarımızın hepsi kutsal şeyler miydi?

Belki değil ama o küçük ayrıntılar bizde Kurban işinin çok özel bir şey olduğu duygusunu uyandırıyordu.

Tek tesellimiz hâlâ kurban olayını az da olsa belli bir uğraş çerçevesinde tutmak ve bir kuruma vekalet vererek tamamen olayı teknik bir seviyeye indirmemek olarak devam etmesi. En azından bu düzeyi inşallah olabildiğince sürdürürüz.

Bayram yemeği dersleri

Rahmetli dedemin döneminde bayramın ilk öğle vakti gerçekleşen o toplu yemek fasılları ile ilgili de birkaç kelime etmek gerekir sanıyorum. Dedemin evindeki sofrayı, aile çok genişleyip o sofrada bulunanların neredeyse hepsi kendi çocukları ve torunları ile birer sofra kuracak büyüklüğe eriştikleri için herkes kendi bünyesinde bir şekilde devam ettirdiler.

Ailenin rahmetli babam ile birlikte büyüyen, içinde bizim de bulunduğumuz kesimi, babam hayatta olduğu sürece onların Nişanca’daki evinde bu faaliyeti sürdürdü. Bazen bu öğle yemekleri babamları bizde misafir ettiğimiz yıllarda bizim eve kaydı. Ama aksamadan devam etti.

Rahmetli babam bu Kurban Bayramı’nı göremedi ve Ramazan ayında Rahmet-i Rahman’a kavuştu. Bu Kurban Bayramında ise teknik sebeplerden yani kurbanların biraz geç kesilmesi, çocukların farklı yerlerde oturmalarından dolayı toplanma zamanının istenen ölçüde ayarlanamaması dolayısıyla birkaç sofra halinde, belli bir zaman dilimi içine yayıldı. Yani kısmen yapılabildi ama o eski kudretinde ve görkeminde olamadı.

İnşallah önümüzdeki yıllarda sağ olursak bu töreni eskisine yakın bir şekilde, boyutu ne olursa olsun yapma niyetini kaybetmedik, aksine ihtiyacını daha fazla hissettik.

Tabii bu yazıyı okuyanlar içinde, dünyanın farklı kesimlerinde Müslümanlar açlık çekerken, zulme uğrarken, sen tutmuş ailenin tarihindeki Kurban bayramlarındaki öğle yemeklerine öykünüyorsun diyenler çıkabilir. Onlara da hak vermemek mümkün değil.

Fakat bu bayram yemeği çerçevesinde rahmetli dedemden bize yansıyan o önemli dersleri ve o yemek etrafında bizlere öğretilen bazı değerleri, başka hangi mekanizmalarla, bizden sonrakilere aktarabiliriz sorusuna da cevap aramak durumundayız.

Dünya Bizim 05.09.2017

Hac Sosyal, Kültürel ‘Bir’liğe Vurgu Yapıyor

Kurban Bayramı bir tatil değil, Allah için kurban olabilmenin hatırlandığı, Hacc’ın dolu dolu yaşandığı çok önemli bir zaman dilimidir.

Her yıl olduğu gibi bu sene de Kurban Bayramı yaklaşırken toplumun farklı kesimlerinde değişik hazırlıklar yapılıyor. Şehirlerin muhtelif bölgelerinde kurbanlık satış alanları kuruldu. Belediyeler rahat bir kesim imkanı sağlamak için imkanlarını seferber ettiler.

Özellikle arefe ve bayramın ilk gününde mezarlıklar ziyaretçilerini ağırlıyorlar.

Ailelerin büyükleri günler öncesinden, ziyaretlerine gelecek çocukları ve torunları için hediyeler hazırlıyorlar. Paralarını bozduruyorlar, onları takdim etmek için küçük zarflar tedarik ediyorlar.

Bayram sabahı, İslam Coğrafyasının tüm camileri her zaman olduğu gibi dolup taşacak. Müslümanlar çoluk çocuk Bayram namazı kılıp tekbir getirecekler, birbirleriyle bayramlaşacaklar. Büyüklerin elleri öpülecek, dargınlar barışacaklar.

