İnsan zübde-i âlemdir. Kültür de eğitim de o insanın daha kâmil bir noktaya ulaşabilmesi noktasında hayati önemi olan alanlardır. Bu alanlarda yeni çalışmalar yapılırken neler hayal ediliyor? Hangi sorular soruluyor? Geçmiş verimli uygulamalara dönüp bakılıyor mu?
Son zamanlarda eğitim ve kültür konularında devletin en üst kademelerinden başlayarak aşağıya doğru herkeste daha bir dikkat, daha bir gayret hali görülür oldu. Özellikle sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu hususu birkaç konuşmasında hassaten ifade etmesi ilgi ve alakayı neredeyse alarm seviyesine yükseltti.
2002’den beri iktidarda olan Ak Parti’nin, çok önemli konularda başarılı hizmetler gerçekleştirmiş olsa da, özellikle eğitim ve kültür alanında arzu edilen hedeflere ulaşamadığı noktasında uzun dönemdir içten içe bazı eleştiriler yapılmaktaydı. Buna ilaveten son dönemlerde daha fazla gündeme gelen, ait olduğumuz medeniyetle ilgili söylemlerin öne çıkması, Milli Eğitim cephesinde meydana gelen bazı müspet gelişmeler ve “dindar gençlik yetiştirilmesi” gibi çok damardan ifadeler, özellikle 2009’dan itibaren iktidar cephesinde bir şeylerin değişmekte olduğu sinyalini vermekteydi. Son zamanlarda ise bu iki konudaki söylem düzeyi biraz daha kuvvetlendi.
Bu noktada öncelikle bazı sorular sorarak konuyu açmaya çalışalım:
Nasıl bir toplum ve nasıl bir insan tipi hayal ediliyor?
Bahsi geçen konulara yani eğitim ve kültür meselelerine, hem toplumun geneli, hem okumuş yazmış kesim, hem de yöneticiler açısından bugüne kadar hakikaten gerektiği şekilde önem verilmiyor muydu?
Veya önem verildiği zannediliyordu fakat toplumdaki insan malzemesinde belirli bir yetersizlik hissedilmesi üzerine mi bu mesele yeniden gündeme gelmeye başladı?
Bir eksiklik sezildiyse acaba hangi kriterlere bakılarak böyle bir eksikliğin farkına varıldı?
Bu konuda eksiklik olduğunu gündeme getiren kişiler acaba nasıl bir toplum ve nasıl bir insan tipi tahayyül ediyorlardı? İlave olarak şu soruyu da sormak gerekir ki acaba iktidarda olan kadroların bu hayalleri ne kadar birbiriyle uygunluk içindeydi?
Yönetim kademesindeki ve toplumdaki öncü durumda bulunan insanlar cephesinden olaya bakılırsa, yetişmesini arzu ettiğimiz insanlarda hangi özellikleri arıyorlardı ki bunların yeterli olmadığına karar verdiler ve biz eğitim ve kültür konularına maalesef yeteri kadar ehemmiyet veremedik diye bir kanaate sahip oldular?
Bu konuda yeterlilik ölçüsü nasıl tespit edilecek?
Toplumda eğitim ve kültür konularında çok başarılı ve dünya çapında eserler veren, yaptığı çalışmalarla uluslar arası arenada ses getiren insan sayımızın fazla olması mı bizdeki yeterlilik ölçüsü olacak?
Yoksa toplumun olabildiğince fazla sayıda ferdinin bu alanlarda hassasiyetle belirlenmiş bir seviyenin üstüne çıkması mı bizim için yeterlilik ve gelişmişlik ölçüsü olacak?
İlave olarak, bu ölçüleri kim veya kimler belirleyecek?
Çağdaş anlamda hâkim görüşler mi toplumdaki bu konulardaki seviyenin kıstasları konusunda belirleyici olacaklar?
Yoksa bizim kendimizin belirlediği ve bizce değeri olan ve bize özel sabitlerimiz olacak da biz onlara bakarak mı bu seviyeleri belirleyeceğiz?
