Mevlânâ Celaleddin Rûmî Hazretleri’nin şu sözleri ile yazımıza başlamak istiyorum;
Dünle beraber gitti cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…
Tabiri caizse her gün yeni bir dünyaya uyanıyoruz.
Geçmiş dönemlerde zaman çok hızlı akmazdı. Yavaş yavaş, belli olaylar çerçevesinde dünya şekil bulmaya başlar; değişim, yıllara hatta yüzyıllara sâri bir şekilde tezahür ederdi.
Mesela barut 9. yy da Çin’de bulundu fakat İstanbul’un fethinde kullanılan büyük topların yapılış tarihi 15. yy idi.
Sanayi devrimine kadar dünyanın değişimi ve dünyadaki hayat bugüne göre çok yavaştı. Ancak sanayi devrimiyle birlikte bu akış ciddi bir hız kazandı ve bu hız her geçen gün daha da arttı.
1500 yılında dünya nüfusu yaklaşık 500 milyon idi. Bugün bu sayı 7 milyar civarında
1500’lü yıllarda insanlar tarafından üretilen mal ve hizmetlerin toplamı bugünkü dolar üzerinden 250 milyar dolar diye hesaplanmaktadır. 2009 Rakamlarına göre yıllık üretimin 60 trilyon dolar olduğu belirtiliyor
Bazı kaynaklara göre Britanya’nın 1720’de pik demir üretimi 25 bin ton olduğu ifade ediliyor. 1800 geldiğimizde bu 200 bin tona ulaşmış.
Yani 80 yılda 8 kat üretim olmuş. Ancak 1880’e geldiğimizde bu rakam 7 milyon 749 bin tona varmış. Yâni tam 39 kat artış yaşanmış.
Dokuma sektöründe 1829-1831 arası dönemde 225 bin el tezgahı bulunurken makine düzeniyle çalışanlar ise 60 bin imiş.
1844-1846 yılları arasında bu sayılar tam tersi olmuş. El tezgahları 60 bine inerken makineli olanlar 225 bine çıkmış.
Bu artış hemen her yerde bu şekilde olunca ortaya çıkan üretim fazlası tabiidir ki bütün dünyayı kasıp kavurdu. Ve Osmanlı da olduğu gibi sanayisini yeterli düzeyde dönüştüremeyen ve geliştiremeyen ekonomiler bu baskı altında kaldılar ve nisbî olarak gerilediler.
Ekonomik anlamda nisbi olarak geride kalmanın sebebi olarak sömürgecilik, ticari yolların değişimi vs gibi başka noktaları saymak mümküm. Fakat konumuzun ana fikri o olmadığı için bu safhada o sebepleri çok detaylı değerlendirmeden geçebiliriz
Yine 1880’li yılların başına kadar bugün petrol olarak bildiğimiz kara çamur, sadece yağ lambalarında kullanılıyordu.
Alman Mühendis Gottbieb Daimler’in kullanılabilir petrollü motoru yapması yeni bir çağı başlatmış oldu.
Bundan sonra hızla gelişen çalışmalar neticesinde 1900’ların başında Amirallik birinci Lordluğuna yükselen Winston Churchill, İngiltere’de petrol kullanan donanma talebini ciddi bir programla hayata geçirmeye başladı.
Ve bu sayede sadece I. Dünya Savaşı’nın değil 20. Yüzyılın galiplerini de belirleyen süreci şekillendirilmiş oldu.
Ancak burada çok kritik bir konu var; Geldiğimiz bu noktada yeni çağlara yön veren güç merkezlerinin neler olduğunu çok iyi anlamamız gerekiyor.
Sanayii Devrimini anlamayan, petrol çağının başladığını göremeyen yönetimler ve devletler tarihe karışmak zorunda kaldılar
Bundan sonra da dünyanın önünde açılan fırsat pencerelerine odaklanmayanları bekleyen akıbet de bundan farklı olmayacaktır.
ÖNEMLİ OLAN NEYİN İHTİYAÇ OLDUĞUNA KARAR VERMEK VE ÇÖZÜM ÜRETEBİLMEKTİR
Tarih içinde her dönemin kendine göre ihtiyaçları ortaya çıkmış ve üretilen iyi çözümler insanlığın kırılma noktalarını meydana getirmiştir.
