İnsanoğlu için hayattaki önemli olayların içinde düğünler ilk sıralarda yer alır. Bu gerçek hem hanımlar, hem de erkekler için muhtemeldir ki aynı derecededir. Evlilik ile birlikte o ana kadar ayrı hayatlar süren iki insan hayatlarını birleştirmeye karar veriyorlar, aileler anlaşıyorlar ve hep birlikte ortak bir hayatı yaşamaya başlıyorlar. Evlilik hadisesi, içinde mutluluk ve hüznü de beraberce barındıran bir olay. Daha önce ailesi ile birlikte yaşayan genç insanlar o aileden kısmen ayrılıyorlar ve müstakil bir yuva kuruyorlar. Tabii bu ayrılık mutlak bir ayrılık değil ama yine de ailenin kıymetli bir çocuğu olan o genç insan artık baba ocağından çıkıyor ve başka bir haneye giriyor. Evlilikten sonra aile ile birlikte yaşamaya devam eden çiftler için bile bu ruhi ayrılık olayının yine de vuku bulduğunu ifade etmek mümkün. İşin bir yanından bakınca kısmen hüzünlü tarafı burası. Fakat aileler için evlatlarının güzel günlerini görebiliyor olmak da diğer yanı ile de mutluluk verici bir olay.
Evlenen gençler için önlerinde beraberce yaşayabilecekleri yepyeni bir alan açılıyor. Onlar bir çok şeyi beraberce göğüsleyecekleri ve yeni bir hayatı beraberce kuracakları için mutlu ve umutlu…
Sevincimizi paylaşmak da “meşru” yollardan olmalı
Güzel bir olay olduğu ve bundan dolayı insanlar sevindikleri zaman duygularını dışarıya vurma, daha fazla insana duyurma ve onları da sevince ortak etme ihtiyacı duyuluyor. Hani güzel bir söz vardır, ‘mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır, üzüntüler paylaşıldıkça azalır’ diye. O sebepten sevinci paylaşmak önemlidir. Bu noktada bu sevinci nasıl paylaşacağız sorusunun cevabı gündeme geliyor.
Sevinci paylaşmanın çok çeşitli yolları var. Fakat Müslümanlar için bu sevinci paylaşırken hayatın her safhasında olduğu gibi uyulması gerekli bazı kurallar mevcut. Öyle sınır tanımayan insanlar gibi her şeyi yapmak mümkün değil. Yapılacak kutlamaların meşru olması yani inandığımız değerler açısından yasaklanan, kötü görünen ana veya detay seremonilerden uzak olması gerekiyor.
Esas itibariyle sevinmek, eğlenmek gayri meşru bir olay değil. Fakat kahkaha ile gülmenin bile Hz. Peygamber ( a.s) tarafından pek tasvip görmediği düşünüldüğünde ölçüyü tutturmak önemli.
Burada bazı ana konuları sıralamakla başlayabiliriz;. Bir kere Müslüman olarak her durumda Allah’ın ve Resulü’nün (a.s) hoşuna gitmeyen şeylerden kaçıp hoşuna gidenleri yapmaya çalışmak, temel olarak dikkat edeceğimiz nokta.
İlk olarak tesettür konusunu ele alabiliriz: Düğün törenleri sırasında giyeceğimiz elbiselerde tesettüre riayet etmemiz önemli. Özellikle düğünlerde hanımlar için adeta olmazsa olmaz kabilinden bir giysi olan gelinlik konusu var. ‘Bir kerecik sınır aşımından bir şey olmaz’, ‘düğün günü özel bir gün, bu gibi özel durumlarda bazı küçük(!) tavizler verilebilir’ gibi bir düşünceden hareketle gelinlik modeli düşünülürken tesettürü bir kenara koyabiliriz gibi bir mazeretin düğün de olsa yeri olmadığını zikretmemiz gerekiyor. Tabii düğüne iştirak eden aile efradının da hazırladıkları tuvaletler için de aynı hassas ölçüyü gözetmeleri şart.
