Gelişmeler bizi hangi bilgiye ulaştırıyor

Eski dönemlerde en sağlam iletişim yolu olarak vasıflandırılan yol, ‘ru be ru’ (göz göze) diye tarif edilen bire bir ilişki usulüydü. Mesela hadis rivayetinde en muteber yola sema metodu adı verilirdi. Sema metodu, talebenin hocasından hadis-i şerifin metnini ve senedini bizzat öğrenmesine verilen ad idi. İlimde icazet sistemi de bu tarz bir usuldü. Hoca talebeye ilmi meseleleri bire bir anlatır ve öğrendiğine emin olduktan sonra ona icazet vererek bu ilmi onun da talebelerine öğretmesine imkan tanırdı. Sema ve icazet yoluyla hocadan talebeye geçen ilmin en üst noktasında Hz. Peygamber Efendimiz (a.s) bulunmaktaydı. Dolayısıyla ilmin kaynağı sahih bir yere dayanmaktaydı.

Tüm zenaatlarda bir nevi diploma manasındaki icazet kurumu da aynı mantıkla kurgulanmıştı. Hocası bire bir çalışma yaptığı talebesinin o zenaat ile ilgili gerekli teknik ve ahlaki bilgiyi aldığına tam olarak kanaat getirdiğinde ona öğrendiklerini başkalarına da öğretebilmesi için icazet verirdi ki günümüzde de bu sanatlarla iştigal edenler aynı usulü kullanıyorlar.

Müzikte ise bu mantığa uygun olan nakil yolunun adı meşktir. Bu mekanizma içerisinde hoca talebesine eserleri bire bir tüm incelikleri ile öğretir. Musiki aleti ile beraberce çalar veya söylerler. Sonrasında hocası veya üstadı talebenin öğrendiklerini tatbik etmesine nezaret eder. Sonuç itibariyle yeterli bir düzeye gelindiğine kanaat getirildiğinde üstad veya hoca, talebesine icazet verir ve onun bu öğrendiği eserleri kendisinden talep edenlere öğretmesine izin verir.

Hem ilim aktarımı hem ahlaki eğitim

Burada fark edildiği üzere hem bir ilim aktarılıyor, hem de ahlaki bir eğitim verilebiliyor. Hoca bu eğitim sırasında talebesini ahlaki anlamda da eğitiyor, ona yol ve yordam gösterme imkanı buluyor. Hocasını bir rol model olarak gören talebe de her yönü ile ona benzemek istiyor.

Özetle eskilerin deyimi ile ‘hem kal ile hem de hal ile’ eğitim yapılıyor, ilim, zanaat, maharet ve mesaj, ruhu ile birlikte nakledilebiliyor.

Daha sonraki dönemlerde ise daha çok kitlesel öğretim yaygınlaşmaya başlıyor. Okullarda, üniversitelerde sınıflar, anfiler, konferans salonları bu tip bir aktarım yolu olarak kullanılıyor. Musiki notalara geçiriliyor. Sanat çalışmaları okullarda, dersliklerde çeşitli metinler üzerinden talebelere topluca öğretilmeye başlanıyor.

Tabii bu anlattığımız süreçler uzun dönemlerde ortaya çıktı. Yüzyıllar içinde çeşitli evrelerden geçerek şekil buldular ve hâlâ her gün yeni bir evreye geçiyorlar.

Gelişme, ama nasıl?

Yazı ve mesaj alanındaki gelişmeleri de tıpkı yukarıdaki gelişmeler gibi bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçirebiliriz. Önceleri taşa, kile, daha sonraları kağıdın bulunması ile papirus kağıdına, aharlı kağıda yazılan metinler sonraları matbaanın icadı ile birlikte matbaa makinaları ile çoğaltılmaya başlandı. Burada da metni kağıda yazan ile onu daha sonra farklı mekanlarda okuyan arasındaki mesafe zamanla açıldı. Bu süreç aslında bire bir nakildeki gibi karşılıklı ve interaktif bir ilişki değil, aslında kısmen tek taraflı bir iletişim olarak ortaya çıkıyor. Bu tür ilişkilerde bire bir temas azalıyor. Farklı bir iletişim yolu yaygınlaşıyor.

Bu arada bilgi ve mesajın yaygınlaşmasında sinema, radyo ve televizyonlar da önemli bir mecra. Bu bahsettiğimiz araçlar hâlâ önemini yitirmiş değil. Fakat bu mecralar her geçen gün bir çok yeniliği bünyesine ilave etseler de, genelde daha eski bir mantıkla, yani tek yönlü iletişim ve etkileşimi sağlayan araçlar. Mesajın kaynağı muhataplarına bilgiyi tek taraflı olarak aktarıyor.

Bu alanlar teknolojinin gelişmesi ile birlikte toplumlarda etkisini daha da arttırıyor ve muhtemeldir ki daha da artıracak gibi görünüyor. Mesela insanları adeta filmin içine çekerek onu filmin parçası haline getiren teknolojiler, filmin içine konulan gizli mesaj türü teknikler ve her gün yenisi gelişen yollar bu tür iletişimin etkisinin devam edeceğini gösteriyor.

Tüm bu bahsettiğimiz hususlar bir yönü ile bakıldığında birer gelişme örneği. Fakat tüm bu gelişme olarak nitelenen konular bünyelerinde bir çok eksiklikleri de barındırıyorlar.