Vakıflar ve dernekler de bayramın çok öncesinde çalışmalara başlamışlardı. Alacakları fazladan her deri veya her kurban için, okutulacak bir talebenin şu kadar günlük ihtiyacı veya yarım kalmış Kur’an Kursu’nun eksik 20–30 tuğlası diye düşünülerek hummalı bir faaliyete giriştiler.

Ayrıca son yıllarda yurt dışındaki bir çok noktada kesilecek kurbanlarla ilgili organizasyonlar yapılarak Kurban Bayramının ümmet bazında daha yaygın bir tarzda kutlanması yönünde çalışmalar da gerçekleştiriliyor.

Tabii tüm bunların yanı sıra, son zamanlarda artan bir tarzda yaygınlık göstermeye başlayan, bayramların ‘tatil’ yönünün ağır basmasıyla şehirlerin terk edilerek tatil beldelerine gidiş programları da daha fazla görülmeye başladı. Tatil ve bayram kavramlarının birbirleriyle adeta karışması ve zamanla tatilin bayrama galebe çalması keyfiyeti Müslümanların bir an evvel üzerine eğilip çözmeleri gereken önemli bir sorun olarak önümüzde duruyor

Kurban Bayramı ve Hacc ibadeti

Malum olduğu üzere, Kurban Bayramı’nın bir diğer önemli yanı da Müslümanlar için çok değerli olan Hacc ibadetinin bu tarihlerde olması.

İslâm’ın şartlarından olan Haccın ifası için Müslümanlar, Hicri Zilkade ayından başlamak üzere, yoğun olarak da Zilhicce ayının ilk günlerinden itibaren gruplar halinde Hacc yoluna çıkmaya başlıyorlar.

Arefe gününe kadar Mekke’ye ulaşıp güneş batıncaya kadar Arafat’a çıkacak olan her Müslüman, Hacı olabilecek ve kul hakkı hariç tüm günahlarından arınmış ve hayatlarında “bembeyaz bir sayfa” açılmış olarak Müzdelife’ye ve Mina’ya inecek.

Hacc, birçok farklı özelliği bünyesinde barındıran müthiş bir olay. Hiçbir insanî komut insanları bu tarz bir hareketin içerisine dâhil edemez. Müslümanlar tamamen ay ve güneş hareketlerine bağlı olarak, senenin bir gününde aynı mekânda toplanabiliyorlar ve güneş batıncaya kadar Arafat’ta tayin edilmiş olan o “çizgi”yi geçemiyorlar. 1400 küsur senedir her sene bu olay aynı şekilde gerçekleşiyor. Güneş batıyor, sanki bir yarış startı verilmiş gibi “arınmış” insanlar Arafat”ı terk etmeye başlıyorlar.

İslâm kardeşliği, Hacc için bir araya gelen Müslümanları birbirine yaklaştırıyor

Sadece bu nokta mı? Hayır.

Ali Şeriati’nin Hacc isimli kitabında tasvir ettiği gibi hac iklimindeki her insan, Hz. İbrahim (A.S), oğlu İsmail ve hanımı Hacer arasında cereyan eden senaryoyu, adeta aktörleri kendisi ve ailesi olduğu halde “tek kişilik bir oyun gibi” oynuyor veya daha doğru bir deyimle oynaması gerekiyor.

Hiç bir kimsenin bire bir Hz. İbrahim (A.S)’ın saçının teli olamayacağını bildiğimiz halde, sırf Allah rızası için hanımını ve çocuğunu çölde Allah’a emanet ederek vazifeye giden o mümtaz kişinin durumunu hissetmesi, kendini onun yerine koyması, adeta kendi nefsinde aynı imtihanı verip veremeyeceğini sorgulamasına vesile olması “hacc”ın önemli yönlerinden bir diğeri olsa gerek.

