KUŞATICI BİR İTO’YA DOĞRU

İstanbul Ticaret Odası 1882 yılında Sultan Abdulhamid’in direktifleriyle o zaman Osmanlı Devleti’nin payitahtı olan İstanbul’da, Dersaadet Ticaret Odası adıyla kurulmuştu. . Bu önemli kurumun kuruluşundan günümüze 136 yıl geçmiş bulunuyor.

Dersaadet Ticaret Odası’nın kuruluş döneminde iştigal alanı tüm İmparatorluk sınırlarını kapsamaktaydı. Bugün ile mukayese edersek Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) yaptığı çalışmalar, kurulduğu dönemde Dersaadet Ticaret Odası tarafından deruhte ediliyordu.

1950’li yılların başına kadar Anadolu’da bir çok şehirde bu tarz odalar kurulmuş olmasına rağmen lider kuruluş yine İTO idi.

TOBB’un kuruluşu özel bir kanunla gerçekleşmiş 8 Mart 1950 yılında bu yapı teşekkür ettirilmiş ve Türkiye dahilindeki tüm oda ve borsalar Ankara’daki TOBB’a bağlanmıştır.

Osmanlı’da Batılılaşma tercihi çerçevesinde bir çok kurum Batı’daki ve o dönem için daha çok Fransa’daki örneklerinden esinlenerek oluşturulmaktaydı. Dersaadet Ticaret Odası da kendi döneminin şartları içerisinde Fransa’daki oda yapısı dikkate alınarak teşekkül ettirilmişti.

1882 Yılında kurulmuş olmasına rağmen Dersaadet Ticaret Odası bir çok fonksiyonu itibariyle daha önceki dönemlerde var olan Gedik ve Lonca yapılanmasının bir tür devamı mahiyetindeydi. Bahsettiğimiz kurumlar kendi dönemlerinde hem mesleki birlikteliği sağlıyorlar hem de mensuplarının ticari ve ahlaki gelişimleri ile ilgileniyorlardı. Osmanlı Döneminde uzunca bir süre lonca ve gedik sistemleri tüccar ve zenaatkar kesimin organizasyonunda ve devletle ilişkisinde önemli rol oynamıştı.

Lonca sisteminin öncesinde ise kökü 1200’lü yıllara kadar giden Ahi’lik sistemi, bulunduğumuz coğrafyalarda hakimiyet sürmüştü. Ahi Evren tarafından ilk olarak teşekkül ettirilen bu sistemin dayandığı temel de hem ticaret ve zenaat erbabını eğitmek, hem onları organize etmek, hem de gerektiğinde Devletin üst kurumları ile bağlantısını sağlamaktaydı. Ahilik sistemi kendinden sonra gelen Lonca sistemine önemli bir alt yapı oluşturmuştu.

Ahilik kurumun arka planında bir tür tasavvufi bir mahiyet de bulunmaktaydı. Biraz daha gerilere gittiğimizde ise benzer bir yapılanma olan Fütüvvet teşkilatını görmekteyiz.

Fütüvvet ruhunu daha iyi anlayabilmek için bu yapıların ana felsefesini tasvir eden fütüvvetnamelere bakmak icap eder.

Bu yapıların hepsinin de kökü Horasan erenlerine kadar uzanır. Bu yapılar, Türklerin Orta Asya’dan batıya doğru yol aldığı yüzyıllar içinde özellikle İslam ile müşerref olduktan sonra toplumun adeta çimentosu vazifesini görmüşlerdir

Ahiyan-ı Rum, Baciyan-ı Rum, Gaziyan-ı Rum ve Abdalan-ı Rum dörtlüsü bu kurumların geniş ilgi alanını da gözler önüne sermektedir.

Doğudan batıya doğru dalgalar halinde gelen bu insan toplulukları sessiz fetihleri bu şuur ile yapmışlardır.

Daha da geriye gittiğimizde zihniyet itibariyle Hz. Peygamber Efendimiz (as) döneminde oluşturulmuş olan Hisbe teşkilatına kadar varabilmemiz mümkün. Bu teşkilatı anlamaya çalışırken yapacağımız incelemelerde ’emr-i bil maruf nehyi ani’l münkeri’ kendine gaye edinmiş insanların toplumun düzenini sağlamaya çalıştıklarını açıklıkla müşahade edebiliriz.

