27-29 Mayıs 2016 tarihlerinde Gaziantep Üniversitesi ve Şahinbey Belediyesinin ortaklaşa düzenlediği Eğitim Sempozyumunun Eğitim ve İnsan başlıklı panelinde, Erhan Erken tarafından sunulan tebliğin metin haline getirilmiş şeklidir.
Öncelikle eğitimle ilgili çok fazla tarif bulabilmek mümkün. Bunların arasından ilginç gelebilecek bir kaç tarifi naklederek başlayabiliriz
Eğitim, insanoğlunun yaratılışında mevcut olan kabiliyetlerinin ve özeliklerinin (bu özellikler ruhi, bedeni ve zihni mahiyette olabilir) gelişmesini sağlar
Kınalızade’nin tarifine göre ‘kişiyi dini ve dünyevi vazifelerini hakkıyle yerine getirebileceği bir hale ulaştırır.’
Eğitimin diğer bir önemli yönü: Nesiller arasında kültür aktarımını sağlamak.
Bir başka yönü de: İnsanoğlunun becerisini geliştirmek ve onu meslek sahibi yapmak
Modern dönemlerdeki kullanımıyla eğitim, iyi yurttaş yetiştirme ve tebaayı denetleme aracı olarak kullanılmaya da çalışılmıştır. Altusser ve Gramchi gibi Marksist eğilimli bazı düşünürler ise Eğitimi Devletin İdeolojik bir aygıtı olarak değerlendirmişlerdir
Türk Milli Eğitiminin ulaşmak istediği nokta 1973 yılında çıkarılan 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda şöyle belirtilmektedir; iyi vatandaş, iyi insan, iyi meslek sahibi birey yetiştirebilmek
Bununla birlikte bazı tartışmalarda eğitimde ‘iyi vatandaş’ veya bunu daha çok memur yetiştiren zihniyet olarak ele alan düşünceye karşı kendi ayakları üzerinde duracak, biraz daha pragmatist bir insan tipi oluşturma hedefinden de bahsedilir.
Son dönemlerde girişimci insan tipi yetiştirme konusu da bu hedefler içinde yer almaya başladı
……..
İnsanoğlu doğduğu andan itibaren bir eğitim sürecinin içine girer. Sürekli bir şeyler öğrenir. İlerleyen zamanlarda bu öğrenen varlık öğretmeye de başlar. Bir birikimi birilerinden alır ve bu birikimi başkalarına aktarır.
Osmanlıya kısaca göz attığımızda Medreselerin verimli olarak hizmet gördüğü dönemlerde bir öğrencinin okuduğu mekandan ziyade ders aldığı Hoca’nın isminin daha önde olduğunu görüyoruz. Tabii bu dönemlerde daha çok diz dize eğitim önemli. İcazet, meşk gibi ilim ve sanat aktarım yolları eğitim yöntemi olarak yaygın olarak kullanılmakta
Eğitim olarak tanımladığımız bu aktarım mekanizmasının zamanla kitleselleştiğini görüyoruz. Buna yönelik de çeşitli yapılar ortaya çıkıyor. Tarihi sürece çok detaylı olarak girmeden günümüze doğru hızlıca gelirsek, son dönemlerde en belirgin tanımlamayla örgün eğitim kurumlarının oluştuğunu görüyoruz. Onların yanında da yaygın eğitim kurumları gelişiyor. Bunların dışında da daha bireysel, daha bağımsız, bazen de okulsuz bir toplum arayışına varacak tarzda oluşumlar meydana çıkıyor.
Bir eğitim çalışmasında önemli nokta öncelikle onun nasıl bir felsefi yaklaşıma sahip olduğudur. Nasıl bir toplum hayali kuruyor ve toplumun oluşması için nasıl bir insan tipini gerekli görüyor.
EĞİTİM FELSEFESİ GENEL OLARAK ŞU SORULARA CEVAP ARAMAYA ÇALIŞIR;
•İnsan nedir?
•Eğitim nedir?
•Eğitimin amacı nedir?
•Kimler, niçin eğitilmelidir?
•Eğitimin içeriği ne olmalıdır?
•Ne ne kadar öğretilmelidir?
•Eğitimde insana ne kazandırılmalıdır?
Eğitimle ortaya çıkması arzu edilen insan tipinin hangi bilgilerle, hangi becerilerle, hangi yetkinliklerle donatılmış, hangi ahlaki özelliklere sahip olarak yetişmesi gerekiyor? Bu özelliklere sahip olan insanın nasıl bir estetik derinliği olmalı sorusunun da cevabı önemli.
Eğitimin amaçları, içeriği, öğretim yöntemleri, benimsenen felsefeye göre biçimleniyor.
Çeşitli felsefi akımların, varlık, bilgi, değerler, ahlak, insan ve insanın eğitimine ilişkin bakış açıları eğitimi şekillendirmektedir….
Varlığı ve insanı tanımlamak için uğraşan tüm düşünce ekolleri ve onların alt birimi olan eğitim felsefeleri çok sayıda sorular sormuş ve bunları cevaplamaya çalışmışlar…
TEMEL SORULAR ŞUNLAR OLMUŞ
Öncelikle en mühim soru: Varlığın sebebi nedir? İnsan niçin vardır? İnsanın varlığına karar veren güç veya saik kimdir veya nedir?
