”Kapalıçarşı, yerleşim düzeni, dönemlere göre değişen fonksiyonu, içinde ticari faaliyet yapan esnafı, o esnafın kendi arasında oluşturduğu kültürü, buraya alışverişe gelen insan kitlesi ile derinden incelenmesi gereken bir mekan.” Şehir ve Kültür dergisinde yayınlanan “Kapalıçarşı Üzerinden Bir Dönemi Hatırlamaya Çalışmak” başlıklı yazı daha sonra Dünya Bizimde de yayınlandı
İstanbul’da Beyazıt semtinde (bugün artık Fatih olarak anılıyor) yer alan Kapalıçarşı benim çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda üzerimde derin hatıralar bırakmış bir yerdir. Rahmetli babamın1977 yılına kadar Kapalıçarşı’da kuyumcu dükkânı vardı. Nuruosmaniye kapısına varmadan sol tarafta, sondan ikinci sokak Mahmutpaşa’ya kadar uzanan Kuyumcular Caddesi idi. Bizim işyeri o caddenin giriş bölümünde bulunuyordu. Kuyumcular Caddesinin giriş kısmı nedense Terzibaşı Aralık Sokağı diye adlandırılmıştı. Muhtemelen eskiden burada terzi malzemeleri satan yerler bulunmaktaydı. Bunu nerden söylüyorum. Babamların döneminde de sokağın bir köşesinde bu tarz ürünler satan bir dükkân mevcuttu ve ben o küçüklük aklımla sanki bu sokağın tüm isim babalığını içimden o dükkâna vermekteydim.
Rahmetli dayım son dönemlerde babamla beraber bizim Terzibaşı Aralık Sokak 11 numaralı dükkânda çalışırdı. İki büyük amcam 1985 yılına kadar aynı caddenin sonlarında Mahmutpaşa’ya çıkmadan Sıra odalar denen bir aralıkta kuyumcular için makine imal ederlerdi. Rahmetli en küçük amcam da bir dönem bilezik imal eden bir atölyede ortaktı ve anlatıldığına göre iyi bir sanatkârdı. Özetle ailenin büyük bölümü maişetini bu çarşıda sağlarlardı.
Okuldan erken çıktığım bazı günler bir sebep icat ederek Kapalıçarşı’daki dükkâna uğramaya çalışırdım. Gerçi rahmetli babam pek gelmemi istemezdi. En büyük gerekçesi ise ‘paranın tadını alıp okuluma devam etmeyeceğim’ korkusu idi. Oysa benim okula devam etme, üstelik okul dışında da kitaplarla haşir neşir olma merakım yaşım ilerledikçe daha da artıyordu. Ama babalık duygusuyla, ya bir gün çarşının cazibesine kapılır da okulu boşlarsam diye içten içe korkuyor ve benim dükkâna gelme isteklerime çoğu kere, bazen de sudan sebeplerle karşı çıkıyordu.
Babamlar Fatih – Nişanca’daki evimizden Kapalıçarşı’ya bazen minibüsle bazen de araba ile giderlerdi. Taksi kullanımı bizimkiler için çok yaygın bir uygulama değildi. Arabayı genellikle bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin önünde o zaman otopark olan yere bırakırlardı. Bugün arabanın bile girmesi yasak olan o bölgede o zamanlar otoparkın olduğunu düşünmek bile şehrin değişimi açısından hayret verici bir ayrıntı sanırım.
