Türkiye’nin güneyinde yine çok önemli olayların cereyan etmekte olduğu günler geçirmekteyiz. Bir tarafta İdlib’e yönelik başlatılan operasyon diğer yandan da 25 Eylül’de Irak Kürt Özerk Bölgesinde yapılan referandum sonrasındaki gelişmeler bu olaylardan en dikkati çeken iki tanesi.
İDLİB OPERASYONU VE MUHTEMEL TEHLİKELERİ
Astana’da yapılan anlaşma sonrası İdlib’de çatışmasızlık alanının devamını sağlamak üzere Türk askeri gücü İdlib’e doğru harekete geçti. Türkiye’nin burada üzerine aldığı görev, Esed rejimine muhalif gruplar içinde özellikle Batılılar tarafından kara listeye alınmış Nusra cephesinin devamı olduğu düşünülen güçleri sakinleştirmek ve onları bu bölgeden uzaklaştırmak olarak görünüyor.
Rusya da zikri geçen bölgenin dış tarafını kontrol edecek. Türkiye için bu konunun önemi, öncelikle Nusra devamı guruplar veya kısaca Heyet-i Tahrir eş Şam ve benzerlerinin Rusya, İran veya Esed güçlerine karşı bu bölgeden yapılacak muhtemel saldırılarını önleyebilmek. Çünkü bu tip bir saldırı karşısında ortaya çıkacak ilk netice, bu ülkelerin silahlı güçlerinin İdlib bölgesine saldırmaları ve bunun sonucunda da masum insanların zarar görmeleri.
Üstüne üstlük böylesi bir saldırı sonrasında muhtemelen o bölgeden yüzbinlerce sivil insanın hemen yanıbaşındaki Hatay’a doğru akın edecek olmaları da diğer korkulan bir gelişme. İnşallah korkulan bu gelişmeler tahakkuk etmez.
İdlib operasyonunun Türkiye açısından ikinci muhtemel hedefi de Afrin bölgesinde hakim durumda olan ve orayı kanton tarzında idare eden PYD güçlerinin İdlib’e yönelik Türkiye’yi rahatsız eden emelleri. PYD unsurlarının bulabildikleri ilk fırsatta İdlib üzerinden bir koridor açarak buradan Akdeniz’ e bağlanmayı hayal ettikleri bilindiğinden Türkiye İdlib’e askeri kuvvet göndererek bir yandan da bu hedefe yönelik niyetleri etkisiz bırakmayı düşünmekte. İdlib konusunda diğer ilave bir nokta da Afrin bölgesinin doğu tarafının Fırat Kalkanı harekatı sonrası orada konuşlanan Türkiye’nin desteklediği askeri güçler tarafından çevrelendiği de hatırlanmalı. Yani son durumda Afrin bölgesi güneyinden ve doğusundan Türk Silahlı güçleri ve onun desteklediği Özgür Suriye Ordusu güçleri tarafından kuşatılmış durumda. Afrin’in batı tarafı da Hatay şehrimiz ile sınır halinde.
Türk Silahlı kuvvetlerinin düzenleyici ve denetleyici niyetlerle İdlib bölgesine gönderdiği kuvvetlerin bu bölgelerde bulunması ile ilgili birkaç yönlü tehlike mevcut. Bir tanesi, Nusra veya HTŞ tarafından Türk askerine yönelik bir saldırı karşısında Türk askerinin hiç de arzu etmeyeceği bir mücadele içine çekilmesi. Diğeri de Afrin’deki PYD / YPG güçlerinin İdlib’e yönelik yapabilecekleri bir hamle karşısında olayın silahlı bir mücadeleye dönüşmesi ve bu mücadelenin PYD/YPG’yi bölgede destekleyen ABD güçleriyle de bir karşı karşıya gelişe sebep olması. ABD ile bir çok alanda direk veya endirek devam eden karşıtlıklara bu bölgede bir yenisinin eklenmesi Türkiye açısından pek de arzu edilen bir durum değil.