Hz. Peygamber (as) ilk Muhtesib olarak anılmaktadır. Kendisi Peygamber olmasının yanısıra hem tacir, hem devlet başkanı hem de insanları Hakka ve hayra çağıran bir kişi idi. Bir gün pazara teftişe gittiğinde bir dükkanda buğday çuvalına elini sokmuş alt tarafların nemli olduğunu görünce satıcıyı uyarmıştı. Burada söylediği söz konumuzun adeta ana temasını oluşturmaktadır. ‘ ‘Bizi aldatan bizden değildir’

Çok özet olarak yaptığımız bu tarihi yolculuk bize, bugün ticaret ve sanayii erbabının mensubu olduğu odalar ve borsaların arka planında geçmişten günümüze kadar gelen bu ruhun bulunduğunu( veya bulunması gerektiğini) göstermektedir

Önümüzdeki günlerde seçimleri yapılacak olan Türkiye’nin muhtelif yerlerindeki oda ve borsaların ve hususiyle bizim de içinde bulunduğumuz İstanbul’daki Ticaret ve Sanayii Odaları ve Ticaret Borsalarında vazife almak isteyen adaylarımızın bu mirası devralmaya aday olduklarının özellikle bilincinde olması gerekmektedir.

Bu adayları seçecek olan mensuplarımızın da adaylarda bu vasıfları görmek isteyecekleri tabiidir.

Bugün odalara baktığımızda dar anlamıyla konuyu değerlendirirsek Devlet adına bir tür genişletilmiş Noterlik kurumu gibi bir fonksiyon görmekte olduklarını ifade edebiliriz..

Odalar kanunla kendilerine verilmiş olan sicil işlemlerini yapmakta ve Devlet adına üyelerine bazı belgeleri düzenlemektedir. Ortaya çıkan ihtilafları hal yoluna koymakta, bilirkişilik vazife yapmakta ve üyeleri ile merkezi hükümet adına bir tür bağlantıyı sağlamaktadır.

Bu noktaya geldiğimizde konumuzu biraz daha daraltarak İTO özeline doğru kaydırmayı arzu etmekteyim

Geçen günlerde İTO Meclisi’nde yaptığım bir konuşmada da değindiğim üzere yukarıda izah etmeye çalıştığım bu fonksiyonu dar kapsamda bir Oda faaliyeti olarak tanımlayabiliriz.

Fakat bir de Oda faaliyetlerini geniş kapsamlı tanımlamak gerekirse, özellikle İTO çerçevesinde ifade etmeye çalışırsak, İstanbul’daki yaklaşık 400000 civarında üyenin tüm mesleki ve ahlaki yükü bu odanın üzerindedir diyerek başlayabiliriz.

İTO’nun mevcut ana omurgası dışında çok geniş bir ilgi alanı mevcuttur.

Büyük ortağı olduğu Dünya Ticaret Merkezi yaklaşık 500 dönümlük bir alan üzerinde paydaşları ile birlikte çok önemli bir fuar ve ticaret merkezi olarak faaliyet gösterme potansiyeline sahiptir.. Bu merkezin Dünya Ticaret Odaları içinde de etkin bir rolü bulunmaktadır. Bu yapı içindeki Fuar ve sergi alanlarında hemen her sektörle ilgili fuar organizasyonları ve çeşitli etkinlikler yapılmaktadır. Bu yapının Anadolu’da belli şehirlerde de bağlı birimleri bulunmaktadır.

Fakat olması gerektiği noktanın neresindedir? Bu soru üzerinde genişçe düşünmek icap eder. Bu kurumun istendiği ölçüde yararlı olabilmesi için ayağında var olan prangaların çözülmesi gerekmektedir. Bu prangaların çözülmesi sürecinde iktisadi, siyasi ve hukuki çerçevede etkin ve samimi bir desteğin ve gayretin gösterilmesi zorunludur..

İlave olarak İstanbul Sanayi Odası (İSO) ile birlikte kurulmuş bulunan İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) de Türkiye’nin Avrupa ile entegrasyonunu sağlamayı amaçlayan çok önemli bir kurum olarak yine İTO’nun önemli aktivitelerinden birisidir. Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde girdiği yeni yol çerçevesinde İKV’nin de fonksiyonunun belki de yeniden tanımlanması icap etmektedir. Tabii İTO’nun buralarda üst kurum olan TOBB ve diğer odalarla koordineli çalıştığı gözden uzak tutulmamalıdır.