Terzibaşı Aralık Sokak ve Kuyumcular Caddesi
Çarşıkapı tarafından Kapalıçarşı’ya girişten, Nuruosmaniye kapısına kadar devam eden geniş cadde Kalpakçılar adıyla anılmaktaydı. Yukarıda da belirttiğim gibi Nuruosmaniye kapısına varmadan evvelki ikinci sokaktan sola sapıldığında Kuyumcular caddesine giriş yapardınız. Bizim dükkânın bulunduğu sokağın adı nedense yukarıda da izah ettiğim gibi Terzibaşı aralık sokağı diye geçiyordu. Sokağın girişinde sağda Hayırlı Kuyumcu, onun yanında rahmetli İhsan Tim amcanın dükkânı, onun bir altında önce Mesut Pişirici’nin sarrafiye daha sonra da Erzurumlu Yılmaz ağabeyin kuyumcu dükkânı bulunurdu. Sokağın sol tarafında en üstte sarraf Mehmet amca, onun altında imalat işleri de olan Vahi Run amcanın dükkânları vardı. Onun bir altında bir dönem Ara ve Sinem Gaboyan kardeşlerin kuyumcu dükkânı yer alıyordu. Vahi Run ve Gaboyan kardeşler pırlanta işi de yapmaktaydılar. Daha sonra o dükkânı bir dönem rahmetli Ömer Özpalaağabey işletti. Ömer ağabey yine babamların yakın dostu olan Sabri Özpala amcanın kardeşi idi.
Bu arada kuyumculuk işine aşina olmayanlar için kısa bir bilgi vereyim: Sarraflar sadece muhtelif boylarda tam, yarım çeyrek Ata lira ve Osmanlıdan kalan Reşat, Hamit gibi diğer türlerde altın paralar satan dükkânlardır. Kuyumcularda ise, bilezik, yüzük, küpe, kordon türünde işlenmiş altın çeşitleri bulunur. Tabii bir de kıymetli taşları alıp satan pırlantacılar ve sadece gümüş işi yapan esnaflar da Kapalıçarşı’da yer alırlar.
Sözü rahmetli Ömer ağabeyde bırakmıştık. Yeniden oraya dönersek;
Ömer ağabeyin bizim aile için en önemli özelliklerinden biri babamla beraber 1972 yılında arabayla Hacca gitmiş olmalarıydı. O dönem Hacca araba ile gitmeye izin veriliyordu ve babamlar da bu fırsatı değerlendirmişlerdi. Şimdilerde büyük insani dramların yaşadığı o coğrafyadan huzur içinde gidip vazifelerini yerine getirerek dönmüşlerdi. Rahmetli Ömer abinin bir diğer özelliği de babamın büyük ağabeyi ile, babamla ve amcamın oğulları ile aynı anda sıcak muhabbet kurabilen bir kişi olabilmesiydi. Benim hatırladığım hepsi rahmetliyi çok severlerdi.
O sokağın en alt köşesinde de bizim dükkân yer alıyordu. Küçük ama benim gözümde çok sevimli bir dükkândı. Dükkânın dış köşesinde de ayrı bir camekanlı bölümü vardı ve orası da adeta ayrı bir ticarethane gibi işlerdi. 1970’li yıllarda o dönemin Tito Yugoslavya’sından gelen turistler kendi ülkelerine 14 ayardan daha yüksek altın götüremediklerinden, babam o vitrini 8 ve 14 ayar ürünlere ayırırdı. Hatırladığım kadarı ile bazen o küçük vitrin içeriden bile fazla iş yapardı.
Aşağı doğru inerken Mahmut Erol Kılıç’ın babası ile amcasının (Rahmetli Şevki ve Ziya amcalar) sahibi olduğu kuyumcu dükkânı, daha aşağıda rahmetli Hacı Hüsnü Uğurlu ve damadı Sabri Özpala’nın dükkânı, yine onun yakınında rahmetli Hayri Ülseven amcanın dükkânı yer almaktaydı. Yolun sonunda hala mevcut olan Çukur Muhallebici diye tabir edilen, caddenin ortasında iki katlı ahşap bir dükkân bulunurdu.
Buradan düz devam ederseniz içinde imalatçıların yer aldığı hanlara ve oradan da çarşının dışına çıkardınız. O imalatçı hanlarda da babamların birçok arkadaşları ve mal alış verişi yaptıkları kişiler vardı. Bilezik imal eden Kenan Özgür amca, Bekir Özpala ağabey, Zincirci Hasip bey vd.