Silahta topun kullanılması, ulaşımda demir yolu, enerjide buhar sistemi hep bu kırılma anlarına önemli örneklerdir.
Hızla ilerleyen takvimde seri atışlı ve yivli topları üretemezseniz, demir yolunu uçakla entegre edemezseniz, sınırlarınız içinde petrol bulunsa bile bunu kullanılabilir ürün haline getiremezseniz içinde yaşadığınız çağa yetişemez ve sadece pazar olarak kalırsınız.
Takdir edersiniz ki burada teknolojiyi iyi takip edebilmenin yanında onu üreten olmak zorunluluğu vardır. Aksi durumda bunun bedeli büyük oluyor.
Sanayileşme dalgası malum olduğu üzere öyle bir gelişme gösterdi ki Endüstri 1.0, 2.0, 3.0, 4.0 gibi safhaları gördük. Şimdi de Endüstri 5.0’den bahsediliyor. Artık makineler ve yapay zekalar arası ilişki, gelişmeleri belirliyor.
Küreselleşme dalgası ile gelişmelerin tüm dünyaya anında yayılması mümkün oluyor. Bu gelişmelerin tahmin edilebilmesi için ciddi bir araştırma ve öngörü şart.
Bu tarz işleyen beyinler olmaya gayret etmemiz gerek. Yetişmesi için ortam hazırlamalıyız, teşvik edici olmalıyız.
Toplum önderi olmak bunları gerektiriyor.
Bulunduğumuz yerde, etrafımıza hep geçmiş ve gelecek perspektifi ile bakabilmek çok önemli.
Gelişen endüstrilerde, ülke ve toplumlarda bunları görüyoruz. Tabii günlük sorunlarınız çok olunca orada boğulma tehlikesi de fazla oluyor.
Günlük telaşın dışına çıkıp ufka bakabilmeyi becermek lazım.
DEĞİŞİME UYUM SAĞLAYANLAR AYAKTA KALABİLİYOR
Bugüne kadar uluslararası rekabeti belirleyen süreçlerin tesadüfî değil bizatihi çağı anlamak ve yeni gelişmeleri yakından takip etmekle gerçekleştiği birçok örnekle net olarak görülmüş.
Bir söz vardır; “Hayatta kalan türler güçlüler değil değişime uyum sağlayanlardır.”
Dünya her zaman yeni bir değişimin eşiğindedir. Bu değişimler yeni fırsatlar getireceği gibi yeni riskleri de önümüze çıkaracaktır.
Son yıllarda ismini çokca duyduğumuz Yuval Noah Harari 21. Yüzyıl için 21 Ders adlı kitabında gelecekle ilgili şöyle bir öngörüsünü naklediyor:
“Soğuk savaş bitti. Liberal hegemonya dünyaya hakim olmaya başladı.( Tabii bu kendisinin görüşü ve üzerinde çok ciddi olarak durulmalıdır) Fakat son yıllarda milliyetçilik fikri ülkelerde ciddi ciddi ön plana çıkmaya başladı ve gittikçe yükseliyor. Bu genel çerçeve içinde yeniden kuvvetlenmeye başlayan 3 büyük sorun var:
NÜKLEER TEHLİKE; Milliyetçiliğin gelişmesi ile ülkeler nükleer silahları daha fazla önemsiyorlar. Bu önemli bir tehlike. Harari’ye göre Rusya ve Çin’in güçlenmesi de bir başka tehlike..
EKOLOJİK ZORLUK: Teknolojinin gelişimi, fosil yakıt kullanma alışkanlığı sera gazı salınımını arttırıyor. Gübrelemede fosfor kullanımı nehirleri ve suları zehirliyor. Fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjilere geçebilmek gerek..
Buralardan güneş ve rüzgara bir dönüş olursa bu hammaddelerle ekonomisini döndüren ülkeler çok zayıflarlar bu da ayrı bir sorun oluşturur. Fakat ekolojik tehlike önemli, buna da acil olarak çözüm bulmak icap ediyor.
Burada araya girip şu hususa temas etmeden geçmek de mümkün değil: Dikkatlice bakıldığında tüm bu sorunları insanlığın başına musallat edenler endüstrileşme yolunda insana ve tabiata gerekli özeni göstermeyen kesimler ve ülkeler.