İTO’nun yaşlılık dönemlerinde imkanı olmayan mensupları için kurmuş olduğu Huzur evi Vakfı, yine bir dönem önemli bir hizmet görmüş, şu an atıl durumda bulunan Esnaf hastanesi ile de tarihte ciddi hizmetler yapmıştır. Onların fonksiyonlarının da yeniden gözden geçirilmesi elzemdir.

İTO 2001 yılında kurduğu İstanbul Ticaret Üniversitesi ile de odalar içinde bu alanda da öncü bir kurum olma vasfına sahip olmuştur. Üniversite hem ticari hayat hem de akademik dünyaya önemli katkılar sağlamış ve etkin bir yönetim ile daha da fazla katkı sağlayabilecek bir potansiyele ulaşmıştır. İTİCU’nun İTO sistemi içinde eksen bir rol oynamasının sağlanması gerekmektedir. Bunun için de ilmi faaliyetlerin önemine vakıf bir kadronun İTO’da yönetimde olmasının önemi inkar edilemez

Bugün İstanbul’da aktif olarak faaliyet gösteren birçok kamu ve kamu yararına dernek ve vakfın yönetimlerinde İTO yer almaktadır. Bu kurumların belli bir yöne doğru yönlendirilmesinde geniş açıyla ve stratejik bakan bir İTO’nun çok önemli bir sinerji oluşturabilmesi mümkündür. Turizmden, kültüre, eğitimden sanata, spordan sosyal aktivitelere kadar hayatın neredeyse her alanında İTO etkin olabilme potansiyeline sahip bir yapı ve ilişki ağı içindedir.

İTO Eğitim ve Sosyal Hizmetler Vakfı İstanbul Ticaret Üniversitesinin kurucu vakfı olarak çok önemli bir fonksiyon görmekte onun yanı sıra sosyal hayata yönelik üyelerine çeşitli hizmetler üretmektedir. Fakat bu vakfın potansiyelinin de daha iyi değerlendirilmesi mümkündür. İTO Vakfı, Cemile Sultan tesislerinde üyeleri için gerçekleştirdiği kahvaltı, yemek ve sportif hizmetlerin yanı sıra, iştigal alanında yer alan eğitim ve kültür hizmetlerini daha kuşatıcı bir çerçevede ifa etmeye yönelik etkin çalışmalar yapmalıdır. Vakfın sahip olduğu imkanlar geniş İTO perspektifinde daha verimli bir şekilde kullanılmalıdır.

İTO sadece İstanbul’da değil belli bir ağırlıkta temsil edildiği TOBB’da da daha etkin olmalıdır. Bağlı kuruluşlarıyla birlikte çok geniş bir alana hitap eden TOBB bünyesinde İTO, Gümrük kapılarının reorganizasyonunu sağlayan GTİ’den, fonksiyonunun belki de yeniden tanımlanması gereken UMAT’a, KOBİ A.Ş’den TSE’ye, oradan Dünya Odalar Federasyonuna kadar çok geniş bir yelpaze içindeki çalışmalara da daha fazla katkı sağlayabilecek bir konumdadır

Bu yazının hacmini kifayet etmeyeceği genişlikte bir hizmet potansiyeline direk ve dolaylı yoldan sahip olan İTO’nun bu hizmetlerini belli bir felsefe ve belli bir büyük gaye altında ifa etmesi bu kuruma çok daha büyük bir değer kazandıracaktır. İTO geçmişte Dersaadet Ticaret Odasının tüm ülke için ifade ettiği değere neredeyse eş değerde bir hacme sahiptir. Bugün TOBB içindeki organizasyon şemasında 350 küsür odadan biri gibi görünmekle birlikte, aslında geçmişten günümüze taşıdığı ağırlık ve bugün ulaştığı seviye itibariyle, ülkenin neredeyse yarısına yakın bir iktisadi büyüklüğünü harekete geçirebilecek bir yapıdadır.

Bunu gerçekleştirebilmek için İTO yöneticileri İTO’yu ‘Büyük İTO’, veya ‘Potansiyelinin gerektirdiği gibi çalışan İTO’, olarak değerlendirmesi gerekmektedir.