Teknolojinin gelişmesiyle doğru bilgi kadar yanlış bilgi de yayılıyor

Bilgisayarın ve buna dayalı iletişimin ortaya çıkışı ile başka noktaların da gündeme geldiğini görmekteyiz. Hatırlarsak önce ICQ diye bir araç ortaya çıkmıştı. Bilgisayar üzerinden insanlar bir diğeri ile bire bir yazı yoluyla ilişki kurmaya ve mesaj aktarmaya başladılar. Daha sonra benzer ve daha gelişmiş bir yol olan MSN hayatımıza girdi. Sonra Bing’e dönüştü. Twitter, facebook, linkedingibi yeni mecralar, insanlar arasında bu sefer sanal âlemde bire bir ilişkiyi tekrar canlandırdı. Whatsaptelegram yine bu cümleden birebir ilişki türleri olarak hayatımızda yer bulmaya başladı. Sesli ve görüntülü bir ilişki imkanı sağlayan Skype da adeta göz göze ilişkiyi sağlayan bir önemli gelişme olarak dijital dünyada yerini alıyor.

Bahsettiğimiz bu mecralar sanki eski dönemdeki birebir ve diz dize ilişkiye benzer tarzda insanların teke tek temas etmelerine imkan tanıyan araçlar ve yollar olarak zikredilebilir. Ama bu yolların, eski dönemde o önemsediğimiz hal ile eğitim ve ilişkiyi yeterli düzeyde sağladığını iddia etmemiz fazla iyimser bir yorum olabilir. Fakat kısmen de olsa birebir düzeltme ve ilişkiyi kontrol edebilme imkanını bünyesinde barındırdığını söyleyebiliriz. MSN’nin ilk çıktığı dönemlerde kendi çocuklarımın ve yeğenlerimin bazen dijital kanal üzerinden etkileşime girdikleri ağabeylerinin olduğunu müşahade etmem bende bu tip bir algıyı oluşturmuştu. Dijital anlamdaki ağabey sanki özel bir hoca gibi çocuklara etki edebiliyordu.

Dijital dünyada ortaya çıkan bir çok bilgi edinme aracı, bilgiye ulaşmada önemli bir kolaylık sağladı. İlkönce Altavisa, daha sonra Yahoo ve son dönemde her gün yeni bir gelişme ile karşımıza çıkan Google, dijital âlemde kaydedilmiş bilgiye ulaşmada büyük bir imkan sağladı. Burada da internet üzerindeki dijital bilgi kaynakları, onlarla temas eden insanlara tek taraflı olarak ve kitlesel düzeyde bir bilgi aktarımı sağlayabiliyor.

Mesela geçenlerde bizim bir dönem ciddi bir şekilde ilgilendiğimiz Worldbulletin isimli sitemizin Facebook sayfasında bir haftada ulaşılan rakamlar, bu mecraların yaygınlığı açısından ciddi fikir verici bir mahiyettedir. Facebook sitesinde bir haftada 15 milyon kişiye ulaşıldı ve yaklaşık 2.5 milyon etkileşim alındı. Bu ulaşım ve etkileşimde en önemli noktalar da Uzakdoğu ülkelerindeki insanlar oldu. Bu rakamların bize gösterdiği gerçek;teknolojinin gelişmesi ile birlikte ne kadar yaygın bir alana bilgi ve mesaj gönderebilme imkanına sahip olunabildiği.

Şayet bu bilgi doğru bir bilgi ve yorumsa büyük bir alanı müsbet manada etkileyebiliyor. Fakat bir de bu bilgi ve yorumun yanlış ve yanlı bir bilgi ve yorum olabileceğini düşündüğünüzde, o zaman ortaya çıkabilecek tahribatın boyutlarının da ciddiyetini tasavvur edebilirsiniz.

Böylesi bir iletişim gücü bugüne kadar hiç olmadı. Ve bu iletişim gücü de her geçen daha da artıyor. Bu hal, bir yönüyle bakıldığında çok ciddi bir gelişme. Ama kontrol edilemezse, çok büyük eksiklikleri de bünyesinde barındırabileceği muhakkak.

Maksat doğru, nitelikli ve derinlikli bilgiye ulaşmak mı?

Ayrıca, dijital alanda üretilen malzemenin yaygınlaştırılması için bu araçlar arasında çok ciddi bir ilişki oluşmaya başladı. Herhangi bir siteye veya bloga ne kadar ziyaretçi geliyorsa Google gösterimlerinde o ölçüde önde çıkılıyor. Bunun için tüm sosyal medya araçları devreye giriyor. Hepsi birbirini köpürtüyor. Çok ziyaret daha üst sıra, daha üst sıra daha fazla ziyaret, çok kullanıcılı olmak daha çok mesaj yayabilmek, daha çok mesaj yayabilmek için daha fazla paylaşım gibi bir döngüyü tetikliyor.

Bu hız ve daha fazla kişiye ulaşabilme isteği bazen bilginin niteliğini ve derinliğini etkiliyor. Sayılar ve nicelik bu kaynaklara sahip olanları etkileyebiliyor ve daha fazla yere ulaşma isteği, niteliğin ikinci plana itilmesi tehlikesinin de beraberinde getirebiliyor. Peki burada nitelik ve nicelik dengesi her zaman kurulabiliyor mu?

Nicelik ve tekniğin daha fazla önemsenmesinden dolayı içerik bazen istendiği gibi olamayabiliyor. Nicelik, yani rakamlar önemli olunca o zaman esas odaklanan nokta değişebiliyor. Şu sorular ve cevapların üzerinde daha fazla duruluyor: İzleyici sayısı artıyor mu? Sosyal medya ve Google’dan izleyici geliyor mu? İnsanlar ilgi duyup daha çok paylaşıyorlar mı?

Bu sorulara müsbet cevaplar geldiğinde işte o zaman maksat hasıl oluyor gibi bir durum ortaya çıkıyor. Fakat bu noktada şu soru çok önemli. Maksat ne olmalı? Maksat doğru, nitelikli ve derinlikli bilgiye ulaşmak ise bu maksat gerçekleşmiyor. Bu ise büyük bir eksiklik olarak ortaya çıkıyor. Maksat daha çok izleyici ve etki altına alınacak olarak düşünüldüğünde, o zaman maksata ulaşılmış oluyor. Olayı gelişme ve eksiklik çerçevesinde ele alacaksak bu detaylar üzerinde hassasiyetle durulması gerekiyor.