Biz bu konuda bir aydınlığa kavuşabilmek için hangi bilgi kaynaklarını kullanmalıyız?
Ondan sonra nasıl bir aksiyon almalıyız, yani amellerimiz nasıl olmalıdır?
Bizim ait olduğumuz inanç sistemi ve medeniyet bu soruları ( benim cümlelerimle) özetle şöyle cevaplamış… :
Allah mutlak hakimdir ve insanlar O’nun kuludur.
Kainat, insana hizmet eden bir yerdir.
Dünya ve Ahiret diye birbirini tamamlayan iki varlık alemi mevcuttur. Bunların ayrı ayrı değil, bir ve beraberce değerlendirilmesi gerekmektedir…
Bu temel bilgileri nereden öğrenmeliyiz?
Öncelikle Kitap’tan yani Kur’an-ı Kerim’den ve Kur’anı bize ulaştıran Peygamber (a.s)’ın sözlerinden ve fiillerinden. Kur’an’ın bize ulaşmasını sağlayan en önemli vasıta ise vahiydir..
İlave olarak bunları anlamlandırabilmek için yine bu iki kaynaktan anladığımız fıkhetme gibi temel bir bilgi kaynağımız daha var. Yani aklı kullanmak da çok önemli…
Burada tarih içinde bazı yorum farklılıkları ortaya çıkmış. Kaynakların önem sırasını farklı gören ekoller olmuş… Ama ana omurgadan sapmadıkça ihtilafta rahmet vardır diye mesele kısmen çözülmüş.
Bunlar değişmeyen değişkenler. Yaşanan hayat ve o hayatın içindeki her kurum, yapı, sosyal, siyasal, iktisadi vs her sistem bu temel argümanlar çerçevesinde oluşturulmalı ki ana varlık teorisine uygun olsun. Tabii insan eğitimi ile ilgili temel yaklaşımlarımız bu ana kaynaklara bağlı olarak şekillenmeli ki istikamet üzere olabilelim
Bunun dışında farklı görüşler ve felsefi yaklaşımların da var olduğunu görüyoruz.
Hristiyanlıktan kaynaklanan ve tarih içinde eğitim kurumlarının arka planında çok etkili olmuş bir dalga var. Bu dalga içinde kilise çok etkili ( Batıdaki eğitim kurumlarının temelinde genellikle kilise var) Misyoner okulları özellikle bizim coğrafyamızda çok çalışmış, hala da çalışmadıkları söylenemez. Fakat onlar da kuruluş felsefelerinde belli değişiklikler yapmış durumdalar.
Batıda Din, mevcut durumu itibariyle, temelde etkin olsa da gittikçe hayatın içinde kenara sıkışmış bir durumda, adeta dekoratif bir figür gibi. ( Bizde ise nasıl olduğuna dair üzerinde çokça düşünmeliyiz) Laiklik akımı dinin toplum içindeki yerini gittikçe daraltmış.
Laikliğin bizim gibi toplumlarda gelişmesi ile bizde de bu durum yaygın olarak yerleşmiş durumda…
Özellikle batıdaki aydınlanma dönemi sonrası ortaya çıkan çeşitli yaklaşımlar var: Bunlar daha çok materyalist ve pozitivist yaklaşımlar…
Bu yaklaşımların merkezinde genellikle insan aklı var. RATİO veya US
Üniversitede politik sosyoloji diye bir ders almıştık. Oradaki hocamızın çözümlemesi benim zihnimde çok derin bir yer etmişti. Hocamızın anlatımına göre ‘ Batı’da ortaya çıkmış olan bu tür düşünce ekollerinde hakikatın temeli Ratio’dur. Dinde Vahyin aldığı yeri Bilim alır. Bu ekollerin peygamberleri de Bilim adamlarıdır ‘derdi..
Mesela şu anda dünyaya büyük bir oranda egemen olan Liberal bir yaklaşım var. Onun temelinde ise insanı tüm bağlardan kurtaralım ve özgür kılalım görüşü hakim. Bu özetle ifade etmek gerekirse insanı ve onun aklını merkeze alan bir yaklaşım. Burada bizdeki Hududullah’ın bir önemi yok gibi görünüyor.
Bunu geliştiren bir diğer düşünce ekolü: İnsanın maksimum haz almasını sağlayan bir düşünce tarzı.. ‘En fazla sayıda insanın en fazla mutluluğu’ ( Jeremy Bentham)( faydacı teori)
Bu teoriye göre tek gerçek hayat. Ölüm sonrasının bir hükmü yok.
Tabii yine materyalist bir temele oturan Marksist yaklaşım da önemli bir etki oluşturmuş.