Dinimizde, diyanetimizde, tarihimizde ve çokça kullanılan, ait olduğumuz medeniyette bugüne kadar bu belirlemeler hangi usullerle yapılıyordu? Biz bugün ilerledik veya geride kaldık dediğimizde bu kadim ölçülerimizi nazar-ı itibare alarak mı bir değerlendirme yapıyoruz?
Yoksa bizim o çok önem verdiğimiz sabitlerimiz konusunda bazı itiraf edemediğimiz şüphelerimiz var da onları açıkça ortaya koymaktan çekiniyor muyuz?
Hayaller ve tercihler
Bu son cümleyi niye söylüyorum, müsaadenizle biraz açayım; Bugüne kadar toplumun üst katmanlarında bulunan yöneticilerin hatırı sayılı bir bölümünün, herhangi önemli bir yere kendi ölçülerine göre yetişmiş kişiler seçecekleri zaman, tercih ettikleri insanların bazı kereler zikredilen medeniyet değerleri ile mücehhez olmayan tipler olduğunu gördük ve halen de bunların örneklerine rastlamaktayız.
İlave olarak, toplum açısından önem verilen okumuş yazmış veya sanat ehli kişilerin biraz etkili bir pozisyona geldiklerinde, hemen o bizce çok değerli değilmiş diye söylenen düşüncelere sahip maruf kişilerle daha fazla içli dışlı olduklarını müşahede ediyoruz. Tercihlerinde nedense çoğu kere bu kişileri seçiyorlar. Üst düzey danışmanlık kadrolarındabu vasıflara sahip hatırı sayılır miktarda kişi yer alabiliyor. O beyler veya hanımlar, üst düzey vazifelilerimizin ve aile fertlerinin (birçok örnekte görüldüğü üzere ) hemen en yakınlarında kolaylıkla yer bulabiliyorlar.
Yılın sanatçısı, yılın kültür adamı ve sair tercihlerde genelde bu tarz birkaç kişi muhakkak kürsülerde yer buluyor ve bunlar da her seferinde toplumun canını sıkacak bir şeyler yapıyorlar ve büyük kalabalıklar hep susmak zorunda kalıyorlar. Ayıp olmasın, üst düzey ağabeylerimizi veya ablalarımızı kırmayalım, üzmeyelim diye dertlerini içlerine atıyorlar.
Kültürel faaliyetten ne anlıyoruz? Eğitim konularında neleri önceliyoruz?
Bu konuyla ilgili bu kadar örnekle iktifa ederek mevzumuza devam edelim. Evet, nerede kalmıştık? Kültür dediğimizde bunun tarifini nasıl yapacağız, kıstasları nasıl belirleyeceğiz?
Kültürel faaliyetten özetle ne anlıyoruz? Eğitim konularında neleri önceliyoruz veya öncelememiz gerekiyor?
Önemli olan toplumda imkân olduğu ölçüde en fazla sayıda kişide zevk-i selimi geliştirebilmek, çocukluk çağından itibaren insanlarımıza estetik bakışı kazandırabilmek, Allah güzeldir ve güzeli sever düsturu çerçevesinde her işini en güzel şekilde yapan ve etrafındaki güzelliklerin farkına varan insanlar yetiştirebilmek ana gayemiz olmalıdır diye düşünmekteyiz. Ayrıca sanat ve kültür alanında yapılan uğraşların insanların iç derinliklerine önemli katkılar sağladığına inanmaktayız.
Kültür ve sanatı toplumdaki az sayıda kişi arasında elit bir uğraş olarak değil toplumun ulaşabildiği kadar geniş kesimine yayılan bir faaliyet olarak ele almayı önemli görmekteyiz. Fakat aynı zamanda da bu çalışmaları kitleselleştikçe değer yitirmediği bir seviyede tutabilmeyi de becerebilmemiz gerekir diye düşünüyoruz.
“Bizim çevremizde maalesef böyle çalışmalar yapılamıyor” mu?
