Son zamanlarda yaşadığımız olaylar birbirine zıt gibi görünen bir çok duyguyu bir arada hissetmemize neden oldu. İnsanın hayatı boyunca belli dönemlerde benzer süreçler vuku bulsa da son dönemde olduğu kadar art arda bazı gelişmelerle karşı karşıya kalmak, içinden geçtiğimiz hali daha derinden değerlendirmeye çalışmayı gerekli kılıyor.
Benden 6 yaş genç olan kız kardeşim Esra bundan dört yıl kadar önce ciddi bir rahatsızlığa yakalanmıştı. Hastalığın seyri içinde çeşitli cerrahi operasyonlar ve ilaç tedavileri gördü. Hem kendisi hem de ailemiz açısından zor bir dönemdi. 2019 Yılının ortalarına doğru hastalığı biraz daha ağırlaşmaya başlamıştı.
2019 Yılının ilk aylarında ailemizde farklı yönde başka bir gelişme yaşanmaya başlamıştı. En küçük çocuğumuz Hatice’ye bir talip çıkmış ve bir yandan da hayırlı bir işte yeni bir sayfa açılmıştı
2019 Yılının Haziran ayının 21’nde Hatice’nin nişanını yaptık. Aynı tarihlerde Esracığım ani gelişen iltihabik bir durumdan ötürü hastanedeydi. Çok arzu etmesine rağmen yeğeninin nişanına katılamadı. Tabii bizler de bir taraftan Hatice’nin nişan törenine sevinirken aklımızın ve kalbimizin bir tarafı da hastanedeydi ve Esra’nın mahzunluğu bizlerin de kalbini buruklaştırıyordu.
Esra’nın bazen hastanede bazen de evde tedavisi devam ederken öte tarafta evlilik hazırlıkları da tüm hızıyla sürüyordu. Tabii bu süreçte duygularımız da karmakarışıktı. Sonuçta evlilik tarihi olarak Eylül ayının 14 ve 22’si tesbit edildi. Damat tarafı Aydın’lı olduğundan ilk tören orada yapılacak 22’sinden sonra da çocuklar kendi evlerine geçecekti. 19 Eylül günü de kına töreni için ayarlanmıştı.
İnsanoğlu ölüm gerçeğini teorik olarak daima gündeminde tutsa da yaşanan hayat içinde ne sağlıklı gibi durana ne de belli bir hastalığı olana bu hakikatı tam olarak yakıştıramıyor nedense.
Biz de Esra’nın hastalığı ağır bir vak’a olmasına rağmen bunu ona yakıştıramıyor, bazen aklımıza gelse de bu başladığımız süreci sanki onunla beraber tamamlarız diye düşünüyorduk. Veya kendimizi öyle inandırıyorduk.
Derken ağustos ayında tablo daha ağırlaşmaya başladı. Biz bazen, acaba bu nikah işini ertelesek mi diye düşünsek de bu ertelemenin özellikle hasta için daha büyük manevi yıkım getireceğine hükmederek hazırlıklara devam ettik. Tabii hazırlık safhasında da sürekli açmaz yaşanıyordu. Yeni evlilerin evleri için yapılan her hazırlık bir sevinç uyandırırken ailenin diğer yanında o gün içinde yaşanan ağrılı ve acılı bir gelişme hazırlık safhasındaki sevincin paylaşılmasını bile bazen gereksiz kılıyordu.
Esra ise arada bir durumun nezaketi ile ilgili uyarılarda bulunuyor; “ Sakın haaa bir şeyleri ertelemeyin. Yapılan hayırlı bir iş. Hayırlı işlerde erteleme olmaz. İnşallah ben de sıhhatim el verdikçe yanınızda olurum diyordu”
Ağustos’un 17’sinde kardeşim Esra’yı son defa olarak hastaneye kaldırdık.
Çeşitli müdahaleler yapılıyor fakat doktorlar lisan-ı münasiple tıbbi olarak yapabileceklerinin neredeyse sona erdiğini ve şu an yapılanların sadece hastayı kısmen rahatlatmaya yönelik olduğunu ifade ediyorlardı.