Tabii Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i Allah için kurban etmeye niyetlenmesi ve bunun karşılığında kendisine verilen Kurban ikramının, Kurban Bayramı ve Hacc menasiki içerisinde önemli bir yerinin bulunması, iki ibadeti de adeta birbirinden ayrılmaz bir hale getiriyor.

Çok farklı ülkelerden gelmiş, Kâbe’ye farklı yönlerinden “kıble” diye yönelmiş insanların, tek bir komutla yan yana ibadet etmeleri, aralarında var olan farklılıkların aslında detayda farklılıklar olduğunu kavrayabilmeleri, “hacc”ın sağladığı diğer bir mühim nokta.

“Hacc”a giden Müslümanların kendi milletlerinin ötesinde çok büyük bir ümmetin ferdi olduklarını kavramalarında da “Hacc”ın önemli bir faydası oluyor.

İdarecileri farklı zihniyetlerde olsa da, aralarında kalın sınırlar bulunsa da, siyasi gündemleri düşman gibi görünse de İslâm kardeşliği Hacc için bir araya gelen Müslümanları birbirine yaklaştırıyor, onlara “kardeşliklerini” hatırlatıyor ve bazen her şeyin “sun’i” olduğunu adeta haykırıyor; sosyal, kültürel “bir”liğin öneminin altını çiziyor.

İslam ümmetinin son zamanlardaki parçalanmışlığına karşı, birliğin teessüs edilebilmesi için ihtiyacımız olan kardeşlik ruhunu fiili olarak ve bir ibadet çerçevesi içinde bizlere sanki yeniden gösteriyor.

O’nun gezdiği mekânlarda O’nun tavsiye ettiği fiilleri yapma imkânı

Ya iktisadî hayat… Hacc, Müslümanların sadece ruhî olgunlaşmalarını ve birbirlerinin farklı sosyo-kültürel özelliklerini tanımalarını sağlamıyor, ilave olarak iktisadî açıdan da birbirlerine yaklaşmalarını, alışveriş yapmalarını, birbirlerinden bir şeyler alıp satarak meşru şekilde geçinmelerini teşvik ediyor. “Medine Pazarı”nın kurulmasını ve bu pazarda müminlerin birbirleriyle alış-veriş yapmalarını isteyen bir Peygamberin (sav) ümmetine, O’nun gezdiği mekânlarda O’nun tavsiye ettiği fiilleri yapma imkânı veriyor hacc.

Ve tabii Medine’ye gelen her Müslüman, sanki kendisine sağlığında gidilmişçesine haberdar olacağını müjdeleyen Peygamberini (sav) ziyaret ederek, onun yaşadığı, savaş yaptığı, devlet kurduğu mekânları dolaşarak o tarihi yeniden gözünün önüne getiriyor ve binbir dersle dolu kutlu yolculuğunu tamamlayıp adeta kan tazeleyerek ülkesine dönüyor.

İşte Kurban Bayramını bayram yapan en mühim noktalardan bir tanesi de kısaca özetlemeye çalıştığımız Hacc ibadetidir.

İçinde İslâm tarihinin kilit olaylarının sembolleriyle yer aldığı, Müslümanın gerek ruhi olgunluğunu geliştiren, gerek sosyo-kültürel açıdan ufkunu açan, gerek ümmet şuurunu pekiştiren Hacc ibadeti, Kurban Bayramı ile Müslümanların gündeminde çok önemli bir yer tutmalıdır.

Kurban Bayramı sadece bir tatil değil, Allah için kurban olabilmenin hatırlandığı, Hacc’ın dolu dolu yaşandığı çok önemli bir zaman dilimidir.