Gelişmeler bizi hangi bilgi’ye ulaştırıyor?

Daha önceki cümlelerimizde bilgiye ulaşım çok kolaylaşıyor ve hızlanıyor diye bir ifade kullanmıştık. Bu noktada şu soruyu da ısrarla sormamız gerekiyor. Gelişmeler bizi hangi bilgi’ye ulaştırıyor? Bu yolla insanlar ancak dijitalize edilebilmiş bilgiye ulaşılabiliyorlar. Dijital hale gelmemiş bilgiye ulaşma imkanları ise maalesef yok. Bu da önemli bir eksiklik olarak karşımıza çıkıyor.

Mesela geçtiğimiz yıllarda, ölüm yıl dönümünde kendisi ile ilgili detay bilgi edinebilmek için Prof. Dr.Mustafa Köseoğlu adında bizzat tanıdığım çok önemli bir kişiyi dijital âlemde aramak istemiştim. Hayretle müşahede ettim ki Google’da kendisi ile ilgili en ufak bir kayıt bile yoktu. Yine geçen yıllarda Türkiye Milli Kültür Vakfı tarafından basılmış 40 Vakıf Adam isimli bir kitapta ismi geçen ve camiamıza çok büyük hizmetler etmiş kişilerin büyük çoğunluğunun da isimleri bu mecrada bulunmuyordu. Çünkü bunların büyük bir kısmı 2000’lere varmadan Rahmet-i Rahmana kavuşmuş kişilerdi. Bu küçük araştırmadan elde edebileceğimiz sonuca göre, bu ve buna benzer noktalar dijital âlemdeki gelişmelerin bünyesinde bulunan büyük eksikliklerden bir bölümü. Bu örnekleri çoğaltabilmemiz mümkün.

Bu tip çalışmalar içinde bulunan bizim gibi bir çok site, bu tür bilgiler üretip dijital sitemin içine dahil etmeye çalışıyorlar. Fakat bu çabaların ne kadar yeterli olabildiği üzerinde detaylı olarak durmak gerekiyor.

Yine bir başka önemli örnek olarak, büyük ve tarihi mahiyetteki bilgi kaynaklarını bu mecrada yeterince bulabilmek mümkün değil. Beyazıt Kütüphanesi‘nin içinde bulunan eserlerin büyük bir kısmı Google’da henüz yok. Süleymaniye Kütüphanesi, Ali Emiri Kütüphanesi ve bu seviyede sayılacak yerlerdeki eserleri bulmak da imkan haricinde… Bu saydıklarımız önemli eksiklikler olarak not edilmelidir kanaatindeyiz.

Demek ki bu sistemlere veri üretenler buralara hangi bilgileri koyuyorlarsa veya onların öncelik verdikleri bilgiler nelerse bu mecralarda o bilgilere rastlama imkanı bulabiliyorsunuz. Bunun farkında olmamız ve bu inceliğe dikkat etmemiz gerekiyor.

Bu alanların daha verimli, zengin ve derinlikli içeriğe sahip olmasını istiyorsak çokça çalışıp içeriği zenginleştirmek ve bu içeriğe kendi önemsediğimiz derinlikli bilgileri ve doğru yorumları koymamız gerekiyor.

Derinlikli bilginin yayılmasına da çalışılmalı

Bu teknolojik gelişmeler yukarıda da kısaca işaret ettiğimiz gibi derinlikli bilginin önemini maalesef azaltıyor. Kolay paylaşılabilen kategorize edilmiş bilgiler öne çıkmaya başlıyor. Bu yol, bir konu hakkında sathi ve çabuk bilgi edinmek için yararlı. Bu da, bir açıdan bakıldığında gelişme. Fakat sürekli bu tür bilgileri öğrenmeyi talep eden kişiler için ise sürekli sathi bilgilerle muhatap olmaları neticesini getiriyor. Bu da ciddi bir eksiklik.

Geçenlerde ortak bir proje çerçevesinde temas ettiğimiz bir İngiliz dijital medya uzmanı, sitelerimizin daha çok 2005’li yılların öncesindeki bakış açısı ile düzenlenmiş olduğu tesbitini bizlerle paylaştı. ‘Şimdi çok daha resimli, az metinli ve kısa maddeler halinde ifade edilen bilgilere ihtiyaç var. Daha çok takip edilebilmek için sitelerinizin buralara yönelmelisi gerekiyor’ dedi. ‘Çünkü Google bunu istiyor. Facebook bunu istiyor, 140 karakterli Twitter bunu istiyor’ diye sözlerini sürdürdü.

Bu bir yönüyle bakıldığında çok doğru bir tesbit. Dijital medyayı kullananların talepleri buralara doğru evrilmeye başladı. Dijital alanda hizmet edenler de bu talebi sürekli olarak bu yöne doğru kanalize ediyorlar. Yani talep ve arz birbirlerini aynı yöne doğru yönlendiriyor. Tabii bu tesbitin mutlak manada doğru ve insanlık için faydalı bir yöneliş olduğunu iddia etmiyoruz. Fakat şimdilik realite bu çerçevede ortaya çıkıyor. İlave olarak Facebook ve Twitter’da yeterli oranda resim paylaşılmazsa etkileşim alınamıyor. O zaman bu talep insanları bu yöne doğru yönlendiriyor.

Burada şu soruyu sormamız mümkün. Acaba bu durum, dijital alanın hatalı kullanımına ve dolayısıyla eksikliğe doğru bir yönlendirilme mi? Bu soruya karşı şu cevabı verebiliriz: Evet, gelişme diye nitelenen bu durum sayesinde sathi bilgiye yönelme daha çok yaygınlaştı.