Bu büyük düşünen İTO’nun köklü bir felsefesi olmalıdır. İlişkide olduğu tüm kurumlarda İTO adına faaliyet gösteren kişiler bu üst felsefeye bağlı faaliyet gösterebilmelidir. İTO’nun başkanı ve yönetimi de yine tüm bu üst felsefeyi özümsemiş kişilerden oluşmalı ve bu kişiler kurumu ve bağlı yapıları bir orkestra şefi gibi ahenkli bir şekilde yönetebilmelidirler.

Önümüzdeki seçimlerde İTO’da yönetim kurulu başkanlığı için kuvvetli aday olarak öne çıkan Şekib Avdagiç bey, gerek 90’lı yıllarda MÜSİAD’da, gerekse de 2005-2009 döneminde İTO’da, birlikte Yönetim kurulu üyeliği yaptığımız süreçlerde, bu büyük resmin nasıl olması gerektiğini çoğu kere beraberce tefekkür ettiğimiz bir arkadaşımızdır.

Onun adaylığı bence bu dönemde odamız ve iş dünyamız için güzel bir gelişmedir.

Türkiye’nin içerde ve dışarda kıskaca alınmaya çalışıldığı bir devrede, Devlet yönetiminde bu kıskacı kırmaya çalışan, topluma, ülkeye ve daha geniş olarak mazlum coğrafyalara ümit olan bir liderlik altında, İTO’da da bu tarz bir kişinin iş başında olması inşallah çok yararlı olacaktır

Tabii sadece tek bir kişiyle bu çalışmalar başarılı bir şekilde yürütülemez. İTO Meclisinde ve meslek komitelerinde bulunacak arkadaşların önemli bir bölümünün de bu yüksek ideali paylaşan kişilerden oluşması büyük önem taşımaktadır. Meclisde ve yönetimlerde daha enerjik, daha donanımlı, gönüllülük ruhu ağır basan, yapacağı çalışmaları büyük resmin içinde anlamlı yerlere oturtan adayların öne çıkabilmesi ve görevler alabilmesi sağlanmalıdır. Enerjisi tükenmiş, İTO çalışmalarını rutin bir tarzda değerlendiren kişilerin de artık yerlerini zaman içinde bu yeni ve daha dinamik kadrolara devredebilmelerinin de yolu açılmaya çalışılmalıdır. Bu son cümlede ifade edilen gerçeğin sadece İTO’da değil tüm odalarda ve TOBB bünyesinde de hakim duruma gelmesi, ülkemizin geleceği açısından büyük önem taşımaktadır.

Özetle, yeni seçimlerde, İTO’nun ve bu tip kurumaların temel felsefesini özümseyememiş veya bu tür meselelere kafa yormamış, sadece herhangi bir çizginin devamı olmayı kendisine hedef edinmiş veya olayları basit ve dar bir oda yönetimi çerçevesinde değerlendirebilmekten öte bir özelliği olmayan kişilere bu görevlerin tevdi edilmesi Türkiye’nin büyük ülke olma idealiyle bağdaşmayacaktır.

Seçilmek isteyen adayların ve onları seçme durumunda olan oda mensuplarımızın, yukarıda özetle ifade etmeye çalıştığımız özellikler çerçevesinde karar vermeleri, ülkesini seven, ahilik geleneğine sahip bir ticari hayatın bu ülkede motor güç olduğuna inanan herkes gibi bizim de en büyük dileğimiz ve beklentimizdir.

Seçimlerin ülkemize hayırlı olmasını diliyoruz…

30 Mart 2018

04.04.2018 Dünya Bülteni

TÜRKİYE’DE GİRİŞİMCİLİK ZORDUR KARDEŞİM…

 

Televizyonlarda yayınlanan bazı dizilerin başlangıcında ‘Bu hikayede ismi geçen kişi ve olayların gerçek hayatta karşılıkları yoktur ‘ kabilinden bir yazı yazıyorlar. Bunun herhalde bir hikmeti vardır diyerek biz de aynı lafı edelim bu yazıya başlarken.

‘Burada zikri geçen olaylar gerçek hayatta aynen yaşanmamıştır’.