Bugün yine bu ülkeler dünyanın başına dert ettikleri bu sorunların çözümü için çaba harcıyor görünüyor. Bu noktalara bile dikkatli yaklaşmamızın önemli olduğu üzerinde hassasiyetle durulmalıdır
TEKNOLOJİK ZORLUK: Biyomühendislik ve yapay zeka, bunları yetkin bir şekilde kullanan kesimleri daha üst seviyelere taşıyor ve yeni yaşam stillerini ortaya çıkarıyor.
Bu durumun ortaya çıkardığı ayrı sorunlar da var. Bu 2 gelişme zamanla ortaya insangillere özgü kalıpları tamamen yıkan bedensel fiziksel ve zihinsel nitelikte varlıklar ortaya çıkarabilir.
Son dönemlerde zeka ile bilinçin ayrılması tehlikesi belirdi. Mazallah ortaya çıkabilmesi muhtemel olan çok zeki fakat bilinçten yoksun varlıklar büyük tehlike olabilir…
Dolayısıyla teknolojik gelişme konusunda herkesin kabul ettiği ahlakî kurallar koymak gerekiyor. Yoksa bu insanlığın sonu olabilir.
Mesela bugün ChatGPT ile üretilen metinler, tezler ve ilmi çalışmalar nerdeyse insanların zihni emeklerinin ciddi bir değer kaybına yol açacak gibi görünüyor. Bu gidişin ahlakî yönünün de çok acil bir şekilde oluşması şart.
Ayrıca makinaların ve robotların hayatlarımızda her gün daha fazla etkili olduğu bir devrede insanoğlunun o hiçbir zaman önemini kaybetmeyen RUHU, KALBİ VE MANEVİ YÖNÜ gibi temel meselelerin önemini de daha iyi idrak etmemiz gerekiyor.
Makinalar, robotlar, yapay zekalar belki çok mükemmel şeyler yapabiliyorlar. Fakat onlar bu kadim değerler olan ruhun, Kalbin (yani Fuad’ın) yerine geçebiliyorlar mı? Elbette ki hayır…
O zaman bu insana ait değerlere daha fazla sarılmamızın önemi aşikar bir şekilde ortada duruyor…
Harari yukarıda da özetlediğimiz üzere bu üç düşmana özellikle dikkati çekiyor ve insanlığın bunlara karşı birlik olmaları gerektiğinin altını çiziyor.
Dünya gezegeninde yaşayanlar bu birlikteliğe önem vermeliler. Kendi ülkelerinin siyasetlerine önem verdikleri oranda küresel meselelere de önem vermeliler diyor.
Yukarıda Harari’nin de dikkatimizi çektiği iklim değişikliği, kuraklık, doğal kaynakların azalması gibi bir dizi zorunluluk ekonominin ritmini değişime zorluyor.
Harari’nin bu üçlüsünün yanına, cümlelerin arasında da açıklama tarzında ifade etmeye çalıştığımız gibi, gelişmelerin her daim merkezinde olan insanoğlunun ruhuna, manevi ve ahlaki özelliklerine önem vermeyi ihmal etmemeyi, bir de tüm insanlığın birbirlerinin insanca yaşama haklarına saygı ve hassasiyet göstermeleri hususunu ilave etmemizin önemli olduğunu düşünmekteyiz.
İnsanoğlu ve ülkeler güç sahibi oldukça maalesef HAK VE HUKUKU BİR KENARA koyuyorlar.
Örnek; Doğu Türkistan Zulmü. Örnek; Gazze zulmü. Örnek; Bosna’da bir dönem yaşanan zulümler…( Maalesef tarihi süreçte bu örnekleri çok daha fazla artırabilmemiz mümkün)
SON DÖNEMLERDE GÜNDEMİMİZE YENİ YENİ MESELELER GİRDİ
Yine çok yakın bir zamanda karşı karşıya kaldığımız COVİD-19 SALGINI süreci de ekonomik ve sosyal hayatımızda daha önce bu kadar da yer almayan bir dizi meseleyi gündemlerimizde ön sıralara taşıdı.