Bayramları, hakiki mahiyetiyle kavrayıp, onların sağlamak istediği faydayı maksimum düzeyde elde edebileceğimiz günler olarak değerlendirebilme dileğiyle mübarek Kurban Bayramınız kutlu ve bereketli olsun

Dünya Bizim, 01.09.2017

Haber ve yorum konusu etrafında bir muhasebe

Dünya’da cereyan eden olaylarla ilgili haberleri takip etmek ve yayınlamak ilk bakışta teknik bir iş gibi görünüyor. Bu alanda herkes tarafından bilinen ve ciddi bir tarzda teşkilatlanmış büyük kuruluşlar mevcut. Reuters, BBC, AFP, CNN, Sputnik , El Cezire vs bunların ilk akla gelenlerinden. Ülkemizde de AA özellikle son dönemlerde kendini geliştirerek bu alanda önemli mesafeler kat etmiş bulunuyor.

Bu ajansları belli bir seçki çerçevesinde izler ve zihni kapasitenize göre sizi daha az yanıltacak bir filtreleme metodu uygularsanız, bunlardan olabildiğince az zarar görerek yararlanma imkanınız olabilir.

Bizim gibi habercilik gayesiyle bir site veya başka türde bir yayıncılık çalışması yapanlarla ilgili, bu kaynakların birkaçına abone olarak, bahsettiğimiz fonksiyonu kısmen yerine getirebilmek mümkündür diye düşünebilirsiniz

Pekiyi  iş bununla biter mi? Bu şekilde esaslı ve hakikaten yararlı bir çalışma ortaya çıkar mı?

Fazla sayıda tıklama almak, bu sayede sıralamalarda üst basamaklara çıkmak ve reklam gelirlerinizi arttırmak gibi niyetlerle bu işleri yapıyorsanız, gerekli diğer teknik destekleri de sağlayarak, kendinizi tatmin edecek bir noktaya varmanız mümkün olabilir..

Fakat yukarıdaki sorunun ikinci kısmında sorduğumuz esaslı ve hakikaten yararlı bir çalışma ortaya koymak isterseniz bu soruya verilecek cevap tabii ki hayır olacaktır.

Esaslı ve Yararlı bir çalışma için gerekli olan unsurlar nelerdir?

Süregelen olaylar bugün cereyan ediyor olsa da hepsinin arka planında geniş bir tarihi sürecin bulunduğu ihmal edilmemesi gereken önemli bir gerçektir. Bu olayların cereyan ettiği bölgelerde yüzyıllar boyunca süregelen mücadeleler, kavimlerin geçirdikleri evreler, kabilelerin ve etnik yapıların kendi içlerinde ve birbirleriyle devam edegelen ilişkileri, bu bölgelerin jeopolitik özellikleri, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, hepsi bu günkü olayların perde gerisindeki birinci dereceden etkili olan unsurlardır

İlave olarak bu zenginlikleri ele geçirmek isteyen büyük güçlerin bu süreçlerde uyguladıkları yöntemleri, özellikle 1800’lü yıllardan başlayan yoğun sömürgecilik faaliyetlerinin bölge bölge farklılaşan uygulamaları gibi başlıkları da zikretmek gerekmektedir

Tüm bunların doğru kaynaklar kullanılarak incelenmesi ve bu incelemeler neticesi sahip olunacak bilgilerle yapılacak yorumlar, bugün cereyan eden olayların esasında çok derin tarihi, ekonomik, sosyal ve siyasi arka planlarının olduğunu bizlere gösterecektir.

Bu noktada şu can alıcı soruyu da sormamız gerekiyor:

Biz ülke olarak bu detaylı ve derinlikli çalışmaları yeterli derecede yapabiliyor muyuz?

İşte bu sorunun cevabını gönül rahatlığı ile evet diye verebilmek çok zor.

İngilizlerin, Fransızların, Almanların, Amerikalıların, Rusların ve onun yanında diğer Avrupalı ülkelerin, seyyahları, araştırmacıları, antropologları, dil bilimcileri, kilise vakıfları gibi unsurları ile yüzyıllardır süren çalışmalarının bugün özellikle gönül coğrafyamız üzerindeki olaylarda birinci derecede etkili olduğunu söyleyebiliriz. Afrika’da, Orta doğuda ve Balkanlarda ne zaman detaylı bir saha araştırması ve literatür taraması yapmaya kalksak karşımıza bu saydığımız ülkelerin araştırmacılarının ortaya koydukları eserlerin ana kaynaklar olarak çıkması rastlantı değil. Bu çalışmaların zikri geçen ülkelerin dün ve bugün geliştirdikleri politikalar için önemli bir altyapı hizmeti görmüş olduğunu ve bugün de  hala aynı hizmeti gördüğünü ibretle müşahede etmekteyiz..