Başka bir açıdan bakıldığında Power point sunumlarının mantığının da bu yönde olduğunu gözlemlemek mümkün. Aynı zamanda malumatfuruşluk had safhada. Fakat derinlikli bilginin talebi arzu edildiği ölçüde değil. Oysa ikisi de olabilmeli, nicelik uğruna nitelik feda edilmemeli. Yaygın bilgi önemli ki mevcut gelişmeler buna imkan veriyor. Ama derinlikli bilginin yayılmasına da çalışılmalı. Onun için gerekli araçlar üzerinde de dikkatlice durulmalı….

Gelişmeler ve eksiklikler çerçevesinde ciddi bir fayda zarar analizi yapılmalıdır

Dijital iletişim yöntemi insanları sanal âlemde birebir ilişkiye geçirme noktasında başarılı olsa da, yan yana duran insanların bire bir ilişkisini köreltiyor. Akıllı telefonlardaki ilişkiyi önemseyen insanlar yanı başındaki kişilerle çoğu kere sağlıklı ilişki kuramıyor. Bu keyfiyet, üzerinde özellikle durulması gereken çok ilginç bir gerçek.

Dijital alanda yerleşik olan ilişki türü, çoğu zaman dilin sağlıklı kullanımını da köreltiyor. Yetişen gençlik, fikirlerini düzgün cümlelerle, nitelikli bir dil ile ifade etmeyi önemsiz görüyor. Bu orta ve uzun vadede dilimizi ve edebiyatımızı menfi tarzda etkileyebilir. Özellikle genç nesillerin bu durumdan menfi etkilenme oranı daha çok olacaktır endişesini duymaktayız. Bu halin de önemli bir eksiklik olduğunu düşünmekteyiz.

Dijital gelişmeler insanların birbirleriyle kuracakları ilişkilerde onlara çok ciddi bir zaman tasarrufusağlıyor. Bu durum önemli bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor.

Peki bu insanlar bu sayede sahip oldukları veya bir başka ifade ile arttırdıkları bu zamanı nerede kullanıyorlar? Maalesef yine bu dijital aletlerle ve bu tarz suni ve çoğu kere gereksiz uğraşlarla bu zamanlarının daha fazlasını yitiriyorlar. Bu da maalesef ciddi bir eksiklik olarak ortada duruyor.

Bu gelişmeler ve eksiklikler çerçevesinde ciddi bir fayda zarar analizi yapılmalıdır. Nihayetinde, insanlık olarak kârda mı yoksa zararda mıyız?

Sağlıklı düşünmeyi sağlayacak duraksama aralıkları oluşturmalı

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, her dönemde bu tür iletişim araçlarıyla insanların birbirlerine aktardıkları bilginin ve mesajın niteliğinin çok daha önemli olduğuna inanmaktayız.

Bilgi ve mesaj doğru olmalı, insanın bu dünyada sahip olduğu ve kendisine bir kere bahşedilmiş olanömür nimeti içinde hakikaten yararlı, insanın hem dünyasına hem de ahiretine müsbet manada tesir eden bilgi ve mesajların nakledilmesine yaramalıdır. İnsanların bu hayatta var oluş gayesine uygun gelişmelere yol açabilmelidir

Hayatı kolaylaştırıcı tüm yenilikler ve tabii ki konumuz olan dijital alandaki tüm bu ‘gelişmeler’ hayatı çok hızlandırdı. Bu hız aynı zamanda insanların dikkatlerini dağıtıyor. İnsanların, hayatın hızlı akışının adeta dışına çıkıp, hem kendilerine hem de etraflarına bakabilmeleri gerekiyor. Günlük hız içinde ne yapıp edip sağlıklı düşünmeyi sağlayacak duraksama aralıkları oluşturmak icap ediyor. Hayatın daha anlamlı geçebilmesi için bu önemli bir zorunluluk.

Müslümanlar için günde 5 vakit namaz, yıl içinde Ramazan ayındaki oruç, ömürde en az bir kere yapılacak Hac ibadetleri, esasında bir yönüyle insanları hayatın gayesi üzerinde düşündürten, hayatın hızını kontrol altında tutmalarını sağlayan hususlar olarak, bir çok faydasının yanında bu tür bir zenginlik de kazandırıyor kanaatindeyim.

Esas gaye muhakkak ki yaratılış sebebimize uygun bir hayat yaşamak. Bahsi geçen teknolojik gelişmeler insanları böyle bir noktaya götürmüyorsa burada çok temel bir eksiklik var demektir. O zaman da bu uğraşlar ve kazanımları esasında yararlı değil içinde çokça eksikliği barındıran uğraşlar olarak nitelendirmemiz mümkündür.

Dünya Bizim, 17 Mart 2015

Meselemiz sadece McKinsey mi?

Türkiye’nin Yeni Ekonomik Programının (YEP) devreye girmesi ve bu programın denetiminin McKinsey adlı bir Amerikan şirketine yaptırılacak olması kafaları iyice karıştırdı. Her ne kadar McKinsey daha çok danışmanlık firması olarak bilinmesine rağmen olayın ilk ortaya çıktığı devrelerde Yeni Ekonomik Programının kontrolünün bu firma tarafından yapılacağının ifade edilmesi denetim fonksiyonunu daha fazla ortaya çıkarmıştı.

Peki şöyle bir kaç soru ile başlayalım:

Bu tarz bir denetim yaptırılması veya bu tarz bir firmaya temel ekonomik programla ilgili danışılması bizatihi kötü bir eylem mi?

Tercih edilen firma işinin ehli bir firma mı yoksa değil mi?

Maksat amaca uygun bir denetim yaptırılması ise pekala olabilir ve bu da kötü bir şey değildir.

Ayrıca seçilen firma işinin ehli bir firma ise, ki McKinsey, bu işin kriterlerine göre değerlendirildiğinde uluslararası düzeyde saygınlığı olan ve tercih edilen bir firma, o zaman neden yaptırılmasın.

Üstelik bahse konu firma, daha önceleri de Türkiye’de hem kamu hem de özel sektörde ciddi işler almış bir kuruluş.