Bu arada başka bir hayırlı işin daha tahakkuku tam bu araya rastladı. Yeğenim İbrahim ile çok sevgili dostumuz Irmak ailesinin biricik kızı Hatice’nin nişanı 24 Ağustos gecesi yapıldı. Biz o gece ağır durumdaki Esracığımı annemlerle bırakarak içimiz kan ağlaya ağlaya nişana gittik.
Baldızım Halime hanım aile adına bana bir konuşma yapmamı söyledi. Bu halde ne anlatayım Halime demiştim. Enişte, hayat ; sevinci ve hüznü ile bir bütün, içinden ne geliyorsa öyle söyle dedi. Ben de o gece hayatta farklı farklı olayları ayrı parantezler içinde ifade etmemiz gerekiyor yoksa bu işin içinden çıkmak çok zor diyerek hem sevinci hem de hüznü ifade etmeye çalışan bir konuşma yaptım. Belki de hayatımda yaptığım en zor konuşmalardan biriydi. Güleyim mi ağlayayım mı bilemeden bir şeyler söyledim. O toplantıdaki hüznü sevince tamamen hakim kılmadan fakat gönlümün derinlerindeki acıyı da tüm gayretime rağmen saklayamayarak bir şeyler söyledim. Karışık duygularla geçen gecenin sonrasında yeniden hastaneye dönmüştük
Bu olaydan 2 gün sonra 27 Ağustos günü sabaha karşı sevgili kardeşim ruhunu teslim etti. O günün ikindi namazı sonrasında cenaze töreni gerçekleşti.
Hepimiz açısından çok üzüntülü seyreden süreç yeni bir safhaya geçmişti. Dört yıl boyunca ailenin hayatında çok önemli bir yer tutan Esracığım aramızdan çekilmişti. Onun boşluğu nasıl doldurulacaktı?
Taziye ziyaretlerine gelenler, aile içinde ve misafirlerle birlikte çekilen zikirlerin, okunan hatimlerin onun ve tüm geçmişlerimizin ruhuna bağışlanması en önemli gündemlerimiz arasında yer almaya başlamıştı.
Nabi’nin beyitinde geçtiği gibi ölüm hadisesi sonrasında bizler yoğun bir hazan mevsimini iliklerimize kadar hissediyorduk
Ne diyordu şair
Bâğ-ı dehrin hem bahârın hem hazânın görmüşüz
Biz neşâtın da gamın da rûzgârın görmüşüz
Türkçesi de şöyle ifade edilebilir
Biz dünya bahçesinde hem baharı hem de son baharı gördük
Neşenin de hüznün de en kesif halini gördük
İbrahim’in nişanı, Hatice’nin hazırlıkları tam bir bahar havasını gerektirirken kardeşimin vefatı da sanki hazan mevsimini anlatıyordu.
Aile arasında bu süreçte çok zor bir karar almıştık. Hatice’nin nikah programını iptal etmeyecek, sadece “kınayı” ileri bir tarihe erteleyecektik.
Bu sıkıntılı süreçte ailenin bir diğer kısmı da gerek içinde yaşanılacak evin eksikleri, gerekse de diğer hazırlıkları yerine getirmeye çalışıyordu. Yine şairin ifade ettiği bahar havası da bir yandan esmekteydi. Kısa bir süre sonra bir evlilik gerçekleşecekti ve bu evlilik sonrası iki genç yeni bir yuva kuracaklardı. Bu hadise ise adeta bir ilkbahar neşesi içinde olmalıydı ki kurulacak yuva inşallah mutlu bir temele otursun.
Aynı zaman diliminde, aynı geniş sülale içinde, aynı insanlar hem baharı hem de hazanı beraberce yaşamak durumundaydılar.
OLAYIN BİR DİĞER YÖNÜ
Evlilik olayının bir de bireysel bir yönü vardı ki orada da zıt duygular bu sefer bir olay üzerinde birleşmekteydiler. O da özellikle evlenen çocukların anne ve babalarının içinde bulundukları ruh hali.