Yüzyıllar boyu bu bölgelerde zihni yapıyı dokumaya çalışmışlar. En iyi entelektüelleri onlar etkileri altına almışlar, kabilelerle, ailelerle, etnik unsurlarla her türlü münasebetleri kurmuşlar. Onların dillerini öğrenmişler, onlarla beraber yaşamışlar ve adeta hem hal olmuşlar. Ekonomik aktiviteleri kendi kontrolleri altında tutmuşlar ve uzun dönemli sağlam ve kalıcı ilişkiler geliştirmişler. Üstelik bunları siyasi ve askeri açıdan da çeşitli mekanizmalar ile tahkim etmişler

Tabii 1800’lerden itibaren o bölgelerde çok etkin olan Osmanlının zayıflaması ve ortadan kalkması, yerine kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin uzunca bir süre bu alanlara ilgisiz kalması veya bıraktırılması da bu gelişmelerde hayati bir rol oynamış.

Bugün gelişen olaylar, hızlı bir şekilde kurulan, bozulan ve sonra yeniden kurulan dengelerle ilgili haberleri de yine bu zikri geçen ülkelerin oluşturdukları kaynaklar üzerinden almaktayız. Bu olaylar ile ilgili yorumların zihinlerde oluşmasında da yine bu kaynaklar ciddi bir şekilde etkili oluyorlar. Üstelik bu kaynakların arkasında bahsi geçen ülkelerin devlet destekleri de var.

Binli yıllarla ile birlikte bir yandan Asya’nın içlerinden, bir diğer yandan Orta Doğu’daki Müslüman topluluklardan, Anadolu’ya, Rumeli’ye, Afrika’ya , Asya’nın farklı noktalarına ve Endulus üzerinden Avrupa’ya İla-yı Kelimetullah gayesiyle yollara dökülen dedelerimizin, tamamen güzel gayelerle yaptıkları çalışmaların rövanşını, bugün batılı ülkeler farklı bir tarzda ama pek de güzel  olmayan niyetlerle ve metodlarla almaya çalışıyorlar.

Onların bu gayelerinin sonucu ortaya çıkan tablo bugün sürekli sorun üretiyor. Adaletsizlik üretiyor. Sömürü üretiyor. Çatışma üretiyor. Üstelik bu sorunların kaynağı olarak da yine bizler ve ait olduğumuz medeniyetin ana umdeleri gösteriliyoruz. Bu süreçte de en büyük fonksiyonu yukarıda zikri geçen haber kaynakları, araştırma merkezlerinin bugünkü uzantıları, Batılı ilmi merkezler görüyorlar.

Biz de bu alanlarda son zamanlarda bazı olumlur gelişmeler ortaya çıkmasına ve bu alanlarda birçok kurumun faaliyet göstermesine rağmen maalesef henüz yeterli seviyeye ulaşamayan zihni ve fiziki çalışmalarımızla gereken mukavemeti tam manasıyla gösteremiyoruz.

Yüzyıllardır süren bu taarruza karşı özellikle son dönemlerdeki iyi niyet ve gayret önemli fakat yeterli mi?

Bu soruya da üzülerek hayır cevabını vermek gerekiyor

Haberleri ve yorumları filtrelemek bir dereceye kadar korunma imkanı sağlayabiliyor. Fakat kalıcı çalışmalar ortaya koyabilmek, sadece müdafaa psikolojisi ile davranmakla gerçekleşemiyor. Bunun da ötesinde, insanlığın ihtiyacı olan daha iyi bir çerçeveyi çizebilmek için çok daha derinlikli  ve sistemli gayretler gerekiyor.