Firmanın yapısı, arkasındaki sermaye yapılanmasını bu tartışmada özellikle değerlendirme dışı bırakıyorum. Çünkü konu finans, uluslararası sermaye gibi noktalara geldiğinde bunların arka bahçelerinin nereye açıldıkları gün gibi aşikar.

Fakat tüm bunlara rağmen gönül şunu isterdi ki, her konuda milli ve yerli olmanın çok öne çıkarıldığı böylesi bir dönemde denetim firmasının da özellikle yerli ve milli olması tercih edilmeliydi

Bu tarz bir tercih tutarlılık noktasında pek isabetli olmadı. Bizim gördüğümüzü hükümet göremedi mi? Gördü de bizim bildiğimizin dışında bu tercihte başka saikler mi rol oynadı? Onları bilemiyoruz

Bir ay önce ABD ile neredeyse köprüleri atma safhasına gelmiştik

Malum olduğu üzere, bundan daha bir ay evvel ABD ile ciddi bir sorun yaşamışken ve daha bu sorun tam olarak vuzuha kavuşmamışken, ABD’nin finansal açıdan adeta simge kuruluşlarından birisiyle üstelik ekonomik muhtevalı bir ilişkiye girmek izahı çok zor bir durum ortaya çıkardı. Bir ay evvel doları boykot etmeyi, I Phone’ları kullanmamayı, Starbucks’ları nerede ise ülke dışına kovalamayı, WhatsApp’ları terkedip Bip’e geçmeyi hararetle savunmamış mıydık? Firma listeleri yapıp yabancılarla bir şekilde ortaklığı olan bir çok firmayı töhmet altında bırakmamış mıydık?
Bunların pek de doğru olmadığını ve hadi yapılmaya karar verildi ise bile, yapılış maksadını fazlasıyla aştığını düşünmekle birlikte, maalesef bu davranışlar kısa bir süre önce ülkemizde vuku buldu

Bütün bunların akabinde, ekonomik anlamda girilen dar boğaza bir çözüm getirebilmek amacıyla hemen ekonomiye fren yapan bir politika ilan edilmesi (YEP) ve uluslararası finans çevrelerinin adeta barometresi gibi bir kuruluşla anlaşma yapılması, zihinlerde IMF çağrışımlarının uyanmasına yol açtı. Bu kadar ani bir tavır değişikliği sonrası şartlar aynı olmasa da insanların aklına bu tip çağrışımların gelmesi çok tabii idi. Eh muhalif unsurlar da bu tip bir algı uyanmasına ustaca katkıda bulundular. Bu da onların arayıp da bulamadıkları bir fırsattı.

Türkiye 16 yıldır Ak Parti tarafından yönetiliyor

Hükümetin ilgili bakanları ise bu tarz yorumlar yapanları sert bir şekilde eleştirdi. Fakat eleştirmek yerine; Türkiye Ekonomisi 16 yıllık bir Ak Parti iktidarı sonrası nasıl böyle bir çizgiye geldi?

Hükümetin burada ne tür eksiklikleri oldu?

İlişki kurulan danışmanlık ve denetim firması neden bu tarz bir seçimle gündeme geldi?

ABD ile ilişkilerdeki bu makas değişikliğinin bundan sonra alması muhtemel şekil nasıl olmalı?

gibi konulara daha açık izahatlar verilseydi, muhtemelen çok daha isabetli olurdu. Üstelik reel ekonomi alanında döviz ve faiz yükselmelerinden dolayı ciddi sıkıntı çeken firmalara yönelik; “ biz sizin sıkıntılarınızı anlıyoruz, şöyle şöyle tedbirler düşünüyoruz deselerdi halkın hiç olmazsa sözle derdine derman olabilirlerdi.

Oysa; kriz filan yok, bu laflar spekülatif laflar, yanlış ve hatta düşmanca algılar oluşturuluyor, sözleri sıkıntı çeken insanları daha da bunalttı ve bunaltmaya devam ediyor.

Bu insanların içinde hükümete ve icraatlarına muhalif bulunanlar olabilir fakat çoğunluğu bu iktidarın hasmı değil ki? Bu insanlar yıllardır destekledikleri iktidarın yönetimi altında ortaya çıkan bir ekonomik sıkıntı ve daralma sürecinin nedenleri ile ilgili daha açıklayıcı izah ve tedbir beklerler ki bu da haklarıdır. Çünkü ekonomik buhran döneminde insanlar yıllardır elde ettikleri birikimlerini kaybediyorlar. Hükümette bulunan veya bürokratik kademelerde yer alanların büyük bölümünün bu tür sıkıntıları aynel yakin bilebilmeleri maalesef mümkün olmuyor ve o sebepten de çoğu zaman sıkıntıların derecesini farkedemiyorlar. Çünkü ekonomik sıkıntı onların aile bütçelerini birinci derece etkilemiyor.

İş dünyası ve gönüllü kuruluşlar hiç de rahat değil

İş dünyasının çok önemli kesimi, sivil toplum kuruluşlarında ülke meselelerine kafa yoran insanlar ve halkımızın içinde bu işleri dert edinenler, içinde bulunulan bu hali kendi aralarında sessiz ve derinden müzakere ediyorlar. Büyük çoğunluğunun içi rahat değil. Çok hızlı değişen söylemler ve dost, düşman, müttefik tanımları onları rahatsız ediyor. Bu hali, pek azı müstesna, yüksek sesle dillendiremiyorlar. Hükümete her halükarda destek olmayı seçmiş fakat bunu yaparken bazen kaş yapayım derken göz çıkaran kişilerin söylemleri ise bahsi geçen samimi ve sessiz çoğunluğu tatmin etmiyor.

Özet olarak bence burada dikkat çekici noktaların başında kısa süre içerisindeki özellikle ABD ve Avrupa ülkelerine karşı takınılan tavırlardaki çok ciddi söylem ve politika değişikliği gelmektedir.