Bizim dönemlerimizde hanımların gelinliğe bakışında ciddi kırılmalar yaşandığını hatırlıyorum. Genellikle anneler, kızlarının baba evinden gelinlikle çıkmasına büyük önem veriyorlar, bizim neslin gençlerinin büyük bir bölümü de ailelerinin bu isteklerine karşı bir direnç gösteriyorlardı. İnsanların hayatlarının en mutlu günlerinden birinde birkaç parça kumaş için yapılan bu sert mücadeleler bazen tatsızlık boyutuna varmaktaydı. Günümüzde evliliklerde bu tartışmalar ne boyutta yaşanıyor ,detaylı olarak vakıf olamadığımdan maalesef bu gün için bir genelleme yapamıyorum ama muhtemelen bazı ailelerde benzer tartışmaların yaşandığını tahmin edebiliyorum.
Alkollü içecekler her durumda dinen yasak olan bir şey. Dolayısıyla düğün için kendimiz kullanmasak bile misafirlere yönelik böyle bir ‘açılım’ yapmamız da mümkün değil. İmkan dahilinde ise içkili bir mekanda içkisiz düğün yapmaktan bile kaçınmamız gerekiyor ki sevincimiz bizi yanlış işler yapmaya sevk etmesin… Ailelerin birçoğunda kozmopolit bir yapı olduğundan düğünlere yönelik olarak bazen bu tip zorluklarla karşı karşıya kalan ailelere maalesef rastlamaktayız.
Malum olduğu üzere, birbirlerine nikah düşen hanımlarla erkeklerin aynı mekanlarda sınırların ötesinde yakınlaşmaları ve bir arada bulunmaları dinen tasvip gören bir konu değil. Her iki cins, tesettürlü olsalar da bir arada bulunamazlar, bu külliyen haramdır, tarzında bir yorumda bulunmuyoruz. Lakin düğün ortamında, en iyi elbiselerini giymiş ve kendilerine maksimum derecede itina göstermiş hanım ve erkeklerin birkaç saat aynı ortamda, aynı masalarda, aynı koridorlarda ve kalabalıklar içinde bulunmaları gibi bir kompozisyondan bahsediyoruz. Bu sebepten davetlilerin bir arada bulunacakları mekanları tesbit ederken özellikle düğün sahiplerinin bir hayli dikkatli olmaları gerekiyor diye düşünmekteyim.
İsraf konusu dinen her daim dikkat edilmesi gereken diğer bir ince husus. İnsanlar normal zamanlarda olduğu gibi eğlence anlarında da bu inceliğe özellikle dikkat etmeli. Özellikle bu tür törenlerde davetlileri memnun etme duygusuyla aşırıya kaçmamaya özen göstermek düğün organizasyonlarında göz önünde bulundurulmalı.
Abartılı yemek menüleri, bir kaç saatlik bir tören için salonların aşırı tarzda süslenmesi, düğün sonrası misafirlere verilecek pahalı hediyelerin seçimi, kıyafetlerdeki aşırı harcamalar ve buna benzer diğer başlıklar da sanırım israf dairesinde değerlendirilebilecek alt konular olarak zikredilebilir. Denizde abdest alırken bile aşırı su tüketimine dikkat çeken bir Peygamberin ( a.s) ümmeti olarak, maddi durumu çok iyi olan ailelerin bile bu hassasiyeti göstermesinin önemli olduğunu belirtmemiz gerekiyor.
Hz.Peygamber’in( a.s) kendi dönemlerinde, düğünlerde ve eğlence zamanlarında def çalınmasına izin verdiğini biliyoruz. Buradan hareketle musikinin eğlence zamanlarında kullanılması konusunu değerlendirebiliriz. Bir dönem, özellikle bizlerin gençlik zamanlarımızda, düğünlerde musikinin nerdeyse çok az kullanıldığını zikretmemiz gerekiyor. Dini hassasiyetlerimizin kendi ölçülerimiz içerisinde çokça dikkati alındığını düşündüğümüz o devrelerde, düğünlerimizin bazen normal zamanlardan daha fazla ‘düz’ olarak kutlandığını da hatırlamamız icap ediyor. Bazı dostlarımızın bir dönem düğünlerimizin cenaze törenlerinden bile farklı olmadığı tesbiti yaptıklarını da kayıt olarak düşebiliriz.