Burada kültür ve eğitim konularında gerek içinde bulunduğumuz çalışmalar gerekse de etrafımızda yapılan faaliyetlerle ilgili toplumdaki ilgi düzeyinde bazı eksiklikler ve/ veya hatalı eğilimler gözümüze çarpıyor. İnsanımızın önemli bir kısmı yapılan çalışmaları sanki o çalışmaların hedefleri, ufku, insanlarda bırakacağı kalıcı etkilerden çok başka kıstaslarla değerlendiriyor. Çoğu kere çalışmaların değeri, bizatihi kendi sahip oldukları değerle değil de kamuoyunda itibar edilen belli mecraların verdiği önem ile değerlendiriliyor. Medyada daha fazla yer alan, sosyal medyada trend oluşturan, özetle PR’ı iyi yapılmış işler daha çok öne çıkıyor. Bunlar biraz da çağımızın bizlere ve insanımıza yüklediği maalesef çarpık yaklaşımlar. Çoğu kere değerli olanların değerini bulamadığı ama vasatı aşamayan işlerin ise görünür olmayı becerebildiği ölçüde değerli addedildiği bir süreci yaşıyoruz. O zaman da bunun tabii sonucu olarak büyük topluluklara çoğu kere en değerliler değil de en fazla görünenler iyi örnekler olarak sunuluyor ve sonuç olarak da arzu edilen kaliteli çalışmalar veya bizim önemsediğimiz değerlerle bezenmiş faaliyetler çoğu kere gölgede kalabiliyorlar.
Bazen de ana akım medya dediğimiz ve bizim mahallenin kızıyor gibi göründüğü fakat aksine de dikkatle izlediği yerlerde mevzu olan işler değerli olarak kabul ediliyor. Çünkü maalesef bizim mahallemizin kültür ve eğitim haberleri tarayıcılarının bile radarları genelde buraları tarıyor ve buralardan malzeme buluyor. Yeri geldiğinde de ‘efendim bizim çevremizde maalesef böyle çalışmalar yapılamıyor, acaba nedendir’ diye kendi kendilerine dertleniyorlar.
Bizler kendi yaptıklarımızı önemsiz görüp, kendi yaptıklarımız ve yapmaya çalıştıklarımıza bile başkalarının gözlüğü ile bakmaya kalktığımızda, inanın ne bir şey görebiliriz ne de yapılanların daha iyisinin oluşması noktasında katkı sağlayabiliriz diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz.
Bu sorular karar vericiler nezdinde de soruluyor mu?
Eğitim alanından da bir örnek vermek istiyorum. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Mütevelli Heyet Başkanlığım döneminde yeni bir YÖK yasa taslağı üzerinde çalışmalar yapılıyordu ve bizler de bazen bu toplantılara davet ediliyorduk. Bu konularda zihnimi en çok meşgul eden soru, Türkiye’nin orta ve uzun vadeli hedefleri konuşulurken karar vericilerin nasıl bir ülke hayal ettikleri, bu hayal ettikleri ülkenin iktisadi hedefleri kadar insani değerleri itibariyle nasıl bir noktaya varması gerektiği ile ilgili ne tür bir zihni hazırlık içinde bulundukları idi.
İktidar tarafından hedef olarak ortaya konulan 2023 yılı ile ilgili birçok rakam bulunmaktaydı. 500 milyar dolar ihracat, 2 trilyon dolar gayri safi milli hasıla ve dünyanın gelişmiş ilk 10 ekonomisi içinde yer almak gibi. Pekiyi, 2023 yılında sanayimizin yapısı ve alt sektörleri, hizmet sektörlerimiz, ticaret alanlarımız detayları ile nasıl bir noktaya doğru gidileceği hayal edilmekteydi?
Yine o tarihlerde dünyanın gidebileceği noktalarla ilgili yeterli gelecek hayalleri kuruluyor muydu? Bu hayallere yönelik olarak hangi alanlarda ne kadar yetişmiş insan gücüne ihtiyacımız olacaktı?
Buna bağlı olarak acaba var olan ve yeni açılmakta olan üniversitelerin bölüm ve kontenjanları bu sorular ve cevapların ışığında mı değerlendiriliyordu?
Özetle, bu yetiştirmeyi düşündüğümüz insanları, okul öncesi eğitimden örgün eğitimin diğer kademelerine, mesleki eğitimden yüksek öğretime kadar hangi bilgi, beceri, yetkinlik ve ahlaki normlar ve estetik değerlerle yetiştirmemiz gerekiyordu?