Bu değişimin sebepleri daha anlaşılabilir bir tarzda izah edilebilmelidir.

Şayet bu tavırlar, duruma göre değişebilen politik tavırlarsa o zaman bu tavırları alırken halkı sanki bu politikalar artık her daim uygulanması gereken politikalarmış gibi motive etmek, hatta bu motivasyonun dozajını fazlaca arttırmak ne kadar isabetlidir?

Bu hızlı değişimler karşısında geniş kitleler önemli ölçüde açmaza düşüyorlar. Hem kendi konumlarını hem de sevdikleri insanların değişimlerini izahta zorluk çekiyorlar.

İlave olarak Türkiye ekonomik anlamda dengelerini muhafaza etmek ve de kalkınmak için dış sermayeye ihtiyaç duyuyor ise bu tarz sert değişimler o sermaye kesimlerinin de kafalarını karıştırıyor. Sonrasında ise bu karışıklığı gidermek için yine sürpriz kararlar almak zorunda kalıyoruz bu da ayrı sorunlara yol açıyor.

Son olarak hükümet yetkililerinin, ekonomik anlamda ortaya çıkan ve yeni bir ekonomik program uygulanmasına ihtiyaç hissettiren menfi gelişmelerde, kendi hatalarını da açıklıkla ortaya koyan ve bu sıkıntılarda ciddi olarak zarar gören vatandaşın dertlerini ciddiye aldıklarını ifade eden bir söylem içine girmelerinin meseleleri daha kolay çözmek açısından yararlı olacağını düşünmekteyim.

Velhasıl konuştuğumuz konu ülkemizin yeni ekonomik programının uygulanma safhalarını denetlemek üzere bir danışman firma seçmek gibi görünse de bunun çevresinde ve arka planında çok girift meseleler bulunuyor

Allah ülkemizi ve İslam ümmetini sıkıntılardan muhafaza etsin

Son gelişmeler üzerine bir kaç ilave not:

Mc Kinsey ile yapılan anlaşmayla ilgili tartışmalar devam ediyor. Sözkonusu firmanın denetim ağırlıklı mı yoksa sadece bir danışmanlık firması mı olduğu konusu son günlerde bir hayli öne çıktı. Bizim yazımızın ana ekseni hükümetin önceki aylardaki söylemlerinin hemen akabinde ABD menşeli bir firma ile bu tip çok stratejik bir bağlantı kurmasının tutarsızlığı üzerine olduğundan bu tartışma esas itibariyle değerlendirmemizi birinci elden etkilemiyor.

McKinsey daha çok yönetim danışmanlığı yönü ağırlıkta bir firma olarak biliniyor. Fakat ilgilendiği kamu ve özel firmalara yönelik inceleme ve tavsiyelerinin sürecini ve sonuçlarını da kontrol eden ve denetleyen bir yönü de var. Firmanın kendi web sitesinde “müşterilerimize nasıl yardımcı oluyoruz” başlığındaki bölümde bu çerçevedeki kontrol ve denetim örneklerine yer verilmiş.

Ayrıca McKinsey ile anlaşma yapıldığı açıklaması sırasında Bakan Albayrak’ın kullandığı ifadeler de bu tür bir algıyı kuvvetlendirmişti

İlk açıklamasında “Yeni ekonomi programı bünyesinde kurulan Maliyet ve Dönüşüm Ofisi’ni işaret eden Albayrak “Uluslararası yönetim şirketi McKinsey ile çalışmaya karar verdik. 16 bakanlıktan temsilcilerin bulunduğu bu ofis, tüm hedeflerimizi ve sonuçlarımızı her çeyrekte kontrol edecek” demişti.

Anlaşılan denetim sözcüğü üzerinden IMF ve Duyun-u Umumiye benzetmeleri zihinleri karıştırdığından danışmanlık vurgusu son açıklamalarda fazlaca öne çıkarılıyor.

Biz ise yerli ve milli vurgusu ile yakın zaman önceki ciddi ABD firmaları ve ürünleri karşıtlığının, son olaydaki tam zıddı davranışlarla beraberce nasıl izah edilebileceği üzerinde durmaktayız.

Her durumda fikr-i takip ve tutarlılığın önemli olduğunu bir defa daha vurgulamakta yarar görmekteyiz

Metin Balkanlıoğlu Hoca Rahmetli oldu

1980’li yılların başında Saraçhane başında Oruçgazi İlkokulu’nun arka tarafında bir talebe evimiz vardı. Yolun karşı tarafında da Hoşkadem Camii bulunurdu. Namaz vakitlerinde bazen Horhor yokuşunun alt tarafında rahmetli Mahmut Bayram hocanın imam olduğu Kızıl Minare Camii’ne bazen de Hoşkadem Camii’ne giderdik. Rahmetli Metin Balkanlıoğlu ile ilk defa orada imam iken tanışmıştım. O şirin ve ufak mescidi gençlerin çokça gelip gittiği bir mekân haline çevirmişti. Güler yüzlü idi, vaazları çok öğreticiydi. Ayrıca İslam’ı sevdirerek anlatmaya yönelik bir üsluba sahipti. Bu üslubunu tüm hayatı boyunca devam ettirdi. Sürekli pozitif enerji veren, onu dinleyen insanları Allah ile dost olmaya çağıran bir hali vardı.

Daha sonraları İsmailağa Camii’nin yakınlarındaki Acemoğlu Camii’ne imam olduğunda orası da bizim için her fırsatta gittiğimiz bir yer haline gelmişti. İlk çocuğum Ali biraz büyüdükten sonra Acemoğlu Camii’ne bazen onunla beraber giderdim. Her fırsatta ona takılır, öper ve severdi. Artık benim adım Metin hoca için “Ebu Ali” olmuştu. Daha sonra dünyaya gelen diğer çocuklarımla da imkan nisbetinde Metin Hoca’nın vazife aldığı camilere namaza gider, onların da hocayı tanımalarını arzu ederdim.