Bunları çok fazla çeşitlendirebiliriz… ( Özetle şöyle sıralayabiliriz)
İdealist felsefe/Platon, Kant, Hegel/ Fikir, ruh önde. Eğitim bireyin özelliklerini ortaya çıkarmalı kendisini keşfetmesini sağlamalı
Realist felsefe/ Descartes, Spinoza/ Gerçek, insanın zihni dışında var. İnsan ona uyabilmeli
Pragmatik felsefe/ John Dewey./ İnsan ve yaşama pragmatik yaklaşır. Bireyi güçlü, ehliyetli verimli yetiştirmek gerekir. Birey değişen şartlara uyabilen bir tarzda yetişmelidir
Varoluşçu felsefe/ Nietche, Sartre/ İnsan kendini keşfedebilmelidir. Eğitimin amacı özetle bu. Bireyi merkeze alır ve ona bir bütün olarak bakar. Standartlaşmaya karşı. Eğitim bireysel bir çabadır..
Eğitim felsefesi alanında ise…
Daimicilik (Perennializm)
Esasicilik (Essentializm)
İlerlemecilik (Progressivizm)
Yeniden kurmacılık (Recontructionizm)
Varoluşçu eğitim vs.
Konumuz sadece felsefe ve buna bağlı eğitim felsefesi olmadığı için bu bahsi burada nihayete erdirmek ve daha genişçe bilgi almak isteyenleri bu konuda var olan yoğun bir okuma listesi ile baş başa bırakmamız gerekiyor.
Yeniden kendi eğitim tarihimize dönersek; Tarihi sürecimiz içerisinde başlangıçtaki varlıkla ve kaynaklarla ilgili ana tercihlerimizde hiçbir tereddütümüz yokken (veya çok daha azken dersek belki daha doğru olur), kendi içinde dengeli bir yapımız vardı.
Yaklaşık 200 yıldır gittikçe artan bir düzeyde Batı medeniyetinin etkisine giren bir coğrafyanın içindeyiz. Bu süreçle birlikte o bahsettiğimiz dengeli yapıda önemli değişiklikler meydana geldi.
Bugün için şu soruyu sormamız önemli diye düşünüyorum:
Bu coğrafyada yetişen insanlar ve toplumlar olarak bizi ciddi olarak etkileyen bu dalgaya karşı tavrımız ne olmalıdır?
Bir dönem Batılı akımlar ve oradan gelen düşünceler adeta topyekün kabul edilme yoluna gidildi. Başta aydınlar olmak üzere toplumu yöneten ve yönlendirenler bu akımlardan etkilendiler ve başka bir medeniyetin adeta gönüllü takipçileri ve zamanla muallimleri ve uygulayıcı oldular.
Onlar eliyle toplum değiştirilmeye çalışıldı. Hatta bu değişim istek dışı ve bir anlamda zorla oluşturuldu. Burada da en önemli enstrüman eğitim oldu.
Batı tipi okullar açıldı. Bu felsefi ekollerin temsilcilerinin etkilediği aydınlar ülkede daha çok materyalist bir hava estirdiler. Fransız devriminin havası, ideolojiler çağı çok etkili oldu
Bu yüzyılın başında ise geçmişle aramızda ciddi bir kopukluk oldu..Dil değişti, yazı değişti, tarihe bakış değişti ve adeta rota değişimimiz daha keskin bir hal aldı.
Yeni bir limana dümen kırdık.
Temel varlık ve ilgi teorilerimizi değiştirmeye yönelik ciddi bir dönüşüme uğradık
Bu, halkın temel görüşlerini ve düşüncelerini değiştirmeye yönelik bir önemli devreydi
Eğitim sistemi buna göre kurgulandı
Batıdaki bir çok görüşün ülkemizdeki takipçileri oluştu.
1869’daki Saffet Paşa’nın Maarif Nizamnamesinin, Emrullah efendinin toplumu yukardan aşağı değiştirmeyi savunan ve önceliği yüksek eğitime önem veren Tuba Nazariyesinin, Satı Efendinin eğitimde aşağıdan yukarı gelişmeyi savunan teorisinin, Prens Sabahattin’in adem-i merkeziyet düşüncesinin, hasılı neredeyse hepsinin arka planında batılı bir veya birkaç düşünürün fikirleri vardı.
Mesela Cumhuriyet sonrası Türkiye’ye davet edilen John Dewey ile birlikte onun fikirleri ilk dönem tepe yöneticilerini etkiledi ve eğitimde Amerikan yaklaşımına geçişin temelleri atıldı. Daha birçok batılı düşünürün çeşitli seviyelerde etkileri oldu.
Aradan yıllar geçti,
Bu dönemlerde on yılda 15 milyon insan yarattık her yaştan diye marşlar bestelendi. Köy enstitüleri açıldı. Dini eğitim bir dönem neredeyse topyekün yasaklandı. Buna rağmen büyüklerimizden öğrendiğimize göre, 50’li yıllarda ezan yeniden aslı gibi okunduğu gün insanlar bu sesi ağlayarak dinlemişlerdi
Şimdi geldiğimiz noktada şu soruyu sormak ve cevabını aramak çok önemli ve gerekli: Toplum bu tercihlerden ve değişimlerden memnun mu? Memnun ise ne kadar memnun?
Burada şunu görebiliyoruz: Altusser veya Gramchi’nin hayal ettiği tarzda Devletin ideolojik aygıtı olarak kullanılmaya çalışılan eğitim, her zaman toplumu istendiği gibi yukarıdan aşağı değiştiremiyor. Vesayet veya baskı bu değişimi tam olarak gerçekleştiremiyor.
