İdeolojilerin, bir nevi “cennet” diye tasvir ettikleri en mükemmel dönemleri daima “ileride” olagelmiştir. Onlara göre dünya “cennetlerine” ulaşmak için, “gelişme” içindeki insanoğlunun “geriden” alacağı, bazı dersler dışında fazla bir şey yoktur. Evren ile yaptığı savaşta her gün yeni bir galibiyet aldığını düşünen böyle bir zihniyetin varmayı tasarladığı en son nokta, belki ölümü de, evrenin sonunu da “yenebileceği” ve Yaratıcının vasfı olan ölümsüzlüğe ulaşabileceği bir nokta olacaktır.
Marksistler için “altın çağ” adeta bir cennet dönemi gibi tarif edilir. İlkel komünal devre, feodalizm, kapitalizm, sosyalizm ve proleter diktatörlük ile devam eden (ve teoriye göre devam edecek olan) dönemler, ulaşılacak “altın çağ” ile nihayete erecektir. Artık insanın hemcinsini sömürmediği, mülkiyetin olmadığı, mutlak özgürlüğün ve eşitliğin sağlandığı bir dönemdir bu devre…
Güzel günler hep ileri midir?
Batı Avrupa ve Anglo-Saxon ülkelerinde ise liberalizm, demokrasi ve kapitalizm üçgeni içerisinde bazen birinin, bazen diğerlerinin ağırlıkta olduğu coğrafyalarda da, “cennet” idealinin karşılığı “Welfare State” yani “Refah Devleti” olarak tarif edilmektedir. “Mümkün olduğu kadar fazla sayıda insanın mümkün olduğunca fazla mutluluğu” şeklinde ifade edilebilecek bu hale de hep daha ileride ulaşılacaktır. İleride, daima ileride…
Ortaçağ Batı için kötü ve karanlıktır. Engizisyonun ve Hz. İsa’nın getirdiği dini tahrif eden azizlerin hâkimiyeti altında, kitlelerin inim inim inlediği, binler ve onbinlerin mezhep savaşlarında can verdiği geçmişi özlemek, o toplumun insanları için akıldan bile geçirilmesi istenmeyen kötü devrelerdir…
Müslümanların itikadına göre ise mutlak Cennet ancak ahiret âleminde olacaktır. Cennet olarak tasvir edilen özelliklerin en yakın örneklerinin yaşandığı dönem ise Hz. Peygamberin (sav) yaşandığı Asr-ı Saadet dönemidir.
Batı için en karanlık devre, İslâm Dünyası’nın nerede ise en aydınlık dönemidir. Batı için geriye bakmak ne kadar korkunç ise, Müslümanlar için örnek dönemlere bakış hep özlem ve muhabbetle dolu olmuştur.
Tarihi süreçte, içinde yaşanılan dönemlerin daha evvelinde yaşanan zaman dilimleri, her zaman ve her toplum için kötü değildir. İlerideki dönemlerin de her zaman daha iyi olacağı ve insanlara arzu ettikleri “cenneti” getireceği iddia edilemez.
Gerici kim? İlerici kim?
Konunun geldiği böyle bir noktada, tarihimiz boyunca sıkça rastladığımız halen de her fırsatta ulu orta kullanılan, “gerici”, “ilerici”, “mürteci” v.s gibi kavramlarla alakalı olarak rahmetli Cemil Meriç’in yazısından bir bölümü nakletmek istiyorum. “Bu Ülke” isimli kitabında bakınız Üstad neler söylüyor:
“Canavarlarla dolu bir ormandayız. Yolumuzu hayaletler kesiyor. Tanımadığımız bir dünya bu. İthal malı mefhumların kaypak ve karanlık dünyası. Gerçek, kelimelerin arkasında kayboluyor.”
Meydan-Larousse ne güzel tarif etmiş: Gerici: Bir toplumun gelişmesini sağlayacak hiçbir yeniliği istemeyen, her yönüyle eskiyi özleyen ve eski düzeni getirmeğe çalışan (kimse)”. Tarifin tek kusuru bu ucûbenin hangi çağda, hangi ülkede yaşadığını söylememesi.
Murdar bir hal’den muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.
4. Murad’a, Süleyman devrine dön diye haykıran Koçi Bey, Reşit Paşa’ya kadar Osmanlı Devleti’nin bütün ıslahatçıları gerici.
Dante, yaşadığı çağdan iğrenir. Balzac eserini, iki ezeli hakikatin ışığında yazar: Kilise ve krallık.
Dostoyevski maziye âşık. Dante gerici, Balzac gerici. Dostoyevski gerici!
Sözü, yine Cemil Meriç’in sözleriyle bitirelim “Gerici, ilerici… Düşünce hürriyeti ve düşünce namusu, bu mülevves ( kirli, pis, bulaşık) kelimelerin esaretinden kurtulmakla başlar .”
ERHAN ERKEN
Mayıs-Haziran 1998
Çok açıklayıcı bir makale olmuş çok güzel. Tebrik ederim.