Çukur muhallebiciden sağa doğru sapıldığında ise o yol sizi çarşıdan çıkararak Mahmutpaşa yokuşuna doğru götürürdü.
Sıra odalardaki atölye
Yukarıda da bahsettiğim gibi bu cadde üzerinde yer alan amcamların sıra odalardaki dükkânının adı babamların arasında atölye olarak geçerdi. Babamın büyükleri olan iki amcam orada yüzük ve bileziklerin üzerine desen atmaya yarayan kendi döneminde çok nitelikli bir makineyi imal ederlerdi. İmalat işi ile uğraşanların vazgeçemeyecekleri o makinayı yapan, kendi dönemlerinde neredeyse tek imalatçı bizim amcalardı.
Kalpakçılar caddesi |
Amcamlar atölyede bir yandan torna ve sair makinelerinde işlerini görürler, bir yandan da gelenlerle muhabbet ederlerdi. Burası, imalat dışında sohbet ve muhabbetin de bol olduğu bir mekândı. Musluğundan sıcak su akan bir lavabosu vardı ve özellikle kış günlerinde çoğu kişi burada abdestlerini alırdı. Amcamların tahta namazgahları da küçük bir mescit işlevi görürdü. Atölyede her daim birilerinin elinde çay tabağı ve bardağına rastlamak mümkündü.
Atölyenin diğer müdavimleri arasında Yorgancılar caddesi üzerinde yorgancılık işiyle meşgul olan büyük eniştem, toptan külçe altın işi yapan rahmetli Ceylan Bektaş amca, Rahmetli Şevki ve Ziya Kılıç amcalar ve Özpala kardeşler. Bu saydıklarım dışında daha birçok kişinin de ismini zikretmek belki mümkün ama bu saydıklarım bile ekibin genişliği hususunda bir fikir vermeye yeter sanırım.
Babamların Cuma toplantıları
Atölyeye devam eden ekibin hafta sonlarında özellikle Cuma geceleri düzenli toplantıları olurdu. Bu toplantılar evlerde dönüşümlü yapılırdı. Bizler küçükler olarak bu toplantılar kendi evlerimizle yapıldığında hizmet etmek için büyüklerin arasına katışır ve onların takılmalarına muhatap olurduk. Bu toplantılarda genelde çarşı camiinin o zamanki imamı rahmetli Raif Bahriyeli hocayı hiç unutamam. Çünkü beni ve benim gibi babamların arasında dolaşan o zamanın çocuklarını her gördüğünde yanına çağırıp muhakkak dini bahislerle ilgili bir şeyler sorar ve bizi konuştururdu. Bu sohbetlere katıldığını duyduğum ve gördüğüm hocalar içinde Tevfik Çapacı, İhsan Toksarı, Ali Özek ve birkaç defa da rahmetli Abdurrahman Gürses hocayı hatırlarım.
Çukur muhallebici |
Yine birkaç toplantılarında Kadir Mısıroğlu’nun da geldiğini babamdan dinlemiştim. Hatta bir toplantı sonrası babam Sebil Yayınevi’nin bazı kitaplarıyla eve gelmiş ve yine Sebil dergisine abone olmuştu. Bizim evdeki Sebil dergisi koleksiyonları o dönemden kalma benim açımdan çok önemli dergilerden biriydi. İlk gençlik yıllarımda bazen yazıları anlamakta zorlansam da Sebil okumak nedense bana ayrı bir güven verirdi.
Daha sonraki senelerde babamların bu toplantılarına rahmetli Mahmut Bayram hoca da katılmaya başlamıştı. Mahmut Hoca onlara Tergib ve Terhib adlı bir hadis kitabı aldırmıştı ve düzenli olarak ondan hadis okuyup izahatta bulunurdu. Rahmetli Mahmut hoca babamlara hiç uzun vaaz vermez ve dersi belli bir sürede bitirirdi. “Sizin grubu çok sıkmamak lazım, yoksa işin tadı kaçar, bir daha ya gelmezsiniz ya da beni çağırmazsınız” diye onlara takılırdı. Babamlar da onun bu politikasını hatırladığım kadarıyla çok severlerdi. Kısa bir ders, bazen bir Kur’an-ı Kerim tilaveti ve manası, geriye kalan zamanda da çay ve muhabbet.