Peki etkilemiyor mu?
Ciddi olarak etki yapıyor ama sonuçları yine de her zaman uygulamayı yapanların kurguladığı gibi oluşmuyor. Burada sonuçlara etki eden başka bir şeyler var.
Yani bugün herhangi başka birisi de kendi felsefi yaklaşımına göre bir toplum hayal edip bunu baskı yaparak ne kadar uygulayabilir?
Demek ki bu yöntem çok sağlıklı değil gibi görünüyor.
Bu gün için de görünen o ki toplum öz değerlerinden tam manasıyla kopmak istemiyor. Tüm aksi gayretlere rağmen özüne yöneliş sürüyor. Mesela toplumda Allah’a inanma oranı yaklaşık yüzde 80’lere varıyor. ( gençlikle ilgili bir araştırmanın sonucu) Toplum aynı oranlarda Peygambere (a.s) saygı gösteriyor. İyi kötü bayram namazına gitme oranı yüzde 75-80. Cenazelerin camilerden kalkma oranı da çok yüksek seviyede. Toplumda inancı olmadığını iddia eden insanların çok büyük bir kısmının naaşı, vefatından sonra cenaze namazı kılınmak üzere camilere geliyor.
Bilgi kaynaklarımız olan Kur’an ve Sünnet’e sathi düzeyde de olsa bir saygı var.
Fakat Batılı etkilenme de yoğun. Şeklen veya lafzen görünen yönelişin içi çok dolu değil. Kitleler doğru ve sahih bilgiyi nerelerden elde edebileceğini tam olarak bilemiyor
1999 Yılında Devlet ilk defa Osmanlının kuruluşunun 700’üncü yılını kutladı. Ömrümüzde gördüğümüz en stratejik olaylardan biriydi. Tarihimizle kısmen barışma işaretiydi bu.
BU NOKTADA BAZI SORULAR SORMALIYIZ?
Türkiye’nin geldiği bu noktada bizim eğitim felsefemizin ne olması gerekiyor?
Bu felsefe nasıl tespit edilecek?
Burada toplumda nasıl bir konsensüs sağlanacak?
Toplumun önem verdiği değerleri eğitim sistemimizin içine nasıl taşıyacağız?
Bugün bu değerlerin ne kadarı eğitim sisteminin içinde yer alıyor?
1982 Anayasası ile Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi mecburi yapıldı. Fakat bu Dini öğrenmek isteyenlere sağlıklı bir imkan tanımıyor. Son yıllarda seçmeli derslerle bu imkanı kısmen sağlandı.
Fakat bu ne derecede ihtiyacı karşılıyor?
Bu dersleri sağlıklı verecek öğretmen kadromuz yeterli mi?
Toplum içinde yaptığımız gözlemlere göre bunun pek de yeterli olmadığını müşahede ediyoruz
Globalleşen dünyada ve Batının her şubesi ile o din dışı etkileri toplumlara taşıdığı, adeta içine zerk ettiği bir dünyada bizler ve nesillerimiz kendi öz değerlerimizi nasıl koruyacağız?
Eğitim sistemimiz nasıl kurgulanmalı ki bu dış dalgalara karşı insanımızı etkilenmekten koruyalım ve biz de karşı dalga oluşturacak bir insan tipi oluşturalım?
Bunu sağlamak için öncelikle felsefi düzlemdeki gayretlerimiz hangi esaslara dayalı olmalı?
Bu felsefi gayretler ile birlikte bunun uygulanmasında sadece elitleri ve aydınları mı öncelemeliyiz? Yoksa aşağıdan yukarıya doğru mu bir yöntem izlemeliyiz? Yoksa ikisini de dengeli mi yapmalıyız?
Bu noktada Devlet nerede olmalı? Daha önceleri olduğu gibi yukarıdan aşağı belirleyici ve vesayetçi bir devlet yapısı ne kadar sıhhatli?
Aile nerede olmalı, elitler nerede olmalı? Sivil toplum nerede olmalı?
Bugüne kadar bunların halka sorulduğunu kimse iddia edemez. 28 Şubatta insanlar devletin yaptığı seçme sınavı ile İmam hatiplere gönderdikleri çocuklarını üniversiteye giriş imkanları ellerinden alındı diye bu okullardan almak zorunda bırakıldılar. Almayanların çocukları üniversitelerde doğru dürüst yerlere giremediler.
Meslek lisesine giden çocuklar bir dönem büyük haksızlığa uğradılar.
Geçmişteki bu adaletsizlikler son dönemlerde büyük ölçüde ortadan kaldırıldı.
Şimdi yeniden bir eğitim sistemi kurgulamaya çalışırken farklı felsefi yaklaşımlara sahip insanların talepleri sistemde nasıl yer alması gerekiyor?
Özellikle toplumumuzun ciddi bir değişime uğradığı ve dış etkilere açık olduğundan hareketle çoklu ve seçmeli bir bakış açısı çok daha tercih edilebilir olarak görünüyor.
Tek tip yaklaşımlar, içinde bir çok tehlikeyi barındırıyor..