Gençlik dönemlerimizi hatırladığımızda, bir arkadaşımızın düğününde sahneye Türk Sanat Musikisi icra eden bir sanatkarın çıktığına şahit olduğumuzda “yahu neler oluyor, biz de galiba tavizkar olduk” tarzında yorumlar yapıldığına şahit olduğumuzu gün gibi hatırlamaktayım. Oysa bugünden geriye baktığımızda, şimdiki bakış açımla bunun çok da eleştirilecek bir şey olmadığını düşünmekteyim. O düğün özelinde değerlendirildiğinde, akıllı, uslu ve ölçülü bir çerçevede insanların eğlenebileceklerini gösteren bir düğün formatıydı, ama bayağı tartışmaya sebep olmuştu.
“İslami Düğün” başlığı çerçevesinde öncelikle ilk anda sıralanabilecek ilkesel yaklaşımlarda bulunduktan sonra bundan otuz üç yıl evvel gerçekleşen kendi düğünümüz ve yine o dönemdeki başka arkadaşlarımızın düğünler ile ilgili bazı noktalara değinmek istiyorum.
‘Kısıtlı’ bir düğün töreni yapmıştık
Bizim düğünümüz 1982 yılının Şubat ayında yapılmıştı. Hanımlar ve erkekler için iki ayrı mekanda tören düzenlendi. Bugün oturmakta olduğumuz apartmanda o tarihlerde rahmetli amcamlar evli çocuklarıyla birlikte oturuyorlardı. Onların ikamet ettikleri iki apartman dairesi hanımların daveti için hazırlanmıştı. Hanımımı evinden alıp o eve getirmiştik ve bir araya gelen hanımlar, annemlerin ve rahmetli kayınvalidemin ev sahipliğinde burada misafirlerimize ikramlarda bulunmuşlar ve hep beraber o zamanın deyimiyle ‘gelini’ görebilmişlerdi. Bugünden geriye baktığımızda bu törenin daha geniş bir mekanda, içinde biraz eğlencenin de yer aldığı bir formatta yapılabilmesi mümkündü diye düşünmeden edemiyorum. Aile imkanlarımız bunu en iyi şekilde yapabilecek düzeydeydi. Fakat özellikle benim o günün şartlarındaki çizgilerim biraz daha keskin olduğundan ve ufak da olsa bu tip bir açılıma dahi imkan vermeyen tarzımdan dolayı fazlaca ‘kısıtlı’ bir törene mahkum etmiştim çevremi. Onlar da büyük bir olgunluk göstermişler ve hem benim hem de benim bu tarzıma uyum gösteren hanımımın tercihlerine saygılı davranmışlardı.
Erkekler için de yine o dönemde yazlık olarak kullandığımız Basınköy’deki aile apartmanını tahsis etmiştik. Hanımlarınkinden biraz daha genişçe tuttuğumuz bu törende dışarıdan getirdiğimiz bir lokanta delaletiyle davetlilere yemek ikramı yapmıştık. Babamların arkadaşları için de evin bir bölümünde Kur’an-ı Kerim tilaveti, kasideler ve ilahi okuyan Hoca’lar davet edilmişti.
Biz gençler için, ilahi okunması bile o günün şartlarında sanki pek de hoşa gidecek bir şey olarak görünmüyordu. Herhalde, bu tür şeylere çok gerek yok diye mütalaa etmekteydik. Oysa yine bugünden geriye baktığımızda ilahiler ve mevlit, bu tarz bir düğünü kısmen eğlence düzeyine çıkarabilecek ‘meşru’ tören unsurlarıydı.
