İnsanlık tarihinin hemen her döneminde cevabı aranan iki çok önemli soru var olagelmiştir. Bunlardan bir tanesi, “İnsanoğlunun elde etmeye çalıştığı bilginin hakiki kaynağı nedir ve bu bilgiye nasıl ulaşılabilir? sorusudur
Bir diğer soru da “Tüm bu yaratılmışlar niçin yok değil de vardır, onların varlık veya yokluklarına karar veren irade onları niçin yaratmıştır, özellikle insanoğlunun varlığının sebebi nedir?”
Yüce Allah, yarattığı ilk insanı, aynı zamanda Peygamber olarak tayin etmiş ve onun kanalı ile insanoğluna ilk bilgileri öğretmiştir. Daha sonraki dönemlerde de gerektiği hallerde Peygamberleri kanalı ile lüzumlu bilgileri ve bilginin ne şekilde kullanılacağını kullarına bildirmiştir.
Bilginin ana kaynağı olan Yüce Allah, aynı zamanda canlıların varlığının sebebini de açıklamıştır.
Bilginin ana kaynağı vahiy, vahyin nasıl anlaşılması gerektiği ile ilgili Peygamberlerin sözleri ve fiilleri, bu ana kaynakları yorumlama ve hayata uygulama için akıl ve tecrübe…
Vahiy yoluyla bize gelen bilgiden ve Peygamberlerin yorumlarından anladığımız üzere de, varlığımızın ana sebebi, bizi Yaratan Allah’ın istediği tarzda bir hayat sürdürmemiz, yani “kul” olmamız…
Ana hatları ile en önemli ve birinci işimiz bu… Peki, “birinci işimiz bu” demekle işimiz bitiyor mu? Hayır, esas o zaman başlıyor. Ömrümüz olduğu sürece, hayatımızı bu ana ilkelere göre tanzim etmeye çalışmak, en önemli hareket noktamız olması gerekiyor.
Yapacağımız her işte, alacağımız her stratejik ve taktik kararda hep bu hassasiyetlere uygun hareket etmemiz icap ediyor. Yapacağımız işin bilgi ile alakalı arka planı meşru bir temele oturuyor mu? Kararlarımızı verirken bilgi edinme ve karar verme prosesinde doğru yolu izledik mi? Peki, yapacağımız iş, bizim kulluk noktasındaki pozisyonumuza nasıl bir etki edecek?
Özetle ana işimiz, yaptığımız ve yapacağımız tüm işleri bu iki mihenk taşına vurmak olmalı. Bu önemli süreç, doğru bir şekilde yürüyorsa sonuçlar her zaman arzu ettiğimiz gibi olmayabilir. Tabii bu demek değildir ki hedeflediğimiz yolda gevşeklik gösterelim. Asla… Elden gelen usulü dairesinde yapılmalıdır. Fakat sonuç istendiği tarzda olmadıysa üzüntüye, yeise kapılmamalı, “olanda hayır vardır” yorumuyla, işe devam edilmelidir.
İnsanoğlu, çok mükemmel olarak kurgulanmış bir kader çerçevesi içerisinde yüzmektedir. Küllî iradenin bu mükemmel programını, ona göre çok çok alt düzeyde olan insan idrakinin tam manasıyla kavraması mümkün değildir. Fakat insanoğluna hakikati kavrama noktasında yardımcı olan ve ipucu veren en önemli iki husus, yukarıda izah etmeye çalışılan, vahiyle gelen bilgiye ulaşabilme ve kul olmanın bilincine varabilmedir.
Bu bilince varabilen insan kendi cüz’î iradesinin küllî irade içindeki yerini aslına en yakın tarzda kavrayabilir. Bu kavrayış da insana istikamet verecek olan yegâne kılavuzdur.
Bu bilince varan insan ne yapar?
Her hal ve şart altında Rabbinin kendisinden yapmasını arzu ettiği tarzda davranmaya çalışır. Cüz’î iradesini hep o yöne yöneltir. Her ortaya çıkan sonuçta kendi cüz’î iradesinin bir payı olduğunu bilmekle birlikte, tüm olanların küllî irade içinde yer aldığının şuurunda olur. Yapması gerekenleri, yapılması istendiği şekilde yapar ve sonuca tam bir teslimiyyetle rıza gösterir.
Kâmil insan, eskilerin deyimiyle “gassalin elindeki meyyit gibi” ölünün yıkayıcısına teslim oluşu gibi kadere rıza gösterir.
Bu hâl, insanın sonuçları değerlendirmesine mani değildir. Değerlendirmesini yapar, sonuçların ortaya çıkmasına giden yolda cüz’î iradenin hatalı davranışlarını tesbit ederse onlardan ders çıkarır, düzeltmeye çalışır. Her doğru davranış, her düzeltme, küllî iradeye dayalı bir eylemdir Yüce Allah’ın küllî iradesinin ne şekilde tecelli edeceğini kullar bilemediğinden her kul, en iyi sonucu oluşturmada kendi müsbet katkısını (yani cüz’i iradesini) en iyiye yönelterek yapma yarışı içinde olmalıdır. Her iyi ve doğru davranış sonsuz ummanda bir katre mesabesindedir.
Bu ummanda yanlışların bile bir hikmeti olduğu muhakkak olduğundan, her işte bir hayır vardır prensibi belki böyle bir gerçeği ifade etmektedir.
Evet, özetle ifade etmek gerekirse insan bilgiyi aldığı yere çok dikkat etmeli, her davranışında hareketlerinin ana kaynaktan gelen bilgi ile uygunluğunu test etmelidir. Ayrıca davranışlarının arka planında kul olma bilincinin yatıp yatmadığını da gözlemlemelidir. İnsanoğlunun aslî işi budur. Bu temellere dayanan işler, samimi bir niyetle yapılırsa her zaman ve zeminde doğru bir usulle yapılmış işlerden sayılmaya adaydır.
Netice veya sonuç asıl değildir. Asıl olan sonuca giden yolun ve oturduğu temelin doğru ve istendiği biçimde olmasıdır. Bizim işimiz de budur… Biz işimize bakmaya devam edelim…