Seksenli yıllarda bizler de rahmetli Mahmut Bayram hocanın imamlık yaptığı Horhor Caddesinin sonundaki Kızıl Minare Camii’ne çokça giderdik. İnsan psikolojisinden gayet iyi anlayan enerji dolu bir hoca efendi idi. Allah rahmet eylesin
O dönemin esnafı sade yaşardı
Variyetleri iyi olmasına rağmen bu esnaf grubu izleyebildiğim ve bugünden geriye bakıp görebildiğim kadarıyla tutumlu insanlardı. Eski tabirle mazbut bir hayatları vardı. Hemen her konuda olduğu gibi ikramlarında da aşırıya kaçıldığını hatırlamam. Ev hanımları makul çeşitlerde kurabiyeler yaparlardı ve ikramlar genelde evlerde hazırlanırdı. Bu toplantılar çoğu zaman, hanımları da tanışan bu grubun hanım günlerinin akşamlarında o günün yapıldığı evde organize edilirdi. Hanımlar için yapılan kurabiye ve tatlılardan erkekler de nasiplerini alırlardı.
Yine bu esnaf grubunun bazen erkek faslı dedikleri, hafta içi gece yemekten sonra toplanarak Boğaz’a gidip çay içme veya kısa metrajlı ev gezmeleri olurdu. Hatırladığım kadarı ile bazen yıl içinde toplanarak beraberce Anadolu turu yaptıkları da olurdu. Bu turlarda da genel program, gittikleri şehirlerde cami merkezli görülecek mekanları ziyaret etmekti. Seyahatler arabayla yapılır, yolda durulan bazı mola yerlerinde arabada bulunan tüp ve çay takımları ile çay yapılır, bagajda yer alan masa ve şezlonglar açılır ve çayın yanına küçük atıştırmalarla seyahat gerçekleşirdi. Tabii arada kendilerine bir lokantaya gidip ödül verdikleri de olurdu.
O zamanın önemli elektronik aletlerinden biri 8 mm çapında çekim yapan film makineleri ve Grundig marka, -hatta cinsini de söyleyeyim- TK 27 teyplerdi. Hocaların olduğu toplantılarda ilerleyen saatlerde vaaz, Kur’an-ı Kerim ve Mevlid tilaveti olurdu ve bunlar teybe kayıt edilirdi. Kendi aralarında yaptıkları seyahatlerin de kayıtları birçoğunun evlerinde mevcuttu. Bizim ve amcamların evlerinde de içi bu kayıtlarla dolu onlarca bant bulunmaktaydı.
Dini faaliyetleri
O dönemin orta yaşlı çarşı esnafı olarak babamların en önemli dini faaliyetleri de tahminim bu toplantılardı. Bazen bu toplantılara o dönemin politik simalarından birilerinin de geldiğini duyardık fakat bu topluluk, arasındaki birkaç kişi dışında politikayla pek haşır neşir olan bir topluluk değildi. İmam Hatip Cemiyetine yapılan destekler, Nuruosmaniye Kur’an Kursu, Çarşı camii ve Cevahir Bedesteni’nindeki caminin ufak tefek ihtiyaçları, mahallelerdeki Kur’an kursları ve camilere yapılan yardımlar bu ekibin ana gündem maddeleri idi.
Büyük çoğunluğu namazlarını aksatmaz, zekatlarını titizlikle vermeye çalışır, altın işiyle uğraşanlar zekat ve sadaka hesabında hocaları detay sorularla çoğu kere terletir, imkan bulduğu ilk fırsatta o zamanlar bir hayli zor olmasına rağmen Hac vazifelerini yerine getirir, talebe okutmak için kurulmuş cemiyetlere destek olmaya çalışırlardı.