Bizim gibi aynı ‘hassasiyetleri’ paylaştığını düşündüğümüz bir çok arkadaşımızın düğünleri de o zaman camilerde ve Kur’an kurslarında yapılmıştı. Bu acaba çok doğru bir hassasiyet miydi sorusu üzerinde detaylı bir şekilde durulması gerekiyor sanırım.
Belediyede nikah kıyılmasının kıymet-i harbiyesi yoktu
Bizim evlendiğimiz dönemde nikah akdi, bizim yorumumuza göre tamamıyla dini bir akitti ve ancak bir ‘Hocaefendi’nin kıydığı nikah ‘sahih’ bir nikahtı. Belediye başkanı veya onun vekilinin Belediye Nikah Salonu’nda kıydığı nikahın birçoğumuzun gözünde hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktu. Bu sadece ‘resmi’ bir mecburiyetti. Hanımımızla beraberce bir hayata başlamamızı ‘meşru’ kılacak işlem Hocaefendi vasıtasıyla kıyılacak olan nikahımızdı. Hocaefendi de sadece ‘Diyanetin’ bir memuru olarak bir İmam efendi değil, bizim özenle seçmeye çalıştığımız ve bizim için hakikaten ‘Hoca’ diye önüne diz çökeceğimiz bir kişi olmalıydı. O günün ortamında, gayretlerimiz neticesinde ve Allah’ın lütfu ile bu netice hasıl olmuş bu da bizleri çok mutlu etmişti.
Burada dikkatle seçmeye çalıştığım ifadelerden anlaşılabileceği üzere 80’li yıllar için Diyanet kurumunu ve cami imamlarını değerlendirirken, bugüne göre daha farklı bir bakışımızın olduğunun altını çizmek istiyorum. Tabii bugün bulunduğumuz noktadan bakarken bu tırnak içindeki kavramlara daha sıhhatli bir bakışın gerektiğini de düşünmekte olduğumu ifade etmek istiyorum. Yorumlarımı, illa bugünkü mutlak doğruydu ve dünkü de yanlıştı diye anlamak da gerekmiyor. Ama bu hususlara daha dikkatli ve derinlikli bakmalıyız demek istiyorum.
Bu sebepten biz belediye nikahımıza sadece hanımım, babam, rahmetli kayınpeder ve yine onun rahmetli ağabeyi ile gitmiştik. Başka kimsenin gelmesini de özellikle istememiştik. Nikah şahitlerinden biri rahmetli amca idi. Diğeri için de orada bulunan bir belediye görevlisinden rica etmiştik. O gün için hiç kıymet vermediğimiz bu töreni adeta daha da kıymetsiz bir hale getirmek için elimizden ne geliyorsa yapmış ve bunda da ‘muvaffak’ olmuştuk. Benim ailem ve kayınpederler de o zaman bize ‘kalben pek de onaylamasalar da’ zorluk çıkarmamışlardı. İyi mi etmiştik? Bunun üzerinde de tüm detayları göz önüne alarak iyice düşünmemiz gerekiyor.
Yine hatırladığım kadarıyla uzunca bir süre ‘belediyede’ kıyılan nikahlara ilkesel bazda bir değer vermediğim için hiç katılmamış, illa katılmak zorunda olduklarımda ise salon dışarısında durmaya dikkat etmiştim. Tabii dostlarımızı kırmamak için gidemediğim hemen her nikaha telgraf göndermeyi de özellikle ihmal etmiyordum.