İdlib’e yönelik operasyonun başladığı günlerde ABD’nin Türk vatandaşlarına yönelik vize başvurularını iptal etmesi diğer bir sıkıntılı hal olarak ortaya çıktı. Türkiye de aynı şekilde mukabele etti ve olay bir anda ciddi bir kriz boyutuna yükseldi. Daha kısa bir süre evvel Sayın Cumhurbaşkanının ABD ziyareti sırasında Trump ile sıcak bir resim vermesinin sağladığı ilişkilerdeki kısmi bahar havası bir anda ortadan kalkmış oldu. Bir NATO üyesi olan ve ABD ile bütün sorunlarına rağmen birçok alanda müttefik olan Türkiye, tam Rusya ve İran ile bir harekata girişirken ABD tarafından ortada bırakılması ile ciddi bir uluslararası denge sorunu ile karşı karşıya kaldı. Şu ana kadar İdlib operasyonu korkulan bir çatışma olmadan gayet yavaş ama kontrollü olarak sürüyor.
IRAK KÜRT BÖLGESEL YÖNETİMİ (İKBY), REFERANDUM VE KERKÜK OPERASYONU
Aynı zaman dilimi içinde ikinci sıkıntılı durum da Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ( İKBY) sınırları dahilinde yaşanıyor. Türkiye referandum kararı alan Barzani’ye karşı çok sert bir tutum takınmıştı. Bu referandum kararının, peşinden çok sayıda başka sorunu tetikleyeceğini düşünen Türkiye’nin karşı çıkışı belki anlaşılabilir ama bu kadar şiddetli ve Barzani tarafı ile köprüleri neredeyse tam atmaya kadar varacak bir tepki göstermesi gerekli miydi?
Bu soru üzerine çok farklı yorumlar yapıldı. Bu tepkinin sadece Barzani cephesi değil Türkiye’deki Kürt kökenli vatandaşların belli bir kesimi tarafından da pek sıcak karşılanmadığı yüksek sesle ifade ediliyor.. Bu noktada Irak Merkezi Yönetimi ile beraber hareket eden Türkiye, Irak askeri güçlerinin özellikle Kerkük ve çevresi üzerine yaptıkları harekatı destekliyor.. Hatta Irak askeri güçleri ile Türkiye sınırları dahilinde bölgeye bir ölçüde göz dağı verir mahiyette ortak tatbikatlar bile yapıyor.
Irak Merkezi hükümetinin askeri harekatının daha evvel Türk kamuoyunda ve Irak’taki özellikle Sünni Türkmen çevrelerinde hiç de tasvip edilmeyen Haşdi Şabi güçleri ile yapılması da ayrı bir sıkıntılı durum olarak karşımıza çıktı. İlave olarak yeni vefat eden Celal Talabani’nin aşireti ve Goran‘ın, Irak merkezi güçlerine karşı koymaması ve çekilmesi çok stratejik bir bölge olan Kerkük’ün bu bahsi geçen güçlerin kontrolüne girmesine yol açtı.
PEŞMERGENİN YAPISINA KISA BİR BAKIŞ
Bu noktada Peşmerge diye ifade edilen kuvvetlerin yapısını biraz açmakta yarar var: Peşmerge bir bütün değil; parçalı bir yapı ama temel olarak üç ana grup olduğunu söyleyebiliriz. Biri KDP’ye bağlı Peşmergeler yani Barzani’nin özel milis gücü olarak ifade edebileceğimiz kuvvetler. DiğeriKYB’ye bağlı Peşmergeler, yani Talabani aşiretine bağlı silahlı kuvvetler. Üçüncü kesim de Irak Kürt Bölgesel Yönetiminin (İKBY) Erbil’deki hükümet merkezine doğrudan bağlı Peşmergeler. Bugün için bu yapıyı Barzani kontrol ettiği için bu merkezi hükümete bağlı Peşmergeler de Barzani’ye bağlı olarak hizmet veriyorlar. Her birinin sayısı da yaklaşık 50 binin üzerinde. Çeşitli kaynaklardan derlenen bilgilere göre sayısı açıklanmayan özel birlikleri de nazar-ı itibare aldığımızda toplamda 200 bini bulan bir silahlı güçten bahsediyoruz.. Ancak yukarıda da kısmen ifade edildiği gibi Kerkük’tekiler Talabani’nin KYB’sine bağlı Peşmergelerdi. Barzani’nin iddialı çıkışına rağmen KYB Peşmergelerinin aldıkları talimata göre direnmeden Süleymaniye‘ye çekilmeleri her iki kesim arasında ciddi bir güven bunalımına neden oldu.