Burada kamu otoritesi tarafından, insanların üzerinde ittifak ettiği veya uzlaştığı noktalara uygun olarak bir yapının belirlenmesi daha anlamlı bir tercih olarak görünüyor.
İdarecilerin kendinden menkul, yönlendirici, baskıcı bir tavrı olmamalı, onların yaklaşımları aksine kolaylaştırıcı olmalı..
Farklı taleplere göre o insanların ve toplulukların isteklerine uygun cevaplar ve çözümler bulabilme yolları aranmalı.
Tabii bu öncelikle Anayasanın başlangıç ilkelerinden başlamalı ve sonrasında da bu minvalde kurgulanabilmeli
Eğitimde yetiştirilecek insan tipinin vasıflarına kadar gelmeli
Buralarda Devlet, aydınlar ve aileler hepsi etken olabilmeli
Bu ana tercihlerde uzlaşma sağlandıktan sonra diğer konulara geçilmeli..
Çocuklarımızın okudukları kitaplar sadece Talim Terbiye Kurulunun içindeki bir avuç kişinin inhisarında olmamalı..
Yüksek öğretim sadece YÖK sisteminin tepe yönetiminin yönlendirmesi altında çalışmamalı.
Eğitim alan kitlenin arzu ve istekleri sistemde bir yerlerde karşılık bulabilmeli…
Tabiidir ki bu hususların sağlanabilmesi için top yekun bir sistem oluşturulmalı.
Burada öncü gruplar yani hem işin felsefi yönü ile ilgilenenler hem de eğitimciler, yani hocalar, muallimler veya öğretmenler hangi özellikler ile donatılmış olmalı?
Çocuk, eğitimci veya eğitim kurumu, aile, çevre, devlet gibi tüm unsurlar içinde eğitimin alacağı yönü hangileri ne kadar etkilemeli?
Sorularımıza devam edelim;
Eğitimde araç, gereç, kitap, yeni malzemeler olarak bilgisayar, akıllı tahta vs üretilmesinde hangi kıstasları öne alacağız? Burada aletlerin biçiminden öte içeriklerinin çok önemli olduğunu hiçbir durumda göz ardı etmememiz gerekiyor.
Her öğrenciye tablet vermek, hepsini bilgisayar sahibi yapmak tamamen şekilsel bir durum. O aletlerin taşıdığı bilginin üretilmesinin o aletten çok daha önemli olduğunu ihmal etmemek gerekiyor.
Eğitim yapılacak mekanların mimari özellikleri konusunda nelere dikkat edeceğiz?
Bu husus da çok önemli. Derslikler, onların yapısı, bahçe düzenleri çocukların en iyi eğitimi almalarına imkan verir bir tarzda olmalı. Mesela, Oxford’daki kolejlerde tüm yapıların bir şapel etrafında yerleşmiş olduğunu görmek mümkün. Bu eğitim kurumunun felsefesi ile ilgili temel bir tercihi gösteriyor
Her eğitim kurumunda kütüphaneler merkezi bir yere yerleştirilmeli..Çok şık ve çocukların kitap okumasını ve araştırma yapmasını teşvik eder bir tarzda olmasına özel önem verilmeli
Galatasaray Lisesi’nde Selim Sırrı Tarcan adıyla anılan iç basket sahasının eskiden okulun mescidi olduğunu oradan mezun olan çok kişinin bilmediği söylenir. Osmanlı’nın batıya açılan pencere olarak tanımladığı bu Sultani’de mescit çok merkezi bir yerde bulunuyor. Daha sonra minberi de kapatılıp spor salonu yapılıyor.
Boğaziçi Üniversitesi gibi bireysel özgürlüklere çok fazla önem verdiğini iddia eden bir okulda mescit, öğrencilerin yıllarca süren taleplerine rağmen ancak bu yıl açılabildi…
İngiltere’deki bir başka önemli okul olan UCL (University College London) de öğrencilerin gruplar halinde ders çalışmalarını sağlamak için sınıfların büyüklükleri belli bir oranda tutulmuş. Bu mimari yapı gurup çalışmalarını destekler mahiyette kurgulanmış.
Özetle mimari kurgu ve yapı eğitimde önemli bir yer tutuyor veya tutması gerekiyor.
Dil konusunda birkaç şey söylemek gerekiyor. Öncelikle çocuklarımız ana dillerini iyi öğrenmeliler ki kendilerini ifade edebilmeliler. Sığ düşünmemeliler. Bunun yanı sıra yabancı dillerin öğrenilmesinin de önemli olduğu inkar edilemeyecek bir gerçek. Eğitimde yabancı dil konusunun son yıllarda bayağı önem kazandığını gözlemleyebiliyoruz.
Fakat tüm bu gelişmelere rağmen bu noktada nerelerdeyiz? Bunu İyice analiz etmek gerekiyor.
Globalleşen dünyada bu konuda daha çok mesafe almanın gerekli olduğu ilk bakışta göze çarpıyor ama daha fazla incelenmesi de önemli.