Biz habercilik ve yayıncılık boyutu ile bunun sıkıntısını çok fazla hissetmekteyiz. Tabii yayıncılık bu işin daha çok kabuk tarafı. İçinin iyi doldurulması için gerekli gayretlerin de çok süratli bir şekilde artması gerek.

Türkiye’nin son dönemdeki gayretlerin boyutları nerelere uzanmalı?

Bugün Türkiye, Afrika’da, Orta Doğu’da, Balkanlarda, Asya’nın içlerinde hemen her konu ile ilgilenmeye çalışıyor. Asrın başından itibaren ilgilenmeyi bıraktığı coğrafyalarla ve topluluklarla yeniden ilişki kurmaya gayret ediyor. Bu ilginin söylemin ötesine geçebilmesi için binli yılların başında dedelerimizin gösterdiği gayreti daha da fazlasıyla gösterebilmek gerek. Hadi o kadar da evveline gitmeyelim, Osmanlı’nın son dönemlerindeki o imkansızlıklar içerisindeki insanların yaptıkları ölçüde bir geniş bakış açısını yeniden yakalayabilmek bile,  belki başlangıç için yeterli olabilir. Sembol bir isim olan Kuşçubaşı Eşref ve zenci Musa örnekleri, meramımızı ifade etmek için yakın tarihimizdeki isimler olarak önümüzde duruyor.

İlgilenmeyi arzu ettiğimiz ve esasında ilgilenmekle adeta mecbur olduğumuz bölgelerin insanlarının dillerini öğrenmek, sosyal dokularına nüfuz etmek, zayıf ve kuvvetli yönlerini en iyi şekilde bilebilmek mecburiyetindeyiz. Bugün Afrika’nın yerel dillerini bilen, Arapça’nın farklı lehçelerine vakıf, Rusça, İbranice, Çince gibi dillerde gerek literatürü tarayacak gerekse de insanlarla sağlıklı iletişim kurabilecek, Balkan dillerinde ilmi çalışmaları sürdürebilecek ne kadar insanımız var sorusuna verilecek cevap bile, bu alanda ne noktada olduğumuzu gösterebilecek bir manzarayı bizim önümüze sermeye yeter sanırım.

Tüm bu çalışmaların bir üst akıl tarafından koordine edilebilmesi ve hem organizasyon hem de içerik olarak belli bir eksen etrafında derlenip toparlanabilmesi de bu çalışmaların başarıya ulaşabilmesi için diğer önemli bir şart. Şarttan öte hayati bir gereklilik.

Özetle, haberlerin nakledilmesi ve bunların sıhhatli yorumlarla insanlara sunulabilmesi sorusuna cevap ararken karşımıza çıkan devasa bir meseleyi kısa da olsa dile getirmeye çalışıyoruz. Bu işleri esaslı bir tarzda yapabilmek noktasında işimiz bir hayli zor…

İnşallah belli bir zamandır başlayan 780 bin kilometre karelik ufkumuzun dışındaki alanlarla ilgili çalışmalarımız, bu tür eksikliklerimizin olabildiğince giderilmesi ile daha verimli bir noktaya gelebilir.

KURBAN BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN

Milyonlarca hacı adayının kutsal topraklarda bulunduğu bu günlerde yeni bir Kurban bayramını idrak etmenin arifesindeyiz. İslam ümmetinin çok çeşitli sorunlarla boğuştuğu, ayrışmanın ve iç kavgaların had safhaya vardığı günümüzde ümmetin birlik ve beraberliğinin çok güzel bir göstergesi olan Hac ibadeti inşallah bu Arafat vakfesi ile birlikte çok daha güzel günlerin başlangıcı için bir vesile olur

Keseceğimiz kurbanlar hepimizin iç dünyalarındaki en kıymetli değerlerini Allah için feda edebilme şuurunu bizlere yeniden hatırlatır.

Dünya Bülteni ailesi olarak tüm Müslümanların bayramını kutluyor saygı ve muhabbetlerimizi sunuyoruz.

Dünya Bülteni, 28.08.2017