Bu arada KYB’nin İran destekli gruplarla anlaşarak Kerkük’den çekildiği yönündeki iddialar da tartışılıyor. Bu durum zaman içinde Kuzey Irak’ta Barzani’nin hakim olduğu Erbil ve Talabani aşiretinin hakim olduğu Süleymaniye merkezli iki yapının ortaya çıkmasına yol açabilir. Ortaya çıkacak gerilim de hiç arzu edilmese de 1990’ların başında olduğu gibi KYB-KDP çatışmasına dönüşebilir.
Tüm bunlara ilave olarak Barzani’nin referandum sonrası varmayı hedeflediği bir Bağımsız Kürdistan’ın Kerkük olmadan ekonomik olarak ayakta kalması da zor olduğundan referanduma rağmen bağımsızlık ilanı artık güçleşmiş görünüyor. Süleymaniye Merkezli GORAN ve KYB de meseleye mesafeli durunca Barzani’nin işi bir hayli zorlaştı.
Türkiye birkaç zamandır Kuzey Irak politikasını daha çok Barzani üzerinden götürürken, ayrıca Türkiye sınırları dahilindeki Kürt vatandaşlarla münasebetlerinde Barzani ile ılımlı duruşun müsbet tesirlerini görürken, bir anda çok sert bir Barzani karşıtlığı noktasına gelmiş oldu. İlave olarak da daha önce Irak’da mezhebi bir bağnazlıkla ülkedeki diğer kesimlere haksızlık yapmakla itham ettiği Irak merkezi hükümetiyle onların askeri operasyonlarını onaylayarak kısmen ortak bir hareket içine girdi. Ayrıca Kerkük ile ilgili içinde yaşayan Arap, Kürt ve Türkmen halkların eşit şekilde temsil edildikleri bir sistemi şiddetle önerirken, bağnaz bir Şia etkisi altındaki Haşdi Şabi güçlerinin Irak ordusu şapkası altına Kerkük ve çevresinde hakimiyet kurmasına ses çıkarmaz bir durumda kaldı.
Bu sürekli olarak pozisyon değiştiren münasebetler bundan sonra hangi yöne doğru evrilecek ve bölgede daha hangi tür hiç olmazmış görünen ittifaklar veya karşıtlıklar ortaya çıkacak bunu da zamanla göreceğiz sanırım.
Tabii bu karışıklıktan istifade ile PKK unsurlarının Irak’ın kuzey bölgesinde özellikler Sincar’damevzi kazanıp Suriye’deki kanton yapıları ile bağlantı kurmaya çalışma gayretleri de bu arada ciddi bir şekilde izleniyor. Türkiye her fırsatta böyle bir gelişmeye izin vermeyeceğini belirtiyor ki bu çok haklı bir endişe.
ABD’NİN DURUMU
Burada diğer zor bir pozisyon da DEAŞ (IŞİD) adlı ortaya çıkışı, münasebetleri ve politikaları çok karmaşık olan bir yapıya karşı mücadeleyi birinci hedef olarak gördüğünü söyleyen ABD’nin, Türkiye’nin can düşmanı olan PKK’nın uzantısı PYD ve YPG kanalıyla bu mücadeleyi yürütme kararı.