“Bu hayati soruların cevapları nerelerde değerlendiriliyor” diye neredeyse her toplantıda soruyor, muhataplarımı da belki fazlaca rahatsız ediyordum.
Vazifede olduğum dönemde bu sorularıma maalesef doyurucu cevaplar alamadım. Bu sorular sorulup cevapları bir yerlerde hazırlanıyor, kararlar bunlara göre alınıyor ama bizler bilmiyorsak, bu bile ümit verici bir gelişmedir diye düşünüyorum. Fakat en az bu boyutta sorulmuyor ve cevapları araştırılmıyorsa o zaman gelecek için çok iyimser olabilme şansımız ne kadardır, onu da takdirlerinize sunuyorum.
Ben bu konudaki endişeleri o zaman da yoğun olarak duydum, bugün de maalesef duymaktayım.
Kültürel alanda bir hareketlilik var, ama…
İlk baştaki noktamıza tekrar dönersek;
Sn. Cumhurbaşkanı “kültür ve eğitim konusunda bugüne kadar yeterli duyarlılığı gösteremedik” deyince herkeste bir dikkat ve bir hassasiyet peydah oldu. Bu bir açıdan bakıldığında çok önemli bir gelişme. Kesinlikle küçümsemiyorum, aksine çok değerli buluyorum.
Fakat buna cevaben bugüne kadar özellikle kültürel alanlarda toplumun önünde görünen birçok kişinin yeniden hareketlenmeye ve bugüne kadar yapageldikleri işleri farklı bir formatta yeniden ele almaya başladıklarına şahit olmaktayız. Şayet bugüne kadarki çalışmalar istediğimiz bir düzeye ulaşamadıysa ve arzu edilen seviyeler yakalanamadıysa acaba bu konuya çok daha etraflıca ve belki de çok daha farklı yerlerden bir daha bakmaya çalışmak gerekmiyor mu?
Bugüne kadar eksik bir bakış açısıyla bakıldığından dolayı farkına varılamayan, toplumda bugüne kadar yeterli şekilde öne çıkamamış fakat özü gereği kalıcı olan çalışmalar ve yaklaşımların da yeni dönemde konunun içine çekilmeye çalışılması icap etmiyor mu? Mevcudunun bulunmadığı dönemlerde çok önemli bir tecrübe birikimi sağlayan geçmiş uygulamalar, yeni başlayanların Amerika’yı yeniden keşfetme yolunda harcayacakları bir çok emeğin daha verimli yerlere sarf edilmelerini sağlayamaz mı?
Kullara düşen üzerlerine vecibe olan faaliyetleri en iyi şekilde yapmak değil mi?
Eğitim konusunda da farklı cephelerde yoğun okullaşma faaliyetleri görmeye başladık. Okul öncesi dönemden başlayarak ilk, orta ve lise düzeyinde okullar yoğun olarak açılıyor. İmam hatipler üzerinde çok özel bir hassasiyet gösteriliyor.
Gelişmeler o kadar baş döndürücü ki bazen tamamını izleyebilmek zor olsa da dikkatimizi yoğunlaştırabildiğimiz bazı yerlerde çok da hoşumuza gitmeyen bazı gelişmeler gözümüze çarpıyor. Bizim 1980’li yılların ikinci döneminde çok daha amatörce ve kıt imkânlarla yaptığımız eğitim çalışmalarına başlarken sorduğumuz çok temel ve damardan bazı soruların, maalesef bu çevrelerde yeterli ve etraflıca sorulmadığını ve cevaplarının aranmadığını, işin özünden çok kabuğu ile ilgilenildiğini görmekten dolayı da ciddi bir üzüntü ve tedirginlik içinde olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
Bizim dişe diş mücadele ettiğimiz Batılılar bir işe girerken belirledikleri ana hedefleri ve bu hedeflere varmak için kullanılan her türlü aracın dizaynına kadar tüm detayları planlayarak işe başlıyorlar. Bu işleri planladıktan sonra da uygulamadaki verimlilikleri objektif bir şekilde ölçmeye ve değerlendirmeye çalışıyorlar. Eğitimde kalite, güvence ve akreditasyon konularına ciddi bir önem veriyorlar.