Çocuklarımız İstanbul’da, Ankara’da, Gaziantep’te olduğu kadar Londra’da, New York’da, Tokyo’da, Dubai’de ve Afrika’da da hayatlarını sürdürecekler. Oralardaki insanlarla farklı başlıklar altında temas edecekler. Özellikle başta İngilizce ve kardeş coğrafyalarla daha iyi temas için Arapça çok önemli diller.
Geçenlerde medyada yer bulan bir görüşün derinlikli düşünen çok sayıda kişiyi şaşırttığını bu vesile ile zikretmenin önemi üzerinde bir miktar durmak gerekiyor: Bu konuşmada zikredilen; ‘Batı dilleri ile ilgili, onların dillerini öğrenenlerin, dillerini öğrendikleri milletlerin ve toplulukların kültürel olarak tam etkisi altına girer’ tezinin ben eskimiş bir tez olduğu kanaatindeyim. Burada asıl olan iç donanımdır. Bugün İslam Ülkelerindeki eğitim sistemleri kimler tarafından ve kimlerin etkisiyle şekillenmiştir, bunu dikkatlice değerlendirmek gerekir.
Eğitimde tarih şuurunun çok önemli olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Son dönemlerde bu alanda ciddi bir gelişme görülüyor. Fakat bunun popüler tarih düzeyinden daha detaylı tarihi analizlere doğru evrilmesinin gerekli olduğu aşikar.
Bu konuda toplum olarak yeterli bir düzeyde miyiz? Mesela tarihimizi daha iyi öğrenebilmek için Osmanlıca bilme oranımız hangi seviyede?
Mehmet Şevket Eygi ağabeyin lise yıllarında iken kendisi ile ilk tanıştığımızda bize sorduğu soru çok önemliydi.
Okuman yazman var mı? Yani Osmanlıca biliyor musun?
Yeni nesillere her dönem bu soruyu sormanın önemli olduğuna inanıyorum
Amerikan asıllı mühtedi bir dostumuz var. Eğitimde müfredatlar üzerine çalışıyor. Bir seferinde bana ‘ sizin tarihi zenginliğinizin çocuklarınızı bilinçlendirme konusunda ne kadar değerli olduğunun farkında mısınız’ diye sormuştu. İlave olarak ‘Ben bir Amerikalı olarak Amerikalı Müslüman çocuklara yönelik geliştirdiğim müfredat çalışmalarında bu noktanın eksikliğinden dolayı çok zorlanıyorum’ demişti…
Formel eğitim ne kadar önemli olacak, yaygın eğitim ve hayat boyu eğitim ne kadar etkili olmalı?
Burada son dönemlerde yaygınlaşan hayat boyu eğitim çabalarının çok önemli olduğunun altını çizmek gerekiyor. Formel eğitim ( örgün eğitim) yanında özel programlı eğitim çabalarının da önün açılması eğitimde bir hayli mesafe alma imkanı sağlayabilir
Mesela 10 yıldan fazladır çeşitli şehirlerde ve ilçelerde uygulamaya çalıştığımız Bilgi Merkezi, Bilgi evi faaliyetlerinin yaygınlaşmasının da çok önemli olduğunu düşünüyorum
Bizim bu çalışmamızda değerler eğitiminin çeşitli sportif ve sanatsal branşlarla birlikte çocuklara verilmesinin çok verimli olduğunu yakinen müşahade etmiş bulunmaktayız. Okumaya yöneltme, kendine güvenli, sorgulayan, araştıran, bilgiyi kimlerden ve hangi kaynaklardan aldığına dikkat eden bir insan tipi oluşturma noktasında bu Bilgi evi çalışmaları en verimli olacak şekilde kurgulanmalı ve uygulanmalı diye düşünüyorum.
Mesela ABD’de çocukların özel yetenek çalışmaları üniversite giriş kriterleri içinde belli bir yere sahip. Bizde de bu yönde bir çalışmanın başladığını görmek ümit verici bir gelişme.
Eğitimle ilgili Sorularımıza devam edelim;
Türkiye’nin 2023 ve 2071 gibi hedefleri var. Bu hedeflerin tüm yönleri ile yeniden gözden geçirilmesi, toplumun bu yıllara yönelik olarak nasıl şekillenmesi ve ne tür bir insan unsurunun gerekli olduğu hususu çok önemli. Bu çerçevede kararlar alınırken toplumsal bir konsensüs sağlanması da dikkat edilmesi gereken bir diğer husus. Burada eğitim açısından bakıldığında MEB, YÖK, Mesleki Yeterlik Kurumu ve sair kurumlarımız ve STK’larımız nasıl bir işbirliği içinde olmalı? Mevcut durumu yeterli görüyor muyuz?
Mesleki eğitim; bunun hem teknik hem de ahlaki boyutunu sağlayacak kurumlarımızın nasıl bir çerçeveye oturması gerekiyor?
Tarihteki hisbe kurumu, ahilik yapısı, fütüvvet geleneği ve oradan devam eden lonca yapılanmasından bugüne hangi dersleri alacağız?
Ahiliğin üç şeyin kapalı ve üç şeyin açık olması prensibi çok değerli.