1990’lı yılların ortalarına geldiğimizde, artık belediyelerde İslami hassasiyeti olan kişiler başkan olmaya başlamış ve belediyelerde yapılan törenler bizler için o eski ‘menfi’ yorumunu kısmen kaybeder olmuştu. Zamanla belediye başkanları, belediye nikahlarını, evlenecek çiftlere sordukları ‘kabul ettin mi’, ‘evet ettim’ ibarelerine bile dikkat edecek tarzda kısmen ‘İslamileştirmeye’ başlamışlardı. Bazı Hoca efendiler de, nikah esasında bir akittir, bu akit icap ve kabul ile olur, bunu illa bir Hoca’nın kıyması gerekmiyor diyerek Nikah’ı kısmen ‘teknik’ bir düzeye indirmiş ( burada indirmiş diyerek belki bir değer veya değersizlik ifade ediyor da olabilirim) ve şartları günün şartlarına göre kısmen normalleştirmişti… Belki normali de bu idi ve biz bir zaman bunu farklı bir düzleme çekmiştik. Bu noktayı da sıhhatli bir şekilde sürekli düşünmeliyiz kanaatindeyim.
Yıllar geçti. Çoluk çocuğa karıştık. Derken çocuklarımız büyüdü ve evlilik çağına geldi. Bizler ve yukarıda bahsettiğimiz bir dönemin o çizgileri daha keskin olan nesil, kendi çocuklarımızın düğün törenlerini düzenlerken, değişen şartları da göz önüne alarak bazı farklılıklar getirmeye ve bir çok değişik yöntem uygulamaya çalıştık ve izlediğimiz kadarıyla da çalışmaya devam ediyoruz.
Artık “ilke”lere dikkat edilen bir düğün şekli üzerine çalışıldığına şahit oluyoruz
İslami hassasiyete sahip insanların önemli bir bölümünün düğünlerini hanımlar ve erkekleri ayrı salonlarda kabul ederek yapmaya gayret ettiğini görmekteyiz. Birçoğunda belediye nikahları törenin ana unsuru olarak tutulmamaya çalışılıyor, ama eskiye göre daha fazla önem veriliyor. İkramların yanında her iki tarafta da genellikle bir musiki bölümü ilave ediliyor. Düğün törenleri, eski dönemlerdeki o cenaze törenleri formatının kısmen dışına taşınmaya çalışılıyor. Birçok düğünde, düğün sahipleri, törenin başlangıç bölümüne muhakkak bir Kur’an-ı Kerim tilaveti koymayı özellikle önemsiyorlar.
Fakat değişen hayat şartları içinde bu tür törenlerin yeni bir aile kurulurken yapılan masrafları katlayan bir boyutu olduğunu da gözden uzak tutmamak gerekiyor. Büyük şehirde yaşıyoruz ve düğün yapılan mekanların büyük bölümü profesyonelce işletilen yerler. Bunlar ailelere ciddi bir maddi yükü getiriyor ki, bu tip bir düğün formatını her zaman gerçekleştirmek bir çok kişi için pek de imkan dahilinde olamıyor.
Yukarıda örneklemeye çalıştığım insanların çocuklarının törenlerinin hepsinin düğün salonlarında ve ayrı ayrı bölümlerde yapıldığını söylemek tabiidir ki mümkün değil. Sonuç olarak birçok düğün töreni, bir zamanlar bizim neslin pek de sıcak bakmadığı belediye nikah salonlarında yapılıyor.
Fakat bu format içinde de yine başlangıçta zikrettiğimiz hususların büyük bölümünü dikkate alan bir şekil üzerinde çalışıldığına şahit oluyoruz. İlk adımda, tören mekanı olarak özellikle çift taraflı fuayesi olan bir belediye nikah salonu aranıyor.
İkinci önemli nokta, daha rahat bir programlama yapabilmek için nikah zamanının günün son saati olarak alınabilmesi. Nikah töreni başlamadan, program içine, belediye salonlarında eski dönemlerde çok da göremediğimiz Kur’an-ı Kerim tilaveti ilave edilmesi uygulamalarına sıkça şahit olmaya başladık.
Nikah sonrası hanımlar ve erkekleri ayrı kapılardan çıkartıp gelin hanım ve damadın tebrikleri ayrı ayrı kabul etmesini temin etmek de, başlangıçta dikkat çekmeye çalıştığımız haremlik ve selamlık uygulamasının kısmen gerçekleştirilebilmesini sağlıyor. Bu sayede, hanımların ve erkeklerin aynı mekanda birbirleriyle çok fazla yakın bulunmamalarını temin etme hedefine bir nebze de olsa ulaşılabiliyor.