Hikayemizde adı geçen kişiler ve yaşanan olaylar tamamen hayalidir, uydurmadır, olamaz, olabilemez…

Bu yazımızda, bu gün artık yaşı kemale ermiş bir girişimcinin her bölümü ayrı bir film konusu olabilecek hayatından bir kesiti aktarmaya çalışacağız. Girişimcilik ( eski tabirle müteşebbislik) ülkemizde son yıllarda çokça kullanılan bir söz olduğundan ve gayet sevecen bir tarzda anlatıldığından, bu sözün büyüsüne kapılarak, aman ben de girişimci olayım diye pattadanak bir işler yapmaya kalkışacak genç arkadaşların, kulakları için küçük bir küpe mesabesindedir bu anlatılacak olanlar, aman dikkatli okusunlar…

Hikayemiz 1997 yılında başlar. Gerçi bahse konu girişimci kardeşimizin film gibi iş hayatının başlangıcı 1980’lere kadar uzanır ama, biz dedik ya bir kesit diye, işte o kesitin başlama zamanı 1997’ler. İmalat işlerinde kullanmak ve küçük ebatlı malzeme taşımak üzere panel van tipi minibüslerin bir ufağı, hani o genelde mahalle aralarında su taşıyan firmaların kullandığı cinsten küçük bir araç alırlar. Bir yandan hafif eşya taşıyorlar bir yandan da firmanın bir yöneticisi sabah akşam bu vasıta ile evden işe, işden eve gidip geliyor.

Yıllar yılları kovalıyor, araç ufak tefek arızalar yapmaya başlıyor, işin niteliğinde bazı değişiklikler oluyor, filan, derken artık bu aracı elden çıkaralım diye karar alınıyor. Son bir bakım ve tamirat yapılıyor ve gazeteye ilan veriliyor. Birkaç kişi geliyor, bakıyor, inceliyor, tamirciye götürüp baktırıyor ve sonuçta bir alıcı ile el sıkışılıyor ve hikayesi anlatılan araç ile 8 yıllık birliktelik sona eriyor.. Yıl 2005

Tabii sona eriyor gibi görünmekle birlikte hiç de sona ermiyor, hala devam ediyor ve belki de uzun yıllar devam edecek gibi görünüyor.

Minibüsü alan kişi parayı oracıkta nakit olarak sayıyor. İki taraf arasında bir kağıda anlaşma şartları yazılıyor; Alan, veren, şahit, imza ve sair gibi ayrıntılar belirtiliyor. Notere gidilmeden, tamamen güvene dayalı bir tarzda işlem yapılıyor ve hayırlı olsun duaları ile araç yeni sahibi ile yola koyuluyor.

Noter işlemi ve ruhsat devrinin bir hafta sonra buluşulup yapılması noktasında mutabık kalınıyor. Buraya kadar her şey tamam gibi görünüyor fakat çok önemli bazı noktalar eksikmiş ki bu alış veriş hikayenin ilk kaleme alındığı 2012 Mayısında bile hala bitmiş değil..

( Hikayemizi bloğumuza koyduğumuz 2021 yılı Mart ayında bu trajikomik olayın neticelendiği ile ilgili bir bilgiye sahip değiliz..)

Günler günleri, aylar ayları kovalıyor minibüsün hala devri mümkün olamıyor. Yeni alan şahıs ha bugün ha yarın derken biraz isteksiz davranıyor. Bu arada minibüsün sürekli arıza çıkardığı lafları dolaşmaya başlıyor karşılıklı telefon görüşmelerinde. Satıcı ben size satarken tüm kontrolleri yaptırdınız, tamircinize gösterdiniz ve kalbiniz mutmain oldu ki aldınız. Sonrasında bir arıza olduysa benim günahım nedir? Diye mütemadien soruyor. Alıcı ise evet haklısın ama ne yapayim araçta problemler var filan diyerek gönülsüzlüğünü ifade etmeye çalışıyor. Devir sırasında yapılacak bir miktar daha masraf bu süreci uzatıyor gibi bir şüphe akıllara düşmeye başlıyor.

Derken yeni sahip, aracı yeğenime verdim o kullanıyor, devri ona yaparız diyerek yeni bir parantez açıyor.