ABD bugüne kadar hemen her pozisyonda olduğu gibi bu olaylarda da bölgedeki Müslümanların birliğini bozucu ne kadar atraksiyon varsa onları denemekte, müttefiki dediği Türkiye’yi her durumda açığa düşürmekten çekinmemekte. Ama tüm bunlara rağmen resmi söylemde de Türkiye ile müttefik ve stratejik ortak olduğunu ifade etmekte. Yıllık yaklaşık 600 milyar dolarlık bir askeri yatırım gücü olan ve ayrıca gerek finans gerekse de siyasal etkileri itibariyle alınacak stratejik tüm kararlarda ciddi şekilde hesaba katılması gereken ABD ile karşı karşıya kalınan bu durum Türkiye’yi bir çok adımında derin derin düşündürmekte.
Tabii bölgede Müslüman toplumların hiçbir şekilde tek vücut halinde olmasını tercih etmeyen, onları olabildiğince parçalara ayırmaya gayret eden İsrail’in mevcudiyetini de her zaman göz önüne almak gerekiyor. İsrail tüm bu gelişmelerde bazen görünen bazen de görünmeyen tarzda etkin rol oynuyor. Aynı zamanda ABD ile de bir çok alanda ortak politikalar yürüten İsrail’in varlığı ve etkisi de Orta Doğu denkleminde önemli bir aktör olarak ortada duruyor.
HAMAS – EL FETİH UZLAŞMASI
Ekim ayının ortalarında gerçekleşen El Fetih ve Hamas arasındaki uzlaşma orta doğuda meydana gelen diğer önemli bir gelişme olarak dikkat çekti. Filistin Devlet Başkanı Abbas’ın yorumuyla “Uzlaşının gerçekleşmesi, İsrail işgalinin sona ermesi ve 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulması için gerekli.” Biz de bu dileklerin gerçekleşmesi için umut beslediğimizi ifade etmek istiyoruz. Tabii bu sürecin çok da zorlu olduğunu da belirtmekte yarar var.
BALKANLARDA ÖNEMLİ GÜNDEM SEÇİM VE CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN BELGRAD -SANCAK GEZİSİ
Bu arada Makedonya’da belediye seçimleri yapılıyor. Bazı bölgelerde sonuçlar belli oldu bazılarında ikinci turlar yapılacak. Makedonya seçimleri çerçevesinde dikkatlice baktığımızda özellikle etnik kimliklerin fazlaca öne çıktığını görmekteyiz. Bu durumun uzun dönemde Balkanlarda toplumsal bazda ayrışmalara yol açacağını düşünmekteyiz. Geldiğimiz noktada. aşırı milliyetçilik eğiliminin her zaman zararlı olduğunu bir kere daha ifade etmekte yarar var. Üstelik mevzubahis olan Balkanlar gibi bir coğrafya ise.
Bu arada Kosova da seçime hazırlanıyor. Kosova seçimlerini de ilerleyen günlerde dikkatle izlemeye devam edeceğiz.
Geçtiğimiz hafta Balkan tarihinde son dönemlerde yaşanan en önemli olaylardan biri vuku buldu. Sn. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Belgrat gezisi ve daha sonra gittiği Sancakbölgesindeki halkla buluşması çok dikkat çekiciydi. Bu ziyaret Sancak veya Novi Pazar bölgesine bugüne kadar Türkiye’den Cumhurbaşkanlığı düzeyindeki ilk ziyaret olması bakımından çok önemliydi. Ziyaretin bıraktığı izlenime baktığımızda Balkanlarda Türkiye’nin halklar nezdinde ne kadar derin bir ilişkisi olduğu çok net olarak görülmekte.
Ayrıca Balkanlarla ilgilenen Avrupalı ülkelerin de bu noktayı özellikle izlediklerini ve bundan sonraki politikalarında daha fazla dikkate alacaklarını tahmin etmekteyiz.. Sn. Cumhurbaşkanının Sırp mevkidaşı ile kurduğu seviyeli dialog, ayrıca Belgrad ve Sancaklılara verdiği mesajlar da dış politika açısından çok başarılıydı.