Bu tür törenlerde işin eğlence boyutu nikah salonlarında çok fazla gerçekleşemese de damat ve gelin tarafı yakın arkadaşları için ayrı ayrı damat gecesi ve kına gecesi düzenleyerek işin eğlence boyutlarını da kısmen gerçekleştirebiliyorlar
Yöresel zenginlikler düğünlere nasıl yansıtılabilir?
Nikah ve düğün törenleri için tek tip bir format tesbit etmek ve insanlara bunları dayatmak mümkün değil. Tabiidir ki gerekli de değil. Yaşanılan yerin şartları, yöresel özellikler, evlenen tarafların beklentileri bu törenlere rengini veriyor ve vermeye de devam edecek gibi görünüyor.
Düğün dediğimizde başka hangi formatlar uygulanıyor? Yöresel olarak ne tür özel eğlenme türleri mevcut? Bu uygulamaların bizim İslami diye adlandırdığımız düğün türü ile yakınlığı ve uzaklığı hangi derecede? Şimdi biraz da bu suallerin cevaplarını arayalım.
Katıldığımız bazı düğünlerde, törenin bir yerinde salona gelen halk oyunları ekiplerinin varlığının bana hoş geldiğini ifade etmeden geçemeyeceğim. İstanbul’da doğup büyüdüğüm ve başka bir ‘memleketim’ de olmadığı için, Anadolu’nun herhangi bir yöresinde doğmuş ve orası ile kalıcı bağları bulunan bir insanın kendi yöresinin halk oyununu veya türküsünü duyduğu veya gördüğü zamanki coşkusunu belki aynel yakin algılamam mümkün değil. Ama bahse konu ailelerin, insani bir gereksinim ile, bu tarz zenginlikleri en mutlu günlerinde tören unsuru olarak hadisenin içine katmalarının esas açısından mahzurlu olmadığı kanaatini taşımaktayım.
Mesela, katıldığımız bir Karadeniz düğününde insanların saatler boyu yüzlerinde tatlı bir gülümseme ile horon tepmelerini gördüğümüzde hanım ile beraber nasıl şaşırdığımızı hatırlıyorum. Buradan şunu anlıyoruz ki bu insanların düğününde horon olmazsa adeta o düğün eksik kalıyor. Hanımlarla erkeklerin beraber kol kola horona girmeleri konusundaki dini mahzur ortadan kaldırıldığında, yani, her iki cinsin de ayrı ayrı horon teptiği bir durumda, düğün hakikaten ‘İslami düğün’ formatında bir düğün olabilir diye düşünüyorum. Tabii benim bu yorumuma katılmayanlar da çıkacaktır ki onların görüşlerine saygı gösterdiğimi de ifade etmem gerekiyor…
Yine doğu ve güneydoğu yöreleri düğünlerindeki halay da aynı çerçevede değerlendirilebilir. Aydın’da şahit olduğumuz bir açık hava düğününde güney doğulu vatandaşlarımızın mahalle arasında metrelerce uzanan bir halayına şahit olmuş ve kızımla hayretler içinde saatlerce izlemiştik. Yoğun bir mekanik ses ve türkü eşliğinde hanımlar ve erkekler beraberce halay çekiyorlardı. Hanımların tahminen % 80’i tesettürlüydü. Fakat bu hanımlar erkeklerle el ele halayda beraber idiler. Halaydaki yüze yakın kişinin birbirleriyle nikah düşmeyen kişilerden olması muhal bir durum. Dolayısıyla da İslami açıdan bakıldığında bu husus sorunlu bir durum olarak görünüyor. Yöresel zenginlik olarak güzel, fakat dini değerlerimiz açısından düzenlemeye muhtaç bir düğün formatıydı diye yorumlamaktayım.