Kapalıçarşı’daki cami ve mescitler
Hafta arasında gün içindeki vakitlerde namaz için gidilen camilerin başında Nuruosmaniye Camii gelirdi. O dönem Enver Hoca adlı bir imam efendinin orada imam olduğunu hatırlarım. Hatta müezzinlerden birinin de Necati ağabey olduğu hiç aklımdan çıkmaz. Ben de babamın delaletiyle Nuruosmaniye Camii’nin hemen yanı başındaki Kuran kursunda bir dönem ezber yapmıştım. Orada Nafiz Hoca adıyla bir hocaefendi benimle ilgilenmişti. Allah kendisinden razı olsun. Ben ezber yapmaya gittiğimde orada çoğu kere rahmetli Abdurahman Gürses hocanın gelip, camideki müezzinler ve başka yerlerden de gelen hoca efendilere usul dersi verdiğine şahit olmuşumdur.
Babamların ve tabii çarşıya gittiğimizde o zaman benim de vakit namazlarında gittiğim diğer bir cami, Kapalıçarşı’nın içindeki en büyük cami olan Çarşı Camii idi. Caminin imamı uzunca bir süre rahmetli Raif Bahriyeli hocaydı. Çarşının içinden Örücüler kapısına giderken merdivenle çıkılan bir cami idi burası.
Diğer bir cami de Cevahir Bedesteni içerisindeki Bedesten Camii idi. Oranın imamı da babamın çarşıda bulunduğu dönemlerde Ahmet Hoca idi. Ahmet hoca şu an Yalova-Esenköy’ün müdavimlerinden ve her sene yaz aylarında gittiğimizde görüşüp hayır duasını alırım. O da aile fertlerini sorup selamlarını iletir.
Sokak isimleri
Kapalıçarşı’nın benim eskiden beri dikkatimi çeken en önemli özelliklerinden birisi sokaklarının ismidir. Eski dönemlerde çarşı esnafının mesleklere göre gruplandığı bu sokaklar, tabelalarına baktığınız zaman size hangi iş koluyla ilgili dükkânların bulunduğunu hemen gösterir nitelikteydi. Tabii zaman geçtikçe buralarda birçok değişiklik oldu ve bu hususiyet de çok yerde ortadan kalktı.
Mesela çarşının içine girdiğinizde en büyük cadde Kalpakçılar Caddesi adıyla anılır. Ama bugün orada kalpak satan bir esnaf bulmak mümkün değildir. Yine bahsettiğim adı çarşının bir kapısına da verilmiş olan örücülük mesleği de bugün pek görülmeyen bir meslektir. Örücüler caddesi ve Örücüler kapısı çarşının bugün de kapılarından birinin adıdır ama oralarda kaç tane örücü sanatkârı kalmıştır onu bilemiyorum. Eskiden insanlar kullandıkları eşyalarda bir yırtık veya delik oluştuğunda bu meslek erbabına gelirler, onlar da bu eşyaları bazen aslını aratmayacak şekilde onarırlardı. Giysilerin insanlar için hatırı sayılır bir önemi vardı ve en ufak bir deformasyonda bir kenara atılmazdı. İnsanlar bin bir meşakkatle kazandıkları para ile giyecekleri veya istifade edecekleri diğer tür eşyaları alırlar, ufak tefek deformasyona uğradığında onarma yoluna giderler, gerekirse tamir ederler ve onları adeta tepe tepe kullanırlardı.