AVUSTURYA SEÇİMİ
Avusturya da yapılan seçimlerin sonuçları da bu ülkede de diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi aşırı sağın oy oranlarının yükseldiğini gösteriyor. Sonuçlara bakıldığında İslam karşıtı görüşleriyle dikkat çeken Dışişleri ve Entegrasyon Bakanı Sebastian Kurz liderliğindeki Avusturya Halk Partisi (ÖVP), yüzde 31,6 oy oranıyla birinci parti oldu. Kurz, muhtemelen Avusturya’nın en genç Başbakanı olacak gibi görünüyor.
Avusturya’da seçim sonuçlarına göre İslam ve Türkiye karşıtı kanadın kuvvetlenmesi Türkiye ile ilişkileri menfi etkileyecek bir durum olarak ortaya çıkıyor.
SOMALİ’DE HÜZÜNLÜ GÜNLER
Somali’de meydana gelen patlamada 300’ün üzerinde insanın ölmesi çok acı. Bu tür gayri insani eylemler kim tarafından yapılır, bunu yapan ve yaptıranlar bu kadar Müslüman kanını akıtmaktan nasıl bir zevk alırlar? Sosyolog İsmail Öz’ün ifade ettiği gibi, Somali’deki terör saldırıları İslam coğrafyasındaki ortak akla ve birlik ruhuna yapılmıştır. “Bunun şapkası, terör örgütü şapkası da olsa, bunun şapkası sömürgeci bir Batı ülkesi de olsa topyekun olarak İslam coğrafyasına yapılmıştır. İslam coğrafyası olayları böyle okuyamadığı zaman en büyük yanlışı yapar, gücünü kaybeder.” Bu hain saldırıları yapanları ve yaptıranları Allah’a havale ediyoruz.
Türkiye her zaman olduğu gibi en üst düzeyden başlamak üzere Somali’deki kardeşlerinin yaralarını sarmak için hemen aksiyon aldı, yaralılarla ve mağdurlarla ilgilenmeye devam ediyor.
SONUÇ OLARAK
Dünya Bülteni olarak her zaman olduğu gibi, tüm bu girift dengeler içerisinde okuyucularımıza olabildiğince sağlıklı bir bakış açısı sağlamaya yarayacak yazı, haber ve yorumları aktarmaya çalışıyoruz.
Gündelik haberlerin yanında onlara olabildiğince tarihi derinlik de katmaya gayret ediyoruz. Haber analiz bölümünde yayınladığımız 1892 yılında Halep ve İdlib başlıklı yazımız da bu çerçevede ilginç bir analiz olarak sitede yer aldı.
Yurtiçinden yazı ve yorumlara yer verdiğimiz kadar yurt dışından da önemli bulduğumuz yazıları tercüme ederek siteye aktarmaya gayret ediyoruz. Genel bakışımız öncelikle doğru ve çarpıtılmamış haberleri vermek. Bazı bölgelerden haberleri bizzat kaynağından elde edip okuyucuya sunabilmek. Balkanlar ve Orta Asya’dan gelen bu tip haber ve yorumlar muhakkak ki dikkatlerinizi çekiyordur
Ayrıca, Müslümanların kendi aralarında doğabilecek tüm tartışma, ihtilaf ve kavgaların dışında ve karşısında durmaya çalışıyoruz. Hangi mezhep ve meşrepten olursa olsun, Kıble ehlinin bölünüp parçalanmasına yol açacak davranışları olumlamıyoruz.
Birliği ve beraberliği daima teşvik ediyoruz. Bölücü, yıkıcı bir haber veya yorum olursa bunları olabildiğince görmüyoruz. Daima mazlumun yanında ve zalimin karşısında durmaya özen gösteriyoruz.
Belki bu yazıyı okuyan bazı kardeşlerimiz sizin gücünüz ve kuvvetiniz nedir ki bu devasa problemler karşısındaki tavırlarınızın bir tesiri olsun diye düşünebilirler. Fakat bizim her durumda Hz İbrahim’in içine atıldığı ateşin sönmesi için oraya damlayla su taşıyan karınca misali safımızı belli etmemizin, en azından zihinsel olarak çok büyük bir tesir icra edebileceğine inanıyoruz.
Bu yolda sizlerle de beraber olabilmeyi diliyoruz…
Dünya Bülteni, 19.10.2017