Ahlâk merkeze alındığında medeniyet ölçeğinde İslâm nasıl bir meydan okuma ile karşı karşıya kalmıştır? Medeniyet bilinci ve onun vazettiği Ahlâk, bugünün dünyasında nasıl okunmalıdır?
Ahlâk, bir değerler sistemi içinde ve o değerler sisteminin temel dinamiklerine bağlı olarak anlamını bulan bir kavramdır. Dünya üzerinde bugün hâkim durumda gözüken batı medeniyeti ve onun vazettiği ahlâk anlayışı, İslâm dini tarafından örnek alınması tavsiye edilen ahlâk anlayışından birçok noktada farklılık göstermektedir.
İslâm dini açısından örnek insan Hz. Peygamber (a.s)’dir. Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini ifade eden İslâm peygamberi, genel anlamı ile ideal bir insan prototipi çizmiş ve O’nun izinden gitmeye çalışanlar, O’na yaklaştıkları oranda ideale yaklaşmışlardır. Bu vasıftaki insanların sayısının nisbî olarak çoğaldığı toplumlar, tarih boyunca göreceli olarak huzur ve güvenin hüküm sürdüğü topluluklar olmuşlardır.
Dünyanın, özellikle son 200 yıllık tarihi içerisinde, Batı Medeniyeti hâkimiyetini sürekli olarak artırmış ve son çeyrekte de bu yayılma baş döndürücü bir hal almaya başlamıştır.
Bireyi öne alan, insan aklını kutsallaştıran, vahye dayalı inanışları yaşanan hayatın tümüyle dışına çıkarmayı hedef edinen bu medeniyet, geldiği nokta itibariyle insanların bir bölümüne maddi refah sağlarken, büyük bir kesimini de acımasızca sömürmüş ve sömürmeye de devam etmektedir. Bu medeniyet, bununla birlikte ortaya çıkan sıkıntıların ve problemlerin kaynağı olarak da kendi dışındaki sistemleri ve inanışları suçlu tutmaktadır.
Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiş olan bir Peygamberin izinden gitmesi gereken Müslümanlar, her hal ve şartta, O’nun güzel ahlâkını tüm insanlığa en iyi şekilde tanıtmalıdır. Bu, onların dünyadaki varlık sebebidir.
İslâm Dünyası bu meydan okumaya anlamlı cevaplar üretebildi mi?
İslâm dini, Yüce Allah’ın insanlığa gönderdiği ‘hak din’ olduğu için tarih içinde her dönemde onu en iyi şekilde yaşayan ve nesillerden nesillere aktaran topluluklar var olmuştur ve kıyamete kadar da var olmaya devam edecektir. Fakat içinde yaşadığımız dönemde maalesef İslâm Dünyasının özgün sesi, tüm insanlığı kuşatacak tarzda çıkamamakta ve cılız kalmaktadır.
Batılı düşünce ve hayat tarzının etkisiyle, İslâm Dünyası içinde, kaynağını orijinal İslâm düşüncesinden almayan, inanca ve ahlâka müteallik özentili, kompleksli, kendine güvenden yoksun, hatalı akımlar da maalesef ortaya çıkmaktadır. Bazen bu akımlar İslâm’ın orijinal mesajını gölgeleme tehlikesi bile oluşturabilmektedir.
Fakat tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen, İslâm dünyasının farklı kesimlerinden gelen ümit verici bazı sesler, baş döndürücü bir tarzda yayılan batılı düşünce biçimine ve onun dayattığı hayat tarzına rağmen yine de muhataplarına ulaşabilmekte ve dünyanın farklı noktalarında yeni filizlenmeler ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’de ahlâkın dönüşümü nasıl oldu? İmparatorluktan Cumhuriyete geçişte yaşanan dönüşümün ahlâk planında süreklilik ve kopuş unsurları nelerdir?