Bu arada salonlarda yapılan bazı nikah ve düğün törenleriyle ile ilgili bir iki hususu daha zikretmek istiyorum. Bazı muhafazakar diye niteleyebileceğim ailelerin törenlerinde, genişçe bir salonda yemekli bir düğün tertip ediliyor. Bir çok örnek uygulamada aileler, yemek oturumunda hanımlarla erkeklerin ayrı ayrı oturmalarını da temin edebiliyorlar. Fakat bazen, nikah töreninden sonra damat ile gelinin ilk dansı yapmaları sanki mecburiyettenmiş gibi bir seremoni icra ediliyor. Bu seremoni daha sonra arzu eden çiftlerin sahneye çıkıp aynı uygulamayı devam ettirmelerine sebep olabiliyor. Düğün sahipleri Müslüman, düğün şartları kısmen mazbut bir ortam, fakat sonrasında hiç de “İslami hassasiyetler dairesinde değerlendiremeyeceğimiz” erkek ve hanımların dans etmeleri uygulaması görülüyor ki bu çok sorunlu bir durum olarak nitelenebilir. Modernist etkilerin, adet adı altında düğünlere soktuğu pek de doğru olmayan bir uygulama olarak görünüyor. Bir yanı ile baktığımızda dans edenler karı koca. Beraberce dans etmeleri yanlış değil. Ama başkalarının önünde yapılan bu eylemin dinen caiz görülmesi de mümkün değil sanırım.
Son olarak, salon düğünlerinde sıkça rastlamaya başladığımız semazen uygulamalarına da kısaca değinmek istiyorum. Aslında bir ibadet hükmünde olan ve Hz Mevlana’nın Rabbine olan aşkıyla kendinden geçerek döndüğü bu Sema olayını, insanların masaların başında tıka basa yemek yediği bir salon ortamına, sanki bir İslamileştirme motifi olarak malzeme yapılması ilk rastladığım andan itibaren bana itici gelmişti. Bu görüşümün hâlâ aynı sıcaklıkta devam ettiğini belirtmeyi yararlı görüyorum.
Hayat, eğlencesiyle, hüznüyle ve normal işleyişiyle bir bütün
“İslami Düğün” başlığı altında bizce ilk sırada yer alan bazı ilkeler çerçevesinde görüşlerimizi serdettikten sonra, kendimizin, çocuklarımızın ve bir kısım arkadaşımızın düğünlerinden örnekler vermeye çalıştım. Bu örnekler çerçevesinde nikahın kıyılışı, nikah ve düğün yapılan mekanların seçimi, yöresel özelliklerin nikah ve düğünlere olan etkileri gibi hususlarla ilgili fikir ve kanaatlerimizi paylaşmaya gayret ettim. Tüm bu değinmeye çalıştığımız noktaların dışında pek çok hususu da ihmal etmiş olabileceğimi düşünmekteyim. Fakat ifade etmeye çalıştıklarım ile birlikte düğün konusuna temelde nasıl yaklaşmakta olduğumu genel hatları ile ortaya koymaya gayret ettiğimi zannediyorum.
Yaklaşık iki yüz yıldır Batılılaşma ve modernleşme etkisine maruz kalan İslam dünyasında bu etkiler hayatın her safhasına derinden tesir ediyor. Bu çerçevede kendi öz değerlerimize uygun formlar ve şekiller bulabilmek de biz Müslümanlara düşen önemli görevlerden biri. Çünkü hayat, eğlencesiyle, hüznüyle ve normal işleyişiyle bir bütün.
Önemli olan yaşadığımız her süreçte inandığımız değerlerin bizden istediği hassasiyetlere azami ölçüde dikkat edebilmek, kendi alışkanlıklarımızın dışındaki uygulamaları daha geniş bir bakış açısıyla ve insanlarla empati yapmaya çalışarak değerlendirebilmek ve hayatın bütününün bir imtihan olduğu şuurunu muhafaza edebilmek.
Erhan Erken
www.dunyabizim.com
Haziran 2015