Esasında insanlarımızın büyük bir bölümü kendi ticari ve sınai işlerinde de böyle yapıyorlar. Büyük iktisadi işletmeler ve mühendislik projelerinde de bu yol kullanılmazsa, o devasa yapıların ayakta duramayacaklarını herkes bilebiliyor. Fakat insan eğitimine ve kültüre dayalı nispeten soyut görüntülü konularda maalesef kervan yolda düzülür veya ahbap çavuş mantığının dışına bir türlü çıkılamıyor. Tabii sonrasında da sonuçlara bakılınca üzüntü duyuluyor.
Fakat yüce Rabbimiz dilerse bu tür teşebbüslerden bile çok verimli neticeler ortaya çıkmasını sağlayabilir. Ona güvenimiz tam. Ama kullara düşen üzerlerine vecibe olan faaliyetleri en iyi şekilde yapmak değil midir?
Bu noktada duam şudur ki inşallah gelişmeler beni yanıltır. Bu konuda da yanılmaktan dolayı üzülmekten ziyade ziyadesiyle mutlu olacağımı da ifade etmek isterim.
Doğru sorulara doğru cevaplar
Kültür ve eğitim alanında gelişme denince öncelikle yukarıda da sorduğumuz gibi önce “nasıl bir dünya, bu dünya içinde nasıl bir Türkiye” hayalini berrak bir şekilde ortaya yeniden koymamız gerekiyor. Bu Türkiye manzarası içinde de arzu ettiğimiz kimlikli, kişilikli, başı dik, kendiyle barışık, kendi medeniyet değerlerini fark etmiş, arzu ettiğimiz insanın estetik değerlerini üzerinde taşıyan ve onları tüm dünya insanlarına kavli ve fiili olarak en iyi şekilde anlatan fertleri nasıl ortaya çıkaracağız? Onların sayısını nasıl arttıracağız? Onları tarif ettiğimiz özelliklerle nasıl donatacağız veya donanımlarını sağlayacağız, sorularını sorup doğru cevapları bulmamız icap ediyor.
Pekiyi, bu süreçte genel yaklaşımımız nasıl olmalı?
Bizlere ve bizim gibi daha önceden de sessiz ama daha derinlikli ve kalıcı çalışmalar yapmaya çalışanlara düşen ise bugüne kadar yapmaya çalıştıkları gibi, dokunabildikleri kişi ve kesimlerde etki uyandıracak çalışmaları ısrarla sürdürmeleridir. Gözlerine takılan eksiklikler olursa onları da usul-u münasiple muhataplarına aktarmaya gayret etmeleridirler.
Mevcut şartlar içinde bugüne kadar ne kadar yapabildi ise inşallah en azından o kadarını yapmaya çalışmalarıdır. Ve bu yapılanları da inşallah başkaları ile biraz daha fazla paylaşmaya özen göstermeleridir.
İnsana yatırım
Sonuç olarak;
Biz kendimizi bildik bileli insana yatırım yapmanın önemini en temel ödev olarak kabul eden bir bakış açısına sahip olmaya çalıştık. Bu bakış açısının gereği olarak insanlarımızın büyük çoğunun pek fazla ilgilenmediği zamanlarda da eğitim ve kültürel çalışmaları önemseyenlerle beraber olduk. Bugün de aynı noktadayız, yarın da inşallah imkânlarımız nispetinde bu gayret içinde olacağız.
Yolu buraya düşenlerle beraber olmaktan bugüne kadar büyük mutluluk duyduk ve inşallah bundan sonra da duymaya devam edeceğiz. İster içten gelen bir dürtüyle isterse de şartların sürüklediği bir şekilde bu yolun içine girenlerin, bu yolun en önemli öznesinin insan olduğunu hiç hatırdan çıkarmamalarını diliyoruz. Çünkü unutmamamız gereken en önemli düstur şudur ki insan zübde-i âlemdir. Kültür de eğitim de o insanın daha kâmil bir noktaya ulaşabilmesi noktasında hayati önemi olan alanlardır.
Biz kültür ve eğitimle ilgili alanları özetle bu genel bakış açısı içinde görüyoruz.
Allah hayırlarla karşılaştırsın duası ile yazımızı noktalamak istiyoruz.
Dünya Bizim, 28.03.2017