Sosyolojik anlamda Türkiye’de yaşanan değişimi birçok ilim adamı ‘induced changed’ yani bünyenin dışından gelen bir etki ile ve ikna yoluyla meydana gelen değişim olarak değerlendirmektedir. Bunun karşılığı ise ‘organic changed’ denen tabii bir yolla ve toplumun kendi iç dinamikleriyle gerçekleştirdiği değişimdir.
Osmanlı’nın son döneminde klasik âlim tipinin yerine geçen, batı düşüncenin tesiri altında yetişmiş ve kendilerine aydın ya da münevver denen kesimin öncülüğünde gerçekleşen bu dönüşüm, toplumun geleneksel kökleriyle bağlantıyı zayıflatma hedefine yönelik bir hareketti.
Bu dönüşüm İslâm medeniyetinin en önemli merkezlerinden biri olan ülkemizde ciddi bir tarzda yaşandı. Fertlerin ve toplumun dinle olan ilişkileri adeta yeniden tanımlandı. Toplumun önündeki ideal tipler yeni baştan dizayn edildi. Bu dönüşümün sağlanabilmesi için toplumun geçmişiyle ilişkisi adeta her yönüyle kesildi.
Fakat zamanla bu bağlantı kısmen de olsa yeniden kurulmaya başlandı. Fertler, tarihleriyle bağlantı kurdukça o tarih içinde var olan inanç ile ve o inanca dayalı ahlâki özellikler ile çok hızlı bir temas sağlamaktalar.
Şu anda bir yandan batılı hayat tarzının etkisi, öte yandan da kökler ile kurulan irtibat içinde yeni nesiller yönlerini bulmaya çalışıyorlar.
İslâm Dünyası ve özelde Türkiye’nin toplum hayatında, insan ilişkilerinde, siyaset dünyasında, ekonomik alanda, eğitim sahasında ihtiyaç duyduğu yeni insan kimdir, nasıl biridir?
Bu insanın öncelikle Yaratıcısı ile dost olması gerekmektedir. O’nu her şeyden ve herkesten çok sevmeli ve O’nu kırmaktan ve üzmekten şiddetle kaçınmalıdır. O’nunla dost olabilmek için O’nun ‘sev’ dediklerini sevmeli, ‘sevme’ dediklerinden de uzaklaşmalıdır.
Yaratıcısın en önemli eseri olan diğer insanları, Yaratıcısından ötürü sevmeli ve onlarla dost olmalıdır. Onlara, iyilikle ve adaletle davranmalı, yanlışlıklarını gördüğünde münasip bir dille uyarmalıdır.
Kul hakkından şiddetle kaçınmalı, Allah’ın huzuruna diğer insanların hakkı ile çıkmaktan korkmalıdır.
İnsanın dışındaki tüm diğer varlıklar ile dost olmalı, onları, Yaratıcılarından ötürü sevmeli ve kendisine emanet edildiğini bilip iyi davranmalıdır. Hayvanlar ve tüm diğer canlılar, hepsi bu cümleden ele alınmalıdır. Çevre, acımasızca tahrip edilmemeli, hayvan nesillerinin devamına titizlik gösterilmeli, tabiatta var olan dengeye, onu bozucu tarzda müdahale edilmemelidir.
En son olarak insan kendi ile dost olmalıdır. Kendi ile barışık olmalı, niçin yaratıldığının farkına varmaya çalışmalıdır. Bunun için kendine lüzumlu bilgiyi hangi kaynaktan alacağını çok iyi bilmeli ve varoluşunun sırrını kavramaya çalışmalıdır. Ümitsizliğe hiçbir zaman düşmemeli, her işinde Rabbine iltica etmeli ve O’na güvenmelidir.
Özetle tarif etmeye çalıştığımız bu insanla ilgili çok daha fazla özellik sayılabilir kanaatindeyim. Fakat bu dört madde, alt başlıkları ile birlikte bizlere bir hareket noktası verecektir kanaatini taşımaktayım.
Mülakat: İbrahim Ethem Gören
(*) Bu mülakat Boğaziçi Bülteni 28’inci sayısında yayınlanmıştır.