Bir dönem, sanırım 80’li yılların sonlarında Pazar günleri sabah namazlarında Acemoğlu’nda bir grup arkadaşla toplaşırdık. Rahmetli ile hadis dersi yapardık, oradan da Haliç kıyısında top oynamaya giderdik. Bugün hepsi 50’li yaşların sonlarına yaklaşan ve her biri farklı yerlerde hizmet etmeye çalışan birçok arkadaşımız o Pazar sabahlarının hadis dersi, futbol maçı ve sonrasında da Şehzadebaşı’ndaki börekçide son bulan programını muhakkak ki güzel bir dönem olarak anarlar.

Telefonda hadis-i şerif ezberleri

90’lı yıllarda yine bir kaç kış mevsimi, haftada bir gün bir arkadaşımızın evinde rahmetli Metin hoca ile tefsir derslerimiz olmuştu. O akşamları iple çekerdik. Dersleri çok canlı ve verimliydi. Rahmetlinin tebliğ metodu hakkında küçük bir örneği burada zikretmemin önemli olduğunu düşünüyorum. Bir akşam telefonla konuşuyorduk. “Erhan, bu telefon konuşmalarımızın bir fayda sağlaması lazım” demişti. “Hocam ne yapalım ne dersin” diye sorunca, “Birbirimize her konuşmada kısa bir hadis nakledelim ve onu ezberleyelim.” Cevabını vermişti. “Eyvallah” demiştim. Bugün bile hatırlarım; ilk ezberlediğimiz hadis “Salat-ul leyli mesna ve mesna” (Gece namazları iki rekâttır.) idi. Burada bahsettiği gece vakitlerinde kılınacak nafile namazlarla ilgili bir hadis-i şerifti. Muhtemelen de teheccüt namazları için zikredilmişti.

Bu “telefonlarda hadis-i şerif okuma”yı bir süre tekrar etmiştik ve ezberimizde birçok hadis-i şerif olmuştu. Tabii şunu da ilave etmeden geçemeyeceğim; tekrarlayacağımız hadisleri genellikle o buluyordu, ben de ona ayak uydurmaya çalışıyordum. Tahmin ediyorum ki o zamanlar birçok kişi ile aynı şeyi yapıyordu. Allah u âlem.

Vaaz ve sonrasındaki hutbede adeta coşmuştu; Cuma namazı o gün iki saate yakın sürmüştü

Metin hocayı bir ara Kayabaşı köyüne tayin etmişlerdi veya kendi akıllarınca sürmüşlerdi. Yanlış hatırlamıyorsam 90’lı yılların son zamanlarıydı. O dönem Kayabaşı, bugünkü gibi yerleşik bir yer değil. İsmi üzerinde, köy hükmünde bir bölge. Orada yeni yeni bazı sanayi kuruluşları gelişiyordu ama şimdiki gibi toplu konut furyası daha başlamamıştı.

Bir Cuma günü, o sıralar beraber iş yaptığımız Gürbüz Aksu ile rahmetlinin vazife yaptığı camiye gittik. Çok memnun olmuştu. Vaaz ve sonrasındaki hutbede adeta coşmuştu. Cuma namazı o gün iki saate yakın sürmüştü. O gün farketmiştik ki, kendisini oraya sürenler bilmeden büyük bir hayra vesile olmuşlardı. Metin hoca orada ışık saçıyordu ve halinden de çok memnundu. Çarşamba günü rahmetlinin vefatını duyan Gürbüz beni telefonla arayıp bu hatırayı yâd etti. Beraberce tekrar o günü hatırladık. O gün ikimiz de çok etkilenmiştik. Adam olan nereye giderse orayı ihya eder. Adam, adam değilse gittiği yeri kurutur. Rahmetli böyle bir kişi idi.

Çok küçük ama derece olarak çok yüksek eylemleri sürekli ve samimi olarak tekrar edebilmek

Son yıllarda Salı akşamları Fatih’te Nişanca Camii’nde vaaz veriyordu. O gece bölgede müthiş bir yoğunluk oluyordu. Vaaz verdiği cami rahmetli babamların evinin hemen yanıbaşındaydı. Bir akşam, namaz öncesi oraya giderken bizim evin kapısında karşılaşmıştık. Rahmetli babamın hastalığının ağırlaşmaya başladığı zamanlardı. Bunu öğrenince babanı ziyaret edeyim dedi. Hemen haber ettim, buyur ettiler. İçeri girdik. Babacığıma o gülen yüzüyle sarıldı, elini öptü, dualar etti. Babam o kadar memnun olmuştu ki, anlatamam.

Daha sonra bir kaç defa daha ben yokken kapılarını çalmış ve ziyaret etmiş. Ziyaret sırasında da beni telefonla arıyor ve haber ediyordu. Her gelişi o hasta insanı adeta dinçleştiriyordu. Evde bambaşka bir hava esiyordu. O kadar meşgalesi içinde, binlerce insan kendisini vaaz için beklerken o küçük ama gittiği yer için çok önemli ziyareti ihmal etmiyor ve hasta bir ihtiyarı mutlu ediyordu.

Müslümanlık esasında bazen çok küçük ama derece olarak çok yüksek eylemleri sürekli ve samimi olarak tekrar edebilmektir. Rahmetli Metin hoca ile sanırım çok fazla kişinin bu türden hatıraları mevcuttur.

Onun hayatı geride kalanlar için güzel bir örnek olarak sürekli anlatılmalıdır

Rahmetli Metin hoca da insandı. Onun da muhtemelen bu hayat şartlarında canını sıkan şeyler oluyordu. Fakat onun yüzünün gülmediği, insanlara moral vermediği bir an’ı hatırlayan hiç kimseye rastlamak mümkün değildir. Hep vermeye çalıştı, hep hizmeti düşündü.