Yine biraz evvel eniştemden bahsederken zikri geçen Yorgancılar caddesinde de iki taraflı olarak yorgancı esnafı yer alırdı. Hatta Yorgancılar caddesinin sonundaki Yorgancılar kapısından çıkıldığında sağda bulunan küçük mescidin adı da Yorgancılar Mescidi idi. Bu mescidin benim açımdan en önemli yanı bir dönem fırsat buldukça Cuma günü namaz kılmak için buraya gelmemdi. Çünkü namazı rahmetli şeyh Muzaffer Özak Hoca kıldırırdı ve onun vaaz ve hutbeleri de çok etkileyiciydi. Şeyh Muzaffer Özak hocanın sahaflarda bir de kitapçı dükkânı bulunurdu ki orası da özel bir mekândı.
Mesleklerden ismini alan Fesçiler, kürkçüler, gelinlikçiler, mobilyacılar, halıcılar vs. esnaf da tıpkı diğerleri gibi kendilerine ayrılmış sokaklarda yer alırlardı.
Düğüncüler
Kapalıçarşı eski dönemlerde özellikle düğün alış verişlerinde çokça tercih edilen bir yerdi. Bugünkü gibi ilçelerde bu tarz büyük alış veriş mekânları bulunmaz, çocukları evlenecek aileler topluca düğün alışverişine Kapalıçarşı’ya giderlerdi.
Bizim kuyumcu dükkânları için düğüncü müşteriler pek makbuldü. Yüzüğü, bileziği, kordonu, beşibiryerdesi, iyi bir yekûn tutardı. Aileler çarşıda diğer ev ihtiyaçlarının önemli bir bölümünü de alırlar ve oradan da Mahmutpaşa’ya doğru inerek elbise ve diğer giyim eşyalarını tedarik ederlerdi.
Önce, gelişen semtlerde Kapalıçarşı’nın fonksiyonunu gören mağazalar açıldı, daha sonra da 2000’lerle birlikte AVM’lerin hepsi adeta bir Kapalıçarşı fonksiyonu ifa eder oldular.
Çarşıdan çıkış
Rahmetli babam 1977 yılında Kapalıçarşı’dan ayrıldı ve Fatih-Yavuz Selim’de bir kuyumcu dükkânı açtı. O dönem için kendisi açısından bir hayli riskli bir karardı. Çünkü Fevzipaşa Caddesini bir uçtan bir uca düşündüğünüzde bizim dükkân o yol üzerinde açılan üçüncü kuyumcu dükkânı idi. Önceleri tedirgin olmuş fakat daha sonra anladığım kadarıyla bu kararından bir hayli memnuniyet duymuştu. Bu olay bile 40 yılda İstanbul’daki değişimi göstermesi bakımından önemli bir örnektir.
Yukarıda bahsi geçen babamın arkadaşları da doksanlı yıllarla birlikte birer ikişer çarşıdan çıktılar ve Cuma akşamları yaptıkları sohbetlerini artık gün içlerinde farklı formatlarda yapar oldular.
Özetle Kapalıçarşı, yerleşim düzeni, dönemlere göre değişen fonksiyonu, içinde ticari faaliyet yapan esnafı, o esnafın kendi arasında oluşturduğu kültürü, buraya alışverişe gelen insan kitlesi ile derinden incelenmesi gereken bir mekan. Şehrin yapısının, ekonomik ve sosyal ilişkilerin farklı şekiller alması, dünyada ve ülkemizde meydana gelen önemli yapısal değişiklikler her yeri olduğu gibi Kapalıçarşı’yı ve onun içindeki insanları da değiştiriyor.
Bu değişiklikleri izlerken günümüzde yaşananlar ile kurduğumuz benzerlik ve farklılıklar önemli dersler çıkarmamıza yol açıyor sanırım.
Bu yazı vesilesiyle başta babam olmak üzere, vefat eden amcalarım, babamın arkadaşlarından ve Kapalıçarşı esnafından ahirete intikal edenlere Allah’dan rahmet, hayatta olanlara da afiyetler diliyorum.
Erhan Erken, “Kapalıçarşı Üzerinden Bir Dönemi Hatırlamaya Çalışmak”, Şehir ve Kültür dergisi sayı 30, Ocak 2017.
Dünya Bizim, 30.06.2017