Yahu tamam da alın şunu üstümüzden, yeğenin kaza yapar, başına bir iş gelir, birine bir zarar verir, aracı biri alıp uygunsuz bir iş yapar sonra fatura bizim üstümüze kesilir gibi türlü türlü dil dökmelere rağmen bir türlü aracı üzerinden çıkaramıyor bizim girişimcimiz.

Derken 2011 yılına kadar geliniyor. Artık olay neredeyse unutulmaya yüz tutmaktadır. Fakat insanlar unutsa da tarih unutmaz, kayıtlar unutmaz, maliye unutmaz, resmi kayıtlar hiçbir zaman unutmaz.

Girişimcimiz o aracın üzerine kayıtlı olan şirketinde yeterli bir ticari aktivite yapamadığını düşünerek o şirketi tasviye etmeye karar veriyor. Bir yıllık bir süre içinde prosedüre ait tüm işlemler yerine getiriliyor. Türkiye’de şirket kuranlar ve şirket tasviye edenler bu iki kelimeyle ifade ettiğimiz işlemlerin ne kadar uzun ve meşakkatli olduğunu bilirler. Bir şirket tasviye işlemi bile başlı başına bir hikaye konusu olabilir ama şimdilik o detaya girmeden kısaca değinip geçmekte yarar var.

Sıra, firmanın mal varlığı varsa onun da tasviyesine gelmiştir. Minibus hala şirketin kayıtlarında gözükmektedir. Bu kayıtlardan çıkmalıdır ki şirket kapanabilsin.

Bunun üzerine alıcı olan kişi yeniden aranıyor; Kardeşim biz firmayı artık kapatıyoruz gel şu aracı üstümüzden al, sen de kurtul biz de kurtulalım diye söyleniyor.

Karşıdaki ses; Arkadaşlar ben o aracı başkasına sattım, işlerim de bozuldu, firmamı kapattım ve ticareti bıraktım. Alış verişi yaptığımız şehri de terk ettim…

Eeeee, ne yapacağız?

Valla bilmiyorum, benim sattığım adam da şu an bilmediğim bir konudan dolayı hapse düştü ona nasıl ulaşırım bilemiyorum…

Pekiyi sonra?

Galiba onun bir yeğeni vardı, duyduğuma göre araç ona geçmiş o da biraz kullandıktan sonra araç eskiyince ve bozulunca bir küçük sanayi sitesinin parkına bırakmış. Ben onu sizin için bulmaya çalışayım.

Eh hadi bir umut doğdu diye hafif bir sevinç ile karışık buruk bir gülümseme yayılır müteşebbisimizin yüzüne..

Diğer yanda firmanın tasviye sürecinin devamıyla ilgili işlemler sürdürülüyor.

Firmanın tasviyesi sürecinde bir diğer safha da kapatılacak firmanın maliye ve diğer resmi kuruluşlarla ilgili borçları varsa onların öğrenilip ödenmesi. Bu niyetle maliyeye gidiliyor. Bu sıralar da maliyenin borç yapılandırması dönemidir. Vergi dairesinden borç dökümü isteniyor.

Bir miktar eski borcun varlığı bilinmekte ve onların kapatılması konusunda hazırlık yapılmışsa bile aniden yeni bir şey ortaya çıkıyor..

Zikri geçen araçla ilgili ciddi bir taşıt vergisi gözüküyor kayıtlarda…

Aracı alan kişi aldığı günden itibaren maliyeye hiçbir şey ödememiş. Üstüne üstlük trafik cezaları da ilave olmuş.

Ortaya çıkan rakamın aracın değerinden daha fazla bir seviyeye gelmiş durumda olduğu görünüyor…

Yeni bir kriz hali. Bu arabanın derdi ne zaman sona erecek Allah’ım diye başını elleri arasına alıyor bizim girişimci dostumuz.

Hemen kendine geliyor. “Hayat devam ediyorsa sorunlar da sürüyordur “diye öğrendiği bir özdeyişi hatırlıyor ve bir daha telefona sarılıyor. Karşısında aracı ilk alan şahıs;

Kardeşim sen bu aracın vergileri ile ilgili hiçbir ödeme yapmamışsın, ne olacak şimdi bu iş? Borç bizim borcumuz olarak gözüküyor. Hazır maliye bir fırsat vermişken şunu ödeyiver ve bu iş bitsin..