Pandemi, ekonomik kriz, savaşlar gibi küresel buhranlar; blockchain, dedolarizasyon, yapay zekâ, metaverse gibi teknolojik ve ekonomik hadiseler hem riskleri hem de fırsatları içerisinde barındırıyor.
Bu süreçlerde iş yapma biçimleri çok hızlı bir şekilde değişti, online ilişkiler bir çok alanda gündemin en ön sıralarında yer bulmaya başladı.
Mesela bu yeni gelişen blockchain misali mübadele araçları, doların yerine geçmesi muhtemel olabilecek para sistemleri ve belki yarın daha başka araçlar önümüzdeki dönemlerde dünyanın gündeminde ciddi yer bulabileceklerdir..
Tüm bunların da ortaya çıkaracağı yeni meseleler bizlerin de gündemini etkileyebilecektir
Yine bir örnek olarak Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin keşfi olan BioNTech-Pfizer aşısını bularak çağa damga vurmalarını ciddi bir şekilde değerlendirmemiz gerekiyor.
Aslında bu iki isim, bizim vatandaşlarımız olarak okullarımızda okudu. Eğitimlerini burada aldı. Ancak pandemide ortaya çıkan fırsatı değerlendirdikleri ülke Almanya oldu.
Bu da bizim üzerinde durmamız gereken çok önemli diğer bir boyut.
Dünyadaki gelişmelerin SWOT analizlerini yâni risk ve fırsat analizlerini yapan fütürülog ( gelecekle ilgili yararlı fikirler üreten) beyinler; bireylerin, şirketlerin, toplumsal yapıların uğrayacağı değişimleri hesaplayabiliyorlar.
Ve ona göre hukuku, küresel ilişki ve organizasyonları da şekillendirilmesinde önemli katkılar sağlayabiliyorlar.
Bunları bizler yapabildiğimizde ise, işte o zaman yeni çıkan krizlerden, yüzyılın fırsatları olarak istifade edebiliriz.
Bu hususları, hep beraber, hem kişisel boyutta, hem kurumsal boyutta, hem sektörlerimiz boyutunda, hem STK’lar boyutunda, hem de ulusal ve uluslararası boyutlarda değerlendirmeye çalışmalıyız.
Şüphesiz bu anlamda ülkemizin kalkınması Ar-Ge, inovasyon ve teknoloji altyapısının geliştirilmesine bağlıdır.
Bu altyapının geliştirilmesi de bilimsel araştırma ve geliştirme ekosisteminin oluşturulması ve kapasitesinin artırılmasıyla mümkündür.
Özellikle de Türkiye’nin beyinlerine sahip çıkılması, onların geliştirilmesi ve önlerinin açılması için her kurumun üzerine düşeni fazlasıyla yapması gerekiyor.
Yani hepimizin zihinlerinin bir bölümünü fütürologlar gibi çalışabilmesi ve çevremizdeki kişi ve yapıları bu yönlere doğru kanalize edebilmesi icap ediyor…
Özetle ifade etmek gerekirse ; günümüzde gündemde olan konulara dikkat ettiğimiz gibi hatta ondan da fazla bir şekilde yarının muhtemel konularına da hem mikro hem de makro düzeyde ciddi oranda kafa yormamızın önemli olduğunun altını çizmeye çalışıyoruz.. Bu arada gelişmeleri takip etmek kadar, onların varabilecekleri noktaları iyi bir şekilde kavrayabilmek, gerektiği zamanlarda yönlendirebilmek, ortaya çıkabilecek muhtemel problemlere karşı tedbir alabilmek de ciddi şekilde önem taşıyor..
Yazının başında da kısaca anlatılmaya çalışıldığı üzere, tarihi süreçte bulundukları şartların ötesini düşünebilenlerin ortaya koyduğu fikirler, açtığı ufuklar insanlığın gelişmesine yol açmıştır. Bu yeni açılan yolların üzerinden giden ülkeler ve topluluklar da diğerlerine göre daha avantajlı noktalara gelebilmişlerdir.
Sözlerimizi Hz. Mevlana’nın dediklerinden ilham alarak bitirirsek; yaşadığımız zamanın özelliklerine karşı daima yeni bir şeyler söylemeye ve yapmaya çalışalım ki inşallah yarınımız bugünlerden daha iyi olsun.