ÜÇ ŞEY AÇIK OLMALI: ELİ, KAPISI, SOFRASI
ÜÇ ŞEY KAPALI OLMALI: GÖZÜ, IRZI, DİLİ
Bu hususun meslek ahlakı çerçevesinde toplumumuzda hayli ihmal edildiğini, eskiden meslek elemanı yetiştirmenin tabii uzantısı olan bu hususun şimdi pek de gündemde olmadığını üzülerek izliyoruz…
Eğitim seviyesi neredeyse ortaokul seviyesinde olan iş hayatındaki yaklaşık 27 milyon çalışanımızın hem mesleki hem de ruhi eğitimini hangi mekanizmalarla sağlayacağız?
Prof. Dr. Oğuz Borat’ın bir sohbette yaptığı tesbite göre bunun yaklaşık 17 milyonu ortaokul düzeyinde bir tahsile sahip. Öncelikli hedefimiz bunların öğrenim seviyelerini yükseltmek olmalı. Buna dayalı olarak bir dönem İTO’da MEB ve İL GENEL MECLİSİ ile ortaklaşa olarak yaklaşık 10000’in üzerinde kişinin faydalandığı sertifika programı yapılmıştı.
Şimdi TOBB buna benzer programı yurt sathında yapmaya çalışıyor. Bu kıymetli bir çalışma ve yaygınlaşması gerekiyor.
TOPLUMUZDAKİ DİNİ EĞİTİMLE İLGİLİ DE BAZI SORULARI SORMAMIZ GEREKİYOR
Bugüne kadar orta öğretim ve yüksek öğretimde örgün eğitim içinde Din Eğitimi ne kadar yer buldu?
Ve hali hazırda buluyor? Bunu iyice sorgulamalıyız.
Son dönemlerde müfredatın içinde yer bulmaya başlayan DEĞERLER EĞİTİMİ çalışmalarının çok önemli olduğunun altını çizmeliyiz.. Dinin içinde de tamamıyle yer bulan temel insani değerlerin eğitim müfredatının içinde yer alması her görüşten insanın olumlayacağı bir şey. Tabii bunları olumlamayan kişilerin çocuklarına da bunları illa vereceğiz diye bir zorlamamız da olmamalı.
Kur’an kursları Din eğitiminde ne kadar ve ne seviyede yer tutuyor? ( Kur’an Kursları ve hafızlık eğitimi)
Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı ve buraya bağlı Camiiler (ki sayısı 80000 civarında , 100000 kişilik bir kadro ile hizmet görüyor) halkın Din eğitimini ne kadar karşılayabiliyor? Bu mecranın halkın yaygın dini eğitimi alabilmesi için çok büyük bir potansiyel olduğunu inkar edemeyiz. Fakat burada Cami dilinin üzerinde çok ciddi oranda çalışılması gerektiğinin altını çizmek gerekiyor. Vaaz ve sohbet dili özellikle gençleri muhatap alır ve onların da gündemini yakalayacak tarzda düzenlenmeli ki arzu edilen yararlar sağlanabilsin.
Örgün eğitimdeki Din ve Ahlak Hocaları ile Din eğitiminde vazife gören insanlarımızın ( imamlar, vaizler, Kur’an-Kursu Hocaları ) yetişmesi ile ilgili ne tür çalışmalar yapılıyor?
Bu çalışmalar yeterli mi?
Burada Devletin yanında, halkın arzusu istikametinde belli bir çerçevesi çizilmiş alanlarda bu hizmetleri gönüllü kuruluşların da yapmasını sağlamanın yollarını açmak daha verimli olur mu sorusunun açıklıkla sorulması önemli?
Ülkemizde genel anlamı ile öğretmen yetiştiren kurumlar ne kadar verimli?
Bugün Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde yaklaşık 850,000 öğretmen bulunuyor. ( Toplamda 920,000) 150,000 civarında da akademisyen var. Örgün eğitimde 600,000 civarında derslik ve 70,000 civarında okul var
20 Milyona yakın çocuğumuz okullarda okuyor. Bu büyük sistemde kilit role sahip kesim öğretmenler ve bunların öğretmenlik vasıflarına sahip olmaları ve yeterli donanıma kavuşmalarını önemi inkar edilemeyecek bir gerçek.
EĞİTİMİN DÖNÜŞTÜRÜCÜ ETKİSİ ÜZERİNE DE BAZI ÖRNEKLER VERMEK ÖNEMLİ:
Eğitimin önemi bilinmesine rağmen yine de tarih içinde eğitimin dönüştürücü etkisini net olarak gördüğümüz bazı olayları kısaca hatırlatmak yararlı olacak:
1/ Peygamber Efendimiz (a.s) dönemindeki Ashabı Suffa ve Erkamın evi yoğun bir eğitim faaliyetinin toplumu ve sonraki asırları dönüştürücü rolu üzerinde önemli bir örnektir.