Vefatı sonrasında bir faniye nasip olabilecek çok güzel bir törenle ahiret âlemine yolcu edildi. On binlerce insan şehrin dört bir yanından Fatih Camii’ne akın ettiler. Onunla ilgili hüsn-ü şehadetlerini bir kere daha ikrar ettiler. Ne mutlu ona.

Rahmetli Metin Balkanlıoğlu, ideal bir hoca, ideal bir dost, ideal bir insan olarak bu dünyada güzel bir iz bırakarak hayatını tamamladı ve emaneti sahibine teslim etti. Onun hayatı geride kalanlar için güzel bir örnek olarak sürekli anlatılmalıdır. Biz onun iyi bir Müslüman olduğuna Allah indinde şahitlik ederiz. İnşallah bu şahitliğimiz bir değer ifade eder.

Mekânı Cennet olsun. Sevenlerine ve ailesine sabırlar diliyorum.

Dünya Bizim 22 Haziran 2018, Facebook paylaşımı

DOĞRUYA DOĞRU

Yeryüzünde hayatın başladığı andan, kıyamete kadar geçecek olan sürede hiçbir insanın, zaman, coğrafya ve sosyal çevre açısından kendi istediği bir noktada dünyaya gelmediği herkesin malumudur. Bunlarla ilgili herhangi bir  tercih yapma şansı yoktur.

İnsanoğlunun içerisinde yaşamakta olduğu zaman, kendisi açısından en doğru ve de en hayırlı olan zamandır. Bütün bu saydıklarımızı düzenleyen külli irade şüphesiz ki en güzeli yaratandır ve onun her yaptığında hayır vardır.

Başka bir açıdan bakıldığında da insan iradesinin cüz’i de olsa fonksiyon ifade ettiği tek yer içinde bulunulan o andır.

Ne bir saniye sonrası, ne bir saniye evveli.

O anın gerisinde kalanlar zaman tüneli içindeki yerlerini alırlarken, sonrakiler ise yaşanılıp yaşanılmayacağı kişi için meçhul devreler olarak durmaktadırlar.

Gelecekle ile ilgili kurgular, ancak Yüce Allah takdir etmiş ve o süre insanoğluna verilmişse bir anlam ifade edecek yoksa sadece bir hayalden öteye gidemeyecektir.

Tıpkı öncekilerin yaşayamadıkları bir sonraki anları gibi.

İnsanoğluna yaşaması için bahşedilmiş olan hayat çok değerlidir. Yaşanılan ve tüketilen her saniyenin kıymeti bilinmeli , kaybedildiğinde üzülmeyecek şekilde değerlendirilmelidir.

Aynı zamanda geçmişten ibret almak, yapılan hatalardan dolayı pişmanlık duyup onları tekrar etmemek üzere karar vermek de, hayatın kalan bölümü için faydalı bir kazanım olacaktır.

Yarın ölecekmiş gibi ölümden sonraki dönem , hiç ölmeyecekmiş gibi de içinde bulunulan hayat için çalışın öğüdü, böylesi bir hakikatin altını çiziyor olsa gerek.

İnsanoğlu sadece yaşanmakta olan anın cüz’i de olsa sahibi ise (bu sahiplik de tartışılabilir), Yaratıcının kendisinden  istediklerini, yani yapılması gerekenleri, her hal ve şart altında ve gücü yettiği ölçüde yerine getirerek, zamanını en iyi şekilde değerlendirmiş olacaktır.

Yukarıdaki ifadeler yarın için hiçbir tasavvurun olmaması gerektiği tarzında da anlaşılmamalıdır. Lütfedilip verilirse yaşanacak hayat için, güzel ve olması gerekene uygun plan ve programlar yapmak da, yine günü ve yaşanılan anı en iyi şekilde değerlendirme yollarından bir tanesidir.

İçinde yaşanılan şartlar ne olursa olsun , Mevlana’nın misaliyle,  arının her hal-ü karda bal yapmak için uğraşması gibi, kişi kendi balı ne ise onu  yapmaya devam etmelidir. Her güzel çiçeğe konmalı, topladığı tüm değerleri, toplanması gereken yere getirerek en güzel ürünü ortaya çıkarmalıdır.

Yine Mevlana’nın ışık tutan sözlerinden hareketle, şartlar güllük gülistanlık olsa da, nasıl ki tüm güzellikler arasında köpek leş yemekten vaz geçmiyorsa, ve o leş de onun için baklava börek mesabesinde bir kıymet ifade ediyorsa,  sürekli kötülükleri iyi olarak gören  varlıklar  etrafta bulunacak ve doğrulara , güzelliklere sırt çevirip hayatı leş mesabesinde kötü ve Yaratıcının hoşuna gitmeyecek işlerle uğraşmaktan ibaret sayacaklardır. Bu işleri yaparken de yaptıkları kendilerine çok güzel ve doğru görünecektir.

Fakat şunu da unutmamak gerekir ki, köpek leş yiyor diye, kötü bir şey yapmakla suçlanamaz. Bu, onun doğasındandır. Ancak insanoğlunun, fıtratı gereği böyle bir mükellefiyeti olmadığından, leş yemek mesabesindeki kötüden yana tercih kullanmak kabul edilecek bir durum değildir.

Aslolan hakikate yaklaşabilmenin peşinde koşmaktır. Şartların elverişli olup olmaması, ‘konjonktürün’ müsaade edip etmemesi, ifa edilen vazifelerin önemi veya önemsizliği, bu arayışın ve koşuşturmanın sonuca ulaşmasını müsbet veya menfi yönde etkileyen faktörlerdir. Fakat arayışın özünü etkileyemezler. İnsanoğlundan beklenen, yaşadığı hayatın her anında, sağlam referanslara göre tayin edilmiş olan doğruya doğru yönelmesidir.

Hakikat yolculuğunda hepinize başarılar diliyorum

Saygılarımla

ERHAN ERKEN