Telefonun karşısındaki ses; benim 5 kuruş ödeyecek halim yok, aracı verdiklerim de ödeyemez, valla siz ne istiyorsanız onu yapın…

Eyvaaah, iş gittikçe büyüyor, girişimcimizi bir telaş alır.. Şimdi ne yapacak?

Hemen beraber olduğu arkadaşları ile düşünüyor taşınıyor ve şu kararları alıyorlar;

Aracın borcu taksitlendirme ile ödenmelidir. Araç bulunup her ne halde ise geri alınmalıdır. Bulunmazsa çalındı diye emniyete bildirilip yeri tesbit edilmelidir. Tamir edilecek gibi ise tamir edilmeli yoksa hurdaya teslim edilip bu sayede o sevgili minibüsten kurtulunmalıdır.

Bu minval üzere işlemlere başlanıyor. Aracın son kullanıcısı bin bir zahmetle bulunup görüşülüyor. Adam da araçtan ümidini kesmiştir. Muhtemel bulunabileceği yeri söylüyor ve aracı bulursanız hemen size vereyim ben de kurtulayım diyor.

Girişimcimiz artık bunalmıştır. Aracı gidip görecek hali bile kalmamıştır. İş yerinden müdürü ve bir yardımcısı gidip aracı aramaya başlıyorlar. ,

O da ne .. Tarif edilen yerde araç duruyor. Fakat içinde motoru ve sair aksamı yok. Bir kaporta, bir direksiyon, o kadar. Hemen resmini çekip hatıra olarak alıyorlar. İçine bakıyorlar.

Ruhsat bile aracın içinde duruyor. Plakalar üstünde. Sordukları kişiler aman ruhsatı ve plakaları alın ki kötü niyetli birileri onları kötü bir niyetle kullanmasınlar, verilmiş sadakanız varmış ki bu güne kadar kullanmamışlar diye onları teskin ediyorlar.

Eh, beterin de beteri var, en kötü durumda bile insan sevinecek bir şeyler bulmalı bu hayatta değil mi diye kendi kendilerine seviniyorlar.

Aracı hurdaya vermek ve trafikten kaydını sildirmek için bir araştırma yapılıyor. Şöyle bir cevap alıyorlar

Aracın hurdaya çıkması için hurda mahalline teslim edilmesinden sonra maliyeye borcunun tamamı ödenmelidir ki firmanın üzerindeki kayıt düşsün. Taksitlendirme kifayet etmiyor, defaeten borcun ödenmesi gerekiyor.

Eee ne olacak vergi borcu bir hayli fazla?

Vergi borç taksitlerinin sonunu beklese en az 1.5 yıl var. Girişimcimizin sinirleri artık iflas noktasına yaklaşmaktadır. Derken hayatında yapmadığı bir işi yapmaya karar veriyor.

Kredi alacaktır, vergiyi ödeyecektir ve bu işi bitirecektir. Şöyle de bir çıkarsama yapıyor ki; maliyeye taksitle ödeme yaptığında da bir miktar faiz ödemek durumundadır. Ha maliye ha banka diyor ve bir banka şubesine geçmişinden kalan alışkanlıkla sol ayağı ile girip terleye, bunala kredi alıyor.

Bu berbat işten kurtulmak için kendi iradesiyle krediye ve faize bulaşmıştır artık…

Arabanın borcu ödenmiştir. Şimdi gidip aracı bulunduğu yerden alıp hurda mahalline teslim etmek kalmıştır. Girişimcimizin yardımcısı yanına ilk gittiği kişiyi alıp daha önceki siteye gidiyorlar ve hayretle donakalıyorlar.

Araç yerinde yok. Oraya soruyorlar, buraya soruyorlar, belediyeye, çekicilere başvuruyorlar… Nafile..

Araç yok, yok yok…

Şimdi ne olacak? İstişareler başlıyorlar. Trafik muamele işi yapan kişilere soruyor.

Onlar diyor ki; çalıntı ihbarında bulunun, 40 -45 gün araç bulunmazsa trafik size bu araç bulunamamıştır diye belge verir.

Peki bu belge ile araba firmanın envanterinden düşer mi?

Yine istişare, araştırma; el cevap hayır düşmez. Bu durumda firmayı yine kapatamazsınız. Araba trafikten düşer fakat şirketin envanterinden düşmez.