2/ Amerika’da 1800’lerin başında kurulan American Board adlı Misyonerlik kurumu Amerikalıların bu tarz faaliyetlerinde önemli bir dönüm noktası oluyor. Bunları büyük vakıflar finanse ediyorlar
Amerikalıların 1850’lerin ortalarından itibaren Osmanlı topraklarında kasabalara ve köylere kadar kurdukları ağ çok ilginç
Özellikle bu yabancı okulların gerek tüm talebelere yönelik gerekse de özellikle hanım kızlara yönelik yerleştirmek istedikleri temel bazı görüşler var. Feminizm, ulus-devlet düşüncesi, laiklik ve sair gibi. Bu okullar bu görüşleri yaymada kendi dönemlerinde bir hayli muvaffak oluyorlar…
Mesela Protestan kökenli olanlar daha çok Bulgarlar, Ermeniler, Kürtler ve Arnavutlar üzerine odaklarınıyor ve bunda da istedikleri etkiyi sağlamada başarılı oluyorlar
Yine Osmanlı’daki Amerikan okullarının özellikle Arap Milliyetçiliği, Balkan ve Ermeni ayaklanmalarında etkin rol oynayan öğrenciler yetiştirdiklerini görüyoruz.
3/Bir sohbetimizde Dr. Alim Arlı, şu misali vermişti: İkinci Dünya Savaşı sırasında Batılı ülkeler birbirlerini çok yoğun bir şekilde tahrip ettiler. Bu savaş sonrası dönemde insan nesli nasıl bu kadar cani olabildi sorusu idareciler ve eğitimciler arasında çokça dile getiriliyor. Bunu azaltabilmek için ders programlarına bir tür insanlık dersi koyalım görüşü ortaya çıkıyor. Humanity adı verilen dersler bundan sonra müfredatlara daha fazla dahil edilmeye başlanıyor. Bunun da kısmen insanlara müsbet manada tesir ettiğini farkedebiliyoruz. Tabii ne kadar muvaffak oldu bu da tatışılabilir
4/ Osmanlı’da 1830’larda oluşturulan Tercüme odaları içinden çıkan bir avuç genç daha sonraki yıllarda Osmanlı’daki batılılaşma hareketlerinde çok dönüştürücü bir etki yapmıştır… Tercüme odaları bu çerçevede özel olarak incelenmelidir.
Bu misaller daha da çoğaltılabilir..
SONUÇ OLARAK
Bugüne kadarki eğitim ile ilgili çalışmalarda yukarıdakiler gibi hatta çok daha da geliştirilebilecek birçok sorunun cevabını bulma yönünde çalışmalar yapıldı.
Bu soruları daha önceki dönemde de kendi aralarında sormuş ve cevapları hususunda çeşitli tartışmalar yapmış bir geleneğin devamı olduğumuzu söyleyebiliriz. Bizden evvelkiler de çokça düşünmüşler, yazıp çizmişler bizlere bir hayli malzeme bırakmışlar.
Keza batılılar da öyle; orada da incelenecek bir hayli malzeme mevcut..
Geçmişten bugüne, bu konularla ilgili bizden evvelkiler neler demişler, bugünküler neler diyorlar diye imkanımız nisbetinde öğrenmeye çalışmak çok önemli bir uğraş.
Esas hedefimiz kendimize ait dört başı mamur, eskilerin deyimi ile ‘efradını cami ağyarını mani’ bir teorik çerçeve ve uygulama planı çıkartabilmek. Bu hedefimizden hiçbir zaman vazgeçmemek gerek.
Fakat bu noktaya istendiği ölçüde ulaşılamamış olsa da daima daha doğruyu bulabilmek için sormak, sorgulamak ve olabildiğince anlamlı cevaplar bulabilmek gerekiyor.
Eğitim ihtiyacı azalmıyor artıyor. O zaman olabildiğince etraflıca sorular sormaya, soru kalitemizi arttırmaya ve çevremizde bu sorulara belli bir felsefi yeterlilik, oturmuşluk, kuşatıcılık çerçevesinde bakabilen, analitik düşünebilen kişilerden bütüncül veya bir bütünün parçası olabilecek cevaplar bulup, bunları yerli yerine oturtmaya çalışmamız şart. Uygulama mecburiyetinde olduğumuz durumlarda da bu yöntemlerle yönümüzü bulmaya gayret etmemiz gerekiyor.
Tüm bunlardan sonra geldiğimiz noktada Eğitim felsefesinin önemi her şeyin ötesinde.
Umuma yönelik bir yapı kurulacağı zaman bu konuda mutabık kalınacak bir yöntem bulmak öncelikli mesele. Devlet burada emredici değil organize edici olmalı. Sivil toplum kendi önemsediği değerleri birbirlerine anlatarak birbirlerini ikna etmeye çalışmalı. Bunun için gönüllü çalışmalara çok büyük vazife düşüyor. Üniversitelere çok büyük vazife düşüyor. Bugün 80000 civarında doktora çalışması yapan gencimizin bu çalışmaları çok önemli. Bunların yönlendirilmeleri çok önemli…
Önce bilgi sahibi olmalı sonra kanaat sahibi olmalıyız ki fikirlerimizin bir değeri olsun.
Bilen insanların birbirlerinin İkna etmeleri sonucu oluşacak konsensüsün de genele uygulanması çok değerli olur kanaatini taşımaktayım.
Bu mümkün mü?
İdeali böyle fakat uygulamalar maalesef her zaman istenildiği gibi olamayabiliyor.
İNŞALLAH BUNU BAŞARIRIZ.
Dünya Bülteni, 07.06.2016