Anne ve baba olarak bir yandan çok sevdiğiniz evladınızın yeni bir yuva kurmasını, sevdiği insanla birlikte yeni bir hayata kucak açmasını can-ı gönülden istemektesiniz. Bu olayın tahakkuk etmesi için de elinizdeki imkanları seferber etmekten hiçbir zaman kaçınmıyorsunuz. Oturulacak mekanın hazırlanması, eşe dosta haber edilip nikah, düğün gibi törenlerle evliliğin ilan edilmesi, onun öncesinde ailelerin örfüne göre söz, nişan, kına vesair diğer hazırlık törenlerinin yapılması hepsi bu mutlu hadisenin tamamlayıcısı olan organizasyonlar. Gelin olacak kız veya damat adayı da bu süreçte yeni hayatına hazırlanmak ve onun heyecanı duymak gibi bir halet-i ruhiyenin içerisinde.
Fakat evlenecek gençlerin anne ve babalarında çoğu kere sevinç duygusunun dışında ve hatta bunun tam tersi başka bir duygunun da hakim olduğunu görmekteyiz. Bu da derin bir hüzün. Yıllarca beraber olduğunuz, aynı mekanı paylaştığınız ve büyümesi için adım adım ilgilendiğiniz evladınız evden gidiyor. Gerçi onun mutluluğu sizi bir yandan sevindiriyor ve o sevinç derinden duymakta olduğunuz hüznü örtüyor. Fakat yine de içinizden bir şeylerin kopup gittiğini hissediyorsunuz.
Bizim hikayemizde de bu olay benzer şekilde cereyan etti. Üç oğlumuzun birbiri peşi sıra evlenmesinden sonra 2014 yılından bu yana bizim çekirdek ailemiz; hanım, ben ve kızım Hatice’den oluşmaktaydı. O beş yılda çok fazla şey paylaşmıştık. Şimdi o trionun önemli bir halkası ayrılıyordu. Bu ayrılış temelli bir ayrılış değildi. Kızımız farklı bir evin, artık kendi evinin hanımı olacaktı ama gönüllerimiz de beraber olacak kalacaktı. Esasında başka bir taraftan bakıldığında aileye yeni bir oğul kazanmış oluyorduk. Bu da güzel bir şeydi. Tüm bunlar iyi hoş da kızımız evden gidiyordu. En önemli gerçek de buydu. Bu nokta insana bir yandan mutluluk verirken diğer yandan da ciddi bir gönül sızısı oluşturuyordu.
İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ HALE İSİM BULABİLMEK..
Gerek kardeşimin hüzünlü hikayesi, aynı zamanda cereyan eden evlilik serüveni, ilave bir gelişme olarak İbrahim’in nişanı, gerekse de Hatice’nin evliliği konusunda birbirinden zıt duyguları aynı anda yaşıyor oluşumuzu derinden düşünürken, bu üç olayda da çok benzer bir durumun varlığını müşahede etmekteydim. Tüm bu olaylarda gerek yatay gerekse de dikey boyutta birbirine zıt duyguları yaşamıştık
Bu hali nasıl izah edebilirdim?
Bu yaşamakta olduğum halin bir kelime ve/veya kavram karşılığı var mıydı?
Diye araştırmaya başladım.
Kızımın nikah günü gelen misafirlerimize kısa bir teşekkür konuşması yaparken bu halet-i ruhiyemi uygun bir kavram ile izhar etmeyi murat ediyordum.
Derken karşıma AMBİVALANS kavramı çıktı
Neydi ambivalans? Birbirine zıt duyguların aynı anda ya bir kişiye ya da bir duruma karşı bir arada bulunması.
Genelde Psikiyatride rastlanılan bu kelime, edebiyat alanındaki metin incelemelerinde de benzer tarzdaki durumları açıklayabilmek için kullanılıyordu.
Edebiyatta genelde hem aşk, hem de sevgili ile ilgili konularda bu karşıtlığı sıkça görüyoruz. Yukarıda naklettiğimiz Nabi’nin mısralarında bunun bir türünü daha önce zikretmiştik.