Peki ne olacak?

Siz bu aracı bir kişiye kağıt üzerinde satın, firma envanterinden düşsün, sonra o kişi çalıntı şikayetinde bulunsun. Araç trafik kaydından da düşsün, emniyet arasın, bulunursa hurdaya verir tam kayıttan silinir, bulunamazsa dosya bulunana açık kalır ama şahıs olduğu için bir mahzur teşkil etmez..

Eh bu da bir yol. Peki hadi o zaman satalım bu aracı.

Yakın bir arkadaşa rica ediliyor bu aracı sana satalım deniyor. O da kabul ediyor. “Dostluk peki demekle kaimdir “ derdi bir bilge kişi. Bu sözün hatırlanmasına vesile olacak bir hareket yapıyor girişimcimizin arkadaşı.

Trafik muamelesi yapan bir firmaya vekaletler veriliyor. İşlem başlıyor

Derken bir aksilik daha:

Muameleci noterden arıyor. Beyler bu işlem olmuyor.

Peki niye?

Adı geçen aracın ruhsatında yazan firmanın hakiki ismi.

Eeee problem nedir?

Bu firma şu an tasviyeye girdiği için ismi değişti ve ‘Tasviye Halinde……. A.Ş’ oldu. Onun için bu aracı önce tasviye halindeki firmaya satacağız, onun adına yeni ruhsat çıkaracağız, sonra Tasviye Halinde….. A.Ş’ olarak aracı gerçek kişiye satacağız.

Peki ortada araba yok bu işlem nasıl yapılacak?

Burası Türkiye, olmayan arabayı kayıttan düşemiyoruz fakat olmayan arabaya yeni ruhsat çıkarabiliriz ve satabiliriz diye alınan bir cevap üzerine, tamam kardeşim ne olur bu işi halledin de kurtulalım diyor bizim girişimcimiz….

Birkaç gün sonra girişimcimizin yakın arkadaşının elinde yepyeni bir ruhsat vardır. Meşhur aracımız artık onun olmuştur. Güle güle kullansın…

Aracın satışı sırasında noterdeki satış değeri üzerinden yüklü bir miktar da KDV ödenmiştir. Aracın belki hurda değerinden fazla bir KDV..

Girişimcimiz bu acınası durumda bile espri yapmayı sürdürür. Aracın yeni sahibi arkadaşına takılır: “Kardeşim yepyeni bir aracın oldu. Bize bir baklava al da ağzımız tatlansın. Bır de sakın çocukların bu ruhsatı görmesin. Baba hadi şunu kutlayalım, beraberce bir Boğaz turu atalım veya bak ne güzel minibüs almışsın hadi pikniğe gidelim diye sana baskı yaparlar…”

Hepsi birden acı acı gülerler…

Firmanın tasviye işlemi için gerekli tüm safhalar tamamlanmıştır.

Bu arada son bir detayı daha vermek gerekiyor. Bu aracın trafiğe çalıntı bildirimi yapılması için işlem gerekmektedir.

Bunun için bir ilçenin Emniyet Müdürüne danışalım diye düşünürler, girişimcimiz ve arabanın yeni sahibi(!) olan kişi. Emniyet Müdürüne olayı tüm çıplaklığı ile anlatırlar. Emniyet Müdürümüz düşünür taşınır şu veciz yolu gösterir onlara. Arkadaşlar, bu çok karışık bir iş. Siz bu işi bir trafik muamelecisi ile görüşün. Ben bu işlemi yapamam fakat onlar bu işi becerirler…

Girişimcimiz ve arkadaşı bu hikayenin sonunda kararsız kalmışlardır. Ya artık iyice kontrolden çıkıp gözlerini karartacaklar; Sırasıyla Şehrin Emniyet Müdürüne, Valiye, olmadı İç İşleri Bakanına veya Başbakana kadar çıkarak bu komedinin boyutlarını büyütecekler veya muameleciye başvuracaklar ve araca çalıntı belgesi alarak kayıttan düşürecekler ve sessizce meseleyi halledecekler.. (tabii halledebilirlerse)

Sizce ne yapsınlar?

24 Mart 2021

( İlk olarak 2012 yılında Caf Caf dergisinde yayınlanmıştır)