Bir başka beyitte Nedim şöyle diyor:
Böyle âteşle gelüp âb gibi geçmekten
Kasdın âzâre mi tatyîb-i dil-i zâre midir
Bu beyitte ise sevgilisinin geliş amacıyla ilgili tereddüdü süren şair Nedim, “sevgilinin (yakıcı) bir ateş ve (çılgınca akan) bir su gibi gelip geçmekten maksadının (kendisini) azarlamak mı, (yoksa) inleyen gönlünü tedavi etmek mi olduğunu (hala) anlayamamakta olduğunu ifade etmek istiyor. Beyitte, “belirsizlik” noktasında, yine olumlu ve olumsuz ihtimallerin söz konusu olduğunu gözlemlemekteyiz.
Bununla birlikte âb ( yani su), “âteşle gelip âb gibi geçmek” bağlamı içerisinde birlikte düşünüldüğünde, sevgilinin gelip geçişinin bu takdirde âteşle gelmek, sevgilinin hışımla gelişine, âteş gibi yakıp geçeceğine işaret etmekte; âb gibi geçmek de, bunu destekler nitelikte, bu geçişin, coşkun akan bir su gibi ne derece hızlı ve yıkıcı olacağına delalet ediyor..Duyguların çeşitliliği ve zıtlığını anlatan farklı bir beyit..
Edebi metinlerde de görülen benzer zıtlıkları bu yazı hacmi içerisinde yeterli addederek sonuç bölümüne doğru gelirsek; .
Ambivalans kavramı ile ilişkilendirerek anlatmaya çalıştığımız bireylerin duygularında veya peşi sıra gelen olayların içeriğinde ortaya çıkan zıtlık konusu ile ilgili en kadim olanı Hayat ve mematın ( ölümün ) daima ve birbirinin adeta peşi sıra yaşanıyor oluşu. Hem birbirinin zıddı gibi duruyor hem de birbirlerini tamamlıyorlar
Yine mü’minin yer yüzündeki hali nasıl olmalıdır sorusunun karşılığında dile getirilen iki kavram var. Mü’min bu dünyada korku ve ümit ( havf ve reca) arasında olmalıdır diye tavsiye ediliyor. Müslüman bir kişinin, bir yandan Allah’ın Rızasını talep ederek, ona mazhar olabilme ümidini her daim muhafaza etmesi gerekiyor. Diğer yandan da istemeyerek de olsa işlediği günahlardan dolayı Allah( cc)’dan hakkıyla korkması ve çekinmesi icap ediyor.. İkisi de aynı anda insanda birleşmeli ki hayatı dengeli bir halde yaşayabilmek mümkün olsun
Çok sevgili kızım Hatice’nin nikahı öncesi, konuklarımıza yaptığım teşekkür konuşmasında, hem aynı dönemlere rastlayan kardeşimin vefatı ve kızımın evlilik sürecindeki, hem de kızı evlenen bir babanın yaşadığı birbirine zıt duyguların ifade edilmesindeki hali anlatabilmek için ambivalans kavramını seçtiğimi ifade ettim. Bunları ifade ederken de başka bazı noktalarda kavramın kullanılış örneklerini vermeye çalıştım.
Son olarak şu hususu ifade ederek yazımı nihayete erdireyim; Bu kavramın gerek Osmanlıca’da gerekse de başka mecralarda kullanılıp kullanılmadığını, kullanıldı ise nasıl ele alındığını merak ediyorum? İlk araştırmalarımda şu ana kadar bir mesafe alamadığımı ifade edebilirim. Fakat bu konuda da gayretlere devam etmek gerekiyor.
ERHAN ERKEN
İSTANBUL 25.09.2019
Yararlanılan kaynaklar:
*Ramazan Arı; NEDİM’İN SEVGİLİ KARŞISINDA YAŞADIĞI TEKİNSİZLİK VE AMBİVALANS; Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 10/16 Fall 2015, p. 127-138
*https://saglik.sozlugu.org/ambivalence/